Şeytan |
Post Reply |
Author | |
kral
Administrator Joined: 08-03-2006 Status: Offline Points: 1323 |
Post Options
Thanks(0)
Posted: 01-03-2009 at 20:08 |
1) İnsanın Apaçık Düşmanı: ŞEYTAN Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. İnsanın En Büyük Düşmanı Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 4) Kuran'a göre şeytan, ilk insan olan Hz. Adem'den bu yana insan neslini Allah yolundan saptırmak için çaba harcayan ve kıyamete kadar da harcayacak olan varlıkların genel adıdır. Tüm şeytanların atası ve en büyüğü ise, Hz. Adem'in yaratılmasıyla birlikte Allah'a isyan eden İblis'tir. Allah'ın huzurundan ayrılmadan önce, bu duruma düşmesine neden olan insanları kendisi gibi saptırmak için Allah'tan süre istedi. Allah da ona kıyamet gününe kadar süre tanıdı. Böylece İblis'in insana karşı verdiği mücadele başladı. Allah İblis'i ve ona uyanları cehenneme dolduracağına hükmetti. Allah, Kuran'da bu olayı şöyle haber vermiştir: Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. Dolayısıyla insanoğlunun karşı karşıya olduğu en büyük tehlike olan şeytan, liderliğini İblis'in yaptığı bir grup cin ve insandır. Bu cin ve insanlar, İblis'in yolunu izlerler, kendileri saptıkları gibi diğer insanları da saptırmaya çalışırlar. "Cinni" (cinlerden olan) şeytanlar, insanlar tarafından görülmedikleri için onlara fark edilmeden yanaşır, zihinlerine saptırıcı düşünceler sokarlar. "İnsi" (insanlardan olan) şeytanlar ise diğer insanlara açıkça sokulur, onları Allah'ın yolundan alıkoymak için telkinde bulunurlar. Bu, insanın yakın dostu gibi görünen bir insan olabileceği gibi, bir zorba ya da bir "fikir adamı" da olabilir. Kuran'da, bu tehlikeye karşı müminlere şu dua öğretilmektedir: De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. Şeytan her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır. Düşmandır çünkü, insan yüzünden Allah katındaki makamını kaybetmiştir. Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah'tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu başarmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu amaçla şeytan, insanları her an gözler (Araf Suresi, 27), insana zarar verecek planlar ve oyunlar hazırlar. Oysa bu gaflet, insanın hayatı boyunca yapabileceği en büyük hatalardan biridir. Çünkü şeytan —iman eden küçük bir grup dışında— insanların tamamına yakınını kendi kontrolü altına almıştır. Bu insanlar farkında olmadan en büyük düşmanları olan şeytanın istediği hayatı yaşar ve onun peşinden cehenneme giderler. Oysa insanların yapması gereken, şeytanı çok iyi tanımak ve onu düşman edinmektir. Allah bunu insanlara Fatır Suresi'nde emretmiştir: Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin... (Fatır Suresi, 6) Sinsi ve Yalancıdır Gücü Yalnızca Çağırmaya Yeter İnsanların Düşmanıdır
Allah Katından Kovulmuştur Kıyamete kadar sürecek mücadele sonucunda şeytan, milyarlarca insanı kendisiyle birlikte cehennem ateşinin içine sürükler. Ancak, bir grup vardır ki şeytan onlara karşı asla zafer kazanamayacaktır; müminler. Çünkü müminler Allah'ın yeryüzündeki halifeleridir ve O'nun koruması altındadırlar. Şeytanın oyunları onlara karşı etkisiz kalır. Şeytan tarafından da itiraf edilen bu gerçek Kuran'da şöyle geçer: Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. O an için kafasından geçen düşünceler Kuran' uygun mu? Şeytan müminlere karşı da faaliyetini sürdürür. Örneğin bir müminin her hangi bir mümine karşı sinirlenmesi veya Kuran okumayı aklından geçirdiğinde önemsiz bir bahane bulup bundan vazgeçmesi bu fısıltıların etkisindendir. Ancak şeytan mümine doğrudan "Kuran okuma", "Allah'ı anma" diye fısıldamaz. Çünkü bunun etkisiz olacağını bilir. Onun yerine insanın kafasını boş ve uzun emellerle oyalamaya çalışır. Eğer insan bu fısıltıların etkisinde kalır, ahireti unutup dünya hayatına dalarsa, bu gafletin etkisiyle doğal olarak Kuran'ın emrettiği yaşam biçiminden uzaklaşır. Bu tuzağa düşmemenin tek yolu şeytanın fısıltılarını zamanında teşhis edip Allah'a sığınmaktır. Sağlıklı bir teşhis ise şeytanın özellikleri, taktikleri ve insan üzerinde oynadığı oyunlar bilindiği takdirde yapılabilir. Bunun için de tek yol gösterici Kuran'dır. İlerleyen sayfalarda Kuran ayetlerine göre şeytanın taktikleri, insanları Allah yolundan saptırmak için kurduğu tuzaklar ve müminlerin hareketlerine hata olarak yansıyan hileleri incelenecektir. Şirk Allah'tan başka yol göstericiler edinmek de en yaygın şirk çeşitlerindendir. Günümüz cahiliye toplumu da, Allah'tan başka yol göstericiler kabul ederek ve bu yol göstericileri izleyerek, yüzyıllar öncesinin puta tapıcılığını yaşatırlar. Çok tanrılı dinlerin yerini insanlar tarafından ortaya atılan din-dışı ideolojiler, önünde bel bükülen putların yerini bu ideolojilerin kurucuları ya da kurucularının heykelleri almıştır. Ülkeler ve milliyetler ne olursa olsun, bu yolla milyarlarca insan Allah'ın dinini yaşamaktan alıkonulmuştur. Elbette bu sapkınlığı en çok tahrik eden de şeytandır. Çünkü insanın Allah'tan uzaklaştığı her nokta şeytanın insana karşı başarı kazandığı bir cephedir. Bu yüzden şeytan, şirk sayesinde cahiliye insanlarının beyinlerini uyuşturur. Bütün yaşamlarını çepeçevre saran şirk, bu insanların sağlıklı düşünmelerini engeller. Yaşamlarını Allah'ın istediği şekilde, Kuran çerçevesinde değil, şeytanın telkinleri altında geçirirler. Şirk içinde geçen bir yaşam, şeytan tarafından hazırlanmış öyle sinsi bir tuzaktır ki, bu tuzağın içindekiler kendi durumlarının farkına bile varmazlar. Bu insanların çoğu kendilerini doğru yolda, hatta herkesten daha çok cennetlik görürler. Şirk koştuklarının bilincinde olmayan ve kendilerini kandıran bu insanların, ahiret günü aslında birer müşrik olduklarını öğrendiklerinde uğradıkları yıkım ayette şöyle anlatılmıştır: Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (En'am Suresi, 22-24) İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını "eş ve ortak" tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165) Onlar, O'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. (Nisa Suresi, 117) Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. "Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66) İnsanların Şükretmelerini Engeller De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." Görme ve işitme tesadüfen ortaya çıkmış özellikler değildir. Allah'ın insanlara gözler, kulaklar vermesi, kendisine şükretmeleri, gerektiği gibi kulluk etmeleri amacıyladır: Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78) Allah; kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz. (Casiye Suresi, 12) Müminin kendisine verilen nimete şükretmesi, bu nimete ehil olduğunu gösteren bir delildir. Böylece hem nimetin hakkını vermiş olur, hem de daha üstün bir nimet için önünde yol açılır. Allah şükreden kullarına nimetlerini artıracağını bildirirken, şükretmeyen nankörleri azabıyla tehdit eder: İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175) Şeytanın "korku" telkini mümin topluluğu içinde bulunan, ancak kalplerinde hastalık bulunan kimseler üzerinde de etkili olur. Allah yolunda bir güçlükle karşılaştıklarında kendilerini teslim alan bu korku, içinde bulundukları gafletin ortaya çıkmasını sağlar. Örneğin sıcak savaş ortamında korkularına yenik düşen bir grup insanın durumu Kuran'da şöyle bildirilmiştir: İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sure indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün... (Muhammed Suresi, 20) Örneğin Hz. Musa ve beraberindekiler, deniz ile Firavun'un ordusu arasında sıkıştıklarında, aralarındaki imanı zayıf olan kimseler yakalandıkları zannıyla korkuya kapılırlar. Oysa Hz. Musa, "Hayır, Rabbim benimledir" (Şuara Suresi, 62) diyerek Allah'a teslimiyetini ve güvenini ifade eder. Allah'a iman ettikleri için, Firavun tarafından kolları ve bacakları kesilmekle tehdit edilen büyücüler de aynı korkusuzluğu göstermişlerdir. Ateşe atılan Hz. İbrahim de aynı şekilde hiçbir korku duymamıştır. Kuran'ın Ahzab Suresi'nde bahsi geçen müminlerin, düşman birlikleriyle karşılaştıkları zaman "imanları ve teslimiyetleri" artmıştır. Çünkü şeytanın korku telkini tevekkül eden kimse üzerinde etkisizdir. Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, şeytanın "...iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur". (Nahl Suresi, 99) Müminlerin Arasını Bozmaya Çalışır Öğüt Verdiği İnsanları İnandırır Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Hz. Adem'e tüm şeytanların en büyüğü olan İblis tarafından verilen "ben size öğüt verenlerdenim" telkini, diğer insanlara da insi şeytanlar tarafından yapılır. Kendi kavmini Allah'ın yolundan alıkoyarken onlara, "...ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) diyen Firavun bunun bir örneğidir. Benzer telkinlere bugünkü cahiliye toplumunda da sıkça rastlamak mümkündür. Dini yaşamak isteyen bir gence karşı yapılan "sen daha çok gençsin, hayatını yaşa, yaşlanınca zaten ibadet edersin" telkini buna bir örnektir. Telkini yapan kişi bunu kendisinin iyiliğini istediği için yaptığını öne sürer. Oysa çağırdığı yol cehennem yoludur. Şeytan "öğüt verme" taktiğini uygulamak için öncelikle kişinin yakın çevresinde bulunan ve daha önceden kontrolü altına aldığı kimseleri kullanacaktır. Örneğin Kuran'da, iman ettikten sonra şeytan tarafından ayartılan, bu aşamadan sonra arkadaşlarının telkinleriyle sapan kişilerden bahsedilir. Bu "arkadaş"ların sözleri, şeytanın taktiğini çok net gözler önüne serer: "Doğru yola, bize gel..." Şeytanın bu taktiğinin bildirildiği ayetin tamamı şöyledir: De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (En'am Suresi, 71) Belki görünüşte Allah'ın sınırları içinde hareket ediliyordur, ama kalpte Allah'ın rızası değil, nefsin doyurulması hırsı vardır. Yaptığı hareketten hiçbir ecir alamayacağı gibi imanı gittikçe zedelenmeye başlar. Şeytan bir kez daha dünya hayatının aldatıcı süsünü kullanarak ahireti terk ettirmiş, bahane olarak da "Allah'ın rızası"nı kullanmıştır: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6) Vaadlerde Bulunur (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120) Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedefleyen bir mümin, geçici dünya hayatına ait bir vaadi elbette ciddiye almaz. Çünkü yeryüzünde ulaşacağı herhangi bir makam, kazanacağı herhangi bir mülk veya sahip olacağı herhangi bir nimetin gerçekte önemi yoktur. Bunlar ancak çok kısa bir süre varlığını koruyacak, ölümle beraber yok olup gidecektir. Kalpleri katılaşan kimseler iyi ve kötüyü ayırdedecek duyarlılığı kaybettiklerinden, şeytan işledikleri kötülükleri onlara süslü gösterir. Bu katılaşma yüzünden de şeytanın etkisi altındaki kimseler, kendilerine çekici gösterilen sapıklıklarında büyük kararlılık gösterirler. Bu kararlılık kimi zaman geleneklerle bozulan ve Kuran'da "ataların dini" olarak adlandırılan sapkın dinin temsilcilerinde, kimi zaman da Allah'ın elçisine isyan eden, ona karşı mücadele eden münafıklarda görülür. Kimi zaman da inkarcıların müminlerin aleyhine yürüttükleri faaliyetlerde ortaya çıkar. İster müşrik olsun ister kafir, tümünün ortak özelliği şeytan tarafından kandırılmış ve oyuna getirilmiş olmalarıdır. Bir Kuran ayetinde bu insanlar üzerindeki şeytani etki şöyle bildirilir: Fakirlik Korkusu Verir Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268) Kibir Verir Mümin, şeytanın vasfı olan kibirden mümkün olduğunca sakınmalı ve bunun için büyük bir dikkat sarf etmelidir. Aksi takdirde ecir kaybına uğrar, imanı büyük bir tehlike içine girer. Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188) Şeytanın kendisini fark ettirmeden, insana çok sinsice yaklaşacağı unutulmamalıdır. Şeytanın acelesi de yoktur. Kendini üstün görme telkinini, uzun vadede, birçok farklı olay için yavaş yavaş yapar. Eğer kişi bu yönteme karşı çok uyanık olmazsa, bu telkinlerin etkisi zamanla katlanarak büyür. Örneğin kazanılan küçük bir başarının ardından şeytan mutlaka telkin yapmak isteyecektir. Eğer kişi, başarının tek sahibinin Allah olduğunu kalben hissetmezse, şeytanın fısıltısını da kendi teşhisi zanneder ve başarı sahibinin kendisi olduğuna zamanla yürekten inanır. Şeytan başka taktikler de izler. Örneğin bir mümin hata yapabilir. Böyle bir durumda diğer müminlere düşen, hatayı yapan mümine şefkatle yaklaşmak ve o müminin de kendileri gibi aslında aciz bir kul olduğunu unutmamaktır. Çünkü şeytan, hata sahibine karşı öfke duymayı veya onu küçük görmeyi telkin eder. Bir mümini yaptığı hatadan veya başka bir sebepten dolayı içten içe küçük gören kişi, kendini üstün görme fısıltısının etkisi altında kalmaya başlamıştır. Bu ruh hali devam ederse kibir insanın kişiliğine yerleşir ve diğer müminlere karşı şefkat ve merhamet duygusu azalır. Artık yalnızca kendi bildiğini okuyan, kendi başına buyruk, aklını diğer müminlerin akıllarından üstün gören bir insan ortaya çıkar. Kişinin içindeki kendini üstün görme fısıltısı sesini yükseltir ve o, bunun kendi üstün teşhislerinden biri daha olduğunu zanneder. Bu psikolojiye giren kimsenin imanında zamanla çok ciddi yaralar oluşur. Bir süre sonra kalbi, Kuran'da da bildirildiği gibi, Allah'ın ayetlerine karşı duyarsızlaşır: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. (Secde Suresi, 15) İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ayetlerden Uzaklaştırmaya Çalışır Kuran'dan uzaklaşmak, Kuran'a tabi olmuş kimseleri —müminleri— tehdit eden bir tehlikedir. Çünkü müşrikler ve kafirler zaten Kuran'dan tamamen gaflet içindedirler. Ayetlere karşı perdelenmiş oldukları için, Kuran'dan daha fazla uzaklaşmalarına imkan yoktur. Fakat ayetler vesilesiyle iman eden ve ayetlerin bildirdiği şekilde yaşayan müminler, Kuran'dan uzaklaşırlarsa, çok büyük bir tehlikeyle, şeytanla yüz yüze kalırlar. Dahası bunun farkına varmadan, kendilerini hala doğru yolda zannederek, şeytan tarafından kontrol altına alınırlar. Kuran'da bu durum, şeytanın insanın üzerine kabuk gibi bağlanması olarak ifade edilmiştir: Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun "üzerini kabukla bağlattırırız"; artık bu, onun bir yakın dostudur. Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. (Araf Suresi, 175-176) Kuran'ın emrettiği gibi bir hayat sürme gayretindeki herkes bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Her kim olursa olsun, kendisine kitap verildikten sonra bu yükümlülüğü hakkıyla yerine getiremezse, kalbi katılaşır. Kuran'da, daha önce kendilerine kitap verilen ancak bu sorumluluğu taşıyamayan kimselerin durumu hatırlatılmaktadır: İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin "saygı ve korku ile yumuşaması" zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı. (Hadid Suresi, 16)
Aynı şekilde münafıklar da şeytan tarafından çepeçevre kuşatıldıklarından, Allah'ın varlığını ve O'nun zikrini unuturlar. Kuran'da münafıkların içinde bulundukları durum şöyle haber verilir: Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19) Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. |
|
<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|
|
kral
Administrator Joined: 08-03-2006 Status: Offline Points: 1323 |
Post Options
Thanks(0)
|
12) UNUTKANLIK ÜZERİNE Murat Kazancı Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Ona suret verip yarattığım ruhtan üflediğimde, hepiniz onun önünde secdeye kapanın." Meleklerin hepsi birden ona secde etti. Ancak iblis müstesna. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. Allah buyurdu ki: "Ey iblis! Kudretimle yarattığım şeye seni secde etmekten alıkoyan nedir? Kibir mi taslıyorsun; yoksa gerçekten yücelerden misin?" İblis "Ben ondan daha hayırlıyım." dedi. "Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın." Allah buyurdu ki: "Öyleyse çık Cennetten. Artık sen kovulmuş biri sin. Kıyamet gününe kadar lânetim senin üzerinedir." İblis "Ey Rabbim, onların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi. Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin. Bu mühlet, İlâhi ilmimizde vakti belli olan bir güne kadardır." İblis dedi ki: "Senin izzetine yemin olsun ben onların hepsini azdıracağım. Ancak onlardan ihlasa erdirdiğin kulların müstesna." Allah buyurdu ki: "Bu doğrudur ve Ben hakikati söylüyorum: muhakkak ki cehennemi sen ve sana uyanların hepsiyle dolduracağım." — Sa’d süresi 38:71-85. VE İBLİS huzurdan ayrıldı. Artık şeytanın hikayesi başlamıştı... Şeytan durdu ve bir süre düşündü. İşe nereden başlanabilirdi? Neler, nasıl yapılmalıydı? İnsanlara ‘haydi Cehenneme birlikte gidelim!’ demekle bu iş olmazdı. Cehennemi, Cennet gibi göstermek gerekirdi. İnsanoğluna düşman olduğu halde dost görünerek onları kandırmak şimdi elzem olmuştu. Soldan yaklaşamadığı birisine sağdan da yaklaşabilmeliydi. Strateji, ince ve hileli olmalıydı. Bu, pek de kolay görünmüyordu. Bir kibir uğruna üstlendiği vazifenin ağırlığı çöktü omuzlarına. Vazifesini zorlaştıran bir dizi faktörle karşı karşıya olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Her şeyden önce insan, İslam fıtratında yaratılıyordu. Ve içinde yaşadığı kainat ta buna şahitlik ediyordu. Semavi kitaplar ve peygamberler de buna apaçık deliller teşkil edeceklerdi. Ve azdıramayacağı ihlasa erdirilmiş insanların her birisi onun yolunda aşılması imkânsız birer dağ gibi duracaktı. Velhasıl işi çok zordu. Ve kendi kibirlenmesini hatırladı. Allahın bir emrine kasten karşı gelerek sonra tevbe etmemekte direnmenin cezası her halde ebedî cehennem olacaktı. Acaba bütün bunlara değer miydi? Dönüp özür dilemek, bütün bu lânetli işleri binlerce sene sürdürerek sonunda ebediyyen ateşte yanmaktan daha kolay olmasındı? ‘Ama hayır’ dedi, ‘bunu kesinlikle yapamam.’ Ben muhakkak ki üstün bir mahlûkum ve bunun anlaşılmadığını düşünüyorum. Hem bunun artık dönüşü olmadığını ve tövbemin de kabul edilmeyeceğini zannediyorum. Artık vakit geçirmeden işe koyulmalıyım! Ve bunun üzerinden bin yıllar geçti, zaman gele gele asr-ı saadet oldu. Şeytan, bu geçen zaman süresince yeryüzünün diğer toplulukları gibi Arabistan toplumu üzerinde de, o ilk baştaki iddiasında oldukça etkili olmuştu. Son Kitabın ve Peygamberin (s.a.v.) gönderildiği ortamda cahiliyet ve gericilik diz boyu yaşana gelmekteydi. Bu insanlığın en bedevi kavmini kendi kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye kadar götüren azgınlık şekillerinden birisi de açık saçıklıktı. Hatta öyle ki, Kabedeki putlar bile müşriklerce açık saçık biçimlerde ziyaret ediliyordu. İşte bu zamanda ve ortamda gönderilen Resul (s.a.v.) ve nazil olunan Kur’an, inananlara tesettürü emrediyor, nazarları helâl olmayana sarf etmeyi yasaklıyordu. Ve bu dairede hareket etmeye çabalayan mü’minlerin kuvve-i hafızalarındaki netlik hemen dikkati çekiyordu. Hz.Peygamberin (s.a.v.) kendisine Cebrail (a.s.) vasıtası ile vahyedilen ayetler, bunları ilk kez ve bir kez duyan insanların hafızalarına yanlışsız kaydediliyordu. Keza Resulullahın (s.a.v.) sözleri ve halleri de bu keskin nazarlarda eksiksiz iz düşümünü derhal buluyordu. Bu insanların kuvve-i hafızaları bir çocuk kadar saflaşmaktaydı. Onlar için bir şeyi bir kere görmek veya duymak, hiç unutmamacasına öğrenmek için yeterliydi. Ve böylesi berrak nazarlarda ve keskin hafızalarda kazınan bu sözlü kültür birikiyor, birikiyordu. Yine günlerden bir gün hadis konusunda uzman on âlim toplanarak, hafızasında bir milyondan fazla hadisin senetleri ile var olduğu söylenen İmam-ı Buhari’yi denemek için, herbiri senetlerini karıştırarak kendisine on adet hadisin doğruluğunu sorarlar. Hepsini baştan sona dinleyen İmam, söz konusu yüz hadisi soru sırası ve doğru senetleri ile sıralar. Bu muazzam kültür birikimi ve öğrenileni unutmama hâli, mü’minlerin hakikat noktasında bildiklerinin bütünü ile düşünüp, bu bütünlük içinde yaşamalarına imkân tanıyordu. Çoğunluğunu eğitimsiz hatta ümmî insanların oluşturduğu bu toplumun birike gelen İslamî kültürü, onun fertlerinin günlük hayatlarında bir bilinç motifi olarak her zaman yansımaktaydı. Mü’minler, aciz ve fâni oldukları, bu dünyada bir imtihan yaşadıkları, Allah ve ahiretin var olduğu gerçeğini hiç unutmadan yaşıyorlar, toplumsal ilişkilerini de bu gerçeklikle düzenliyorlardı. Ve ehl-i İslam, kendilerini insanlığın zirvelerine çıkaran bu halin bereketli meyvelerinden çok ama çok memnunlardı. Fakat bu durumdan hiç de memnun olmayan birisi vardı. İblis. O bu hali kıskanıyor ve içi içini kemiriyordu. İlk insanın yaratılışındaki isyanına uygun olarak, düşmanı olan insanın yaratıcısı ve ahiret ile bağını koparması, unutmadıklarını unutturması gerekiyordu. Yoksa bu iddiasını kanıtlamak ve kendisi ile aynı yolun yolcularını bulmak çok zor olacaktı. Pek te aptal olmayan şeytanın, tesettür ve harama sarf-ı nazar etmemek emrine ittiba ile, göz kamaştırıcı parlaklıktaki kuvve-i hafızalar arasındaki paralel ilişkiyi fark etmemesi imkansızdı. Bu çerçevede neler yapabilirim diye kara kara düşünmeye başladı... Şeytanın mahiyeti ve düşünce sistematiği bütün detayları ile kendisine bildirilen Hz.Peygamber (s.a.v.) daha o zamandan, mucizevî bir tarzda, zaman içinde gitgide şiddetlenecek ve ahir zamanda doruğa tırmanacak olan bir umumi hastalığa karşı mü’minleri açıkça uyarıyordu; "Ahir zamanda hafızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor". Evet, bu şeytanî tasarının adı ‘unutkanlık hastalığı’ olacaktı ve iblis planlarını bu eksende hazırlıyordu. ‘Benimle beraber cehennemlik olacakları belirlemek için ehl-i İslam ve İmana Allahı ve ahireti unutturmak gerekir’ diye kurgulamaya devam etti iblis. "Bu ‘unutturma’ işini gerçekleştirebilmek için şu ‘unutmayan’ parlak kuvve-i hafızaları bozmaya çalışmalıyım. Bu da ancak harama nazar ile mümkün olabilir. Bunun için de tesettür emrine ilişmek şarttır." Şimdi şeytanın ehl-i İslam üzerindeki yeni planının ana hatları belli olmaya başlamıştı. Ve bunun devamında ikinci bir safha başlayacaktı. Bunları uygulama safhası. Şeytanın fikrince, tesettür emrini kırmak için açık saçıklığı daha da teşvik etmek gerekirdi. Bunun için nefsinin heva ve heveslerine tabi olmuş kişilerden gönüllü yardım alınabilirdi... Derken o zamanın üzerinden bin dört yüz şu kadar sene geçerek vakit asrımıza geldiğinde artık medeni değerler, kültür, moda, medya, tiyatro, dans vs. ile açık saçıklık umumileşti ve sokağa düştü. Belki de medya ile evlere kadar girdi. Ve bu tuzağın farkında olmayan ehl-i İslamda harama nazar arttıkça nefsin hevesleri heyecana gelip, vücudunda su-i istimaller ile israfa girmesi ve haftada birkaç kez gusül abdesti alması kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda, günümüzde tıbben de ispat edildiği gibi, kuvve-i hafızasına zaaf gelir, ve unutkanlık başlar. Adamın birisi doktora gider. Doktor ‘Şikayetiniz nedir?’ der. Hasta ‘Unutkanlık hastalığı doktor bey.’ Doktor ‘Bunun belirtileri nasıl?’ Hasta ‘Neyin belirtileri?’ Doktor ‘Unutkanlık hastalığı dediniz ya!’ Hasta ‘Ne unutkanlığı?’ ••• Harikulade parlak kuvve-i hafızaların nereden nereye geldiğini anlatan bu misâl aynı zamanda ehl-i İslamın yıpranmışlığının boyutlarını da ortaya koymakta. Günümüzde herkesin az ya da çok şikayet ettiği bu hastalık, açık saçıklıkla paralel şiddetini de arttırarak devam etmekte. Zamanımız insanını, başladığı bir işi, hatta bir cümleyi bile tamamlayamayacak hale getirebilen bu unutkanlık illeti, ciddiye alınmazsa, çok kere ehl-i İslamda bu hayatın gerçeklerini unutarak yaşama temayülleri ortaya çıkartmakta. Allah ve Resulü ise, ehl-i imana ve ehl-i hakikate yakışmayan bu halden kaçınmamızı istemekte. Ve ilgili hadisten çıkardığı dersle İmam-ı Şafii’ (r.a.) bu hükmü açıkça belirtmiş; "Harama nazar, unutkanlık verir". Bu derdin dermanı ise, mümkün oldukça harama sarf-ı nazar etmemektir. Zafer Dergisi 13) GÖNÜL BOŞLUK KABUL ETMİYOR - ŞEYTAN PUSUDA Cenab-ı Hak, insanı her bakımdan üstün yaratmıştır. Yarattıkları içinde en kıymetlisi, düşüneni ve başka her şeyin kendisi için yaratılmış olanı... Bu dünya meydanına imtihan için gönderilmiş olan insan, Peygamberlere komşu olacak derecede yücelebilir. Aynı insan hayvanlardan daha aşağılara kadar düşebilir, hatta Şeytanlaşabilir... Yücelmek için aklı, ruhu ve bunlara yol gösteren, ışık tutan vahyi dinlemek gerekiyor. Düşmek için ise, nefsi ve şeytan'ı izlemek yeterlidir. Ancak yücelip yükselmek ve meleklerden bile daha değerli hale gelmek zor iştir. Çalışma ister, emek ister, çile ister... Kendini, nefsini ve şeytan'ı aşmak, ruhun zevklerine, kalbin hazlarına, maneviyatın saadetlerine razı olmak gerekir. İnsan ancak böyle insan olur, hatta sultan olur... Benliğini aşan, yoklukta varlığı, tevazuda izzeti bulan bir kuldur gerçek insan... Benlikten kurtulamayan, bencillikten zevk alan, daima nefsinin izzeti peşinde olan insan ise, sadece görünüşte, Bediüzzaman Hazretleri'nin deyimiy-le böyleleri, dış içe, iç dışa çevrilseler, insan değil hayvan suretlerinde görüneceklerdi...Ama, "belhüm adal" sırrınca, "hayvandan daha aşağı", fıtrat dışı bir mahlük suretinde olacaklardı. Hilkaten hayvan olanlar, binbir hikmetle bu dünyada bir görevi yapmak üzere yaratılmışlardır. Sahiplerini, maliklerini, yaratıcılarını unutmadan, yaratılış çizgisinden sapmadan fıtrat istikametinde yaşayıp gitmektedirler. Ancak Allah'ın kulu olmak yerine nef-sinin köleliğini tercih edenler, isyankar-lardır. Yaratıcı'larına başkaldırmış olan bu varlıklar, bütün kainatla irtibatlarını koparmış, yalnız başlarına kalmış, ve en çok zararı da kendilerine vermiş olan zavallılardır. Bunların işleri anarşidir, terördür, kandır, kindir. Başkaca bir işe yaramazlar. Zamanla zehirlemekten zevk alır hale gelirler ve Şeytan'ın ücretsiz askeri olurlar. Bunların yüzünden Şeytan günü-müzde bolca istirahat etmektedir. Çünkü bunlar, Şeytan',ın batırma, saptırma, fıtratına ters düşürme işinin taşaronlarıdır. Ya da, Şeytan'ın görünen temsilcileri ... Oysa ki Şeytan, Rabbimiz'in bizi tekamül ettirmek için önümüze koyduğu bir engeldir. Seytan da iç dünyamızı geliştirmek, kötülüklere karşı mücadeleye hazırlamak ve ruhi sağlımızı korumak maksadiyle önümüze konulan, bir imtihan engelidir. Nefis de içimize konmuş bir kötülük odağıdır. O da takılıp kalınacak bir tuzak değil, aşılıp gerilecek bir engeldir. Nasıl ki mikroplara karşı beden direncini artırmak için aşılar yapılıyor, yani bir miktar mikrop veriliyorsa vücuda, aynen onun gibi... Nefis de ruhumuzun kötülüğü tanıması ve ona karşı her daim mücadeleye hazır olması için benliğimize konulmuştur. Nefse takılıp da onun esiri olan insan, vücuduna aşı olarak verilen mikroplara yenik düşen zayıf, zavallı ve aciz insan gibidir. Böyle biri aşağıların aşağısına düşer. Ancak nefis engeline takılmayan, Şeytan'ın tuzaklarına düşmeyen bir insan ise, yücelerin yücesine erişir, varlığını ebedi bir saadet yurdunda ölümsüzleştirir. Bu Allah'ın apaçık bir vaadidir. Böyleyken, insan niçin Şeytan'a. takılır kalır, nefsin engellemesine karşı koyamaz. Çünkü Şeytan'ın , işi tahriptir, bozmaktır, imhadır. Tahrip ise çok kolaydır. Nefsin çağırdığı kötülükler ise, İnsan acelecidir. Hemen gelen gayrı meşru lezzetlere tamah eder. Sonra-dan gelecek olan günahın acılarını düşünmez. Ruhun lezzetlerine ulaşmak, bilgi ister, arınma ister, sabır ister: Halbuki bedenin gelip geçici olan hayvani lezzetlerini tatmak için hiçbir çabaya ve çileye ihtiyaç yoktur. Ne var ki çok defa Şeytan'ın galibiyeti ruhun hakiki gıdasını bulamamasından kaynaklanır. Aç kalan insanın leş bile yiyebilmesi gibi, ruh da Allah inancının lezzetiyle doyurulup tatmin edilmezse, kötülük odaklarına yönelebilir, onları ilahlaştırabilir, kısacası şerrin emrine girebilir. Gönül boşluk kabul etmez. Orada ya Allah olacaktır, ya da onun karşıtları... Allah bir gönülde gerçekten tecelli etmiş, inancın nuruyla orasını aydınlatmışsa, yani hakiki bir kul olmuşsa, Şeytan'ın o gönülde yapacak işi kalmamış demektir. Elbette Allah'ın sarsılmaz bir inançla gönüllerde tecelli etmesi, ilimle, irfanla, derin kavrayışlarla mümkün olacaktır. İman hem köklü, ciddi ve devam-lı çabalarla güçlü tutulacak, hem de ömür boyu aynı itina ile desteklenecektir. İnsanın iç dünyası bomboş bırakılırsa, gerçek anlamda Allah inancına geçit verilmezse, bu defa Yüce Yaratıcı'nın yerine kötülük odağı olan Şeytan gelip kurulmaktadır. Böyle bir durum Şeytan'ın bile, beklemediği bir vaziyettir. Çünkü onun temel işi, insanı sapıtmak, gaflete atmak ve günah çukurlarına düşürmektir. Fakat kendisinin ilah bilin-mesi, kutsanması Yaratıcı'nın yerine konulması, muhakkak ki şeytanı da şaşırtan bir akıl almaz tersliktir. Ancak bu durum da gösteriyor ki, insan inanca muhtaçtır. Bir gönül Allah'a mecburdur. Eğer iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun kaynağı olan Rabbi'ni bulamaz, O'na kul olamaz ve yoluna gidemezse, bunalıyor. Bu boşluktan akla hayale gelmez kötülükler fışkırıyor. Sürülmeyen, bakılmayan ve uzun yıllar boş bırakılan tarlanın gereksiz, hatta zararlı bitkilerle dolması gibi.. Yıllarca boş bı-rakılan, bakılmayan, temizlenmeyen evin kendi kendine kir, pas ve çürümeye maruz kalması gibi... Gönül evi ve ruh tarlası da yaratılış amacından uzaklaşarak bozuluyor, kirleniyor, çürüyor ve orada hiç olmaması gerekenler oluyor. Zira gönül boşluk kabul etmez. Boş bırakılmış ruhlarının karanlıklarında yalnız kalamayarak Şeytan'a tutunan ve onun hoşlandığı şerleri işleyen gençler ne kadar suçludurlar? Ancak hep başkalarını suçlamak gerekir. Bütün bu Şeytan'ın işini kolaylaştırmalar, hep Müslümanların gevşekliğinden ileri geliyor. İnanç zayıflığından, bilgisizlikten, ya da irade gevşekliğinden yararlanıyor Şeytan... Şeytan'ın yolunu açan ve manevra alanını genişleten çok önemli bir sebep de, Allah'tan çok Şeytan'a uyan din mensuplarının davranışlarıdır. Özellikle de Müslümanların inandıkları gibi yaşama-maları, batıl ve asılsız inançların peşinde yuvarlanmaları Şeytan'ın işini kolaylaştırmaktadır. Çünkü bu suretle gönüllerde fay hatları oluşuyor. İç dünyalarda menfi enerji kaynağı zehirli gazlar birikiyor. Şeytan da bunları nefis işbirliğiyle kolay tetikliyor, ateşliyor, patlatıyor. Bu sebeple dir ki Efendimiz (s.a.v.) "Rabbim, beni bir an bile nefsimin eline bırakma" diye yakarmıştır. Biz Müslümanlar günün kaç saatinde nefsimizin, kaç saatinde Rabbimiz'in emrindeyiz? Günlük hayatımızda yaptıklarımızın yüzde kaçı Mevla'nın rızasına, yüzde kaçı Şeytan'ın isteğine uygun durumdadır?... Her Müslüman, mutlaka, Şeytan'ın işine yarayacak neler yapıyorum?" diye düşünmelidir... Eğer bizim hayatımızdaki inanç ve ahlak boşlukları olmasaydı, Şeytan'a tapanlar ortaya çıkar mıydı? Eğer mü'minler gerçekten emredilen güzel ahlakı pırıl pırıl, tertemiz yaşasalardı, İslam toplumunda batıl düşünceler, kan, kin, Şeytancılık yaşanır mıydı? Değerli okuyucular, kabul edelim ki, hepimiz inancımızda, ibadetimizde, ahlakımızda boşluklar bırakmıyoruz. Hatalar yapıyoruz. İşte bu hatalar ve boşluklar, batılla doluyor, aykırı ve ters olanla doyuruluyor. Her şeye rağmen ve mazeretlere sığınmaksızın, hepimiz teker teker sorumluluğumuzun bilincinde olmalı, kendimizi; nefsimizi hesaba çekmeli ve açıklarımızı acilen kapatmaya koşmalıyız. Zira gönül ferman dinlemiyor. Gönül boşluk kabul etmiyor. Gönül aç ve susuz kalamıyor. Daha doğrusu gönül O'nsuz olamıyor. O'nun, O Yüce Yaratıcı'nın zikri, fikir ve inancı ile doyurulamayan gönül, çölleşiyor. Rabbimiz bizi, ancak imanla insan olacak, mutlu olacak, normal olacak şekilde yaratmıştır. Seçimin alternatifi fazla değildir: Bu sebeple seçimi doğru yapmalı, tam ve kesin yapmalı, biraz iman, biraz da şer ve kötülük yanlısı olmamalıyız. Küçük hesapları bir yana itmeli ve mutlaka ahiret boyutlu düşünmeliyiz. Allah ortak kabul etmez. Eğer Şeytan'ı yüceltenler olmasın istiyorsak... Eğer Şeytan'ın istediklerini yapan, kan ve kine sapan sapıklar olmasın istiyorsak... Önce biz Şeytanlıklardan arınmalıyız. Sonra da çevremize yardımcı olmalıyız. İnsanların imanlarına her vesileyle ve bütün imkanlarımızı zorlayarak yardımcı olmalıyız. Şuurlu mü'minlerin çoğunlukta olduğu yerde Şeytan barınamaz. Seytan'ı herkesin EÜZÜ-BESMELE ile taşladığı ve bunu işleriyle, ahlakıyla da pekiştirip teyit ettiği yerde Şeytan'a düşen mağlubiyettir. Şeytan'ın barınamayacağı güzel ortamlar oluşturmak hepimizin görevidir. Şeytan, ancak günahların yoğunlaştığı, insanların da neme lazım dediği manevi bataklıklarda mekan tutar ve at oynatır. Şeytan'ın barınamayacağı ortam,ahlak ile sağlanır. Her şeyin mübah, her günahın helal telakki edildiği ortamlar Şeytan'ı mutlu eder... İnsana yaraşır ahlakı bulunduğumuz her mekana hakim kılmalıyız. Ancak şunu da unutmamalıyız ki, ALLAH'SIZ AHLAK OLMAZ! Satanizm; polis baskınıyla, gözaltıyla, dergi toplamakla önlenemez. Dergi, kötü arkadaş, sapkın müzik, ancak içi boşalmışları etkileyebilir. Bu dış etkenlerin insanın içinde iş yapabilmesi için, önce gönül güzelliklerinin ortadan kalkması gerekir. Bu da birden bire olmaz. Bu sebeple aileler çocuklarını sürekli gözetim ve denetim altında tutmalıdırlar. Onları polis'ce ye casus gibi değil, sevgiyle, arkadaşça bir yakınlıkla, şefkatle kucaklamalıdırlar. İmandan doğan güzellikler sürekli beslenip büyütülmeli, sözle değil, hal ve hareketle yalnız olmadıkları duyurulmalı-dır. Gençleriyle olumlu, sürekli ve sıkı iletişim kurabilen aileler, onları yitirmezler, Şeytana kaptırmazlar. Satanizme uzanan yollara ne kadar kendi hal ve hareketlerimizle pirim verdiğimizi düşünmeliyiz ve ilk düzeltmeyi kendi içimizde yapmalıyız. Satanizme değilse bile, Şeytan'ı mutlu kılmaya giden yollar, ekranlardan Çocuklar ne okuyor? Bunları sık sık araştırmak ve bizzat onlarla kuracağımız sıkı ve samimi arkadaşlık sayesinde doğrudan kendilerinden öğrenmek durumundayız. Yoksa bazı ana-babalar gibi, kızımız, ya da oğlumuz, Allah korusun ekranlara çıkınca, "Hiç haberim yoktu, bu çocuk ne zaman bu hale geldi?" deriz... Çocuklar bizimdir. Şeytan'a galip gelmenin zevkini tattıkça, moralimiz artacak, çabalarımız çoğalacak ve zaferlere koşacağız inşallah... 14) NEFSİMİ YENMELİYİM İnsanlar Nefis Savaşında Üç Sınıfa Ayılırlar. Kalp, Akli, Ruhî Yenilginin Belirtileri, Şeytanın Giriş Yerlerinden korunma Çareleri 1.Açgözlülük ve kötü düşünme kapısı İnsan kendi nefsiyle sürekli bir mücadele içinde bulunur. Sonunda ya nefsini yener veya ona yenilir. Yahut da ölünceye kadar bu mücadele devam eder. Bu savaş, bazen onun lehine bazen de aleyhine olur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Hz. Peygamber (s.a.v) de bu hususa işaret ederek şöyle buyuruyor: İnsanlar Nefis Savaşında Üç Sınıfa Ayrılırlar Böylece dünyaya ve dünya maluma meyletmişlerdir. Bunlar, Allah'ı (c.c) unutan, 2. Bir sınıf da nefisleriyle cihad ediyor ve nefsânî arzularını yenmeye uğraşıyorlar. Hz. Peygamber (s.a v) şu hadisiyle bunlara işaret etmiştir: "İnsanoğlundan her Nefis Savaşında Başarılı Olmanın Temel Unsurlan Kalp: Kalp, canlı, yumuşak(doğru), temiz, sert ve parlak bir organdır. Ali b. Ebî Tâlib (k.v) kalbi tarif ederken şöyle demiştir: Kur'ân'ı Kerîm mü'minlerin kalplerini tasvir ederek şöyle diyor: Kâfirlerin kalplerini tasvir ederken de şöyle buyurur: "Gerçek şudur ki, yalnız gözler kör olmaz fakat göğüslerdeki kalpler de körelir." (Hacc, 46) Başka bir âyette; Akıl insanın; anlama, kavrama, iyi ve kötüyü, hayır ve şerri, hak ve batılı birbirinden ayırma kabiliyetine ve Allah'a (c.c) yaklaşmaya, O'nun yücelik ve kuvvetini anlamaya sebep olan ilimlerden faydalanma kabiliyetine akıl denir. Bu tarif, yüce Allah'ın (c.c) şu âyetinden çıkarılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) akıl nimetinin kıymetini şu hadisiyle işaret etmiştir: Diğer bir hadisinde: Bundan dolayı İslâm, insanlan, ilim ve bilgiyi ögrenmeye ve dinde fakih olmaya teşvik etmiştir ki, akıl bu bilgilerin yardımıyla iyi ve kötüyü, hak ile bâtılı birbirinden ayıracak kabiliyete sahip olsun. Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuştur: Bütün bunlar, ilmin kıymetli olması ve imanın ruhun derinliklerine kadar işlemesindeki etkisi ile insana bu kainatın gerçeklerini öğretmeye vesile olmasından dolayıdır. Mü'minin aklı, iyiyi kötüden, helali haramdan ve şeriatın emrettigi şeylerle, Akıl nurunu ise, ancak, günah işlemek, günah işlemeye devam etmek, onları açıkça Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Kim bir günah işlerse Diğer bir hadisinde şöyle buyurmuştur: Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Ben yolda bir kadınla İnsanın dayanma gücü ortadan kalktığı ve ruhî bağışıklığı kırıldığı zaman, şeytan Şu âyet-i kerîme de bu konuya işaret etmektedir: "(Şeytan): - Öyle ise, beni azdırdığın için and olsun ki, Sen'in doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağtm, sonra onların önlerinden, arkalartndan, sag ve sollarından onlara sokulacağım ve çoğunu Sana şükredenlerden bulamayacaksın, dedi." (A'râf, 17) Yenilgiye uğrayan kimselerin yakalandıklan en tehlikeli hastalık, vesveseye düşme Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Şayet okuyucu kardeşim aşağıdaki âyetin tefsirinde zikredilen şeytan ile Şeytanın Giriş Yerlerinden Korunma Çareleri Şüphesiz İslâm dini, şeytanî saldırılarla iblisî talimatlara karşı koyması için itısana yardım etmek gayesiyle ona birçok çare göstermiştir. Bu çareler, şeytanla yapacağı savaşta insanın sebat göstermesine yardımcı olacak ve en büyük düşmanının yenilmesini kolaylaştıracaktır. İslâm büyüklerinden birisi çareleri şöyle özetlemiştir: 1.Açgözlülük ve kötü düşünme kapısı: Ben, Allah'a güvenmek ve rızkına kanaat " Şeytanın oklarından ve entrikalarından korunnıak için, İslâm'ın çare olarak ısrarla tavsiye ettigi şey, her işe başlarken Allah'ın (c.c) ismini anmaktır. Bu konuda, Ebû Hüreyre'den (r.a) şu hadis rivayet edilmiştir: " Şeytandan korunma vesilelerinden birisi de, halis, helal mal olsa bile doyasıya ve Hz. Peygamber (s.a. v) şöyle buyurmuştur: Şeytandan korunma çarelerinden birisi de Kur'ân'ı okumak, Allah'ı (c.c) Bu çarelerden birisi de işlerinde acele etmemek ve sabretmektir. Hz. Peygamber Şeytanın şerrinden ve entrikalarından sakınmak için, İslâm dininin tavsiye ettiği 15) ŞEYTANIN KONFERANSI Şeytan hizmetkarlarını toplamış ve demiş ki: "Bunu nasıl yapacağız "diye bağırdı hizmetkarlar. Onları sürekli harcamaya ve ödünç almaya teşvik edin. Marketleri ve alışveriş merkezlerini eğlenceli, Kadınları uzun saatler boyunca çalışmaya ikna edin. Erkekleri boş hayat tarzlarını sürdürebilmeleri için haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat çalıştırın. Aileleri parçalanacağından kısa zaman sonra evleri onlar için islerinin stresinden kurtulabilecekleri bir sığınak olmayacak" Kulaklarını o kadar meşgul edin ki içlerinden gelen o sesi duyamasınlar. Onları her anlarında faydasız şeyleri dinlemek için kandırın. Evlerinde sürekli gereksiz işlerle meşgul edin. Ve her mağaza ve restorantta müzikler çaldırın. Bu kafalarını karıştıracak ve Allah ile olan bağlarını koparacaktır. Sehpalarını dergi ve gazetelerle doldurun. Kafalarını günün 24 saati haberlerle doldurun. Posta kutularını gereksiz mektuplarla, kataloglarla, bedava ürün tanıtımları ve yalan ümitlerle doldurun. Zayıf güzel mankenlerin resimleriyle dergileri doldurun ki kocalar dış güzelliğin önemli olduğunu düşünsün ve karısından memnun olmasın. İşte! Bu aile için en hızlı yıkımı meydana getirecektir." Boş zamanlarında dahi onları meşgul edin. Eğlencelerinden yorgun dönmelerini sağlayın. Onların Allah'ın yarattığı varlıklardaki harika sanatları görmemeleri için tabiatla yüz yüze gelmelerine engel olun. Bunun yerine onları lunaparklara, spora, konser ve sinemalara gitmelerini sağlayın. Onları sürekli ama sürekli meşgul edin. Bir araya geldiklerinde dedikodu ve boş konuşmalarla zaman geçirmelerini sağlayın. Hadi ne duruyorsunuz. Onların hayatlarını güzel sebeplerle öyle bir doldurun ki Allah'ın gücünü görecek, düşünecek, anlayacak zamanları kalmasın. Az zaman içinde sağlık ve ailelerini bile bu uğurda yok edecekler. Bu işe yarayacak! Ve şeytanın uşakları müslümanları meşgul etmek, oradan oraya koşturmak için hevesle ise koyuldular. 16) ŞEYTANLA BİR GÖRÜŞME Şeytanla kabristanda karşılaştılar. Şeytan çok neşeliydi. Adam sordu: "Bu ne hâl?" "Altın devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi şeytan. Adam anlamazlıktan geldi: "Ne demek istiyorsun?" "Sen de pekâla biliyorsun," dedi, "Asırlarca âhirzaman dedim durdum. Şimdi artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben bilirim. Hangi sahabeyi görsem dizlerimin takatı kesilirdi. Hele Ömer, onu görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra da rahat yüzü gördüm sayılmaz. Sahabeler gitti, müçtehidler geldi. Her asırda bir kutup, bir müceddid, nice alim, nice veli... Bana rahat yüzü mü gösterdiler?. Geylânî gitti, Gazali geldi; Rabbanî gitti, Mevlâna geldi.. Selçuklunun çöküşüyle biraz Şeytan, daha sonra da bir nârâ atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi. "Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordu adam. Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!?" "Anlatayım," dedi şeytan. "İnsana takılan bütün âletler, duygular, verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsânı. "Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretini belirtti adam. Şeytan acı acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum" dedi. "Hiç bilinmeyen bir Zât'a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar. Adam, şeytana silahlarını sordu. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik dâvâsı, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm. Şeytan onu bir kabre götürerek "Bak" dedi. Adam baktı. Toprağın altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu Şeytan, "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi, kadın mı?" "Ne bileyim ben," diye cevap verdi adam. Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının, şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı. Mezarlıkta biraz ilerlediler. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım," dedi, bu kemikler zengin kemiği mi, "Kemiklerden birşey anlaşılmıyor" dedi adam. Ama mezar taşından bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli. "Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı servetiyle gururlandırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki, Sözün burasında hiç alâkası yokken yine, "Şu Osmanlılar yok mu," diye içini çekti, şeytan" "Nasıl aldın?' diye sordu adam. "Anlatayım," dedi. Bunu söylerken göğsünü kabartmış, ellerini koltuklarının altına sokmuş, başını gururla dikmişti: "Asırlarca dinin, îmanın ve namusun bayraktarlığını yaptılar. Nice plânlarımı akîm bıraktılar. Nice insanları Allah'a secde ettirdiler. Fakat, şimdi ne oldu? Onların torunları benim peşimdeler. Hâyâ perdelerini sıyırıp çöpe attım. "Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır." diye başladı söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz. Şeytan adamın söylediklerini inkâr edemezdi. Ve yanından ayrılırken "evet" dedi biliyorum. Ama yine de onlarla uğraşacağım." deyip, kaybolması bir oldu. www.kissalar.com'dan alınmıştır 17) İNSAN VE İBLİS İblis öncelikle mü'mine düşman olmakla birlikte, gerçekte tüm insan neslinin karşısındaydı. Sadece inanan ve inancının gereğini yaşayanların değil, inanmayanların da, inancının gereğini yaşamayanların da yakasını bırakmıyordu. Çünkü İblis, kendi helakini insanın varlığına bağlamaktaydı. Âdem yaratılmadan önce yeri rahattı. Âdem'in yaratılmasıyla fena bir imtihan başına çökmüştü. Kendisi gibi mahluk olan birine secde etmesi istenmişti ondan. Emreden herhangi biri değildi. Kendisini yaratandı aynı zamanda. Yine de bu emri kibrine yediremeyerek secde etmemiş, Âdem'e secde emrinde isyana düşmüş ve insan neslini kendine düşman ilan etmişti. İnsan neslinin karşısındaydı İblis. İki sarhoş kavga ettiği zaman onun üzüldüğünü düşünebiliyor muydunuz? Tecrübeliydi.. Hz. Âdemden beri yeterince tecrübe edinmişti. Ne istediğinin ve neyi istemediğinin farkındaydı. Zât'ı Akdes ise yalan söylemezdi, bunu da biliyordu İblis. Söz verir sözünden dönmezdi. O'ndan mühlet sözü aldıktan sonra, Zât'ı Akdes'in verdiği sözden geri dönmeyeceğini bildiği için gizlediği niyetini hemen açığa vurmuştu. Bu ilk planında, Âdem ile Havva'ya verilmiş olan beka hislerini kullanmış, bu hisleri bir maddeye, bir yasak ağaca yönelterek bekâyı, sonsuzluğu onun verebileceğini Âdem ile Havva'nın zihinlerine sokuşturmuştu. (5) Böylece onları neredeyse bâki lezzetlerden etmişti. Bu hile bundan sonra İblis'in en geçerli, en gözde hilesi olacaktı. Zihinler paraya, mala mülke boğulmuştu. Oysa insan paranın beş para etmediği; malın, mülkün geridekilerin kavgasından başka bir fayda sağlamadığı bir sona doğru gitmedeydi. En güzel hisler, kalpler makamların, mevkilerin ardında, arasında törpüleniyor, zulümlere bulaşıyordu. Oysa tüm bu onurlu(!) makamlar, şatafatlar, kokuşmakta olun bir cîfe, üzeri örtülen Bu akan kanların, uyuşan zihinlerin, dağıldıktan sonra kinle dolarak toparlanmış kalplerin, firavunlaşan enelerin, gerçeğe değil, hakka değil hevâya tabi olmaların, isyana yönelmiş vicdanların, unutulan hayatî gerçeklerin, bu unutmuş, unutulmuş hayatların.. yaşanan tüm bu manevî karanlığın bu zulümlerin arkasında ise bir tek isim vardı: İblis!.. Salih Ozayturk 18) VESVESEDEN KURTULMANIN PRATİK ON ÇARELERİ 1. Vesvese, imanın kuvvetindendir. Önce hemen şunu belirtelim ki, vesvese çok korkulacak bir şey değildir, çünkü iman var ki, vesvese geliyor. Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, Vesveseye düşen mü'min, “Şeytan bütün cephelerde mağlûp oldu; bu yüzden, şimdi de iman ve İslâm'a ait 2. Vesvese, kalbin malı değildir: Kalb rahatsız olduğuna göre, vesvese kalbe mal edilemez; çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalb, vesveseye razı değil, sahip de değil; vesvese ile 3. Vesveseye maruz kalb, içine kötülerin çer-çöp attığı pınara benzer: meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı var; bileşikleri, tadı ve takdim ettiği şifasıyla zemzem suyu gibi bir su kaynağı. Herkes tarafından mâlum ve meşhur hale gelmiş, dünyâca da kabûl edilmiş mübarek 4. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mes'ul etmez: Bildiğiniz gibi, mükellef ve mes'ul olmada irâde ve şuur şarttır. Hayvanatın yanısıra mecnunlara, aklı, 5. Vesvese, insanın ilerlemesine mani olmayan örümcek ağı gibidir: Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur'ân, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır” Efendimiz, şeytanın dalâleti, küfrü, küfranı, günahı ve kötülükleri yaptırmadığını ve elinden tutup da kimseye günah işletemeyeceğini beyan buyurur. Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip-püslemek, allayıp-pullamak, Gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese, üflemekle uçup giden tüy kadar zayıftır. 6. Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert haline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez: Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayâl aynasında Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine 7. Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir: Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilafına hareket edildiği takdirde vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvese, Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, 8. Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar: Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke haline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, 9. Vesvesenin manyetik alanından ibâdet ile uzaklaşmalı ve psikolojik te’sirinden çıkılmalıdır..! Vesveseye karşı sizi vesvesenin manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunun. Hadiste de ifâde edildiği gibi, |
|
<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|
|
Post Reply | |
Tweet |
Forum Jump | Forum Permissions You cannot post new topics in this forum You cannot reply to topics in this forum You cannot delete your posts in this forum You cannot edit your posts in this forum You cannot create polls in this forum You cannot vote in polls in this forum |