HANBELi MEZHEBi
Printed From: Vesiletunnecat
Category: MEZHEPLER
Forum Name: FIKHi MEZEBLER
Forum Description: Fıkhi mezhebler nelerdir?
URL: http://www.vesiletunnecat.com/forum/forum_posts.asp?TID=2618
Printed Date: 21-12-2024 at 17:01
Topic: HANBELi MEZHEBi
Posted By: kral
Subject: HANBELi MEZHEBi
Date Posted: 20-02-2021 at 20:59
HANBELi MEZHEBi Ebû Abdillâh Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî'ye
nisbet edilen mezhebin adı. İslâm'da dört büyük fıkıh
mezhebin birisi. Ahmed b. Hanbel 164/780 yılında Bağdad'ta
doğdu. 241/855'te yine orada vefat etti. Büyük babası Hanbel
Horasan bölgesinde bulunan Serahs Vilâyeti'nin valisi idi. Babası
Muhammed b. Hanbel de komutanlık görevi üstlenmiş bir
askerdi. Hanbel ailesi, Ahmed'in doğumuna yakın bir sırada
Bağdad'a gelmiş ve orada yerleşmişti.
Ahmed b. Hanbel önce Kur'ân'ı hıfzetmiş,
daha sonra arapça, hadis gibi ilimleri, sahâbe ve tabiîlere ait rivâyetleri,
Hz. Peygamber'in, sahabe ve tabiîlerin hayatlarını
incelemekle ilim çalışmalarına başlamıştır.
Özellikle hadis ilmi için Basra, Kûfe, Mekke, Medîne, Şam,
Yemen ve el-Cezîre'yi dolaşmış, uzun bir süre İmam
Şâfiî'ye (ö. 204/819) talebelik etmiştir. Hatta bu yüzden
O'nu Şâfiî mezhebinden sayanlar bile olmuştur. Böylece
O'nun başlıca fıkıh üstadı İmam Şâfiî'dir.
Şâfiî, O'nun hakkında şöyle demiştir: "Ben
Bağdad'tan ayrıldım ve orada Ahmed b. Hanbel'den daha âlim
ve daha faziletli kimse bırakmadım"(el-Hudarî, Târihu't-Teşrîi'l-İslâmî,
terc. Haydar Hatipoğlu, s. 260, 261).
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hanîfe'nin (ö.150/767) öğrencisi
ve devrin ünlü baş kadısı Ebû Yûsuf'tan (ö.182/798)
fıkıh ilmi aldı. Rivâyetle dirayeti birleştiren bir
yol izledi. O, hükmü hadisten çıkarır, bu hükme yeni bir
takım meseleleri kıyas ederdi. Bu arada Yemen'e giderek,
San'a'da Abdurrezzâk b. Hemmâm'la (ö. 211/826) görüştü. Orada
iki yıl kadar kalarak O'ndan ez-Zuhrî ve İbnü'l-Müseyyeb
yoluyla gelen birçok hadisleri aldı(Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da
Fıkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Şener, İstanbul
1976, s. 423 vd.)
Adının ilim, zühd ve takvâ ile birlikte
yayılışı toplumu onun ilmine yöneltti. Mescid'eki
derslerini izleyenlerin sayısının beş bine kadar ulaştığı
nakledilir. Derslerinde dikkati çeken üç husus şudur.
a) Onun meclisine ciddiyet, vakar, tevazu ve ruhî
huzur hâkimdi. Kendisi şaka ve alay etmeyi sevmezdi.
b) Dersinde, ancâk hadisleri rivayet etmesi istendiği
zaman anlatırdı. Hadis rivayetinde hafızasına güvenmez,
Hz. Peygamber'e söylemediği şeyi isnad etmemek için yazılı
metne bakarak nakiller yapardı. Kendisine sorulmadıkça konuşmazdı.
c) Verdiği fetvaların yazılıp
nakledilmesini menederdi. Ona göre yazılması gereken ilim,
ancak Kitap ve Sünnet'ten ibaret idi. Ahmed b. Hanbel'in görüşü
bu olmakla birlikte öğrencileri kendisinden ciltler dolusu
kitaplar rivayet etmişlerdir(Zehebî, Tercemetü Ahmed b. Hanbel, Müsned'in
baştarafı, Mektebetü'l-Maarif tab'ı, Mısır,
t.y.); Ebû Zehra, a.g.e., s. 437).
Hâlife Me'mûn'un ortaya attığı Kur'ân'ın
mahlûk (sonradan yaratılmış) olduğu fikrini İbn
Hanbel kabul etmedi, muhakeme edilerek zindana atıldı. Dayak
yedi, kendisine işkence yapıldı, fakat yine inancından
taviz vermedi. (Ahmed b. Hanbel'in hal tercemesi için bk. el-Hatîbü'l-Bağdâdî,
Târihû Bağdâd, Mısır 1394/ 1931, IV, 412-423; Ebû
Nuaym, Hılye, Mısır 1352/15, IX,161-233; el-Buhârî,
et-Tarihu'l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360, I, 2, 5; İbn Hallikân,
Vefeyâtü'l-Ayân, Kahire 1367/1948, I, 47-49; İbn Ebî Ya'lâ,
Tabakâlü'l-Hanâbile, Kahire 1378/1952, I, 4-20: İbnü'l-Cevzî;
Menâkıbu'l-İmam Ahmed, Mısır 1349; ez-Zehebî,
Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1375/1955, I, 431-432; Târihu'l-İslâm,
I, 58-131 (Ahmed Muhammed Şâkir'in Müsned neşri mukaddimesi);
Ebû Zehra, Ahmed b. Hanbel, Kahire 1949; Fuat Sezgin, GAS, I, 502-509).
Ahmed b. Hanbel'in İctihad Usulü:
Dört mezhep imamı içinde usul ve fetvalarını
yazmaktan en çok çekinen zât Ahmed b. Hanbel'dir. O, daha çok
hadisleri toplayıp tasnif etmeyi gaye edinmiştir. Şâfiî
gibi O da senedi sahih olunca başka hiçbir şart ileri sürmeksizin
haber-i vâhidle amel eden hadis ehli müctehidlerindendir. Ebû Hanîfe
ise bu konuda râvinin güvenilir (sika) ve adaletli olması yanında
rivayet ettiği şeye aykırı bir amelde bulunmamasını
şart koşar. Sahabe adı zikredilmeyen "mürsel
hadis"i, Ahmed b. Hanbel zayıf sayar ve konu ile ilgili başka
bir hadis bulunmazsa, yani zarûret karşısında kalırsa
bunu delil. olarak kabul ederdi (Muhammed Ebû Zehra Usûlü'l-Fıkh,
Dâru'l-Fikri'l-Arabî tab'ı, y. ve t.y., s. 108 vd.) Böylece O, mürsel
ve zayıf hadisleri daha kuvvetli bir delil bulunmazsa kıyasa
tercih ederdi. Ancak O'nun devrinde henüz hadis için "sahih,
hasen, zayıf" şeklinde üçlü taksim yapılmamış,
hadisler genellikle sahih ve zayıf kısımlarına aynlmıştır.
Bu yüzden İbn Hanbel'in kıyasa tercih ettiği hadisler, bâtıl
ve münker olmayan "hasen" nevinden hadisler olmalıdır
(İbnti'l-Kayyim, İ'lâmil'l-Muvakkıîn, Mısır
1955, I, 29, 30).
İbn Hanbel'e göre, aynı konuda aksi bir görüşün
bulunduğu bilinmeyen sahabe kavlî "icmâ"' niteliğindedir.
Eğer sahabe görüşleri arasında ihtilaf varsa, ya
bunlardan Kitap veya Sünnete yakın olanı tercih eder veya böyle
bir tercih yapmaksızın sadece görüşleri nakletmekle
yetinir. konu hakkında sahabe görüşü nakledilmemişse,
büyük tâbiî'lerin re'ylerini kendi re'yine tercih eder. Mesele hakkında
âyet, sahih hadis, sahabe kavli, zayıf ve mûrsel eser gibi
deliller bulamazsa kıyas yoluna başvurur (İbnü'l kayyim,
a.g.e., I, 32). "
Hanbeliler, hakkında Kitap, Sünnet ve İcmâ'a
dayalı bir delil bulunmayan maslahatı (kamu yararı) kıyastan
sayarlar. Çünkü bunlar Kitap ve Sünnet nass'larının toplamından
elde edilen genel maslahatlardır. Diğer yandan İbn Hanbel
"Siyaset-i şer'iyye" de de maslahadı esas almıştır.
Siyaset-i şer'iyye, İslâm Devlet başkasının,
toplumu islah amacıyla, insanları yararlı işlere teşvik
etmek ve zararlı işlerden uzaklaştırmak için izlemiş
olduğu yoldur. Nass olmasa bile bu konuda bazı cezaların
uygulanması mümkün ve caizdir. İbn Hanbel'in konu ile ilgili
bazı fetvaları şöyledir: Fesat ve kötülük çıkaranlar,
şerlerinden,güvende olunabilecek bir ülkeye sürgün edilirler.
Ramazan ayında gündüz şarap içenlerin cezası arttırılır.
Sahabeye dil uzatan cezalandırılır ve tevbeye davet
edilir. Hanbelî mezhebine bağlı bazı bilginler de kamu
yararına dayalı fetvaları sürdürmüşlerdir. Meselâ;
bir ev sahibi, eğer evi elverişli ise, kalacak yeri olmayan
bir kimseyi evinde oturtması için zorlanabilir. Bıı
konuda İbnü'l-Kayyim (ö. 751/1350) şöyle der: "Bir
topluluk, herhangi bir şahsın ovinde oturmak zorunda kalsa,
bundan başka bir ev veya otel (han) bulamasa, O kimsenin anlaşmazlığa
düşmeksizin evini bunlara vermesi gerekir. Bazı Hanbefîlere
göre ev sahibi bunlardan ecr-i misil kadar kira bedeli alabilir (Ebû
Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, s. 493, 494).
Hanbefîler istihsan delilini de kabul ederler. Çünkü
istihsan; ya nass veya icmâ' gibi bir delile dayanmakta yahut da
zaruret prensibine göre kabul edilmektedir.
Sedd-i Zerâyi, prensibini en şiddetli uygulayan
mezhep hanefîlerdir. Bu konuda Ibnü'l-Kayyim el-Cevziyye şöyle
der: "Maksatlara, ancak onlara götüren vâsıta ve yollarla
ulaşıldığına göre, bu vâsıta ve yollar
da onlara tabi olur ve ayni hükmü alırlar. Allah bir şeyi
haram kılmışsa, bu harama götüren yol ve usulleri de
yasaklamış demektir. Aksi halde haram kılmanın
hikmeti kalmazdı. Meselâ; doktorlar, hastalığı önlemek
için, hastayı buna sebep olan şeylerden menederler. Aksi
halde hasta daha kötü duruma düşebilir (İbnü'l Kayyim,
a.g.e., I, 119).
Hanbelîlerin çokça kullandığı başka
bir metot "istishâb" adını alır. Bu manası
sabit olan bir hükmün, onu değiştiren bir delil bulununcaya
kadar devam etmesidir. Onların istishâb metoduna göre verdikleri
ban fetvalar şunlardır:
a) Yasaklandığına dair bir delil
bulununcaya kadar eşyada aslolan mübahlıktır.
b) Pis olduğunu gösteren bir delil bulununcaya
kadar suda aslolan temizliktir.
c) Eşini boşayan bir koca, daha sonra bir
defa mı yoksa üç talakla mı boşadığında
şüphe etse, bir talakla boşadığı esası
kabul edilir. Çünkü tek talakla boşama kesindir (Ebû Zehra,
a.g.e., s. 497, 498).
İbn Hanbel istishabı; "daha önce var
olanı sabit görme, önceden yok olanı yok sayma" şeklinde
uygularken, aynı metodu bazı hanefîler, sâbit kılmada
değil, sadece def'ide geçerli görürler. Meselâ; kaybolan (mefkud)
ve kendisinden haber alınamayan kimsenin hayatı, aksi sabit
oluncaya kadar devam eder. Hanefî ve mâlikîlere göre, kendi malları
bakımından sağ kimseler gibi muamele görür, mülkiyet
hakkı devam ettiği gibi, karısı da, onun ölümüne
dair bir delil bulununcaya veya mahkeme tarafından ölümüne hüküm
verilinceye kadar evlilik sıfatı devam eder; fakat bu kayıp
kimse, kayıplığı süresince bir takım yeni
haklar elde edemez. Bu süre içinde ona, miras veya vasiyet yoluyla bir
şey intikal etmez. Bir yakını ölürse, kayıp kişinin
payı bekletilir, sağ olarak döner gelirse bu pay ona verilir.
Hâkim onun ölümüne hükmederse, miras bırakan öldüğü
vakit o da ölmüş sayılarak onun miras payı mûrise geri
döner ve onun öteki varisleri arasında paylaştırılır.
Hanbelî ve Şâfiîlerin istihbab anlayışı ise
"hem isbat hem de def etme" esasına dayandığı
için, ölümüne hüküm verilinceye kadar, onu kayıplık sûresince
sağ olarak kabul ederler. Onlara göre, bu süre içerisinde o,
kendisine ait malların mülkiyet hakkına sahip olduğu
gibi kendisine miras, vasiyet ve benzeri yollarla mal da intikal eder (İbnü'l-Kayyim,
a.g.e., Delhi tab'ı, I, 125; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s.
299, 300). İstishâb delilinin re'y ve kıyas ictihadıyla
yakın ilgisi vardır. Kıyası tamamen inkâr eden
Zahirîlerle, İbn Hanbel gibi çok az kullanan müctehidler, âyet
ve hadislerin temas etmediği meseleleri İstishâba bırakarak;
Allah'ın haram kıldığı haram, helal kıldığını
helal, bunların dışında kalanları ise İstishâb
esasına göre mübah kabul eder ve bu metodun alanını çok
geniş tutarlar.
Hanbelî Mezhebinin Bazı Görüşleri:
Ahmed b. Hanbel'e göre; iman, kesin olarak
inanmaktan ve amelden ibarettir. Artar ve eksilir, yani iman, iyi amelle
artar, kötü amelle de eksilir. Kişi imandan çıkabilir,
İslam'dan çıkmaz. Tevbe edince yeniden imana döner. İnsanı
ancak Allah'a şirk koşmak veya farzlardan birini inkâr ederek
yapmamak imandan dışarı çıkarır. İnsan
herhangi bir farz tembellik veya gevşeklik yüzünden terkederse,
onun durumu Allah'a havale edilir. Dilerse ona azap eder, dilerse onu
affeder.
Hz. Ali'nin hilâfetinden itibaren büyük günah (kebîre)
işleyenlerin durumu bilginler arasında tartışılmıştır.
Hâriciler bu konuda sert bir yol izleyerek, büyük günah işleyenin
dinden çıkacağı görüşünü benimsemiştir.
Hasan el-Basri bunların münafık olacağını
söylerken Mürcie fırkasının sapıkları, iman
olduktan sonra, günahın hiçbir zararı olmadığını
savunmuşlardır. Ebû Hanîfe ve çoğunluk İslâm
hukukçularına göre büyük günah işleyen kimse, kesin tevbe
ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. Eğer tevbe etmeden ölürse
durumu Allah'a havale edilir. O, dilerse azap eder, dilerse kulunu
affeder. Ahmed b. Hanbel'in görüşü de, diğer fakihlerin görüşü
gibidir. O, şöyle demiştir: "Mü'min kendisine gizli
olan şeyleri Allah'a havale eder, kendi durumunu da O'na bırakır.
Günahlarla Allah'ın mağfiret kapısını kapatmaz.
Herşeyin, hayır ve şerrin Allah'ın kaza ve kaderiyle
olduğunu bilir. İyilik yapan için Allah'tan ümidini kesmez,
kötülük yapanın da âkıbetinden korkar. Muhammed ümmetinden
hiçbir kimse yaptığı iyilik sebebiyle cennete ve kazandığı
günah sebebiyle cehenneme girmez. Bu konuda Allah'ın dilediği
olur" (İbnu'l-Cevzî, Menâkıbu'l İmam Ahmed b.
Hanbel, s. 168).
Ahmed b. Hanbel'in İslâm Devlet Başkanı
seçimi (İmam, halife) ile ilgili görüşü şu şekilde
özetlenebilir: O, hilâfet ve halîfe konusunda sahabe tabiilerin çoğunluğuna
tabi olur. Buna göre, İslâm Devlet başkanı (halîfe),
kendisinden sonra uygun gördüğü birisini hilâfet için aday gösterebilir.
Burada son söz mü'minlerin bîatıdır. Nitekim Hz. Peygamber,
Ebû Bekir (r.a)'in, kendi yerine geçmesine işaret buyurmuş,
fakat bunu açıkça söylememiştir. Şöyle ki, Hz.
Peygamber, hastalığı günlerinde Ebû Bekr'i namaz kıldırması
için öne geçirmiştir. Ashâbı kiram; "Peygamber (s.a.s)
O'nu din işimiz için seçmiştir. O halde biz O'nu dünya işimiz
için niçin seçmeyelim" diyerek, Hz. Ebû Bekr'e bîat etmişlerdir.
Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra Hz. Ömer'i aday göstermiş, müslümanları
O'na bîat edip etmeme konusunda serbest bırakmıştır.
Müslümanlar da kendi iradeleriyle Hz. Ömer'e bîat etmişlerdir.
Daha sonra, Hz. Ömer, peygamber (s.a.s)'in rızasını
kazanan altı kişiyi seçmiş ve bunlara içlerinden birini
halife seçip, müslümanları buna bîata davet etmelerini tavsiye
etmiştir. Bunların dört tanesi Hz. Osman'ı seçmiş
ve müslümanlar da ona bîat etmişlerdir. Hz. Ali de O'na biat
edenler arasındadır. Ahmed b. Hanbel, "Onların işleri,
aralarında danışma (şüra) iledir" (eş-Şûrâ,
42/38) âyeti uyarınca, halifenin şûrâ ile seçilmesi
prensibini benimser. Diğer yandan sünnete uyarak halîfenin Kureyş'ten
olmasını kabul eder. Yönetimi zorla ele geçiren kimseye
facir bile olsa itaâtın gerekli olduğunu söyler. Böylece
fitnelerin önüne geçilmiş olur. O, bu konuda müslümanların
maslahatını gözetmektedir. O'na göre, düzenli ve kalıcı
bir yönetim teessüs etmelidir. Bu düzenin dışına çıkanlar,
ümmetin gücünü bölmekte ve onu temelinden sarsmaktadır. İbn
Hanbel'i böyle düşünmeye sevkeden şey, Haricilerin o dönemdeki
sert, bölücü ve şiddetli eylem ve hareketleridir. Müslümanların
nizamını bozmak isteyenler, zâlim yöneticilerin işledikleri
suçtan daha fazla suç işlemiş olurlar (İbnü'l-Cevzî,
el Menâkıb, s. 176). Ahmed b. Hanbel, meşru nizarıım
korunmasını savunmakla birlikte kendi devrindeki yöneticilerle
hiçbir şekilde temas kurmamış, onların hediye ve
armağanlarını kabul etmemiştir. O, hak ve adalete
inanan, zulmü tanımayan, fitne, fesat, isyan ve karışıklığı
istemeyen yüksek bir ruha sahipti.
Ahmed b. Hanbel'in Hadisçilik Yönü:
İbn Hanbel 40 yaşına kadar hadis öğrenmek
ve ilmini artırmak için çalışmış, Irak, Hicaz
ve Yemen arasında ilim seyahatlerinde bulunmuştur. Fakat bu süre
içinde hadis rivayet etmekten veya ders vermekten kaçınmıştır.
O, Hz. Peygamber'in peygamberlik çağı olan 40 yaşında
hadis rivayetine ve ders vermeye başladığı zaman
ilminin en yüksek derecesine ulaşmış ve akranları
arasında temayüz etmişti. Şeyhi Abdurrezzâk İbn
Hemmâm (ö. 211/826) O'nu diğer hadisçilerle karşılaştırarak
şöyle demiştir:
"Bize en kudretli hâfız eş-Şazkunî
geldi, hadis ricâlini çok iyi bilen Yahya b. Maîn geldi, fakat bunların
hepsini kendi şahsında toplayan Ahmed b. Hanbel gibi bir
İmam daha gelmedi (İbnü'l-Cevzî, el-Menâkıb, s. 69).
Ahmed b. Hanbel te'lif ettiği Müsned adlı
hadis eseriyle şöhret bulmuştur. Müsned; üçüncü hicret
asrında ortaya çıkan ve hadisleri, diğer hadis
eserlerinden farklı bir şekilde tâsnife tabi tutan kitaplardır.
Sünen, musannef ve câmi' adı verilen hadis kaynaklarında
tasnif, "konulara göre" yapılırken, müsnedlerde,
hadislerin konuları dikkate alınmamış, fakat kitaba
alınacak hadisler ya onları rivayet eden sahabî veya sahabîden
sonraki râvilerden birinin ismi altında biraraya getirilmiştir.
Meselâ; Ebû Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadisler,
konuları dikkate alınmaksızın, Ebû Hureyre ismi altında
biraraya getirilerek bir kitap içinde çeşitli sahabîlerin
hadislerinden oluşan bir mecmua te'lif edilmiştir. Müsned'in
kelime anlamı "isnad edilmiş" demektir.
İşte İbn Hanbel'in Müsned'i de, diğer
müsnedler gibi sahabe adlarına göre tasnif edilmiş, ve her
sahabenin rivâyet ettiği hadis, konusu ne olursa olsun kendi ismi
altında toplanmıştır. Ebû Bekir es-Sıddîk'ın
müsnediyle başlayan eserde sırasıyla Hulefâ-i Râşidîn
ve diğer sahabelerin müsnedleri bunu izlemiştir.
Ahmed b. Hanbel, Müsned'ini topladığı
700 binin üzerindeki hadisler arasında seçtikleriyle meydana
getirmiştir. Müsned'de tekrarlarıyla birlik te 40 bin,
tekrarlar dışında yaklaşık 30 bin kadar hadis
yer alır (el-Medînî, Hasâisu'l-Milsned (Ahmed Muhammed Şakir
tarafından Müsned mukaddimesinde nakledilmiştir), I, 23;
es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, Mısır 1379, s. 101). Müsned'in
bütün sahih hadisleri içine aldığı söylenemez. Hatta
Sahîhayn'da hadisleri bulunan 200 kadar sahabenin Müsned'te yer almadığı
ileri sürülmüştür (es-Süyûlî, a.g.e., s. 101). Müsned,
Ahmed b. Hanbel'in hayatında iki oğlu Salih ve Abdullah ile,
kardeşinin oğlu Hanbel tarafından Ahmed'ten işitilmiş
ve rivayet edilmiştir. Ancak asıl nüshaya Abdullah'ın başkalarından
işittiği bazı hadislerle, nüshayı Abdullah'tan
rivayet eden Ebû Bekir el-Kati'î'nin bazı hadisleri de ilâve
edilmiştir. Ancak bunların sayısı bütünü
etkilemeyecek kadar azdır (el Medînî, a.g.e., I, 21; es-Suyûtî,
a.g.e., s. 101). Sonuç olarak İbn Hanbel'in Müsned'i müslümanlar
arasında büyük itibar görmüştür. O'nun kaleme aldığı
Kitabü'l-İlel ve Ma'rifeti'r-Ricâl incelendiğinde, hadisleri
ve râvîlerini tanımada geniş bilgiye sahip olduğu anlaşılır.
Hanbelî Mezhebinin Yayılması:
Ahmed b. Hanbel usûl ve fetvâlarını
yazmaktan kaçınmıştır. Hatta o, fıkhının
yazılmasını menetmiştir. Bunun sebebi, İslâm'ın
asıl ana kaynağını teşkil eden Kitap ve Sünnetle
meşgul olmayı ön plâna çıkarmaktır. O, bu düşüncesini
şöyle ifade eder: "el-Evzâî'nin re'yi, Mâlik'in re'yi, Ebû
Hanîfe'nin re'yi... bunlar hepsi re'y'dir ve bana göre aynıdır.
Huccet ve delil olma sıfatı yalnız "âsâr'a aittir"
(İbn Abdilberr, Câmiu'l-Beyâni'l-İlm, Mısır 1346,
II,149). Delilini incelemeden hiçbir müctehidin söz ve re'yine
uyulmaz. Delili incelendikten sonra uyulunca buna taklid değil
"ittiba" denir. Burada artık müctehidin söz ve re'yi
ile değil, onun dayandığı delil ile amel edilmiş
olur. İbn Hanbel bu görüşünü şu ifadeleriyle biraz
daha aççıklar: "Ne beni, ne Mâlik'i, ne Sevrî'yi ve ne de
el-Evzâî'yi taklit et, hüküm ve bilgiyi onların aldığı
kaynaklardan al. Dinini hiçbir müctehide ısmarlama, Hz Peygamber
ve ashabından geleni al, sonra tabiîler gelir ki kişi onlar
hakkında muhayyerdir" (Ibnü'l Kayyim, İ'lâm, Mısır
1955, II, 178,181, 182).
Daha önce hanefi fıkhı İmam
Muhammed'in kaleme aldığı ve Ebû Hanîfe (ö.150/767),
İmam Muhammed (ö. 189l805) ile Ebû Yûsuf'un (ö. 182/798) görüşlerini
içine alan râhiru'r-rivâye ve nevâdir kitapları yoluyla
nakledilmiş, İmam Şâfıî de (ö. 204/819) kendi fıkhını
bizzat yazmıştı. Ahmed b. Hanbel'e ait bazı fıkıh
meselelerin yazılı metinleri nakledilmişse de bunlar,
kendisi için tuttuğu notlardır. Hanbelî fıkhı,
ahmed b. Hanbel'in talebeleri aracılığı ile
nakmedilmiştir. Bunların başında oğlu Salih (ö.
266/879) gelir. O, babasının fıkhını, yazdığı
mektuplarla yaymış, kadılık yaptığı
yerlerde bizzat pratikte uygulamıştır. Diğer oğlu
Abdullah da (ö. 290/903) el-Müsned'i ve babasının fıkhını
gelecek nesillere nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel'in yanında
uzun yıllar kalan ve onun fıkhını nakleden öğrencileri;
Ahmed b. Muhammed el-esrem (ö. 273/886), Abdülmelik b. Abdillah b.
Mihran (ö. 274/887), Ahmed b. Muhammed b. el-Haccâc (ö. 275/888) başta
gelenleridir. Bu öğrencilerden sonra Ebû bekir el-Hallâl (ö.
311/923) Ahmed b. Hanbel'in ilimlerini toplamak için bütün gücüyle
çalışmış, bu amaçla seyahatlere çıkmış
ve birçok kitap telif etmiştir (Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî
Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Şener, İstanbul 1976, s.
499, 500).
Ahmed b. Hanbel, selefin metodunu benimseyen bir
fakih sayılır. Bu yüzden tercih yapmaktan sakınır,
aynı konuda birden çok sahabe veya tabiî görüşünü
terketmeyi gerektiren bir nass bulunmazsa, her iki veya daha çok görüşü
mezhebinde ayrı ayrı kabul ederdi. Meseleyi soran kimsenin içinde
bulunduğu özel durumu dikkate alarak fetvâ verirdi.
Hanbeliler ictihad kapısının kapanmadığını
ve her asırda, mutlak bir müctehidin bulunmasını farz-ı
kîfa ye olduğunu söylerler. Çünkü toplumda karşılaşılan
yeni olaylar bunu gerekli kılar. Bu, mezhebin Kitap ve Sünnetin üzerine
çıkmaması için de gereklidir.
Hanbelî mezhebinin fakihleri çok güçlü olduğu
halde, istenilen ölçüde yayılmamıştır. Halktan bu
mezhebe bağlı olanlar azınlıkta kalmışlardır.
Hatta hiçbir İslâm ülkesinde çoğunluğu teşkil
edememişlerdir. Ancak Necid ile Saud (ö. 795/1393) ailesi Hicaz bölgesine
hâkim olduktan sonra Arabistan yarımadasında Hanbelî mezhebi
oldukça güçlenmiştir.
Bu mezhebin fazla yayılmamasının
sebepleri şunlardır: Hanbelî mezhebi teşekküt etmezden
önce Irak'ta Hanef, Mısır'da Şâfıî ve Mâlikî,
Endülüs ve Mağrib'te yine Mâlikî mezhebi hâkim durumda idi. Diğer
yandan Hanbelîler önceleri, başkalarına karşı
delilden çok sert hareketlere başvuruyorlardı. Güçleri arttıkça,
iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma için
insanlara baskı yapıyorlardı. Hanbelîlerin bu gibi
davranışları yüzünden insanlar bu mezhepten ürkmüşlerdir.
Bu sebeple Hanbelî mezhebi fazla taraftar bulamamıştır (Ebû
Zehra, a.g.e; s. 505, 506).
Hamdi DÖNDÜREN
------------- <font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|
Replies:
Posted By: kral
Date Posted: 20-02-2021 at 20:59
Ahmed b. Hanbel
AHMED B. HANBEL (164-241 /780-855) |
Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b.
eş-Şeybâni el-Mervezî, Hanbelî mezhebinin imamı, muhaddis, mutlak
müctehid.
164/780 yılında Bağdat'ta doğan Ahmed'in babası
Muhammed b. Hanbel otuz yaşında ölmüş, onu annesi Sâfiyye binti Meymune
büyütmüştür. Kendisi Arap olup, Şeybân kabilesine mensuptur ve soyu,
Nizar kabilesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile birleşmektedir.
Ahmed'in dedesi Hanbel, Emeviler döneminde Serahs valiliği yapmıştır.
İlk eğitimini bir ilim ve kültür merkezi ve aynı
zamanda Abbâsîlere başkent olan Bağdat'ta aldıktan sonra dini ilimlere
yönelen Ahmed, İslâm'ı bütün yönleriyle yaşamak istedi. Bu arzu onu
Peygamber (s.a.s.)'in hadisleriyle uğraşmaya götürdü. Daha çocukken
Kur'an-ı Kerîm'i ezberlemişti. Diğer dini ilimleri okuduktan; Arapça'yı
ve dil bilgisini geliştirdikten sonra bütün mesaisini hadislere
ayırmıştı. O, ayrıca Farsça da bilmekteydi. Hadis toplama, ezberleme ve
yazma onda bir tutku haline gelince, Basra, Hicaz, Kûfe ve Yemen gibi
ilim merkezlerine birçok seyahatler yaparak buralarda bulunan ulema ve
muhaddislerle görüşmüş, râvileri bulmuş ve onlardan hadis almıştır. (İbnü'l
Cevzî, Menakıbu'l İmam Ahmed b. Hanbel, s. 183 vd.) Üçünde parasızlıktan
ötürü yaya olmak üzere beş defa hacca gittiği, İmam Şâfiî ile ilk defa
Hicaz'da tanıştığı, yolculuklarında fakir olduğundan büyük sıkıntılarla
karşılaştığı, Yemen'deki muhaddis Abdurrezzak b. Hemmam (ö. 211)'dan
hadis almak için Yemen'e giderken yolda parası bitince hamallık yaptığı
kaydedilmektedir. (İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, X, 329) Ravilerden
hadislerle birlikte sahâbe ve tabiine dair ulaşan butun rivayetleri
almıştır. Fıkhi bilgisini ve usûl-i fıkhı Ebu Yusuf* ve imam Şafii'*den
aldığı derslerle kuvvetlendirmiş, toplayıp tedvin ettiği hadis ve sahâbe
fetvalarını fıkhının dayanağı yapmıştır. Kırk yaşından sonra, topladığı
beş bine yakın talebeye ders vermiştir.
Tarihte büyük müctehidlerin birçoğuna zulmedildiği
görülmektedir. imam Ahmed de bu gruptandır. Abbasîler zamanında "Halku'l-Kur'an
Kur'an mahluktur" ideolojisi yayılıp, halife Me'mun'un (813-833) bunu
zorla ulemaya kabul ettirmek istemesi, hristiyan âlimi Yuhanna
el-Dimaşkî'nin fitnesi ve Mutezile'nin ortalığı karıştırmasıyla başlayan
zulüm, devlet desteği ve despotluğuyla ilim çevrelerine dayatılmak
istenince ulemanın çoğu bu görüşü kabul ettiğini söylerken, (h. 218)
Ahmed b. Hanbel, el-Kavârîrî, Muhammed b. Nuh, Sücâde gibi bir grup âlim
"Kur'an mahluktur" görüşüne katılmadıklarından dolayı zincirlere
vurularak hapse atılmışlar, işkence görmüşlerdir. Bu arada Kavârîrî ve
Sücâde de resmi görüşü kabul ettiklerini söyleyerek serbest
bırakılmışlardır. Halife Me'mun ortada kalan Hanbel ve Muhammed b.
Nuh'la görüşmek istemiştir. Ancak, halife vefat edip, Muhammed b. Nuh da
yolda ölünce Ahmed b. Hanbel Bağdat'ta tekrar hapsedilmiş, Mu'tasım
(833-842) zamanında kadı İbn Ebu Duâd'ın teşvik ve etkisiyle işkence
edilmiştir. Yirmi sekiz ay hapiste kalan Ahmed b. Hanbel, serbest
bırakıldıktan sonra iktidara gelen el-Vâsık (ö. 232/847) devrinde de
aynı muhalifliğini sürdürdüğünden gözetim altında tutulmuş, beş yıl
hadis dersi verememiştir. Nihayet el-Mütevekkil (ö. 247/861) devrinde
Me'mun'un "Kur'an mahluk değildir diyen kimse kalmasın" vasiyetine ve bu
katı siyasete son verildikten sonra yeniden hadis çalışmalarına
dönmüştür. Onun bu zorluklarla dolu günleri ondört yıl sürmüştür. Halife
el-Mütevekkil'in gönlünü almak amacıyla hediye ve maaş vermek istemesini
de reddetmiş, hatta halifenin yardımını kabul eden oğullarına kırılmış,
kendisi hiçbir zaman kimseden bir karşılık almamıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel, 241/855 yılında Bağdat'ta vefat
ettiğinde cenazesine on binlerce kişi katılmış, namazı Cuma günü
kılınmıştır. Türbesi VII. asırda Dicle nehrinin taşmasında sulara
kapılıp kaybolmuştur.
İmam Ahmed'in hayatı -babasından kalan bir kira
geliri dışında- fakirlik ile geçmiş iki evliliğinden, oğulları Salih ile
Abdullah, cariyesinden de üç oğlu, bir kızı olmuştur. imam ibn Hanbel
halk arasında mihne olaylarındaki tavrı dolayısıyla sevilmiş, takvası ve
sünnete her yönden bağlılığıyla meşhur olmuştur. Yoksul olmasına rağmen,
devlet bünyesinde görev almamış, hiç kimseye muhtaç kalmadan sünnete
uygun bir şekilde yaşamıştır. Onun hakkında "Yahudiler arasında çıksaydı
peygamber olurdu" gibi övgüler nakledilmiş, kimseden onun aleyhinde
söylenen bir söz işitilmemiştir.
İtikadı, ilmi "Halku'l Kur'an" olayında Mutezile*
mezhebi, "yalnız Allah kadimdir"diye Kur'an'ın hâdis olduğunu ortaya
attığında ve bu görüş zorla herkese kabul ettirilmek için devletin baskı
ve zulmü imamlara dayatıldığında Ahmed b. Hanbel bunu bir bid'at* olarak
gördü. Konuyu asr-ı saadette kimse tartışmamıştı. Üstelik sünnette
"Kur'an Allah kelâmıdır" bilgisi ile nasıl tavır alınmışsa öyle tavır
takınılmalıydı. Ahmed b. Hanbel, Kur'ân'ın mahlûk olduğunu söyleyenin
Cehmî, mahluk olmadığını söyleyenin ise bid'atçı olduğuna hükmeder.
Kendisi bu meselenin sünnette var olmayan, aklen ortaya konulan bir
iddia olduğunu savunur. Çünkü sünnette bu tür bir tartışma yoktur ve
Kur'an "Allah'ın kelâmı" ve indirdiği hükümler olarak nitelenmiştir.
Zaten sünnet* usûlünde böyle konularda tartışma olmaz; tartışma
ihtilafa, ihtilaf kavga ve fitneye götürür.
Ahmed b. Hanbel itikatta, amelde, ahlâkta sünnetten
başka bir yol izlemez. Cedelden, münakaşadan, salt rey ile hüküm
vermekten kaçınır; sahâbe ve tabiinin yolunu izler. Sabırlı, mütevazî,
ciddi, yumuşak, kanaatkâr, takva sahibi, ihlâslı bir müctehiddir. Onun
itikadı, fıkhî nasslardan doğar. Daha doğru bir deyimle o, Kitap ve
Sünnet olan şeriatın asli delillerini delil olarak alıp birtakım
hükümlere varmada, onları kullanmadan çok nassları oldukları gibi alıp,
sünnetin açıklamasını aynen uygular. iman, kalp ile tasdik, dil ile
ikrar ve uzuvlarla amel olup, artar ve eksilebilir. Büyük günah işleyen
dinden çıkmış olmaz. Allah'ın sıfatları nasslardaki gibidir, tevil
edilmez. Müteşabihleri yorumlamaktansa susmak evladır. Bir halife adil
veya zalim olsa da ona itaat edilir, isyan çıkar yol olmayıp, bağiy'dir.
Ahmed b. Hanbel'in yanında yetiştiği Huşeym b. Beşir b. Ebu Hazim
(104/722-183/799) adında bir üstadı vardır. Ayrıca Umeyr b. Abdullah b
Halid Abdurrahman b. Mehdi, Ebu Uyeyne, imam Şâfiî, Ebu Yusuf,
Abdurrezzak b. Hümâm, İsmail b. Aliyye, -gıyaben- Ebubekir b. Ayaş,
Yahya b. Saîd'den faydalanmıştır. Ahmed b. Hanbel'den hadîs rivayet
edenler arasında da Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Ali b. el-Medîni en
önemli muhaddislerdir.
Eserleri
Ahmed b. Hanbel'in bizzat yazdığı tek eseri
"el-Müsned"dir. Ona atfedilen eserler, Hanbelî imamlarınca yazılmıştır.
es-Sünne, Zühd, Salat, Ver'a ve'l-İman; Reddi ale'l Cehmiyye
ve'z-Zenadıka; Eşribe; Mesail; Cüz fi Usûlu's-Sünne; Fedailu's-Sahabe;
Er-Reddü ala men iddea't-Tenâkuza fi'l-Kur'ân; et-Tefsir; en-Nasih ve'l
Mensuh; Tarih; el-Mukaddem ve'l Muahhar fi'l Kur'an; Vücubâtü'l Kur'an;
Menâsikü'l Kebir ve's Sağir; el-Cerhu ve't Ta'dil; el-İlel ve
Marifetu'r-Rical bunlardandır.
Müsned
Ahmed b. Hanbel, bir hadis ve bir fıkıh imamıdır. Her
fâkîhin ilimde ağır basan bir yönü vardır ve hiç kimse bütün ilimlerde
aynı dirayette yetişemez. Başka bir deyişle imamların fıkha intisabında
önceki ilimlerinin bir kısmının etkisi görülür. Ebu Hanife*nin fıkhı,
nasıl rey ağırlıklı ise; Ahmed b. Hanbel'in fıkhı da hadis ağırlıklıdır.
Bu yönüyle İbn Cerir et-Tâberî, İbn Kuteybe, onun sadece hadis âlimi
olduğunu söylemişlerdir. Başlangıçta Ahmed b. Hanbel, talebelerine
kendisinden yalnız hadis yazmalarını söylemişti. Çünkü o, geniş
anlamıyla hukukî metinlerle uğraşmanın hadisi unutturacağını,
hukukçuların çekişmeleri ve ihtilaflarıyla uğraşmanın insanları
şaşırtacağını biliyordu. Fer'î meselelerle uğraşmak sebebiyle Kur'an ve
Sünnet'in ikinci plânda kalacağından endişe ediyordu. Buna rağmen
talebeleri onun fetvalarını, görüşlerini yazdılar. Sonraları kendisi de
bu tedvîn işini olumlu karşıladı. Kendisi "Müsned"i yazdı. Bu kitap onun
yüz elli bin hadis içinden seçtiği otuzbin civarında hadisten
oluşmuştur. İmam, insanlar hadislerde ihtilaf edince Müsned'e
başvurabilsinler diye bu kitabı yazmıştır. Müsned'i dağınık kâğıtlara
yazıp, temize çekemeden vefat edince, oğlu Abdullah (213-290) kendi
rivayetlerini de ekleyerek Müsned'i tedvin ve rivayet etmiştir. Müsned,
bâblara göre değil, senetlere göre düzenlenmiş olup, hasen ve garib
hadislerin çoğunu ihtiva etmektedir. İslâm tarihçisi, "Şam'ın hâfızı"
İmâdeddin Ebu'l-Fidâ İsmail b. Ömer b. Kesir; sahabe isimlerine göre
tertib edilmiş Müsned'e Kütübü Sitte'yi, Taberanî'nin Mu'cem'ini,
Bezzâr'ın Ebu Ya'la'nın Müsnedlerini birleştirmiş, ancak tamamlayamadan
ölmüştür. (M. Ebu Zehra, Ahmed b. Hanbel, Çev: Keskioğlu, Ankara 1984,
s. 195) Müsned, terkibi itibariyle, akademik bir kitaptır ve kullanımı
zordur. Ancak hadis ehli olanlar bu tertibi, yani aşere-i mübeşşere
hadisleriyle başlayıp ashaba, tabiine geçen senedlere ve ravi tarihine
göre düzenlenmiş hadislere başvurmada zorlanmazlar. Ahmed b. Hanbel,
Müsned'i yazarken hadisleri devamlı tashih etmiş, uygun bulmadığını
çıkarmıştır. Dolayısıyla kitabı, mevsuk (sağlam, güvenilir) bir kitap
olmuştur. Meşhur sünneti, zayıf hadisleri elemekte kullanmış; sahih,
hasen ve garib hadisleri kitabına almıştır. Hatta zayıf hadisleri de
toplamıştır. Müsned'de mevzu hadisler de vardır ve bunlar büyük
ihtimalle İmam Ahmed'ten sonra ilâve edilmiştir. Müsned'de hadisler şu
râvî sıralamasıyla tertip edilmiştir: Aşere-i Mübeşşere, Ehl-i Beyt,
Abbâs, Fazl b. Abbas, Abdullah b. Abbas, İbn Mes'ud, Abdullah b. Ömer,
Abdullah b. Amr b. el-Âs, Ebu Rimse Rıfaa b. Yesribî, Ebu Hureyre, Enes
b. Mâlik, Ebu Saîd el-Hudrî, Câbir b. Abdullah el-Ensarî, Mekkelîler,
Medineliler, Kûfelîler, Basralılar, Şamlılar, Ensar, Hz. Âişe ve diğer
kadın sahabîler
Fıkhı
Ahmed b. Hanbel'in usûlü kendine hastır. İctihad eden
fakih bir ictihadını bırakıp, başka bir şekilde ictihad edebilir. İmam
Ahmed b. Hanbel bu yüzden fıkha dair eser yazmamıştır. Kendisinin
bağımsız bir müctehid oluşu, talebelerinin onun ictihadlarını,
fetvalarını rivayet etmelerine sebep olmuş, vefatından sonra ona nisbet
edilen kitapları talebeleri ortaya çıkarmıştır. Ahmed b. Hanbel
kendisine bir mesele sorulduğunda Kur'ân ve Sünnet'e göre cevaplar, çoğu
yerde "bilmem" diye susardı. Nitekim Hanbelî kitaplarında ona atfedilen
çelişkili rivâyetlerin bulunması ictihadlarındaki farklılıkların
yazılmasını yasaklama hususunda onu haklı çıkarır. O, zaruret halinde
kıyas yaptığı için fetva veriş usulünde sahabe ve tabiînin fetvalarını
naklederek hüküm verirdi. İşte onun özel fıkıh usulü buydu. O'nun
şöhreti "Halku'l-Kur'ân" olaylarında işkence görmesi, hapsedilmesiyle
oldu ve çağının en önemli âlimi ve müctehidi olarak tanınmasına sebep
oldu. Onun fıkhını nakledenler arasında; Salih b. Hanbel (209/824-896)
Abdullah b. Hanbel, (213-290/828-903) Abdullah b. Muhammed b. Hâni Ebu
Bekr Esrem, (273/886) Abdülmelik b. Abdülhamid Mihran Meymunî, (ö.
274/887-888) Harb b. İsmail Hanzalî Kirmanî, (280/893) Ahmed b. Muhammed
b. Hacca Ebu Bekr (ö. 275/890-891) İbrahim b. İshak Harbi (ö. 311/923-),
Ahmed b. Muhammed b. Hasan Ebu Bekr Hallal (ö. 285-898) bulunmaktadır.
Ebu Bekr Hallâl, İmam Ahmed'in fetvalarını Câmiu'l-Kebîr adlı eserinde
toplamıştır. Ömer b. Hüseyin Harakı (334/945-946) "el-Muhtasar"ı yazdı
ve bu kitap Hanbelî mezhebinin elden ele dolaşan kitabı oldu.
Ahmed b. Hanbel'in farklı görüş ve rivayetlerinin
senedi kuvvetli olanı tercih edilmektedir. İki ayrı görüşü birleştirmek
mümkünse birleştirilir, yoksa tarihi bakımdan son görüşe uyulur. İbn
Hanbel'in dilinde "kerih" sözü "haram" demektir. "Beğenmem" sözü
"mekruh" anlamındadır; bundan maksadı da haramdır. Başka bir görüşünde
ise,onun daha önce haram olduğunu söylemediği böyle sözlerinde nedb ve
kerâhet kasdı vardır. Öğrencileri İbn Hanbel'in sözleriyle fiilleri
arasında ayırım yapmaz; fiilleri mezhebine delalet eder. Hadisin delalet
ettiği anlam onun mezhebi demektir. Bu bakımdan "Müsned " Hanbelîlerin
en önemli kaynağıdır. İmam Ahmed reyiyle hüküm çıkarmaktan çok, sünnetin
aktarıcısı olmuştur. Sahabenin ihtilâflı rivayetlerinde bunları olduğu
gibi nakleder, tercihte bulunmaz. Çünkü onların hepsini "udûl" olarak
görür. Olmamış, gelecekte olması muhtemel, hayal mahsulü fıkhi görüşleri
yoktur. Bu yüzden takdîrî fıkha meyletmemiştir. Fıkhın tarihinde
görüldüğü gibi, müctehid imamlardan sonra gelen mukallidlerin binlerce
olmuş olmamış fer'i meseleyi İslâm'ı fıkha sokup bunları dinî fıkıh
kaideleri haline dönüştürdükleri göz önünde bulundurulursa, İmam
Ahmed'in kendine has düşünüşünde farazî fıkha yer vermeyişinin sebebi
anlaşılabilir. Hatta bir kısım fıkhi kaideleri bid'at kabul etmiş ve
bunların İslâmî fıkıh* içinde barınabildiklerini söylemiştir. Öte
yandan, İbn Hanbel, "eşyada asıl olan ibâhadır" görüşüyle ilginç bir
şekilde mezhebini mübah* konularda serbest bırakmaktadır. Bu, rahmet
olan ihtilâftır ve insanlara geniş bir hürriyet alanı açmaktır. Aynı
zamanda kolaylık, ruhsat ve azimet, değişen zamanlara çok açıdan
bakabilmek hürriyeti demektir. Ahmed b. Hanbel kıyasa zayıf bir delil
gözüyle bakan ilk müctehiddir. O, Kur'an ve Sünnet'in dinde hüküm koyucu
iki yegane kaynak olduğunu belirtir ve nassın işaret etmediği konularda
"akıl yürütme" ile fiilleri dînî alana bağlamaz. Kıyas* ve rey'in şer'î
bir delil ve bağlayıcı birer hüküm kaynağı olduğu gözönünde
bulundurulursa, Ahmed b. Hanbel'in fıkhının tam anlamıyla Kur'an ve
Sünnet bağlamında kalarak fıkhı "cihad" bakımından da yüksekte tutmuş
olduğu görülmektedir. Bu bakımdan onun fâkîh olmadığını öne süren,
öncelikle onu muhaddis kategorisine indirgeyen mantığın tutarsız olduğu
açıktır. İnsanların fâkîh deyince, fıkıh'a dair kitap yazan müctehidi
anlamaları söz konusuysa, bunu Ebu Hanife yapmamıştır. Ebu Hanife'nin de
fıkhî bir kitabı yoktur, ona nisbet edilen risaleleri ölümünden sonra
talebeleri meydana getirmiştir. Kaldı ki, İbn Hanbel, Kur'an ve Sünnet'i
temel aldığı gibi, sedd-i zerâyi', mesâlihi mürsele, istishâb
delillerini de kullanmıştır. Onun fıkıh usûlü, nass varsa nassı, sonra
sahabe fetvalarını ve mürsel, zayıf hadisleri kullanarak hükme
ulaşmaktır. Onun "icma" hakkındaki görüşü de anlamlıdır. O, sahabelerin
icmaını kabul eder, sonraki devirlerde icma* için, "Bunlara muhalif olan
bir şey bilmiyoruz" der. (Ebu Zehra, İslam'da Fıkhi Mezhepler Tarihi,
III, 246) İmam Ahmed sahabîlerin icmaının hüccet olduğunu söylerken,
onlardan sonra gelenlerin icmaîna bir muhalif görüş olduğu takdirde
icmaın geçersiz olduğuna hükmeder. Sözkonusu icmaın, dinin kesin
kaideleri ve Allah'ın kesin uyulması gereken emirlerinden olmadığını
belirtir. Zaten farzlara kimsenin muhalif olamayacağını söylemek
gereksizdir. Demek ki, Ahmed b. Hanbel, icma hakkındaki bu görüşüyle
fer'î meselelerde yukarda değinilen şekilde geniş bir görüş alanı
bırakmaktadır. O, ümmetin delâlet üzerinde birleşmeyeceğini kabul
ederek, İslâm ulemâsının bir hüküm üzerindeki ittifakına kimsenin karşı
duramayacağı doğrudur, der. Ama ona göre, birçok meselede icma var
sananlar yanılabilirler. Buna rağmen hükmünde isabet etmeyen de sevap
almaktadır, ihtilafın böylesi rahmet ve kolaylıktır. Bir muhalif olup
olmadığı bilinmeden icma vardır diye hüküm vermek doğru değildir. (İbn
Teymiyye, Fetava, I, 406) Hakkında icma vardır denilen bir hüküm, sadece
bir kelime olabilir. İmam Şafiî de, her asırda her memlekette ihtilâf
olduğunu söylemiştir. Dinin temel rükünlerinde icma kaçınılmazdır diye
tâlî hükümlerde de icmaa zorlanılamaz. İmam Ahmed, icma iddiasının yalan
olabileceğini, araştırmadan kaçınıp kestirmecilikle icma vardır
saplantısına düşülebileceğini, belki insanların ihtilâf ettiklerini ve
bunun bilinmediğini, muhalifi bilinmeyen bir icmaın nassların önüne
geçtiği takdirde nassların tatil edilmiş olacağını savunmuştur. Her
icma' icma olmayabilir. Her âlimin karşısına karşıt görüsü olduğunu
bilmediği meseleler çıkabilir ve âlim o meseleyi geçmiştekilerden aynen
iktibas edebilir, fakat onların görüsüne ters bir hadis bulunduğu
takdirde hadise uyulması ve hakkında icma vardır denilen meselenin reddi
vacip olur; çünkü hadis temel bağlayıcıdır. Müctehid, ihtiyatlı olarak
"aksini bilmiyorum" demelidir. Görülüyor ki İbn Hanbel, mutlak olarak
icmaı reddetmez; "bilgi" problemi acısından ihtiyatlı davranır.
İmam Ahmed, kölenin şahidliğini kabul ederken, sahabe
fetvasına dayanır. Çünkü onların fetvası üstündür ve karşısında bir
görüş yoktur. İhtilâflı sahabe kavillerinden, Kur'an ve Sünnet'e en
yakın olanı seçer, veya tercihsiz hepsini naklederek, değişik
görüşlerini uygulanma imkânını açık bırakır. Kıyastan önce mürsel ve
zayıf hadislerle amel eder. İmam Malik, Ebu Hanîfe, Süfyân-ı Sevri,
Evzaî de mürsel* hadisle amel etmiştir. Şâfi bunu zayıf saymış ve bazı
sanlarla sahih kabul etmiştir. Mürsel hadisler bütün hadislerin yarısı
kadar yekün tuttuğundan delil olarak önemli yer tutarlar. Burada,
muhaddislerin, mürsel hadisi zayıf olarak değerlendirdiklerini, İmam
Ahmed'in ise onu sahabe fetvasından sonraki aşamada delil olarak
aldığını görmekteyiz. İmam Ahmed şöyle der: "Resulullah (s.a.s.)'ın
hadisini reddedenin helâk olmasına ramak kalmıştır" (İbnu'l Cevzi,
Menâkibu'l İmam Ahmed, s. 182) Yine, her zaman için geçerli bir görüşü
bulunmaktadır: "insanların bu zamanki kadar hadîs talebine muhtaç
oldukları bir devir bilmiyorum. Birçok bid'at ortaya çıktı. Her kim
hadisi bilmiyorsa bid'ate düşer."' (İbnü'l Cevzi, a.g.e., s. 183) Zayıf
hadisle amel etmesine gelince hadisin çok zayıf ve ondan başka bir
hadis'in olmaması halini şan koşmaktadır. Zayıf da denilse, adı hadis
olan şeyin, reyden üstün olduğunu söyler. Ebu Hanife, Mâlik, Ebû Dâvûd,
en-Nesâi, İbn Ebi Hâtim de zayıf hadisi delîl kabul ederler. (İbn Hazm,
el-Muhallâ, I, 68) Onun, her hadis bulanın o hadisle hemen amel etmesini
savunduğu söylenemez. Böyle birinin bulduğu hadisi öncelikle ilim ehline
sorması gerektiğini belirtir. Çünkü fâkîhlere tabi' olmak dinin
selâmetidir. (Süfyan b. Uyeyne'nin bu sözü için bk. el-Kuraşi,
el-Cevâhiru'l-Mudîe, I, s. 64, 166) Müctehidlerin hükümleri şeriattan
ayrı değildir ve avam olanların delillerini bilmek zorunda değildir.
Burada avam, bilgili ve araştırmacı olup da müctehid seviyesine
ulaşamamış mânâsınadır. Ahmed b. Hanbel'e bir kimse, bir mesele
görüşürken: "Ey Abdullah! bu konuda sahih bir hadis yoktur." demiş; İmam
Ahmed: "Eğer bu konuda sahih bir hadis yoksa Şafiî'nin bir görüsü var.
Onun delili bu konudaki en sağlam delilidir." demiştir. (es Subki Ma'na
Kavli'l İmâmi'l Muttalibî, s. 99) Bir hadisin zayıf olması, ona istinad
eden hükmün zayıf olması anlamına gelmez, çoğunlukla başka deliller de
hadisi desteklemektedir.
Ahmed b. Hanbel, fıkhını temellendirirken nassları
selef gibi almış, onlar gibi anlamaya çalışmıştır. Sünnet onda, usul
bakımından "ikinci" bir delil gözükse de, fıkhının hayata geçirilmesinde
Kur'an ile özdeştir. Sünnetin Kur'an'ın zâhiri ile çelişmesi mümkün
değildir. Sünnet, Kur'an'ı tefsir eder, açıklar, mana ve dalâletini
belirler. Hüküm koyar. Beyan yönüyle Kur'an'a hakimdir. Rey mektebi,
haber-i vâhidin nassa aykırı olmasında onu kabul etmezken İmam Ahmed,
Kur'an'ın zâhirine aykırıdır mantığıyla hadisi reddetmenin sünnetlerin
birçoğunu atıl bırakmak demek olduğunu savunmaktadır. İmam Ahmed'in
çağında hadisler sened, metin, ravi açılarından tasnif ve
değerlendirmeye alınmıyordu. Ona göre, bir hadis ya sahihtir ya
değildir. Hasen hadis ayrımı da İbn Hanbel'den sonra yapılmıştır.
Yalancı denilen bir ravinin bu vasfını kuvvetle ispatlayan çıkmamışsa
zayıf* hadis kabul edilmelidir. Hadisin ihtiyatla kabulü reddinden
hayırlıdır çünkü söz konusu olan nihayetinde bir hadistir. Zira
kesinlikle mevzu* olmadığı gibi, sahih olma ihtimali de vardır, kıyas
yapmaktan evladır. Bir örnek olarak "Müsned"inde şu zayıf hadis yer
almaktadır: Hz. Ömer bölümünde, Ebu Davud Tayalîsi'den nakledilen
hadiste, Ebu Avane Davud Evedi'den, Abdurrahman Miseli'den, Eş'as b.
Kays'tan dinleyerek dedi ki: "Hz. Ömer'i ziyarete gitmiştim. Ömer
karısını dövdü ve bana şöyle dedi: 'Ey Eş'as! Benden üç şeyi belle. Ben
onları Hz. Peygamber (s.a.s.)'den işitmiştim: -Adama karısını neden
dövdüğünü sorma. Okun yanında uyu. Üçüncüsünü unuttum."
Muhaddislere göre bu hadis Davud b. Yezid'in sağlam
olmamasından dolayı zayıf sayılmıştır. İbn Hanbel ise bu hadisi nassa
aykırı bulunmaması, çokça zayıf ve itikada aykırı olmaması nedeniyle
kitabına almıştır. İmam Ahmed ashabın görüşlerinde tercihini
Resulullah'a yakınlık ölçüsü ile kullanır. İhtilâflı görüşlerde tercihi,
Hz. Ebu Bekir'den itibaren sırasıyla diğerlerine yayılır. Nassa aykırı
olma durumunda öteki sahabinin kavlini alır. Meselâ Hz. Ömer'in ayet
umumuna bakarak boşanan kadınlar hakkında nafaka vermesine karşılık,
Fatıma binti Kays'ın rivayet ettiği hadisin beyanına uyarak bu konuda
nafakayı caiz görmez. Fatıma'nın kavli, sünnetin beyanına daha uygundur.
Yani onun "...umulur ki Allah bundan sonra bu hal meydana getirir."
şeklindeki beyanın anlamının sünnetin beyanına daha uygun düştüğü
tercihinde bulunur.
Kıyas deliline gelince, İmam Ahmed, hiç kimsenin
kıyastan kaçınamayacağını söylemektedir. Ancak o, kıyası, şer'î delil
olarak zayıf bulur. Kıyasa, zorunlu kaldığı durumlarda başvurur. Kıyasın
dinde bağlayıcı bir delil olmasını ihtiyatla karşılar, buna karşılık
maslahatı gözetir. Zararı defedici bir düzene dayalı adil bir toplum
için en güzel kuralların ortaya konulmasından yanadır. Meselâ akidlerde
bütün mezhepler içinde en geniş görüşlere sahiptir. Şartlarda asıl olan
ibahadır, çünkü şer'î bir delil olmadan ihtiyaçlara engel olunamaz, din
kolaylığı vaz'etmiştir, bu Resulullah'ın ve selefin yoludur.
Mezhebi
Ahmed b. Hanbel takva sahibi bir âlim, bir
müctehiddir. Ondan sonra gelen öğrenci ve izleyicileri onun mezhebini
tedvin etmişler, bazıları ise mezhebin yanlış anlaşılmasına sebep
olmuşlardır. Halk arasında Hanbelîlik denilince sert, katı, kaba,
şiddete eğilimli, dar görüşlü bir mezhep olarak yaygın bir kanaatin
bulunması, Hicrî 323, M. 934 yılında Bağdat'ta Hanbelîlerin içkileri
döküp, umumhaneleri basmaları çalgıları kırıp, sanatçıları dövmeleri,
Şâfiî ve Şia'ya saldırmaları gibi eylemlerle halkı kendilerinden
soğuttukları tarihî bir olaya dayanmaktadır.
Halbuki İmam Ahmed hiçbir zaman şiddet, isyan
taraftarı olmamış, isyancıları baği olarak nitelemiştir.
İmam Ahmed'in necaset ve taharet konularındaki
görüşleri asın Hanbelilerce başkalarına karşı yanlış olarak
kullanılmıştır. Onlar, İbn Hanbel'in haklı olarak tercih ettiği
görüşleri taassub derecesine çıkarmışlardır, bu eğitim başka mezheplerde
de görülmektedir. Uykudan kalkınca ellerin yıkanmasının farz olarak
algılanması gibi. Cumhur* bunu müstehab şeklinde teklif ederken,
bazıları bunu zorunlu fiil saymışlardır. İmam Ahmed dört mezhep içinde
en az taraftan olan müctehiddir ancak bunun sebebi örneğin ictihada en
uzak mezhep olarak iddia edilen görüşün yanlışlığına (İbn Haldun,
Mukaddime, s. 44) aykırı olarak, birtakım tarih*, siyasî, sosyal
sebeplerdendir. İnsanlar taklid edecekleri mezhebi, imamı seçerken
delillerine, istinbatına bakmazlar. (M. Ebu Zehra, Ahmed b. Hanbel, 357)
Sözgelimi Mısır halkının Şâfiî oluşu veya Türkler'in Hanefî oluşu o
imamları tanıdıklarından, bildiklerinden değil, tarihî sebeplerdendir.
İctihadlar azlık-çokluğa, zaman bakımından önceliğe veya sonralığa göre
değerlendirilmez. Üstelik akitlerdeki serbestiliği en fazla ortaya koyan
mezhebin Hanbelilik olduğu görülmektedir. Bu konuda, genellikle kendi
mezhebini doğru dürüst bilmeyen ülkelerin insanlarının başka mezhepler
hakkında yanlış görüşlere meyilli olmaları, ülke ve insanların siyasî,
sosyal etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanlar ferd olarak
yaşadıkları ortamlarda tarihten gelen hangi mezhebi buldularsa ona
uymuşlardır.
Öte yandan Hanbelilik, "hile-i şeriyye"* meselesine
hiç bulaşmamış olmasıyla dikkati çeken bir Sünnî mezheptir. Mezheplerin
toplumsal-ekonomik sistemlerle eklemlenmede nasıl etkilendikleri ayrıca
araştırılması gereken bir husustur. İmam Ahmed diğer üç mezhep imamından
tarihi acıdan en son gelmiş, ortada tedvin edilmiş bir fıkıh bulmuştu. O
kendi fıkhını tedvin ederken İslam memleketlerinde ilk üç mezhep
yayılmıştır. "Mihnetü'l Kur'an" olaylarında ondört yıl çektiği zulüm
dolayısıyla adı her yerde rahmetle anılmış ve mezhebinin adı da
yayılmıştır. Ayrıca ictihad* kapısını "kapatanların" Hanefi ve Şafıî
mukallitlerinin; (Ebu Zehra, a.g.e., 362) ve ictihad kapısını aralayan
fıkhı genişletenlerin ise Hanbelîlerin oldukları görülmektedir. Hanbelî
mezhebi bir bakıma mezhep imamını taklidde taassubun en az görüldüğü bir
mezhepti; (Ebu Zehra, a.g.e., 383) Hanbeli imamları, siyasal
iktidarlarla uzlaşmamış, kadılık görevi almamışlardır. Ahmed b. Hanbel
bizzat kadılık görevi alan oğluna kırılmıştır. Fitne çağında, dördüncü
yüzyılda hemen her kesim, fitneden müstağnî olmamıştır. (İbn Kuteybe,
İhtilâf fi'l Lafız, s. 60 vd.) Fanatiklerin taşkınlıkları yüzünden halk
Hanbelilikten uzak durmuş, devletin de mezhebi kovuşturması yüzünden
mezhep geç intisaf etmiştir. Hanbelilik tarihte devlet desteğine sahip
olmamıştır. Devlet desteğine sahip mezheplerin yaygın olduğu, diğer
mezheplere karşı dışlama eğilimi bulunduğu, -her ne kadar ulema arasında
hepsi geçerli olmuşsa da, bu sosyal acıdan böyledir- bu sebeple de,
Hanbeliliğin daha ziyade ulema arasında yayıldığı görülür. Zengin fıkıh,
kaynakları, mezhebin Evzaî'nin mezhebi gibi tümden unutulup gitmesini
önlemiş; IV. ve V. yüzyıllarda Bağdat'ta yaygınlaşmış, VI. yüzyılda
Mısır'da ortaya çıkmış, Şam'da uleması yaşamıştır. Günümüzde ise Hicaz
halkı arasında Necid ve Filistin'de yaygındır.
Mezhebin belli başlı fıkıh kitapları şöyledir:
Necmeddin Tûfi, Kavâidi Kübra i ibn Receb, Kavâid, Alaeddin Ali b. Abbâs
el-Ba'li, Kavâid; Abdülkadir el-Cîlî, el-Günya li-talibi't-Tariki'l-Hak;
Muciru'd-Din, Kitabu'l ins el-Celîl; Abdülaziz b. Cafer, el-Mukni';
ibnu'l Kayyım el-Cevziyye, İ'lâmu'l Muvakkiin, İbn Teymiyye, Fetevâ,
Minhâcu's-Sünne; Abdülkadir b. Ömer el Dımaşkî, Naylu'l Ma'arib; Ebu'l
Ferce Abdurrahman b. Receb, Tabakatu'l Hanâbila...
Şamil İA |
------------- <font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|
|