Tam adı Riyâzü’s-sâlihîn
min hadîsi seyyidi’l-mürselîn olan eser, İmam Nevevî’nin yukarıda
tanıttığımız çalışmaları arasında önemli bir yer tutar. Nevevî bu kitabını, 45 yıllık
kısa fakat çok verimli hayatının en olgun ve bereketli dönemleri kabul edilen
bir yaşta, 40 yaşlarında yazdı. Bundan üç sene önce de, bir başka önemli eseri el-Ezkâr’
ı telif etmişti. Riyâzü’s-sâlihîn’in telifi, 14 Ramazan 670 (1271)
tarihinde bir pazartesi günü tamamlandı.
Kendi
alanlarında büyük önemi olan bu kitapların peşpeşe yazılmasının bazı mühim
sebepleri olmalıdır. Bunu anlayabilmek için, o günün genel görüntüsünü ve
şartlarını gözden geçirmek bize bazı ipuçları verebilir. İslâm ümmeti, Nevevî’nin
yaşadığı VII. (XIII.) yüzyılda birtakım karışıklıkların ve fitnelerin içine
düşmüştü. İslâm düşmanları, ümmet coğrafyasını dört bir yandan kuşatmış, içte
ve dışta olumsuz bir ortam hüküm sürmeye başlamıştı. Bir taraftan müslümanlara
vahşice saldıran Haçlı orduları, öte yandan Tatar akınları İslâm dünyasını
kasıp kavurmaktaydı. Müslümanların bir kısmı servet ve şehvet peşine düşmüş,
farzları, vâcipleri ve İslâm’ın prensiplerini yerine getirmekten uzaklaşmış,
yapmaları gereken vazifeleri ihmal etmiş bir haldeydi. Diğer bir kısmı ise
tasavvufa ve zühde yöneldikleri iddiasıyla, dünyadan yüz çevirmiş, sanki
dünyada hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi hareket ediyorlardı. Bir başka grup
da çeşitli yörelerde düşmanlara karşı cihadı sürdürme azim ve gayreti içindeydi.
İmam Nevevî,
gerçek ilim ehlinin önde gelenlerinden biri olarak, böyle bir zamanda ve bu
şartlarda ne yapılması gerektiğini, âlimlerin mesuliyetinin büyüklüğünü iyi
biliyordu. İçinde yaşadığı topluma ve İslâm ümmetine karşı sorumluluğunu yerine
getirme şuuruyla hareket ediyordu. Ona göre, dünyanın en uyanık kişileri,
Allah’a karşı ibadetlerini ve kulluk vazifelerini yapmanın bilincine varmış
kimseler olmalıydı. O halde yolun en doğru olanını bulmak ve hakikate ulaşmak
için, Allah’ın Kitab’ını ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetini iyice bilmek ve bu iki kaynağa sımsıkı sarılmak gerekmekteydi.
Nevevî, kendi
zamanında gerçek ilim adamı haysiyetiyle İslâm’ın sancaktarlığını yaparak,
dinin hakikatini ve güzelliklerini ortaya koymayı, İslâm’ın hayat, cihad,
şefkat, merhamet ve müsâmaha dini oluşunu bir kere daha gözler önüne sermeyi,
tasavvuf ve zühdü Kur’an ve Sünnet’teki gerçek yerine oturtmayı kendisi için
vazife bildi. Bunu yaparken, her türlü eziyete katlanmayı, karşısına çıkacak engelleri
aşmayı, kötülerin kınamasına aldırmamayı da hayat düsturu edindi.
İnandığı hakikatleri bizzat hayatında uygulayarak, insanlara en güzel örnek
oldu.
İmam Nevevî, Riyâzü’s-sâlihîn’i,
dindarlık iddia eden bazılarının yaptığı gibi, insanları yanlış yorumlanan bir
tasavvuf ve zühd anlayışına, cihadı terketmeye, dünyadan yüz çevirmeye davet
etmek için yazmadı. Bunun tam aksine Allah Teâlâ’nın hoşnut olduğu bir hayatı
bütün unsurlarıyla bilip yaşamaya, düşmanlar ve sapıklarla cihada, hakkı ve
adaleti toplumda hakim kılmaya, kişiyi Allah’a yakınlık derecelerinin en
yükseğine çıkarmaya, iyilikleri emir ve kötülüklerden nehiy konusundaki naslara
ve bu nasların gerektirdiği hayat tarzına sımsıkı bağlanmaya davet etmek için
kaleme aldı. O, bu kitabıyla, Kur’an ve sünnetin ışığında yaşanması gereken bir
hayatın yollarını gösterdi. Fert, aile, cemaat ve cemiyet planında uyulması
gereken ana prensipleri, büyük bir maharet, üstün bir anlayış ve kavrayışla,
âyet ve hadis temeline oturttu. Böylece hem dînî hayattan uzaklaşanlara, hem de
tasavvuf ve zühd yoluna sülûk ettikleri iddiasıyla sapıklık ve bid’atlara
düşenlere hakkı ve doğruyu gösterdi. İfrat ve tefrite düşmeksizin iddiasız,
riyasız, gösterişsiz bir İslâmî yapılanmanın yol ve yönteminin nasıl olması
gerektiğini, ana başlıklar, alt birimler, âyet ve hadislere dayalı bilgiler
halinde bu kitapta ortaya koydu. Kur’an temeline dayalı sünneti ihya ederek,
hakikatın önüne set çekmek isteyen bâtılı ve bid’atı, hatayı ve yanlışı ortadan
kaldırmayı hedefledi.
Telif
edildiği günden bu yana Riyâzü’s-sâlihîn, İslâm dünyasının her yerinde,
âlimlerin, ilim tâliplerinin, vâiz ve hatiplerin ve nihayet hadis okumak
isteyen hemen her müslümanın âdeta el kitabı oldu. Böylece bu güzel eser,
müellifinin arzuladığı hedefe ulaştı.