Nevevî,
emir bi’l-ma`rûf nehiy ani’l-münker görevini yerine getirme konusunda benzeri
pek az bulunan bir insandı. Haksızlığa boyun eğmez, doğru bildiğini
söylemekten, yöneticileri sözlü veya yazılı olarak uyarmaktan çekinmezdi.
I.
Baybars diye bilinen,
Mısır ve Suriye’de Memlûk Devleti’ni kurarak on yedi yıl saltanat süren
el-Melikü’z-Zâhir Rüknüddin el-Bundukdârî’ye Nevevî’nin muhtelif mektuplar
yazdığı, hatta bu mektupların bir kısmını ileri gelen âlimlere de imzalatarak
müşterek bir dilekçe halinde sunduğu ve kıtlık sebebiyle maddî sıkıntı içinde
bulunan Dımaşk halkına kolaylık göstermesini, ağır vergilerle onları zor
durumda bırakmamasını istediği bilinmektedir. Dileği yerine getirilmediği veya
isteklerinin aksi yapıldığı zaman bu mektupların sertlik dozunun daha da
arttığı, hiçbir tehdidin ve hatta ölümün kendisini yıldırmayacağını sultana
hatırlattığı görülmektedir. Fakat bu mektuplarında sultana karşı hiçbir zaman
saygısızlık göstermemiştir. Onun dindar bir kimse olduğunu bildiği için, âyet
ve hadislerden pek çok örnekler vererek kendisini iknâ etmeye çalışmıştır.
Nevevî’nin
asıl hedefi sultanın halka iyi davranmasını temin etmek olduğu için yumuşak ve
yapıcı bir üslûp kullanmayı tercih etti. Bu mektuplarında Allah Teâlâ’nın
sultana kısa zamanda büyük zaferler, geniş topraklar nasip ettiğini, din
düşmanlarını bozguna uğrattığını söyledikten sonra, Cenâb-ı Hakk’ın
kendisini dinine hizmet etmesi, müslümanların haklarını gözetmesi, halka şefkat
göstermesi, onların zayıflarına sahip çıkması ve tebaasını her türlü zarardan
koruması için bu makama getirdiğini, bunları yapmayıp halkın hakkını çiğnediği
takdirde Allah’ın huzurunda zor durumda kalacağını hatırlattı. Halkın toprağını
elinden almanın dinen câiz olmadığını, bu uygulamayla yetim, dul, yoksul bir
çok zavallıya büyük zararlar vereceğini, o güne kadar dinin emirlerinden
ayrılmayan sultanın, kendi halkının malını zorla ellerinden almasının doğru
olmayacağını belirtti.
Nevevî’nin
sultanı bu tarzda uyarması bazı kimseleri telaşa düşürdü. Ona, bu tavrını
bırakmadığı takdirde hizmetlerinin engellenebileceğini söylediler. Sultana
karşı direnmekten vazgeçmesini istediler. Hiçbir mevkide gözü olmayan Nevevî,
bu kimselere de zehir zemberek denen cinsten mektuplar yazarak uyardı, onları
dinin buyruklarına uygun yaşamaya dâvet etti.
Haçlılara
karşı verdiği savaşlarla ünlü melik Baybars, aslında samimi bir müslümandı. Bu Kıpçak asıllı Türk
sultanı, Moğolların Suriye’ye saldırdığı sıralarda halkın münbit
topraklarını, bahçelerini hazineye katmak istemiş, bunun için de Suriyeli
âlimlerin fetvasına başvurmuştu. Bazı âlimler korktukları için, bazıları dünyalık
elde etmek için sultanın istediği fetvâyı vermişti. Baybars Nevevî’den de fetva
istemiş, fakat bu uygulamanın haksızlık olduğuna inanan Nevevî fetvâ vermeye
yanaşmamıştı.
Anlatıldığına
göre Sultan’ın bu konudaki ısrarları üzerine Nevevî ona şunları söylemişti:
— İyi biliyorum
ki, sen bir zamanlar Emîr Bunduktâr’ın kölesiydin. Hiçbir şeyin yokken Allah
lutfedip seni melik yaptı. Duyduğuma göre sarayında, eğerlerinin kayışları
altından mâmul bin kölen, çeşit çeşit zinet eşyalarına sahip iki yüz câriyen
varmış. Bütün bunları onlardan alıp savaş hazırlığı için kullandığın hâlde
devlet hazinesi yetersiz kalırsa, halkın malına el koyman için o zaman sana
fetvâ veririm. Daha sonra Suriye’lilere yüklenen savaş vergilerinin
ağırlığından söz ederek bu vergilerin kaldırılmasını, müderrislerin maaşlarının
azaltılmamasını istedi.
Nevevî’nin bu
pervâsız sözlerine ve istediği fetvâyı vermemesine çok kızan melik:
— Şehrimden çık
git! dedi. Nevevî:
— Baş üstüne!
diyerek Dımaşk’ı terk etti ve Nevâ’ya gitti.
Nevevî huzurundan
çıkınca sultan Baybars onun vazifesine son verilmesini ve maaşının kesilmesini
emretti. Adamları ona Nevevî’nin bir vazifesi bulunmadığını, dolayısıyla maaş
da almadığını, söylediler. Bunun üzerine Baybars:
—
Öyleyse ne ile geçiniyor? diye sordu.
—
Babasının gönderdikleriyle, dediler.
Söylendiğine
göre melike Nevevî’yi niçin öldürtmediğini sorduklarında:
— Bunu
istemedim değil. Fakat onu öldürtmeyi her arzu ettiğimde, ikimizin arasında ağzını
kocaman açmış bir arslan buna engel oldu. Öldürülmesini emretseydim beni
parçalayacaktı, dedi. Nevevî ile birkaç defa görüşen el-Melikü’z-zâhir, ondan
çekindiğini yakınlarına itiraf etmiştir. Nevevî 665 (1266-67) yılında, 34
yaşında Eşrefiyye dârülhadisi şeyhi olduğuna göre, bu hâdisenin daha önce
meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Nevevî’nin
melik Baybars’a karşı gösterdiği bu yiğit tavrından sonra ünü yayıldı.
Eserlerine büyük rağbet gösterildi.
Talebesi
İbnü’l-Attâr’ın söylediğine göre, vefatından iki ay kadar önce ziyaretine gelen
bir fakir, köylülerden birinin hediye ettiği ibriği Nevevî’ye teslim etti.
Hayatı boyunca hiç kimseden bir şey kabul etmeyen Nevevî, ibriğin bir sefer
âleti olduğunu söyleyerek aldı.
Vefât
edeceğini sezmiş olmalı ki, kendisine sefer izni çıktığını söyleyerek
hocalarının kabirlerini, şehirdeki tanıdıklarını ziyaret etti ve kitaplarını
medreseye vakfetti.
Daha
sonra Kudüs’e gitti. Ziyâretini tamamlayıp Nevâ’ya döndü. Birkaç gün sonra
babasının evinde hastalanarak 676 yılının 24 Receb (22 Aralık 1277) çarşamba
günü seher vakti Mevlâ’sına kavuştu.
Cenâb-ı
Hak şefaatına nâil eylesin.
Ashâb-ı kirâmı
andıran bu örnek şahsiyeti tanıtırken Zehebî, zühd ü takvâ bakımından
eşsiz, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma hususunda benzersiz bir kimse
dedikten sonra, onun azla yetindiğini, basitçe giyindiğini, yemeye içmeye değer
vermediğini, bununla beraber vakur ve heybetli olduğunu, kısaca onun Allah’dan,
Allah’ın da ondan memnun kaldığını, bu sebeple kendisini cennetinde
ağırlayacağını söylemektedir.
Nevevî’nin
talebelerinden fakih ve muhaddis İbni Ferah el-İşbîlî (ö. 699/1300),
onun üç önemli özelliği bulunduğunu söyledikten sonra, bir kimsede bu
özelliklerden sadece biri bulunsa, insanlar ondan faydalanmak üzere, ona
dünyanın dört bucağından kalkıp gelirler, diyerek bu üç özelliği şöyle sayar:
* İlim
ve görev sorumluluğu,
*
Dünyaya ve dünya menfaatlerine değer vermemek,
*
İyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak.
Tâceddin
es-Sübkî’nin
naklettiğine göre babası Takiyyüddin es-Sübkî (ö. 756/1355), Nevevî’ye
derin hayranlık duyardı. Eşrefiyye dârülhadisine Nevevî’den sonra büyük
muhaddis Mizzî (ö. 742/1341), onun vefâtı üzerine de Takiyyüddin es-Sübkî şeyh
olmuştu. Fıkıh ve hadis sahalarında değerli eserler vermiş ve Şam kadılığı
yapmış olan bu âlim, Nevevî’nin Eşrefiyye dârülhadîsinde ders verdiği yerde
geceleri ibadet ederken yanağını yere koyar ve “Nevevî’nin ayak bastığı yere
belki yüzüm temas eder” diye duygulanırdı.
Yine
Tâceddin es-Sübkî’nin anlattığına göre, babası birgün binitiyle giderken yolda
halktan câhil, yaşlı bir adama rastladı. Bu ihtiyar, bir zamanlar Nevevî’yi
gördüğünü söyleyince, Takiyyüddin es-Sübkî binitinden inerek adamın elini öptü,
duasını istedi. Sonra da “Nevevî’yi gören biri benim önümde yürürken ben
hayvana binemem” diyerek onu terkisine aldı. Takiyyüddin es-Sübkî, Nevevî’nin
evliyâullahdan olduğunu söylerdi.
1.
Alâeddin İbnü’l-Attâr Ali İbni İbrâhim eş-Şâfi`î (ö. 724/1324), Tuhfetü’t-tâlibîn
fî tercemeti şeyhine’l-imâm Muhyiddîn. İbnü’l-Attar yazdığı bu tercüme-i
hâli Nevevî’ye sunmuş, Nevevî de okuyarak düzeltmeler yapmış ve bu eser
Nevevî’ye dair yazılan biyografilere kaynak olmuştur.
2.
Muhammed İbni Muhammed İbni Ahmed en-Nüveyrî (ö. 873/1469), Tuhfetü’t-tâlib ve’l-müntehî
fî tercemeti’l-imâm en-Nevâvî.
3. İbni
İmâmü’l-Kâmiliyye Muhammed İbni Muhammed İbni Abdurrahman el-Kâhirî
(ö.874/1470), Buğyetü’r-râvî fî tercemeti’l-imâm en-Nevâvî.
4.
Muhammed İbni Abdurrahman es-Sehâvî (ö. 902/1497), el-Menhelü’l-azbi’r-ravî
fî tercemeti kutbi’l-evliyâi’l-kirâm şeyhi meşâyihi’l-İslâm Muhyiddîn İbni
Zekeriyyâ en-Nevâvî (nşr. Mahmûd Hasan Rebî`, Kahire 1354/1935).
5.
Süyûtî, el-Minhâcü’s-sevî fî tercemeti’l-imâm en-Nevevî (nşr. Ahmed
Şefîk Demc, Beyrut 1408/1988).
6.
Abdülganî ed-Dakr, el-İmâm en-Nevevî (Dımaşk 1407/1987).
7.
Ahmed Abdülaziz Kasım el-Haddâd, el-İmâm en-Nevevî ve eseruhû fi’l-hadîs ve
`ulûmihî (Beyrut 1413/1992).
Nevevî’nin
yazdığı kitapları üç grupta toplamak mümkündür. Kitaplarının bir kısmını tamamlamış,
bir kısmını tamamlamaya ömrü yetmemiş, söylendiğine göre on bin sayfa (bin
kürrâse) kadarını da yazdıktan sonra o devrin usûllerine göre yıkatmış yani
sildirmiştir. Aşırı titizliği sebebiyle yeterli bulmayıp imhâ etmek istediği
eserleri yakmak yerine yıkatması, kâğıdı tekrar kullanma ihtiyacı sebebiyledir.
Birçok kitabının yarım kalması, Nevevî’nin muhtelif çalışmaları aynı zamanda
yürüttüğünü göstermektedir. Hacimli kitapların okunma şansının fazla olmadığı
düşüncesiyle kısa ve özlü yazmaya çalıştığı eserleri şunlardır:
a) Riyâzü’s-sâlihîn. Bu çalışmanın
konusu olan eser, Nevevî’nin hayatından sonra müstakil olarak tanıtılacaktır.
b) el-Minhâc fî şerhi Sahîhi Müslim İbni
Haccâc. Sahîh-i Müslim
şerhlerinin en önemlilerinden biridir. Her bir hadisi tek tek ele almamış, şerh
edilmesini gerekli gördüğü kısımları açıklamıştır. Muhtasar bir şerh olmasına
rağmen, hadislerin senedindeki râvileri tanıtmış, metinlerdeki garîb kelimeleri
açıklamış, birbirine zıt gibi görünen hadisler hakkında açıklayıcı bilgi vermiş
ve mânanın kolayca anlaşılıp hadisten hüküm elde edilmesini sağlamıştır.
Mâzerî’nin el-Mu`lim
adlı Sahîh-i Müslim şerhi ile onu tamamlamak üzere Kâdî İyâz’ın yazdığı İkmâlü’l-Mu`lim’den
çokca faydalandığı anlaşılmaktadır. Mufassal şerhlere fazla rağbet edilmediği
için eserini kısa tuttuğunu, şayet öyle olmasaydı, hiçbir tekrara düşmeden ve
faydasız söz söylemeden bu kitabı yüz ciltten fazla yazabileceğini
belirtmiştir.
Nevevî ömrünün
son iki senesinde yazdığı bu eserle Sahîh-i Müslim’e büyük hizmet
etmiştir. Onun Sahîh-i Müslim’e yaptığı önemli bir hizmet de, bab
başlıklarını yazmasıdır. Daha önce eseri şerh eden bazı âlimler kendilerine
göre bab başlıkları koymakla beraber, hiç biri bu konuda Nevevî kadar başarılı
olmamıştır. Bugün matbû Sahîh-i Müslim’lerdeki bab başlıkları Nevevî’ye
aittir.
Eser Kahire’de
(I-IV, 1271; I-V, 1283), Leknev’de (1285) ve Delhi’de (1304, 1309), dokuz
ciltte on sekiz cüz hâlinde Kahire’de (1929-1930) müstakil olarak,
İrşâdü’s-sârî’nin kenarında on cilt halinde Bulak’ta (1267, 1275, 1276,
1285, 1288, 1292, 1304-1306) ve yine Kahire’de (1276, 1306, 1307, 1325-1326)
yayımlanmıştır.
c) el-Ezkâr. Kısaca el-Ezkâr
diye tanınan bu eserin tam adı Hilyetü’l-ebrâr ve şi`ârü’l-ahyâr fî
telhîsi’d-de`avâti ve’l-ezkâr el-müstehabbeti fi’l-leyli ve’n-nehâr’dır.
Nevevî, bir müslümanın hayatında karşılaşabileceği olayları, yapacağı
ibadetleri ve davranışları göz önünde bulundurarak bunlarla ilgili dua ve
zikirleri bir araya getirmiştir. 667 (1268) yılı başında tamamladığı bu eseri
19 bölüm ve 356 bab hâlinde tasnif etmiştir. Ayrıca eserin sonuna yaygın
dualarla ilgili 30 kadar hadis toplamıştır. Riyâzü’s-sâlihîn’de yaptığı
gibi, bu eserde de, okuyucuya kolaylık olması için hadisleri senedsiz olarak
vermiştir.
Nevevî
zikir ve dualarla ilgili hadisleri daha çok Buhârî ile Müslim’in Sahîh’leri
ile Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’lerinden derlemiştir.
Topladığı hadislerin çoğunun sahih olduğunu, zayıf hadisleri nâdiren aldığını
ve o takdirde hadisin za`fını belirttiğini söylemektedir. Nevevî’den önce bu
konuda pek çok âlim eser vermiştir. Fakat onların hepsinden muhtevalı olan
el-Ezkâr daha çok kabul görmüştür. Âlimlerin “evi sat, Ezkâr’ı al” demeleri
eserin ne kadar beğenildiğini göstermektedir.
Riyâzü’s-sâlihîn şârihi İbni Allân es-Sıddîkî
(ö.1057/1647) el-Ezkâr’ı el-Fütûhâtü’r-rabbâniyye
ale’l-Ezkâri’n-Neveviyye adıyla şerhetmiştir (I-VII, Kahire 1348/1929).
Şâfiî fakihlerinden Ahmed İbni Hüseyin er-Remlî (ö. 844/1441) ve Bahrak diye
tanınan Muhammed İbni Ömer el-Himyerî (ö.930/1524) el-Ezkâr’ı hulâsa
etmişlerdir.
İbni
Hacer el-Askalânî el-Ezkâr’ın hadislerinin üçte ikisini
(bâbü’l-isti’zân’a kadar Emâlî diye de anılan Netâicü’l-efkâr fî
tahrîci ehâdîsi’l-Ezkâr adlı eserinde tahric etmiş, fakat bu çalışmasını
tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Üç cilt olan Emâlî’nin birinci cildi
Abdülmecid es-Silefî tarafından yayımlanmıştır (Bağdat 1406). İbn Allân’ın el-Fütûhât’ı
İbn Hacer’in bu çalışmasını ihtiva etmektedir. Celâleddîn es-Süyûtî’nin eser
üzerinde Ezkârü’l-Ezkâr adlı muhtasarı, ayrıca Tuhfetü’l-ebrâr bi
nüketi’l-Ezkâr adlı ta’liki (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût, Beyrut 1410/1990)
bulunmaktadır. İbni Tolun diye meşhur tarih ve fıkıh âlimi Muhammed İbni Ali
ed-Dımaşkî el-Hanefî’nin (ö. 953/1546) eser üzerinde İthâfü’l-ahyâr fî
nüketi’l-Ezkâr adlı bir çalışması vardır. Muhammed Ali es-Sâbûnî el-Ezkâr’dan
seçmeler yapmış ve eserine el-Münteka’l-muhtâr fî Kitâbi’l-Ezkâr (Kahire
1986) adını vermiştir.
el-Ezkâr Kahire’de (1306, 1312, 1323; nşr.
Mustafa Hüseyin Ahmed 1356; nşr. Muhammed Enver Baltacî 1406) ve Dımaşk’ta
(nşr. Abdülkâdir el-Arnaût 1391/1971; nşr. Ahmed Râtib Hamûş 1404/1983)
neşredilmiş, Abdülhâlık Duran tarafından da el-Ezkâr Tercümesi
adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir (İstanbul 1973).
d) İrşâdü tullâbi’l-hakâik ilâ ma`rifeti
süneni hayri’l-halâik sallallahu aleyhi ve sellem. İbnü’s-Salâh’ın
(ö. 643/1245), İslâm dünyasında pek az esere nasip olacak şekilde ilgi gören ve
üzerinde pek çok çalışma yapılan Mukaddimetü İbni’s-Salâh diye ünlü
kitabının muhtasarıdır. İbnü’s-Salâh’ın hadis ilimlerini 65 bölüm hâlinde ele
alıp incelediği usûl-i hadîse dair bu çalışmasını, Nevevî, anlaşıldığına göre
Eşrefiyye dârülhadisi şeyhi olduktan sonra, kolayca ezberlenmesini sağlamak
üzere sade bir ifadeyle özetlemiş, ayrıca esere yer yer ilaveler yapmıştır.
İrşâd, Abdülbârî Fethullah es-Selefî
tarafından iki cilt hâlinde Medine’de (1408/1987), Nûreddin Itr tarafından da
bir cilt hâlinde Dımaşk’ta (1408/1988) yayımlanmıştır.
e) et-Takrîb ve’t-teysîr li (fî)
ma`rifeti süneni’l beşîri’n-nezîr. Eser bir önceki maddede tanıttığımız İrşâdü
tullâbi’l-hakâik’in muhtasarıdır. Zâten bir özetten ibaret olan İrşâd’ı
bile okumaya üşenen kimselere kolaylık olmak üzere et-Takrîb’i kaleme almıştır.
Usûl-i hadis bilgilerini pek güzel özetlemesi sebebiyle et-Takrîb çok
rağbet görmüş, Zeynüddin el-Irâkî (ö. 806/1404), Muhammed İbni Abdurrahman
es-Sehâvî (ö. 902/1496) ve Süyûtî (ö. 911/1505) gibi âlimler tarafından
şerhedilmiştir. Süyûtî’nin Tedrîbü’r-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevevî adlı
şerhi pek ünlü olup Kahire’de basılmıştır (1307; nşr. Abdüvehhâb Abdüllatîf,
I-II, Kahire 1385/1966).
William Marçais
et-Takrîb’i fransızcaya tercüme etmiş ve Journal Asiatique’de
yayımlamıştır (9. seri, XVI-XVIII, 1900-1901).
et-Takrîb, Tedrîbü’r-râvî ile muhtelif
defalar basılmakla beraber, Abdullah Ömer el-Bârûdî tarafından yeniden
neşredilmiştir (Beyrut 1406/1986).
f) el-Erbe`ûne’n-Neveviyye. Kırk
hadis diye tanınan bu eser dinin esaslarına dair çoğu Sahîh-i Buhârî ile
Sahîh-i Müslim’den seçilmiş 42 hadisi ihtiva etmektedir. Nevevî bu
çalışmayı, kırk hadis derlemeye teşvik eden zayıf rivayete dayandığı için
değil, Resûl-i Ekrem’in, huzurunda bulunanları bulunmayanlara tebliğ etmeye ve
hadisleri başkalarına öğretmeye teşvik eden buyruğuna dayanarak yaptığını
söylemektedir. 668 yılında tamamladığı bu eserdeki hadislerin kolayca
öğrenilmesi için senedlerini zikretmemiştir.
Abdullah İbni
Mübarek (ö. 181/797) ile başlayıp devam eden kırk hadis çalışmaları içinde Nevevî’nin
bu eseri hemen her devirde büyük kabul görmüş, muhtevâsı ezberlenmiş ve başta
kendisi olmak üzere 40’dan fazla âlim tarafından şerhedilmiştir.
el-Erbe`ûne’n-Neveviyye Bulak’ta (1294), Kahire’de (1278) ve
şerhleriyle birlikte daha başka yerlerde pek çok defa basılmış ve Batı
dillerine çevrilmiştir. Bunlardan Muhammed Ali Sabri tarafından hazırlanan
Arapça- İtalyanca baskısı zikredilebilir (Roma 1982). Eserin Türkçe tercümeleri
arasında Babanzâde Ahmed Naim Bey’e ait olanı (İstanbul 1341) anılmaya değer
güzelliktedir.
g) et-Telhîs şerhu’l-Buhârî. Nevevî Sahîh-i Müslim gibi Sahîh-i
Buhârî’yi de şerh etmek istemiş, fakat eserin ikinci kitabı olan
Kitâbü’l-Îmân’dan sonrasını yazmaya ömrü yetmemiştir. Bu eserin müellif
hattından istinsah edilen 105 varaklık bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde
(Kılıç Ali, nr. 243) bulunmaktadır. Bu yarım kalmış çalışma, Kastallânî’nin İrşâdü’s-sârî
ve Sıddîk Hasan Han’ın Avnü’l-bârî adlı Buhârî şerhlerinin bazı
bölümleriyle birlikte yayımlanmıştır (Kahire 1347).
h) Mâ temessü ileyhi hâcetü’l-kârî li
Sahîhi’l-İmâmi’l-Buhârî. Buhârî ile hocaları ve öğrencileri, sahih hadis ve
Sahîhayn’in değeri hakkında bilgi verildikten sonra bazı hadis
ıstılahlarının tanıtıldığı eser Ali Hasan Ali Abdülhamîd tarafından Beyrut’ta
(ts., Dârü’l-kütübi’l-`ilmiyye) neşredilmiştir.
ı) el-Hulâsa fî ehâdîsi’l-ahkâm.
Eser, Hulâsatü’l-ahkâm fî (min) mühimmâti’s-süneni ve kavâidi’l-İslâm
adıyla da anılmaktadır. Nevevî’nin Kitâbü’z-Zekât’a kadar yazabildiği bu eserin
müellif nüshasını gördüğünü söyleyen İbni Mülakkın (ö. 804/1401), “Şayet
tamamlanabilseydi ahkâm hadisleri konusunda benzersiz bir kitap olurdu”
demektedir. Sahih ve hasen hadislerden meydana gelen eserde her konunun sonunda
o bahisle ilgili zayıf hadisler toplanmış ve zayıf oldukları özellikle
belirtilmiştir. Eserin Haydarâbâd el-Mektebetü’s-Sa`diyye’deki nüshasından
alınan fotokopisi, Medine el-Câmiatü’l-İslâmiyye’de (mahtûtât nr. 1096)
bulunmaktadır. Muhammed İbni Suûd Üniversitesi’nde bir grup öğrencinin eseri
neşre hazırladığı söylenmektedir.
j) el-Îcâz fî şerhi Sünen-i Ebî Dâvûd.
Tıpkı Sahîh-i Buhârî şerhi gibi yarım kalan bu eser Süleymaniye
Kütüphanesi’nde (Hekimoğlu nr. 200, 139 vr.) bulunmaktadır.
Nevevî’nin
“inneme’l-a`mâlü bi’n-niyyât” hadisini el-İmlâ adıyla hayatının son günlerinde
şerhe başladığı, fakat çalışmasını tamamlayamadığı söylenmektedir. Sehâvî,
Nevevî’ye nisbet edilen Kitâbü’l-Emâlî’nin bu çalışma olabileceğini
düşünmektedir. Câmi`u’s-sünne adında bir esere daha başlamış, fakat
-Sehâvî’nin belirttiğine göre- ancak birkaç yaprak yazabilmiştir. Süyûtî onun Sünen-i
Tirmizî’yi de ihtisar ettiğini söylemektedir.
a) Ravzatü’t-tâlibîn ve
`umdetü’l-müttekîn. Bu eser Gazzâlî’nin el-Vecîz adlı fıkıh kitabını
şerh etmek üzere Abdülkerîm İbni Muhammed er-Râfi`î’nin (ö. 623/1226) yazdığı eş-Şerhu’l-kebîr
diye anılan Fethu’l-`azîz’in muhtasarıdır. Nevevî bu eseri sadece
ihtisar etmemiş, aynı zamanda ona iki cilt hacminde ilaveler yapmıştır. İki buçuk
yıl süren bu çalışmasını 669 yılında tamamlamıştır. Nevevî’nin el yazısıyla
dört cilt tutan bu eser, Şâfiî fıkhını en güzel şekilde derlemesiyle ünlüdür. er-Ravza
üzerinde 40 kadar Şâfiî âliminin şerh, hâşiye, muhtasar, ta`lîk ve tashih
nevinden çalışması vardır. Ravzatü’t-tâlibîn Delhi’de (1307) ve
Beyrut’ta yayımlanmıştır (I-VIII, 1966-1970). Nevevî bu eserdeki isim ve
lugatleri açıklamak üzere el-İşârât ilâ mâ vaka`a fi’r-Ravza mine’l-esmâi
ve’l-lugât adlı bir eser yazmaya başlamış, Sehâvî’nin pek nefis bulduğu bu
eserin Kitâbü’s-Salât’tan sonraki kısmını tamamlamaya ömrü yetmemiştir.
b) Minhâcü’t-tâlibîn. Râfi`î’nin el-Muharrer
adlı kitabını tamamlayarak tashih ettiği ve kolayca ezberlenebilmesi için yüzde
elli nisbetinde özetlediği bu çalışmayı 19 Ramazan 669 tarihinde tamamlamıştır.
Şâfiî âlimleriyle talebenin el kitabı mahiyetinde olan ve Elfiyye
müellifi İbni Mâlik tarafından “Bugünkü aklım olsaydı, vallahi ezberlerdim”
diye medh edilen bu eser üzerine 40’dan fazla şerh yazılmıştır. Eserin
ayrıca muhtasarları, bu muhtasarların şerhleri bulunduğu gibi, hadislerini
tahric etmek, müşkil görünen i`râbını halletmek ve manzum hâle getirmek
maksadıyla da birçok eser kaleme alınmıştır.
Minhâcü’t-tâlibîn Kahire’de (1297, 1305, 1308, 1314, 1329)
ve Mekke’de (1306) basılmış, ayrıca van den Berg tarafından fransızca
tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (Batavia 1882-1884).
Minhâc’ın lafızlarını açıklamak maksadıyla
kaleme aldığı Dekâiku’l-Minhâc adlı 33 sayfadan ibaret küçük bir eseri Şerhu
Dekâiki’l-Minhâc adıyla yayımlanmıştır (Mekke 1353).
c) el-Mecmû` şerhu’l-Mühezzeb. Ebû
İshâk eş-Şîrâzî’nin (ö.476/1083), Şâfiî fıkhını delilleriyle birlikte ortaya
koyduğu el-Mühezzeb adlı eserini, hadislerini tahkik etmek, her
mes’elede diğer mezheplerin görüşlerini delilleriyle birlikte ortaya koymak ve
tartışmak suretiyle şerhetmeye başladığı ve ancak Kitâbü’l-Bey`i yazmakta iken
vefat etmesi sebebiyle yarım bıraktığı bir eserdir. Âlimlerin son derece
mükemmel bulduğu bu büyük eseri Takiyyüddin es-Sübkî tamamlamak istemiş, bugün
20 cilt halinde neşredilen eserin (baskı yeri ve tarihi yok) 10 ve 11.
ciltlerine tekabül eden bölümü yazdıktan sonra vefat etmiş, fakat eser diğer
Şâfiî âlimlerince ikmâl edilmiştir.
d) Tashîhu’t-Tenbîh. Şâfiî fıkhının
mûteber beş kitabından ilki kabul edilen Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin et-Tenbîh’i
üzerine yazdığı bir çok kitaptan biri olan bu eser ile Nüketü’t-Tenbîh’i
Nevevî’nin ilk çalışmaları arasında yer alır. et-Tenbîh `alâ mâ fi’t-Tenbîh
ve el-Umde fî tashîhi’t-Tenbîh diye de bilinen birinci eser et-Tenbîh
ile birlikte basılmıştır (Kahire 1329). Yine aynı eser üzerindeki Tuhfetü’t-tâlibi’n-nebîh
fî şerhi’t-Tenbîh adlı geniş şerhi Kitâbu’s-Salât’a kadar yazabilmiştir
(İbni Kâdî Şühbe, II, 157). et-Tenbih’in lugatlerine dair et-Tahrîr
adlı önemli çalışması, dille ilgili eserleri kısmında tanıtılacaktır.
e) el-Usûl ve’z-zavâbıt. Küçük bir
risaleden ibaret bu çalışmada çoğu fıkıhla ilgili bazı meseleler ele
alınmıştır. Eser Muhammed Mazhar Bekâ tarafından Mecelletü’l-bahsi’l-`ilmî
ve’t-türâsi’l-İslâmî’de (III, 367-381, Mekke 1400) yayımlanmıştır. Muhammed
Hasan Heyto da eseri önce Küveyt’teki Mecelletü
Ma`hedi’l-mahtûtâti’l-Arabiyye’de neşretmiş (XXVIII, sy.2, s. 425-455), sonra
da kitap olarak yayımlamıştır (Beyrut 1407/1986).
f) el-Îzâh fi’l-menâsik. Haccın ifâsına dair
Nevevî’nin yazdığı altı kitabın en genişidir. Nevevî’nin bu konuda dört veya
beş kitap yazdığını, bunlardan birinin el-Îcâz fi’l-menâsik adını
taşıdığını söyleyenler de vardır. Eser Nûreddin es-Semhûdî (ö. 911/1505)
tarafından şerh edilmiş, İbni Hacer el-Heytemî (ö. 974/1566) tarafından da
üzerine bir hâşiye yazılmıştır. el-Îzâh Kahire’de (1282, 1316),
Bombay’da (1291), Mekke’de (1316, 1329), Metnü’l-Îzâh fi’l-menâsik
adıyla da Beyrut’ta (1406/1985) yayımlanmıştır. Ayrıca İbni Hacer el-Heytemî’nin
hâşiyesiyle birlikte yine Kahire’de (1294, 1323, 1329, 1344) basılmıştır.
Kadınların
haccına dair olan Menâsikü’l-mer’e, Sâlih İbni Abdurrahman el-Atram
tarafından “Edvâu’ş-şerî`a” dergisinde yayımlanmıştır (XV, 25-75, Riyad 1404).
g) el-Mensûrât ve
`uyûnü’l-mesâili’l-mühimmât. Kaynaklarda el-Mesâilü’l-mensûre ve `Uyûnü’l-mesâili’l-mühimme
adlarıyla da zikredilen eser, Nevevî’nin verdiği bazı fetvâlar ile ders
esnasında açıkladığı fıkıh, tefsir ve hadise dair 362 meselenin talebesi Alâeddin
İbnü’l-Attâr (ö. 724/1324) tarafından derlenerek bablara göre tertip
edilmesiyle meydana gelmiştir. Meselelerin 310’u fıkha, 6’sı tefsire, 37’si
hadise, 3’ü imân’a, 6 tanesi de zühde dairdir. 1352 yılında Kahire’de
yayımlanan eser, daha sonra Abdülkâdir Ahmed Atâ tarafından yine Kahire’de
(1982), Muhammed Haccâr tarafından da Fetâvâ’l-İmâm en-Nevevî adıyla
Medine’de (1405/1985) yayımlanmıştır.
h) et-Tahkîk. Nevevî’nin daha çok el-Mecmû`
Şerhü’l-Mühezzeb’den faydalanarak “salâtü’l-müsâfir” bahsine kadar
yazabildiği bu eser, müteahhirîn âlimlerince onun en güzel fıkıh kitabı kabul
edilmektedir. İbnü’l-Mülakkin günümüze geldiği bilinmeyen bu eserin, yukarıda
tanıttığımız el-Mecmû`un muhtasarı olduğunu tahmin etmektedir. Ayrıca
ele aldığı konular bakımından et-Tahkîk’e çok benzeyen Mühimmâtü’l-ahkâm
da yarım kalmış olup beden ve elbise temizliği bahsine kadar yazılabilmiştir.
a) et-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân.
Dımaşk halkının Kur’ân-ı Kerîm okumaya ve okutmaya olan aşırı ilgisi, Nevevî’yi
bu konuda onlara yardım etmek üzere bu hacmi küçük fakat faydası büyük eseri
kaleme almaya sevketmiştir.
On babdan
meydana gelen eserde Kur’an okuyup ezberlemenin fazileti, Kur’an ile meşgul
olan kimselere değer vermenin önemi, Kur’an öğreten ve öğrenen kimselerin
uyması gereken esaslar, İnsanların Kur’an’a karşı görevleri, belli zamanlarda
ve durumlarda okunması sevap olan âyet ve sûreler gibi konular işlenmiştir. Sehâvî’nin
dediği gibi, et-Tibyân, hem Kur’an okuyanların hem de öğretenlerin mutlaka
okuması gereken önemli bir eserdir.
Nevevî bir çok
kitabında yaptığı gibi, halkın ilgisini artırmak için bu eseri Muhtâru’t-Tibyân
adıyla ihtisar etmiş, Ahmed İbni İmâd el-Akfehsî (ö. 808/1405) Tuhfetü’l-ihvân
fî nazmi’t-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân adıyla manzum hâle getirmiş,
Muhammed İbni Muhammed İbni Muhammed İbni Ebû Saîd el-Îcî de Hadîkatü’l-beyân
adıyla Farsça’ya tercüme etmiştir.
et-Tibyân Kahire’de (1286, 1307, 1353; nşr.
Muhammed Haccâr 1985), Dımaşk’ta (1965), Beyrut’ta (nşr. Abdülaziz İzzeddin
Seyrevân 1984) ve Küveyt’te (nşr. Mansûr İbni Ya`kûb el-Besâre 1407)
basılmıştır. Ahmet İnce tarafından yapılan Türkçe tercümesi Kur’an Ehline
Rehber adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1973).
et-Tibyân Ahmed İbni Muhammed İbni Abdülkerim
el-Üşmûnî’nin (ö. XI/XVII.yy.) Menârü’l-hüdâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ adlı
eseriyle birlikte basıldığı için (Bulak 1286) olmalı ki, Ziriklî Nevevî’nin
ilm-i kırâat konusunda Menârü’l-hüdâ adlı matbû bir eseri bulunduğunu
ileri sürmüştür.
b) Gaysü’n-nef` fi’l-kırââti’s-seb’. Nevevî’nin
böyle bir eseri bulunduğunu Bağdatlı İsmâil Paşa söylemektedir (Îzâhu’l-meknûn,
II, 152).
a) Tehzîbü’l-esmâ ve’l-lugât. Nevevî
et-Tahrîr adlı eserini sadece et-Tenbîh’deki lugatleri ve fıkhî
terimleri açıklamak maksadıyla yazdığı hâlde, bu eserini et-Tenbîh’de,
şerh ettiği el-Mühezzeb’de, ihtisar ettiği Ravdatü’t-tâlibîn’de,
Şâfiî fıkhında önemli yeri olan İmâm Şâfiî’nin talebesi Müzenî’nin (ö. 264/878)
el-Muhtasar’ı ile Gazzâlî’nin el-Vasît ve el-Vecîz adlı eserlerinde
geçen isimleri, lugat, ıstılah ve fıkhî lafızları açıklamak üzere kaleme
almıştır. Kitabını daha faydalı hâle getirmek düşüncesiyle bu altı esere bağlı
kalmak istemeyen Nevevî, başka eserlerde geçen bazı şahıs, melek ve cin
adlarını da kitabına almış, fakat onu temize çekmeye fırsat bulamamıştır.
Muhammed
adlı şahıslar başta olmak üzere diğer isim ve lugatlerin alfabetik sırayla ele
alındığı Tehzîbü’l-esmâ’nın isimlere dair birinci cildi Wüstenfeld
tarafından Göttingen’de (1842-1847), lugatlere dair ikinci kısmı da Kahire’de
(tarihsiz) neşredilmiştir.
b) el-İşârât ilâ
beyâni’l-esmâi’l-mübhemât. Hadis ilimlerinin elli dokuzuncusu olarak
bilinen “ma`rifetü’l-mübhemât” konusunda Hatîb el-Bağdâdî, müphem
isimlerin sahiplerini alfabetik olarak sıralayarak el-Esmâü’l-mübheme
fi’l-enbâi’l-muhkeme adlı eserini yazmış, bu eseri ihtisar eden Nevevî
eserin tertip tarzını değiştirerek daha kullanışlı olacağı düşüncesiyle
rivayetleri sahâbe adlarına göre alfabetik hâle getirmiş ve birçok ismin
okunuşunda farklı kanaatini ortaya koymuştur. el-Mübhem `alâ hurûfi’l-mu`cem
diye de anılan eser, Lahor’da basılmış (1341), daha sonra Hatîb’in el-Esmâü’l-mübheme’sinin
son kısmında (s. 531-622) neşredilmiştir (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid, Kahire
1405/1984).
c) Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh. et-Tahrîr fî
şerhi elfâzı’t-Tenbîh ve
Tahrîru’t-Tenbîh adlarıyla da bilinen eseri, Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin,
et-Tenbîh’indeki lugatleri ve fıkhî terimleri açıklamak maksadıyla
yazmıştır. Bir fıkıh lugati olan eserde, kelimeleri kitapta geçtiği
sıraya göre şerh etmiş ve 671 yılı Zilhicce ayında (Haziran 1273)
tamamlamıştır. Şâfiî fakihi Hamza İbni Ahmed İbni Ali el-Hüseynî’nin
(ö.874/1469) bu eser üzerinde el-Îzâh alâ tahrîri’t-Tenbîh adlı bir
çalışması vardır. Abdülganî Dakr eseri tahkik ederek Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh
ev Lugatü’l-fıkh adıyla yayımlamıştır (Dımaşk 1408/1988).
a) Mekâsıdü’l-İmâm en-Nevevî. Mekâsıdu’l-İmâm
en-Nevevî fi’t-tevhîd ve’l-ibâdât ve usûli’t-tasavvuf ve Mekâsıdu’n-Neveviyyeti’s-seb`a
adlarıyla da anılan eser akâid, ibadet ve tasavvuf ile ilgili küçük bir risâle
olup Beyrut’ta (1280, 1324), Bağdat’ta (ts., Mektebetü’l-Müsennâ) ve
Dârü’l-îmân’ın yayın komisyonu tarafından bazı not ve açıklamalarla
Beyrut-Dımaşk’ta (1406/1985) yayımlanmıştır.
b) Büstânü’l-ârifîn. Zühd, ihlâs,
dünyanın değersizliği gibi konuları âyet, hadis, İslâm âlimlerinin sözleri,
güzel hikâye ve şiirlerle ele alan küçük hacimli bir eserdir (Kahire 1348; nşr.
Muhammed Haccâr, Beyrut 1412).
c) et-Terhîs fi’l-ikrâmi bi’l-kıyâm li
zevi’l-fazli ve’l-meziyyeti min ehli’l-İslâm `alâ ciheti’l-birri ve’t-tevkîr
ve’l-ihtirâm lâ `alâ ciheti’r-riyâ ve’l-i`zâm. Riyâkârlık ve değerinden
fazla büyütme düşüncesi olmadan sırf hürmet etmek maksadıyla faziletli ve
değerli müslümanlar için ayağa kalkılabileceği konusunu işleyen bu eseri Nevevî
666 (1267) yılında tamamlamıştır. Ahmed Râtib Hammûş tarafından Dımaşk’ta
(1402/1982), Keylânî Muhammed Halîfe tarafından da Beyrut’ta (1409/1988)
yayımlanmıştır.
d) Müntehabü (veya muhtasaru)
Tabakâti’ş-Şâfi`iyye li’bni’s-Salâh. İbnü’s-Salâh’ın Tabakâtü’ş-Şâfi`iyye’sini,
ona bazı şahıslar ilave etmek suretiyle ihtisar ettiği eser 180 kadar âlimin
tercüme-i hâlini ihtiva etmektedir. Muhammed ve Ahmed adını taşıyanlar başa
alınmış, öteki şahıslar alfabetik olarak sıralanmıştır. Eserin Muhyiddin Necîb
tarafından neşre hazırlandığı söylenmektedir (Ayrıca bk. Müneccid, Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn,
s. 114).
e) Hizb. Hizbü’l-hıfz ve’l-evrâd ve Hizbü’l-İmâmi’n-Nevevî
adlarıyla da anılan risale, akşam sabah okunmak üzere Nevevî tarafından tertip
edilen bir duadan ibarettir. Bir kısmı hadislerde geçen bu dua talebeleri
tarafından kaleme alınmış, âlimlerin büyük ilgi göstermesi sebebiyle geniş
muhitlere yayılmış, İstanbul’da (1298, 1302, 1309), Bombay’da (1299) ve
Bulak’ta (1303) basılmıştır.
Hizb’i şerh eden Faslı muhaddis Ebû Abdullah
Muhammed İbni Tayyib eş-Şerakî (ö.1175/1761), giriş mâhiyetinde yazdığı on
küçük mukaddimede hizbin vird, devamlı okunan dualar ve zikirler anlamına
geldiğini, hizblerin ne zaman başladığını, buna niçin ihtiyaç duyulduğunu, İbni
Teymiye’nin hizbe karşı olduğunu, fakat âlimlerin hizb ve evrâd okumayı câiz
gördüğünü, hizb ve evrâd okumanın şartlarını, her hizbin ayrı bir özelliği ve
tesiri bulunduğunu açıklamış, daha sonra da bu hizbi şerh etmiştir. Eseri
Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî yayımlamıştır(Beyrut 1408/1988). Hizb’i daha
başka âlimler de şerhetmişlerdir.
Nevevî
bunlardan başka tefsir, hadis, fıkıh, lugat ve Arap diliyle ilgili bazı
konuları ele aldığı Tuhfetü tullâbi’l-fezâil, fetvâ usûlüne dair Edebü’l-müftî
ve’l-müsteftî, Mesâilü (Muhtasaru) tahmîsi’l-ganâim, Muhtasaru
âdâbi’l-istiskâ, Rü’ûsü’l-(rûhu’l-(?) (`uyûnü’l-(?)mesâil, ed-Dekâik,
amelü’l-yevm ve’l-leyle, Risâle fî me`âni’l-esmâi’l-hüsnâ, Risâle fî
ehâdîsi’l-hayâ adlı eserleri kaleme almış, Gazzâlî’nin el-Vasît adlı
eserine iki cilt hacmindeki Nüket `ale’l-Vasît’i yazmış, İbnü’l-Esîr’in Üsdü’l-gâbe’sini,
Râfi`î’nin et-Teznîb’ini, Beyhakî’nin Menâkıbü’ş-Şâfi`î’sini
ihtisar etmiştir.
Kâtip Çelebi
onun Mir’âtü’z-zemân fî târîhi’l-a`yân adlı bir çalışması bulunduğunu,
eserde dünyanın yaratılışından başlamak üzere önemli olayların muhtasar bir
şekilde sıralandığını söylemekte (II, 1648), Selâhaddin Müneccid de bu bilgiyi
tekrarlamaktadır (bk. Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn s.114).
Eserin günümüze geldiği bilinmediği için, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin (ö.654/1256)
aynı adı taşıyan meşhur eseriyle karıştırılmış olabileceği hatıra gelmektedir.
Nevevî’nin
tahsil hayatından sonra kitap te’lifinin yanısıra bir taraftan talebe okuttuğu,
öte yandan ibadet ve zikirden derin haz duyduğu dikkate alınırsa, 45 yıllık
ömrünün 20 (İbni Attâr’a göre 16) yıllık bir diliminde bu kadar eseri
vücuda getirmesi, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ve sevdiği kulunun ömrünü
bereketlendirmesiyle açıklanabilir.
Nevevî ile
iftihar eden ve onun şefaatını uman yakınları birgün kendisine:
- Kıyamet günü
Arasât meydanında bizi unutma, demişlerdi. Nevevî de:
- Şayet o gün
ayağım yer tutarsa, bütün tanıdıklarım benden önce girmeden vallâhi cennete
girmem, diyerek onların gönlünü almıştı.
Yüzyılları aşıp
gelen ve şimdi geniş bir şekilde tanıtacağımız ünlü eseri Riyâzü’s-sâlihîn’in
mütercim ve şarihleri sıfatıyla biz de tanıdıkları arasına girmeyi ümit ve
niyâz ederiz.
------------- <font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|