Vesiletunnecat Homepage
Forum Home Forum Home > EDEBİYAT VE DÜŞÜNCE > EDEBİYAT
  New Posts New Posts
  FAQ FAQ  Forum Search   Register Register  Login Login

24 Saat Kur`an-ı Kerim Dinleme


Olay Çevresinde Oluşan Edebi Metinler

 Post Reply Post Reply
Author
Message
Vesiletunnecat View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 02-10-2003
Location: Germany
Status: Offline
Points: 282
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote Vesiletunnecat Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Topic: Olay Çevresinde Oluşan Edebi Metinler
    Posted: 01-01-2009 at 22:17

 Edebiyat alanı içerisinde yer alan metinler kesin çizgilerle olmamakla beraber sanat eserleri ve düşünce eserleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanat eserleri, sanatçıların duygu, düşünce ve hayal dünyasından beslenen, imge ve izlenimlerle zenginleşen eserlerdir. Şiir, masal, hikâye, roman, tiyatro, sinema vb. bu grupta yer alan eserlerdir. Herhangi bir konuda bilgi vermek, okuyucuyu aydınlatmak amacıyla yazılan makale, fıkra, deneme, eleştiri, söyleşi gibi eserlere düşünce eserleri denir.
Öte yandan anı, günlük, mektup gibi türlerde sanatçının anlatımındaki üslubuna göre sanat eseri ya da düşünce eseri sayılabilir.
Bunlardan sanat eserleri bir olay çevresinde gelişirse kendi arasında anlatmaya bağlı sanat eseri ve göstermeye bağlı sanat eseri olmak üzere ikiye ayrılır. Masal, destan, hikâye, roman, halk hikâyeleri anlatmaya; komedi, trajedi, dram Karagöz, meddah, orta oyunu gibi türler de göstermeye bağlı sanat eserlerini oluşturur.
Anlatmaya bağlı eserler ile göstermeye bağlı eserler bazı bakımlardan benzerlikler ve farklılıklar gösterir. Benzerlikleri:
1. Her iki tür de bir olay çevresinde gelişir. Bu temel olayın etrafında daha küçük çapta gelişen olaylar yer alır.
2. Her iki türde de insanların başlarından geçen ya da geçebilecek nitelikteki olaylar gösterilir.
3. Olaylar belirli bir zaman diliminde geçer.
4. Anlatılan olaylardan etkilenen insanlar ya da varlıklar vardır. Bunlara eserin kahramanları denir. En çok etkilenen varlığa eserin başkahramanı (başkişisi) denir.
5. Olayın serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Yani olayın bir başlangıcı, gelişmesi ve sonunda da çözümlenişi vardır.
6. Ele alınan olayların anlaşılması için tasvirlere ya da dekorlara yer verilir.
7. Metinlerin bir yazarı vardır.

Farklılıkları:
1. Anlatmaya bağlı türlerde olayın mutlaka bir anlatıcısı vardır. Bu anlatıcı olayı ilahî bakış açısıyla, kahramanın bakış açısıyla ya da gözlemci bakış açısıyla anlatır.
2. Göstermeye bağlı eserlerde, sosyal hayatta karşılaşabileceğimiz olaylar sahnede gösterilir.
3. Eserdeki olaylar aktör (erkek oyuncu), aktris (bayan oyuncu) adı verilen oyuncular tarafından canlandırılır. Sosyal yaşamın ve insan karakterinin eleştirisi yapılır.
4. Bu iki tür arasında kullanılan dil ve anlatım biçimi de birbirinden farklıdır. Anlatmaya bağlı eserlerde uzun ve kurallı cümleler kullanılırken göstermeye bağlı eserlerde günlük konuşma dili kullanılır. Cümleler daha açık ve kısadır. Söylenen sözün izleyici tarafından anlaşılması beklenir, bunun için daha açık ve kısa cümleler kullanılır. Konuşma dilinin canlılığı sahnede yansıtılır.

Anlatmaya bağlı edebî metinler kurmaca ürünü olan metinlerdir. Masal, hikâye, roman vb. türler yazarın kurgusu sonucu oluşmuştur. Bu tür metinler anlatıcının bakış açısından ortaya konmaktadır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde genel olarak üç tür bakış açısı kullanılır.
1. İlâhî Bakış Açısı: Edebî metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Bu yöntemde sınırsız bir bakış açısı vardır. Anlatıcı, Hikâyede anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anlatır. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda ve yargılarda bulunabilir. Hikâyede ne kadar kişi varsa her birinin açısından olayları ayrı ayrı görmemiz sağlanır. Hikâyeyi kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaşlatma olanağı vardır.
2. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olayı anlatan "ben" vardır. Bu ben, Hikâyenin kahramanı olabileceği gibi tanık ya da gözlemcisi olabilir. Olayları anlatan kişinin bilgisi, deneyimi, algılama ve yorumlama yeteneğiyle sınırlıdır. Olaylar ancak anlatıcının başından geçtiği ya da gözüyle gördüğü (tanık olduğu) biçimiyle anlatıldığından inandırıcılığı yüksektir.
3. Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle nesnel bir tarzda aktarılır. Olaylar bize anlatılmıyor da kişinin gözünün önünde oluyormuş izlenimi verilir. Kişilerin duygu ve düşünceleri eylemlerinden çıkartılır. Kişiler ve iç dünyaları ile ilgili kendi söyledikleri ve davranışlarını dikkatle izleyerek bir fikir sahibi olunabilir.
Bir edebî metinde birden fazla bakış açısıyla yazılmış bölümler bulunabilir. Aynı konu farklı biçimlerde anlatılır. Aynı manzarayı izleyenler farklı noktalara dikkat ederler; farklı biçimde konu olarak ele alınır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde tasvirin önemli bir yeri vardır. İnsan daima dış çevrenin etkisi altındadır. Anlatmaya bağlı eserlerin kahramanları da sosyal bir çevre içerisinde yaşar. Zaman zaman bu çevreden etkilenir; zaman zaman da çevreyi etkiler. Böylece sosyal çevre ile bütünleşir. Kahramanların konuşma tarzından, ileri sürdüğü fikirlerden dış çevreyi anlamak mümkündür. Yine yaşadığı odanın ve kullandığı eşyaların düzeninden iç dünyasını anlamak mümkündür. Bu nedenle anlatmaya bağlı metinlerde olayı aydınlatıcı, tamamlayıcı tasvirler yapılır. Süs olsun diye yapılan tasvir eserin değerini düşürür.
Edebî metinler her insanın bilgi düzeyine anlayışına ve psikolojik durumuna göre anlam kazanır. Metni okuyan herkes kendine göre yorumlar.
Günlük hayatta herkes sosyal bir çevre içerisinde yaşar. Ağacı, çiçeği, yaprağı görür. Ancak bu varlıklar kişi üzerinde farklı etkiler bırakır. İnsan birtakım olaylarla yüzleşir. Bunlar hayatın gerçekleridir. Şairler, yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız gerçek olayları eserlerinde işlerler. Ancak sanatçılar gerçek hayattaki olayları duygu, düşünce ve hayal dünyasındaki zenginlikler ile izlenimlerini katarak aktarırlar. Zaman zaman tasvirlerden, kişilerin iç dünyasındaki zenginliklerden yararlanır. Gerçeği süsleyerek anlatırlar. Bu bakımdan sanatçıların gerçeklikleri ile günlük hayattaki gerçeklik birbirinden farklıdır.
Edebî eserlerde yazarlar sözcükleri gerçek ya da mecaz anlamda kullanırlar. Yazarların kullandıkları dili bilmekte yarar vardır. Metinde onların kullandıkları sözcüklerin, kavramların anlamını bilmek, metnin anlaşılmasında ve yorumlanmasında büyük önem taşır.

Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler

Hikâye: Hikâyenin sözlük anlamı bir olayı, sözlü veya yazılı olarak aktarmak, anlatmak demektir. Edebiyatta ise, insanların başlarından geçen veya geçme olasılığı bulunan olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içerisinde anlatan kısa yazılara Hikâye denir. Hikâyede mutlaka bir olay ya da durum ele alınır. Ele alınan konu, yer ve zaman gösterilerek anlatılır.
Hikâyede yaşanmış olaylar anlatılabileceği gibi tamamen hayalde tasarlanan fakat yaşanabilir olaylar da anlatılabilir. Anlatılan olayın en ilgi çekici yönleri vurgulanır, okuyanda bir zevk ve heyecan uyandırması beklenir.
Hikâyelerde ele alınan olay kısa olarak işlenir. Olaydaki kişilerin sayısı azdır. İnsan yaşamının sadece bir yönü üzerinde durulur, temel olaylar anlatılır, gereksiz ayrıntılara girilmez.
Hikâye türünün kaynağı, Hint edebiyatında Binbir Gece Masalları'na kadar uzanır. 13. yüzyılda İtalyan edebiyatında Boccacio (Bokasyo)'nun "Dekameron (On Günlük)" adını taşıyan eseri bu türün ilk örneğidir.
XVIII. yüzyılda Voltaire hikâye türünde ürünler verir. İnsan dışı yaratıkları ve olmayacak olayları da hikâyelere karıştırır. Gerçek hikâye devri XIX. yüzyıl sonlarında realistlerle başlar. Alphonse Daudet, Guy de Maupassant gibi Fransız yazarlar hikâye örnekleri vermişlerdir.
Yine XIX. yüzyıl sonunda yetişen Stevenson, Rudyard Kipling gibi İngiliz hikâyeciler gözlemlere, serüvenlere ve bol şiirli anlatımlara başvurmuşlardır.
Mizahî hikâyeleri ile Mark Twain, O. Henry, daha sonra John Steinbeck, Anton Çehov gibi sanatçılar hikâyeleri ile ün kazanmışlardır.
Bizde Batılı anlamda hikâye 1870'lerden sonra görülmeye başlar. İlk hikâye denemesi, Emin Nihat'ın Müsameretnâme'sidir (1873). On iki parçadan oluşan bu eser, uzun kış gecelerinde eş ve dostun anlattığı hikâyeler biçimindedir. Bu yönüyle Binbir Gece Masalları ve Dekameron Hikâyeleri'ni anımsatır.
Batılı anlamda ilk hikâye örneklerini Ahmet Mithat Efendi Letâif-i Rivâyât (1880–1890) adlı eseriyle vermiştir. Samipaşazade Sezai Küçük Şeyler ile Nabizade Nazım da Karabibik adlı eseriyle bu türün ilk örneklerini vermişlerdir.
Batı tarzı hikâyenin ilk olgun örneklerini Servet-i Fünûncular vermiştir. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf gibi yazarlar, Maupassant tarzında hikâyeler yazmışlardır.
Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar bu türü devam ettirmişlerdir. Ayrıca, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Sevinç Çokum, Orhan Kemal, Bekir Yıldız, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Mustafa Kutlu, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Tarık Buğra gibi sanatçılar hikâye türünde eserler vermişlerdir.
Hikâye Çeşitleri: Hikâyeler oluşumlarına göre olay Hikâyesi ve durum Hikâyesi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Olay Hikâyesi: Olay Hikâyesi, ele alınan olayların mantıksal bir gelişim içerisinde verildiği Hikâyelerdir. Bu tür Hikâyelerde olaylar; serim, düğüm ve çözüm bölümlerine uygun olarak anlatılır. Olayların gelişiminde kişi, yer ve zaman ögeleri göz önünde bulundurulur. Bu tür Hikâye Fransız edebiyatında Maupassant tarafından geliştirildiği için Maupassant tarzı Hikâye adı da verilir.
2. Durum Hikâyesi: Olaylardan çok sosyal olgulara, duygu ve düşüncelere önem veren Hikâyelere durum Hikâyesi denir. Durum Hikâyesinde; duygu, düşünce ve hayaller ön planda olduğundan Hikâyenin diğer ögeleri; zaman, yer ve yaşam koşulları ikinci planda yer alır. Bunlar anlatımda okuyucuya sezdirilir. Bu tarz Hikâye Rus edebiyatında Anton Çehov tarafından başlatıldığı için Çehov tarzı Hikâye olarak da adlandırılır.
Türk edebiyatında; Ömer Seyfettin ve Refik Halit Karay olay Hikâyesinin, Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal da durum Hikâyesinin önemli temsilcilerindendir.
Hikâyenin Ögeleri:
a. Kişiler: Hikâyede anlatılan olayları veya durumları yaşayan kişilerdir. Hikâyede kişi sayısı azdır. Sadece bir veya birkaç kişi vardır ve onun başından geçenler anlatılır. Hikâyede olayları yapanlara ya da olaydan etkilenenlere Hikâyenin kahramanları denir. Kahramanın kendine özgü ayırt edici özellik taşımasına karakter; benzerlerinin niteliklerini abartılı bir biçimde üzerinde toplanmasına tip denir. Bu bakımdan her birey bir karakterdir, tip değildir. Kıskançlık, cimrilik, korkaklık, vb. birer tiptir.
b. Olay: Hikâye kişilerinin başından geçenlere olay denir. Hikâyede tek bir olay ele alınır. Bazen bu temel olaya bağlı küçük çaplı yan olaylar da olabilir. Ele alınan olayların gelişiminde mantıksal bir sıra izlenir.
Olay hikâyelerinde, olay ön planda olmasına karşın, durum hikâyelerinde olay ya ikinci plandadır ya da yok denecek kadar azdır.
c. Zaman: Hikâyede ele alınan olayın başladığı ve bittiği bir zaman dilimi mutlaka vardır. Olayların başlaması ile bitmesi arasındaki sürece zaman denir. Olaylar bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşir. Bazı hikâyelerde olay veya durum son durumdan başa doğru gelişebilir.
ç. Yer: Hikâyede ele alınan olay belli bir yerde (mekânda) geçer. Bu yer, okul, hastane, bahçe, sokak olabileceği gibi insanın iç dünyası da olabilir. Hikâyede yer ya da çevre, betimlemelerle tanıtılır ve kısa tutulur, ayrıntılara girilmez.
d. Dil ve anlatım: Hikâye ya birinci tekil kişinin ağzından ya da üçüncü tekil kişinin ağzından anlatılır. Birinci tekil kişi olayın içindedir. Üçüncü kişi ise olaya gözlemci, tanık olarak katılır.
Hikâye anlatış tarzı yazardan yazara farklılıklar gösterir. Her yazarın kendine göre dili kullanma biçimi vardır. Buna üslup adı verilir.
Hikâyede Plan: Hikâyede anlatılan olayın mantıksal bir gelişiminin sağlanması için iyi bir planlamanın yapılması gerekir. Planlama ile okurun ilgisi hikâye sonuna dek canlı tutulur. Hikâyede; serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Serim bölümü: Olayın geçtiği ortamın ve kişilerinin tanıtıldığı, yer ve zamanın belirtildiği bölümdür. Olay ve olay kişilerinin betimlemesi bu bölümde yapılır.
Düğüm bölümü: Bu bölüm başlayan olayın ne şekilde gelişeceğinin belirlendiği bölümdür. Bu bölümde olaylar gelişir ve merak ögesi yoğunlaşır.
Çözüm bölümü: Hikâyede ele alınan olayın sonuçlandığı bölümdür. Olaylar sona erer, yazarın amacı anlaşılır, olaylar çözümlenir.

Roman: Romanlarda, insanların başlarından geçen olaylar ayrıntılı bir şekilde işlenir. Böylece insanların duygu, düşünce ve hayal dünyaları geliştirilir. Yaşam deneyimleri artırılır.
Olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayların bir büyük olayla örülerek ayrıntılı bir şekilde yer ve zaman gösterilerek anlatıldığı uzun yazılara roman denir.
Romanda ele alınan olay etrafında pek çok küçük olay anlatılır. Ele alınan olayın gerçek ya da gerçeğe uygun olması, kişilerin gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere benzemesi, olayın geçtiği yer ve zamanın belli olması çevre ve kişilerin ruhsal çözümlemelerine yer verilmesi gerekir.
Romanlar yazıldığı devrin sosyal ve siyasal olaylarını yansıtır. Belli bir döneme ışık tutar.
Roman Çeşitleri: Romanlar bağlı oldukları akıma, işledikleri konulara ve içyapılarına vb. göre sınışandırılır.
Akımlarına göre:
1. Klâsik Roman: Biçim kusursuzluğuna akla ve sağduyuya dayanan romanlardır.
2. Romantik Roman: Duyguların ve hayallerin egemen olduğu romanlardır.
3. Realist Roman: Gerçekçi romanlardır. Yazarlar, eserlerinde kişiliklerini yansıtmazlar.
4. Natüralist Roman: Dünyayı daha da gerçekçi bir anlayışla ele alır. Natüralist sanatçıya göre dünya bir araştırma lâboratuarı, insan da denektir.
İşledikleri konulara göre:
1. Macera Romanı: Okuru heyecanlandırmayı amaçlayan gerilim ve korku dolu olan, çağdaş bilim verileriyle düş gücünden oluşan, polisiye olaylar üzerine kurulmuş, dedektif serüvenlerinin anlatıldığı ya da aşk konusunun ele alındığı romanlara Macera Romanı denir. Bu tür romanlarda "olay" her şey demektir. Olayların akışına uygun olarak çevre zengin, çeşitli ve değişkendir. Kahramanlar da sürekli hareket halindedir. Macera romanları, okuyucuya hoşça vakit geçirtir. Bu tür romanların kaynağını; gezi kitaplarında anlatılan serüvenlerle destanlardaki kahramanların başından geçen olaylarla ilişkilendirebiliriz.
XVIII. yüzyıl macera romanı yazarları arasında İngiliz yazar Daniel Defoe, Robinson Crusoe romanıyla; XIX. yüzyılda Amerikalı Femere Cooper, Casus ve Çizmeli Adam romanıyla; Rudyard Kipling Çengel Kitabı ve Kim romanıyla dünya edebiyatında önemli bir yer tutar.
Ahmet Mithat Efendinin, Hasan Mellâh ve Dünyaya İkinci Geliş adlı romanları macera romanının bizdeki ilk örnekleri sayılır.
2. Belgesel Roman: Konusunu tarihî olaylardan ve kişilerden alan, gerçek olaylardan yola çıkan, araştırma ve incelemeye dayalı romanlara Belgesel Roman denir. Bu tür romanlarda yazar, tarihî gerçekleri kendi hayal gücü ile birleştirerek anlatır. Böylece bir gerçekler sahnesi olan tarih, okuyucu için ilgi çekici bir hâle gelir.
Belgesel roman türünün ilk büyük yazarı Walter Scott’tır. Romantiklerden Victor Hugo, "Notre Damın Kamburu" adlı romanıyla bu türün güzel örneklerinden birini vermiştir. Namık Kemal'in yazdığı Cezmi, ilk belgesel romanımızdır.
3. Çözümlemeli (Psikolojik) Roman: Kişilerinin iç dünyalarını yansıtan, ruh çözümlemelerine önem veren romanlara Çözümlemeli Roman denir. Görünen olaylardan çok, olayların kişi üzerindeki etki ve yansımalarını konu edinen romanlardır. Bu tür romanlarda, ruhun derinliklerine inilir ve bilinçaltındaki gizemli istekler açığa vurulmaya çalışılır.
Madame De Le Fayette, La Princesse De Cieves (Prenses Dö Kiev) adlı romanıyla çözümlemeli romana ilk örneği vermiştir. Goethe, Paul Bourget, Dostoyevski, Marcel Proust, Franz Kafka, Andre Gide, Albert Camus tanınmış çözümlemeli roman yazarlarıdır. Mehmet Rauf'un, Eylül adlı romanı, Türk edebiyatının ilk çözümlemeli romanıdır. Ayrıca Halit Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar bu türde eserler vermiştir.
4. Tezli (Sosyal) Roman: Toplumsal sorunları konu alan, bu sorunlara ışık tutarak çözüm yolları üreten romanlara Tezli Roman denir.
Sosyal romanın ilk örneği, Victor Hugo'nun, Sefiller romanıdır. Türk edebiyatında Namık Kemal'in İntibah, Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Beyle Rakım Efendi, Samipaşazade Sezai'nin Sergüzeşt, Recaîzade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası, Nabizade Nazım'ın Zehra isimli romanları, sosyal içerikli romanlardır. Daha sonraki dönemlerde, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Orhan Kemal gibi pek çok yazarımız sosyal konulan işlemiştir.

Türk edebiyatında modern romanın ilk örnekleri, Tanzimat döneminde görülmeye başlar. Bunlar çeviri eserlerdir. İlk eser, Yusuf Kâmil Paşanın, Fenelon'dan yaptığı Telemague (Telemak) çevirisidir. Daha sonra Victor Hugo'nun, Hikâye-i Mağdurîn (Mağdurun Hikâyesi) adıyla yayınlanan Sefilleri, Daniel Defoe'nun Robenson Hikâyesi adıyla çevrilen Robinson Crusoe'dur.
Edebiyatımızda ilk yerli roman, Şemsettin Sami'nin, Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat (Talat ve Fıtnat'ın Aşkı)'tır, Sonra Ahmet Mithat Efendi, Hasan Mellâh'ı, Namık Kemal, ilk edebî roman kabul edilen İntibah'ı yazmıştır.
Bu öncü yazarlardan sonra Recaîzade Mahmut Ekrem, Araba Sevdasını; Sami Paşazade Sezai, Sergüzeşti yazmıştır.
Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk başarılı roman örneklerini, Servet-i Fünûn sanatçısı Halit Ziya Uşaklıgil vermiştir. Aynı dönemde Mehmet Rauf ve Hüseyin Rahmi Gürpınar da roman türünde eserler vermişlerdir.
II. Meşrutiyet ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar ve Reşat Nuri Güntekin, Türk toplumunun sıkıntılarını, memleket ülküsünü, toplumda kadının yerini, insan sevgisini işleyen romancılarımızdır.
1940'larda yurt ve köy sorunlarına yöneliş başlar. Nurullah Ataç’la dil sadeleşir. Her türlü konuda, çağdaş insanın sorunlarına eğilen yazarlarımız; Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay, Abdülhak Şinasi Hisar, Memduh Şevket Esendal, Peyami Safa, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Necati Cumalı, Oktay Akbal vb.
Köye yönelen sanatçılarımız; Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar vb.
Günümüzde ise, Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu, Attilâ İlhan, Oğuz Atay, Pınar Kür, Selim İleri, Mehmet Eroğlu, Erdal Öz, Ferit Edgü, Orhan Pamuk, Sevinç Çokum, Buket Uzuner, Ayla Kutlu, Ahmet Altan vb. sanatçılarımızı sayabiliriz.
Romanın Ögeleri
a. Kişiler: Romanda anlatılan olayları gerçekleştiren kişilerdir. Kişilerin olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve
dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
b. Olay: Roman kişilerinin yaptığı eylemlere olay denir. Romanda ana olay çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve ayrıntılar eserin değerini düşürür.
c. Zaman: Romanda işlenen olaylar belli bir zaman diliminde geçer. Olayların başlaması ile bitmesi arasında bir süreç vardır. Bu sürece zaman denir.
ç. Yer: Olayın veya olayların geçtiği, kahramanların yaşamlarını sürdürdüğü yerdir. Romanda yer, olayın kavranmasına, sunulmasına yardımcı olmalıdır. Romanda çevre betimlemeleri, olayla ve olayın kişileriyle ilgili önemli bilgiler verir.
d. Dil ve anlatım: Roman yazarının, kendine özgü dili kullanma becerisi vardır. Kimi uzun cümleler kurar, kimi de kısa cümleleri benimseyebilir. Kimi de devrik tümcenin ya da atasözü ve deyimlerin anlatım gücünden yararlanır. Bu anlatım biçimine üslup denir.
Olaylar ya roman başkişisinin ya da üçüncü kişinin ağzından anlatılır. ilk durumda yazar olayları yaşarken ikinci durumda yazar olaylar karşısında gözlemcidir, tanıktır.
Yazarlar roman yazarken anılarından, kişisel gözlemlerinden ve alınan küçük notlardan yararlanır.
Romanda Plan: Romanda ele alınan olayların mantıksal bir gelişimi yapılır. Temel olay çevresinde pek çok küçük olaylar işlendiğinden, kişiler ile olaylar arasındaki ilişkinin kurulabilmesi iyi bir planlama ile olasıdır.
Romanda da hikâyede olduğu gibi serim, düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Serim bölümü: Romana konu olan olaylar ile yer, çevre ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür. Bu bölümde olayın geçtiği zaman ile olay kişileri ve çevre betimlemesi yapılır.
Düğüm bölümü: Romanda olayların karmaşık bir hâl aldığı, okuyucunun merakının ve heyecanının yoğunlaştığı bölümdür. Romanda birden fazla düğüm bölümü bulunabilir ve en uzun bölüm bu kısımdır.
Çözüm bölümü: Düğüm bölümündeki olayların çözümlendiği, merak ve heyecanın giderildiği bölümdür. Bazı romanlarda sonuç, okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir.

Masal: Olağanüstü olaylarla süslü, olağanüstü kişilerin başlarından geçen olayları anlatan eserlere masal denir. Masallarda genelde olayların geçtiği yer ve zaman belli değildir. Masal bir ana olay çevresinde daha küçük çaplı olaylar ve çatışmalar ile gelişir. Anlatımda iç uyaklara (seci) yer verilir. Abartılı olaylarla süslenir.
Masallar kişilerin özellikle çocukların hayal dünyalarını geliştirir, güçlendirir. Kişilerinden bir kısmı; devler, periler, cinler, ejderhalar vb. doğaüstü yaratıklardır.
Masallar üç bölümden oluşur. Genelde bir varmış bir yokmuş diye başlayan bölüme döşeme adı verilir. Asıl olayın anlatıldığı bölüm de kendi arasında giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üçe ayrılır. Masalda her şeyin güzel bir sonucu bağlandığı bölüm dilek bölümüdür. Bu bölüm genellikle "Gökten üç elma düştü." diye bir tekerleme ile biter.
Masallarda genelde iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin savaşımı işlenir ve sonuçta iyiler kazanır, kötüler cezalandırılır.
Masallar genelde duyulan geçmiş zamanla anlatılır. Başında, ortasında ve sonunda söylenen kalıplaşmış sözlere tekerleme adı verilir.
Masallarda gençliğe toplumun düşünüş tarzı, zevki kuşaktan kuşağa aktarılır. Bölgeden bölgeye yayılır. Her bölgede farklı bir kimlik kazanır.
Edebiyatımızda; Binbir Gece Masalları, Keloğlan Masalları, Kül Kedisi gibi pek çok masal örneklerine rastlanır. Türk masalları, Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney vb. başka yazarlarca derlenmiştir.
DESTAN: İslamiyet öncesi sözlü edebiyatın en yaygın türüdür. Destanların bir kısmı evrenin, Dünya’nın, insanın nasıl oluştuğunu anlatır. Bir kısmı ise, konularını tarihten, toplumu derinden etkileyen olaylardan alır. Türk edebiyatında olduğu gibi dünya edebiyatında da ilk edebi verimler olarak destanlar karşımıza çıkar.
Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir. Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan manzum ve mensur, edebî eserlere destan adı verilir. Bu tür edebî eserler tabiî afetler (deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın vb.), göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.
Destanlar üç safhada oluşur:
a) Doğuş safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.
b) Yayılma safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.
c) Derleme (yazıya geçirme) safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.
Destanların genel özellikleri:
1. Anonimdirler.
2. Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
3. Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
4. Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
5. Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.

Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.
Destan çeşitleri:
Destanlar, oluşum biçimlerine göre ikiye ayrılır:
1.Doğal(Tabiî) Destan: Önce bir şair tarafından söylenen, zamanla şairi unutularak anonimleşen destanlardır. Bunlar, dilden dile dolaşırken büyük değişikliklere uğrar. Mesela Ergenekon Destanı doğal destandır.
2.Yapma (Sunî) Destan: Doğal destandan temel farkı, anonim nitelik taşımamasıdır. Bir şair tarafından, doğal destanlara benzetilerek yazılır. Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı adlı eserleri, birer yapma destandır.
İlk Türk Destanları
1.Altay-Yakut: Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi: a. Alp Er Tunga Destanı b. Şu Destanı
3.Hun Dönemi: a. Oğuz Kağan Destanı b. Attila destanı
4.Köktürk Dönemi: a. Bozkurt Destanı b. Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi: a. Türeyiş Destanı b. Göç Destanı
İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları
1. Karahanlı Dönemi: Saltuk Buğra Han Destanı
2. Kırgız Manas Destanı
3. Türk-Moğol: Cengiz-name
4. Tatar-Kırım: Timur ve Edige Destanları
5. Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri:
a. Seyyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c. Köroğlu Destanı
Türklerin Doğal Destanları:
Saka Destanları: Saka Türklerine ait bu destan da, Şu Destanı ve Alp Er Tunga Destanı olmak üzere iki parçadan oluşur. Bunlar Şu ve Alp Er Tunga adlarındaki komutanların hayat hikâyeleri üzerine kurulmuştur.
Hun Destanları: Oğuz Kağan Destanı ve Attila destanı olmak üzere iki destandan oluşur. Oğuz Kağan Destanı Hun hükümdarı Mete’nin hayatını konu alır; ancak onu olağanüstü niteliklere büründürerek anlatır. Bu destan, daha sonra değişikliklere uğrayarak İslami bir nitelik kazanmıştır.
Köktürk (Göktürk) Destanları: Birbirini tamamlayan Ergenekon Destanı ve Bozkurt Destanı’ndan oluşur. Bunlarda Türklerin tarih sahnesine nasıl çıktıkları ve hangi soydan geldikleri üzerine efsaneler anlatılır.
Uygur Destanları: Türeyiş Destanı ve Göç Destanı olmak üzere iki destandan oluşur. İlki Uygurların var oluşunu; ikincisi yurtlarından göç etmek zorunda kalışlarını anlatır.
Not: Kırgız Türklerinin Manas Destanı XI.-XII. yüzyıllarda oluşmuş, bir destandır. İslâmiyet öncesi Türk kültüründen izler taşımakla birlikte, İslâmî unsurlar daha ağır basmaktadır.
Milli Bir Destanın Özellikleri:
a. Yazarı bütün toplum, yani anonimdir.
b. Olaylar bir kahramanın çevresinde gelişir.
c. Konu toplum hayatıyla ilgilidir.
ç. Manzumdur.
d. Destanlar tarihle ilgilidir, fakat tarih değildir.
e. Destanlarda belli bir coğrafya vardır.
f. Destan kahramanları soylu insanlardan oluşur.
g. Destanlarda olağanüstü olaylar görülür.
ğ. Zaman bakımından uzun atlamalara rastlanır.

Mesnevi: Türk edebiyatında anlatı türünde batı tarzı yazılmış hikâye ve roman yoktur. Ancak bu türleri karşılayan divan edebiyatında Leyla vü Mecnun, Hüsrev-i Şirin, Yusuf u Züleyha ile Âşık Garip, Arzu ile Kanber, Battal Gazi vb. tarzında dinî tasavvufî nitelikli hikâyeler vardır.
Mesneviler de halkın anlatı ihtiyacını karşılamak üzere yazılmış eserlerdir.
Mesnevi, divan edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyitlerle yazılır ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. Yani beyitler arasında gazelde olduğu gibi uyak birliği yoktur. Bu nedenle uzun konuları işleme olanağı vardır. Genellikle okuyucuyu sıkmaması için aruz ölçüsünün kısa kalıpları kullanılır.
Mesnevi, divan edebiyatında bulunmayan hikâye ve roman türünü karşılamaktadır. Beyit sayısı sınırlı değildir.
Mesnevi, İran'da kurulmuş ve oradan bize geçmiştir. Kurucusu da aslen Türk olan Genceli Nizamî'dir. Nizamî arka arkaya beş tane mesnevi yazmıştır. Divan edebiyatında beş tane mesneviye "hamse" denir. Bütün divan şairleri hamse (beş tane mesnevi) yazmak için uğraşmışlardır. Türk edebiyatında da Süleyman Çelebi, Şeyhî, Fuzûlî, Nâbî ve Şeyh Galip gibi sanatçılar mesnevi yazmışlardır. Tam bir mesnevide şu bölümler bulunur:
1. Manzum ya da mensur Dibâce (Önsöz)
2. Tevhid
3. Münacat
4. Naat
5. Miraciye
6. Medh-i Cihâr-i Yar-i Güzin (Dört halifeye övgü)
7. Methiye
8. Sebeb-i Telif (Yazılış sebebi)
9. Âgâz-ı Dâsitan (Asıl konunun anlatıldığı bölüm)
10. Hatime (Sonsöz)
Mesneviler işlediği konular bakımından şu türlere ayrılır:
a. Cenk destanları mesnevisi: Savaş ve kahramanlık olaylarını şairin duygu ve düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. “Gazavatname” denir. İran edebiyatında Firdevsî'nin "Şehname" adlı eseri bu tür mesnevidir.
b. Aşk hikâyeleri mesnevisi: İslâm dünyasının ortak ürünü olan aşk hikâyelerini konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza'nın "Yusuf u Züleyha", Fuzuli’nin "Leyla vü Mecnun" adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
c. Dinî ve tasavvufî konulu mesnevi: Din ve tasavvuf konularını işleyen mesnevilerdir. Mevlana'nın "Mesnevi" adlı eseri ile Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necat (Mevlit)" adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
ç. Ahlaki ve didaktik mesnevi: Bilgi ve öğüt vermek amacıyla yazılan mesnevilerdir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın "Kıyafetname" ile Nabi'nin "Hayriyye-i Nabi" adlı eserleri bu türe girer.
d. Şehrengiz mesnevi: Padişah ya da devlet büyüklerinden birinin bir şehri ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami'nin "Şehrengiz-i Bursa" ile Enderunlu Fazıl’ın “Zenanname” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.
e. Mizahî konulu mesnevi: Toplumsal sorunları mizahî bir dille eleştiren mesnevilerdir. Şeyhî’nin “Harname” adlı mesnevisi bu türe girer.

Manzum Hikâye: Nazım şeklinde yazılmış hikâyelere manzum hikâye denir. Diğer hikâyede olduğu gibi manzum hikâyede de serim düğüm ve çözüm bölümleri bulunur. Meydana gelen bir olay ve olayı yapan kişi ve olayın geçtiği yer ve zaman vardır.
Türk edebiyatında Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy bu türde önemli eserler vermişlerdir. Orhan Veli Kanık ve bazı başka şairler de çeşitli fabl hikâyeleri ile Nasrettin Hoca fıkralarını manzum hikâye tarzında yazmışlardır.

Halk Hikâyeleri
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler.
Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikâyeleri konuları yönünden iki grupta incelenebilir.
Tek olay çevresinde gelişen halk hikayeleri olduğu gibi, kişi ve olay sayısı çok halk hikayeleri de vardır. Bu hikayeler âşıklar ve yaşlılar tarafından anlatılır.
Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir.
a. Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
b. Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler...
c. Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
d. Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri
NOT: Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki aşamanın ürünüdür.
NOT: Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel bir önem taşır.
Dede Korkut Hikayelerinin en önemli özellikleri şunlardır:
1) Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan” şeklindedir.
2) 12, 13 ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbeycan’da yaşayan müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğa üstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
3) 14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikayelerin 14.yy.’da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikayelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
4) Toplam on iki hikayeden oluşur.
5) Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
6) Hikayelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
7) Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
Karizmatik Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
9) Hikayelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
10) Aileye, çoğalmaya, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
11) Bütün hikayelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
12) Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
13) Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adelet, güzellik yüceltilir.
14) Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
15) At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
16) Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
17) Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
18) Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikayeler didaktiktir.
19) Hikayelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
20) Hikayelerde geçen ve hikayeler adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.

GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBÎ METİNLER
Tiyatro: Günlük hayatta her an karşılaşabileceğimiz olayları sahnede göstermek amacıyla yazılan eserlere tiyatro denir. Drama, dramatik edebiyat gibi sözler de tiyatro anlamına gelir. Dilimizde tiyatro sözcüğü sahne eseri, sahne eserlerini oynama sanatı ve sahne eserlerinin oynandığı bina anlamlarında da kullanılır.
Tiyatro, olayları dekorlar ve kişiler yardımıyla günlük hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde canlandırır. Bunun için hem göze, hem de kulağa hitap eden güzel sanatlardan yararlanır. Söz ve hareketler birbirini tamamlar. Oyuncu ile seyirci bütünleşir. Bu bakımdan edebî türler arasında en canlı, hayata en yakın olanıdır.
Tiyatro eserinde başlıca iki öge bulunur: olay ve kişiler. Olay anlatılmaz oyuncular tarafından canlandırılır. Kişiler, olayları yaşayan ya da olaydan etkilenen varlıklardır. Olayları ön planda yaşayan varlığa olayın başkahramanı denir.
Tiyatro eserleri de hikâye ve romanda olduğu gibi üç bölümden oluşur: Serim düğüm ve çözüm. Serim (giriş) bölümünde olay ve olayla ilgili kişiler kısaca ele alınır. Düğüm (gelişme) bölümü olaydaki kişilerin çatışması ve çatışmanın merak uyandıracak bir hâl aldığı bölümdür. Çözüm (sonuç) de ise olay bir sonuca bağlanır.
Tiyatro Çeşitleri: Bugünkü tiyatronun kaynağı Antik Yunan Tiyatrosudur. Antik tiyatronun iki türü olan trajedi ve komedinin kaynağı Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos adına yapılan törenlerdir. Trajedi ve komedinin ayırıcı özelliklerini Aristoteles ilk kez Poetika adlı eserinde belirtmiştir.
İlk örnekleri Antik Yunan edebiyatında görülen trajedi ve komedi, daha sonra Yunan ve Lâtin edebiyatlarının örnek tutulduğu klasisizm akımı devrinde özellikle Fransa'da yeniden canlanarak 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.
19. yüzyılda romantizm akımına bağlı sanatçıların trajedi ve komedinin klâsik kalıplarını kırması ve bir ölçüde bunları kaynaştırmasıyla dram doğmuştur.
Türk tiyatrosunda, Batılı anlamda ilk eser, Şinasi'nin Tanzimat döneminde yazdığı Şair Evlenmesi adlı bir perdelik komedidir. Tanzimatla birlikte Türk tiyatrosu komedi ve dram türüne yönelmiştir.
Komedi türünde yazanlar özellikle Moliere (Molyer)'den etkilenmişler, zaman zaman geleneksel oyunlarımızdan da yararlanmışlardır. Şinasi'nin yanı sıra Teodor Kasap, Âli Bey, Ahmet Vefik Paşa komedi türünde eserler vermişlerdir.
Dram türünde Namık Kemal, Abdülhak Hâmit Tarhan gibi yazarlar, romantizmin etkisiyle aşırı duygusallığa kapılmışlar, konuşma dilinden uzaklaşma, olay örgüsüne ve oyun tekniğine önem vermeme yüzünden pek başarılı olamamışlardır.
II. Meşrutiyet Dönemi'nde de tiyatro çalışmaları sürmüş, ancak başarılı ürünler Cumhuriyet Dönemi'nde verilmiştir.
Meşrutiyetten bu yana dram türünde eser veren bazı sanatçılar şunlardır: Müsahipzâde Celâl, Vedat Nedim Tör, Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Oktay Rıfat, Haldun Taner, Turgut Özakman, Sermet Çağan, Güngör Dilmen.

1. Trajedi: Yaşamın acıklı yönlerini, kendine özgü kurallarla sahnede yansıtmak; ahlâk, erdem örneği göstermek için yazılmış manzum tiyatro eserine trajedi denir. Trajedi; izleyicide korku, heyecan, acındırma duyguları uyandırarak ders vermeyi amaçlar. Trajedilerde işlenen trajik olay, iki yüksek değer arasındaki çelişkiyi yaşayan insanın durumundan doğar.
Klâsik trajedinin özellikleri şunlardır:
Trajedilerde erdem ve ahlâka her şeyin üstünde yer verilir.
Trajedi, konularını tarihten ve mitolojiden alır. 17. yüzyıla kadar yazılan trajedilerde konular, Yunan ve Lâtin mitolojisinden, tarihinden alınırdı.
Trajedilerde; çirkin sayılan vurma, yaralama, öldürme gibi olaylar, sahnede, seyircilerin gözleri önünde sergilenmez, bu olaylar sahne gerisinden duyurulur.
Trajediler, manzum olarak yazılır.
Trajedi beş perdeden oluşur.
Kahramanlar olağanüstü varlıklar veya soylulardır: Tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar; krallar, kraliçeler vb.
Trajedilerde üç birlik kuralı vardır. Bir eserin zaman, mekân (yer), olay birliği içinde verilmesine üç birlik kuralı denir:
Zaman Birliği: Eserin konusunu oluşturan olay, 24 saat içinde geçer. Eserin konusu, olayın sonuca en yakın yerinden seçilir
Yer Birliği: Olayın baştan sona kadar aynı yerde geçmesidir.
Olay Birliği: Piyesin tek bir ana olay çevresinde gelişmesidir.
Klâsik trajedinin önemli yazarları şunlardır: Aiskhylos (M.Ö. 6. yüzyıl), Sophokles (M.Ö.5. yüzyıl), Euripides (M.Ö. 5. yüzyıl), Ennius (M.Ö. 3. yüzyıl), Corneille (M.S. 17. yüzyıl), Racine (M.S. 17. yüzyıl).

2. Komedi: İzleyiciyi güldüren, eğlendiren ve eğlendirirken düşündüren tiyatro türüne komedi denir. Aristoteles, komediyi Poetika adlı eserinde şöyle tanımlar: "Komedi, ortalamadan daha aşağı (kötü) olan karakterlerin taklididir. Bununla birlikte komedi, her kötü olanı taklit etmez; tersine gülünç olanı taklit eder. Bu ise soylu olmayanın bir bölümüdür. Çünkü gülünç olanın özü soylu olmayışa ve kusura dayanır."
Klasik komedinin özellikleri şunlardır:
Komedide kişilerin ya da toplumun gülünç yanları ortaya konularak seyirciyi güldürme yoluyla düşündürme ve doğru yola yöneltme amacı güdülür.
Konular günlük yaşamdan alınır.
Kişiler çoğunlukla halk kesiminden kimselerdir.
Acı veren olaylar (vurmak, yaralamak vb.) seyircinin gözü önünde gerçekleştirilebilir.
Üslûpta soyluluk aranmaz; her türlü kaba sözlere ve şakalara yer verilir.
Nazımla yazılır. (17. yüzyıl klâsik edebiyatında nesirle yazılmış komediler de vardır.)
Trajediler gibi komediler de birbiri arkasından sürüp giden "diyalog" ve "koro" bölümlerinden oluşur. Eser ara vermeden oynanır, perde arası yoktur.
Komedide de üç birlik kuralına uyulmuştur. Sonraları bu kuraldan vazgeçilmiştir. Günümüz komedi yazarları komedinin bu klâsik kuralına bağlı kalmadan eserlerini oluşturmuşlardır.
Başlıca Komedi Çeşitleri:
Karakter Komedisi: İnsan karakterinin gülünç ve aksak yanlarını konu alan komedidir. Moliere'in Cimri, Shakespeare ( Şekspir)'in Venedik Taciri adlı eserleri karakter komedisidir.
Töre Komedisi: Toplumun gülünç ve aksak yanlarını konu alan komedidir. Moliere'in Gülünç Kibarlar, Gogol'un Müfettiş, Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı eserleri töre komedisidir.
Entrika Komedisi: Olayların şaşırtıcı biçimde düzenlendiği, çoklukla güldürmekten başka bir amaç güdülmeden yazılan komedidir. Moliere'in Scapin'in Dolapları, Shakespeare'in Yanlışlıklar Komedisi adlı eserleri entrika komedisidir. Entrika komedilerine vodvil de denilmektedir.
Klâsik komedinin önemli yazarları şunlardır: Aristophanes (M.Ö. 5.yüzyıl), Menandros (M.Ö. 4. yüzyıl), Terentius (M.Ö. 3. yüzyıl), Plautus (M.Ö. 3. yüzyıl), Moliere (M.S. 17. yüzyıl).

3. Dram: Yaşamın acıklı ve gülünç yönlerini bir arada yansıtan tiyatro türüne dram denir.
Komediler yalnız gülünç, trajediler de acıklı olayları canlandırmak için yazılmıştır. Oysaki yaşam, acıları ve sevinçleriyle bir bütündür. 19. yüzyılda Fransa'da, yaşamın hem acıklı hem gülünç yönlerini birlikte işleyen dram türü ortaya çıkmıştır.
Dram türünün gelişiminde Shakespeare (Şekspir)'in önemli katkıları olmuştur. Shakespeare, klâsik tiyatronun zaman ve yer birliği kurallarını yıkmıştır. Ayrıca acıklı ve gülünç olayları sahnede iç içe vererek dramın ilk örneklerini vermiştir. Sanatçının, şiir ile düz yazıyı iç içe kullandığı oyunları, önce Alman romantiklerini, sonra da Fransız romantiklerini etkilemiş, böylece dramın temelleri atılmıştır.
Fransız romantiklerinden Victor Hugo (Viktor Hügo), Cromwel adlı eserinin ön sözünde dramın özelliklerini şu sözlerle açıklar: "Dramın özelliği gerçektir. Gerçek, yaratılışta, yaşamda olduğu gibi dramda da karşılaşan iki tipin; yüce ile gülüncün birleşmesinden doğar. Doğada olan her şey sanatta da vardır."
Dramın özellikleri şunlardır:
Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
Hem acıklı hem de gülünç olaylar, yaşamda olduğu gibi bir arada bulunabilir.
Olay, tarihin herhangi bir devrinden ya da günlük yaşamdan alınabilir.
Kişiler halkın her kesiminden seçilebilir.
Klâsik trajedi ve komedilerdeki Eski Yunan mitolojisine yönelik değerler yerine ulusal değerlere yönelme görülür.
Acı veren olaylar (vurma, öldürme vb.) sahnede oluş hâlinde gösterilebilir.
Perde sayısı yazarın isteğine bağlıdır.
Hem şiirle hem düz yazıyla yazılabilir.

Romantik dönemden günümüze kadar her edebî dönemde dram türü gelişmiş, düzeyli, ciddi bir anlatım aracı olarak varlığını korumuştur.
Dram türünün önemli yazarları şunlardır. Rönesans dönemi tiyatro yazarlarından William Shakespeare (16. yüzyıl), Goethe (18.yüzyıl), Schiller (18.yüzyıl) Victor Hugo (19. yüzyıl).

4. Çağdaş Tiyatro: Teknik buluşların getirdiği yenilikler ile uygarlığın insan üzerindeki etkileri tiyatroya yeni olanak ve temalar getirdi. İnsanoğlunun yaşamındaki değişim ve gelişimler, tiyatroya sayısız yenileşme öğeleri kattı ve bu sanat dalına yeni sorumluluklar yükledi. Art arda gelen iki büyük savaş, birbirinin ardı sıra doğan düşünce ve sanat akımları tiyatronun iç yapısında köklü değişiklikler oluşturdu. Şiir, resim, heykel ve müzikteki hızlı değişimler de, onlardan yararlanan tiyatroyu etkilemiştir. Günümüz oyun yazarları, bu sanat dallarının kendilerine sunduğu olanakları da kullanarak değişik anlayışlarla oyunlarını yazmaktadır.
Çağımız tiyatrosunda, tiyatro geleneklerinin ve kurallarının değiştiğini görürüz. Tiyatro, artık, yaşamı olduğu gibi değil, görünmeyen iç yüzüyle yansıtır. Sanat, doğayı olduğu gibi taklit etmez. İnsanın çok zengin bir iç dünyası vardır. Bu iç dünya toplum ve doğa mantığına uymayabilir. Bu nedenle sahnede saçma gibi görünen sözler söylenebilir, dengesiz hareketler olabilir.
a) Absürd (Uyumsuz, Saçma) Tiyatro: Absürd tiyatro, bir bakıma geleneksel tiyatronun kurallarını ve düzenlerini hiçe saymıştır. Tiyatro, her şeyi anlamaktan, canlandırmaktan çok, bir ses ve hareket düzeni olmalıdır. Olaylar arasında bağ kurulması her zaman şart olmayıp oyun, birbirine ilgisiz görünen sesler, sözler, eylemler hâlinde sürüp gitmelidir. Az olay ve az sözle çok mesaj vermek gerekir. Acıklı olaylar bile alay konusu olabilir. Absürd tiyatroda perde düzenine; serim, düğüm, çözüm bölümlerine önem verilmez. Eser; bilinmeyenlerle, sembollerle ve saçma denilebilecek kurgularla doludur. Bu tiyatro anlayışında önemli olan; bir duygu ve olayın biçimini, oluşumunu göstermektir.
Absürd tiyatronun önemli yazarları şunlardır: Eugene İonesco, Amedee, Samuel Beckett, Seraphin Audiberti, John Osborn.
Türk tiyatrosunda Güngör Dilmen’in "Canlı Maymun Lokantası" adlı eseri bu türün bir örneğidir.
b) Epik (Destansı) Tiyatro: Çağdaş tiyatronun başka bir kolu da Epik tiyatrodur. Bu tiyatro türünün önderi, Alman yazar Berthold Brecht'tir.
Epik tiyatro, oyunun izleyiciyi büyülemesine karşıdır. Yani temsil sırasında, izleyicinin oyuna kendini kaptırmasını ve büyülenmesini önlemek ister. Bunun için sahne, dekordan ve olaylardan uzak tutulur. İzleyiciye de temsilde gördüklerinin gerçek değil, bir oyun olduğu hatırlatılır. Epik tiyatro, izleyiciyi uyanık tutmak ister. Bunu sağlamak için araya şarkılar, tekerlemeler, oyunu birdenbire kesen açıklamalar konur. Entrikaların iç yüzü durup dururken açıklanır.
Epik tiyatronun önemli yazarları şunlardır: Arthur Adamov, Max Frisch, Frederich Dürrenmatt.
Türk tiyatrosunda Haldun Taner, "Keşanlı Ali Destanı" adlı eseriyle epik tiyatro örneği vermiştir.

5. Müzikli Tiyatrolar: Sözleri bestelenmiş tiyatro türüdür. Tamamen bestelenen tiyatro türleri olduğu gibi, yarısı beste yarısı söze dayanan tiyatro türleri de vardır.
Opera: Müzik eşliğinde söylenen şarkılı oyunlara opera denir. Lirik dram olarak da bilinir. Tamamen nazım (şiir) şeklinde yazılır ve bestelenir. Eserde şiir, müzik, ışık, kostüm, raks (oyun) ve estetik zenginlik tam bir uyum içerisinde bulunur.
Opera 17. yy başlarında İtalya’da doğmuş ve oradan, önce Fransa'ya sonra da Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
Opera – Komik: Güldürücü bir biçimde yazılan operadır.
Operet: Halka hitap eden müzikli komedidir. Halk şarkılarına dayalı, sade üslupla haşf ve coşkun eğlenceli konularda yazılıp bestelenmiş sahne oyunudur. Daha çok eğlendirici yanı vardır.
Komedi Müzikal: Sözlerinin arasında müzikli parçalar bulunan vodvil ya da komedilere denir. Acıklı, gülünç sahnelere yer verilir. Müzikli bölümlerde halk şarkılarından yararlanılır.
Bale: Konusunu, müzik eşliğinde hareketlerle anlatan tiyatro türüdür. Balede konuşma yoktur. Her şey danslı hareketlerle anlatılır.
Revü: Revü; tablo, skeç, şarkı ve monolog gibi sahnelerden kurulu, daha çok gündelik olayları alaya alan ve taşlayan bir gösteri türüdür.
Skeç: Genellikle bir nükteyle son bulan, az kişili ve yalın, şakacı bir içeriği olan kısa oyundur.

6. Gelenekli Türk Tiyatrosu: Zamanımızdan yaklaşık dört bin yıl önce Orta Asya'da yaşayan Türk boylarının bulunduğunu biliyoruz. Türklerin sığır, yuğ, şölen adları verilen törenlerindeki gösteriler, gelenekli Türk tiyatrosunun ilk örnekleri sayılabilir. Bu törenlerin yönetmen ve oyuncuları şaman adı verilen din adamlarıdır.
Zamanla içeriği genişleyen dinsel törenler, geleneksel törenler hâline gelir. Ergenokon Destanı'nda yer alan demir dövme töreni bu örneklerden birini oluşturur. Bu törene bütün boy halkı katılır, büyük bir alan sahne olarak kullanılırdı. Dede Korkut Öyküleri incelendiğinde, ozan ve kopuzun dram sanatının bir parçası olduğu anlaşılır. Ayrıca Şamanizm ayinleri bu bakımdan dikkati çeker.
11. yüzyılda İslâmiyet'i tamamen kabul etmiş olan Türkler, yeni kültürün etkisiyle tiyatrodan uzak kaldılar. Buna karşılık, gölge (hayal) oyunları cansız olduğu için, hoşgörüyle karşılanmıştır. Ayrıca Türkler; kültür, inanış ve yaşayışlarına uygun olarak geleneğe dayalı bir canlandırma sanatı geliştirdiler. Gelenekli Türk tiyatrosu adı verilen bu tiyatro anlayışının kolları şunlardır:
Köy Seyirlik Oyunları: Geleneksel Türk tiyatrosunun kaynakları içerisinde köy seyirlik oyunların özel bir önemi vardır. Halen özellikle Anadolu da ki pek çok köyde devam ettirilen köy seyirlik oyun geleneğinin tarihi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Geçmişin tiyatrosundan geleceğin tiyatrosuna önemli bir kaynaktır bu oyunlar. Binlerce yıl önce Anadolu insanları, toplayıcılık kültüründen tarım kültürüne geçtiği dönemlerden itibaren günümüze kadar mevsim dönüşümlerine, ekim-dikim ve hasat zamanlarına özel bir önem vermiş, bu zamanları oruç, ritüel ve şenliklerle kutsamıştır. Binlerce yıl önce Anadolu insanları, geçimlerini günümüzde de olduğu gibi tarımdan sağlıyorlardı. Ekim yapılmadığı kış ayları onlar için kıtlık zamanlarıydı. Yaz ayları ise tam bolluk ve bereket dönemleri idi. Kıtlık, karanlıkla özdeşti, kara ile simgeleniyordu. Bolluk ise beyazla özdeşti, beyaz ile simgeleniyordu. Mevsimler arasındaki bu ak-kara çatışması köy seyirlik oyunların temel yapısını belirliyordu.

Günümüze kadar gelen köy seyirlik oyunların büyük bölümü işte bu ak-kara çatışması üzerine kuruludur.
Özellikle Sivas köylerinde karşılaştığımız "saya gezme" adı verilen ritüelde, yazı ve kışı simgeleyen aklar giyinmiş genç kız ile yüzü karaya boyanmışa "Arap" ve onların peşine takılan çoluk çocukla dolu bir alay, köyde kapı kapı dolaşır, her evden geçen hasattan kalma hububatı toplar, köy meydanında bu hububat pişirilerek tüm köylülerce yenir. Hemen arkasından oynanan köy seyirlik oyunun da Arap, genç kızı kaçırır. Sonra da kızın yakınlarının genç kızı yeniden bulmasıyla şenlik yapılır. Arap kovalanır, böylece kış ayı kovulur, yazın gelmesi coşkuyla kutlanır, genç kız evlendirilerek düğünü yapılır. Az önce genç kızın kaçırılmasına üzülen, yas tutan seyirciler, az sonra, genç kızın Arap’ın elinden kurtulmasıyla sevinir, hep birlikte halay çekerek, dans ederek bu olayı kutlar.
Köy seyirlik oyunlar, adı üzerinde seyirlik oyunlardır. Tıpkı ortaoyunumuzda olduğu gibi bu oyunlar da genellikle köyün ortasında, köy meydanında oynanır. Seyirciler çepeçevre oyuncuları çevreler.
Oyuncu - seyirci ayrılığı hem vardır hem yoktur. Oyuncuları oyuna seyirciler hep beraber hazırlar. Bir tas, bir şapka, bir baston, bir deve, bir sopa, bir tüfek olabilir. Sırası gelen oyuncu seyirci içinden çıkarak oyuna katılır, oyundaki görevi bittikten sonra yeniden seyircilerin arasına karışır.

Meddah: Methedici (övücü), taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya meddah denir. Türk halk zekâsının ve halkın, olayları karikatürize etme gücünün büyük sanatlarından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu yaşamış, Türk halkı arasında çok ilgi görmüştür. Meddahlık için tek adamlı tiyatro diyebiliriz. Meddah, tiyatronun bütün kişilerini varlığında birleştiren bir aktördür. Yüksekçe bir yerde oturarak bir öyküyü başndan sonuna kadar, canlandırdığı kişileri ağız özelliklerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, elbiseleri, dekoru, kişileri bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen o tek adamın zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki başarısına bağlıdır. Meddahların çoğu, klasikleşmiş beyitlerle öykülerine başlarlar. Meddah anlatacağı öyküye geçmeden önce: "Haak dostum Haak!" diyerek çoğunlukla şu beyitle öyküye girer:
"Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet,
Dinle imdi bende-i âcizden hoş bir hikâyet."
Meddah kişilerin ağız özelliklerini taklit ettiği gibi hayvanların, doğanın ve cansız nesnelerin seslerini de taklit eder. Meddahın iki aracı vardır; biri boynuna doladığı mendili, öteki de elinde tuttuğu sopasıdır. Mendille çeşitli başlıklar yapar, terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak, seyirciyi suskunluğa çağırmak, kapıyı vurmak için ya da saz, süpürge, tüfek, at yerine kullanır.
Bitişte özür diler, oyundan çıkan sonucu (kıssa) bildirir. Daha sonra anlatacağı öykünün adını ve öyküyü nerede anlatacağını söyler.
Günümüzde meddahlıkla ilgili birkaç dağınık yazma ve taş baskısı kitap dışında fazla kaynak yoktur. İstanbul Üniversitesi Kitaplığında bulunan "Mecmûa-ı Fevâid" meddahlar üzerine yazılmış önemli bir kaynaktır.

Orta Oyunu: Orta oyunu, çevresi izleyicilerle çevrili bir alan içinde oynanan, yazılı metne dayanmayan, içinde müzik, raks ve şarkı da bulunan doğaçlama bir oyundur. Orta oyunu adının geçtiği ilk belge 1834 tarihlidir. Daha eski kaynaklarda bu oyun; kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhuri gibi adlarla anılmıştır.
Orta oyunu, han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde de oynanmakla birlikte, genel olarak açık yerlerde ortada oynanan bir oyundur. Oyunun oynandığı yuvarlak ya da oval alana palanga denir. Oyunun dekoru; yeni dünya denilen bezsiz bir paravandan ve dükkân denilen iki katlı bir kafesten oluşur. Yeni dünya ev olarak, dükkân da işyeri olarak kullanılır. Dükkânda bir tezgâh, birkaç hasır iskemle bulunur.
Orta oyununun kişileri ve fasılları Karagöz oyunuyla büyük oranda benzerlik gösterir. Oyunun en önemli iki kişisi Kavuklu ile Pişekâr'dır. Kavuklu, Karagöz oyunundaki Karagöz'ün karşılığı, Pişekâr da Hacivat'ın karşılığıdır. Orta oyununda da gülmece öğesi, Karagöz oyunundaki gibi, yanlış anlamalara, nüktelere ve güldürücü hareketlere dayanır. Oyunda çeşitli mesleklerden, yörelerden, uluslardan insanların meslekî ve yöresel özellikleri, ağızları taklit edilir. Bunlar arasında Arap, Acem, Kastamonulu, Kayserili, Kürt, Frenk, Laz, Yahudi, Ermeni vb. sayılabilir. Orta oyununda kadın rolünü oynayan kadın kılığına girmiş erkeğe Zenne denir.
Kavuklu Hamdi ile Pişekâr Küçük İsmail Efendi, orta oyununun önemli ustaları sayılır.
Orta Oyununun Bölümleri:
Mukaddime (Giriş): Zurnacı, Pişekâr havası çalar. Pişekâr çıkar ve izleyiciyi selâmladıktan sonra zurnacıyla konuşur. Bu konuşmada, oynanacak oyunun adı bildirilir. Daha sonra zurnacı Kavuklu havasını çalar. Kavuklu ile Kavuklu arkası oyun alanına girer. Kavuklu ile Kavuklu arkası arasında kısa bir konuşma geçer. Sonra bu kişiler birden Pişekâr'ı görüp korkarlar ve korkudan birbirlerinin üstüne düşerler. Bazı oyunlarda zenne takımı ve Çelebi'nin daha önce çıkıp Pişekar'la konuştukları bir sahne de vardır.
Muhavere (Söyleşme): Bu bölüm Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirleriyle tanıdık çıktıkları tanışma konuşmasıyla başlar. Kavuklu ile Pişekâr'ın birbirinin sözlerini ters anlamaları bir gülmece oluşturur ki buna arzbâr denir. Arzbârdan sonra tekerleme başlar. Tekerlemede Kavuklu, başından geçen olağan dışı bir olayı Pişekâr'a anlatır. Pişekâr da bunu gerçekmiş gibi dinler, sonunda bunun düş olduğu anlaşılır.
Fasıl (Oyun): Oyunun asıl bölümü, belli bir olayın canlandırıldığı fasıl bölümüdür. Orta oyunu fasılları genellikle iki paralel olay dizisinde gelişir. Dükkân dekorunda gelişen olaylarda genellikle Kavuklu bir iş arar. Pişekâr'ın ona iş bulmasıyla olaylar gelişir. Dükkâna gelip giden çeşitli müşterilerle ilgili oyunlar da vardır. İkinci olaylar dizisi yeni dünya denilen ev dekorunda geçer. Zenne takımının, Pişekâr aracılığıyla ev araması ve bir eve yerleşmesi biçiminde olaylar gelişir.
Bitiş: Oyunun son bölümüdür. Pişekâr, izleyicilerden özür dileyerek gelecek oyunun adını ve yerini bildirir. Oyunu kapatır.
Geleneksel Türk halk tiyatrosunun önemli seyirliklerinden olan orta oyununun başlıcaları şunlardır: Mahalle Baskını, Terzi Oyunu, Yazıcı Oyunu, Büyücü Hoca, Fotoğrafçı, Hamam, Tahir İle Zühre, Kale Oyunu, Pazarcılar, Çeşme, Gözlemeci, Çifte Hamamlar, Kunduracı, Eskici Abdi.

Karagöz: Karagöz, bir gölge oyunudur. Bu oyun, deriden kesilen ve tasvir adı verilen birtakım şekillerin (insan, hayvan, bitki, eşya vb.) arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perde üzerine yansıtılması temeline dayanır.
Gölge oyununun önce Çin'de (M.Ö. 2. yüzyıl) veya Hint'te çıktığı söylentileri vardır. Evliya Çelebi ise Karagöz ile Hacivat'ın Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat zamanında (13. yüzyıl) yaşamış gerçek kişiler olduğunu belirtir.
Halk arasındaki bir söylentiye göre ise Karagöz ile Hacivat, Sultan Orhan (14. yüzyıl) zamanında Bursa'da bir cami yapımında çalışmış işçilerdir. İkisi arasındaki nükteli konuşmalar, diğer işçileri oyaladığı için Sultan Orhan tarafından öldürtülmüşlerdir. Daha sonra Şeyh Küşterî, Hacivat ve Karagöz'ün deriden yapılmış tasvirlerini oynatmış ve onların şakalarını tekrarlamıştır. Bu nedenle Karagöz perdesine Küşteri Meydanı da denir.
İslâm dünyasında 11. yüzyılda sözü edilmeye başlanan bu oyuna hayal-i zill (gölge hayali) adı verilmiştir. Karagöz oyunu, özellikle 17. yüzyıldan sonra oldukça yaygınlaşmıştır. 19. yüzyılda Karagöz, kısaca, hayal oyunu diye anılmış, bu oyunu oynatan sanatçılara da hayalî (hayalci, Karagözcü) denmiştir.
Karagöz oyunu, halk kültürünün ortak ürünüdür. Bu oyunlarda işlenen çeşitli konuları kimin düzenlediği belli değildir. Karagöz, tuluata dayandığı için oyunun sözlerini, her sanatçı, oyun sırasında kendine göre düzenler. Karagöz oyunları 19. yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmıştır.
Karagöz Oyunun Bölümleri:
Mukaddime (Giriş): Oyunun başlangıç bölümüdür. Perdede görüntü verilmeden önce müzik başlar. Sonra konuya uygun olarak bir görüntü verilir. Hacivat “Of... hay, Haak!” diyerek perde gazeline başlar.
Muhavere (Söyleşme): Karagöz ile Hacivat arasında geçer. Muhavere İki bölüme ayrılır: Bunlar, fasılla ilişkisi olan ve fasılla ilişkisi olmayan bölümlerdir. Muhaverede yalnız, Hacivat ve Karagöz bir oyun oynar. Bu oyun, önce olmayacak bir olayın gerçekleşmiş gibi anlatılmasıyla başlar, sonra bunun düş olduğu anlaşılır.
Fasıl (Oyun): Oyunun kendisidir. Hacivat ve Karagöz'den başka oyun kişileri fasılda görünürler. Karagöz oyunları genellikle adlarını bu bölümün içeriğinden alır.
Bitiş: Bu bölüm çok kısadır. Karagöz, oyunun bittiğini haber verir, kusurlar için özür diler, gelecek oyunu duyurur. Karagöz'le Hacivat arasında kısa bir söyleşme geçer. Bu söyleşmede oyundan çıkarılacak sonuç da belirtilir.
Karagöz Oyununun Kişileri: Karagöz oyununun en önemli kişileri Karagöz ile Hacivat'tır. Karagöz okumamış halkı; Hacivat ise aydın ya da yarı aydın kimseleri temsil eder. Oyunda konuya göre türlü meslek, yöre ve uluslardan kişiler, kendi şiveleriyle taklit edilir. Karagöz oyununun diğer önemli kişileri şunlardır:
Çelebi (Genç, züppe bir mirasyedi)
Kürt (Hamal, bekçi)
Altı Kulaç Beberuhi (Cüce ve aptal)
Arnavut (Bahçıvan, korucu, bozacı)
Tuzsuz Deli Bekir (Sarhoş, zorba)
Acem (Zengin tüccar)
Efe (Zorba)
Ak Arap (Dilenci, kahve dövücüsü)
Matiz (Sarhoş)
Zenci Arap (Lala, köle)
Zenne (Kadın)
Yahudi (Bezirgan)
Kastamonulu (Oduncu, bekçi)
Ermeni (Kuyumcu)
Bolulu (Aşçı)
Frenk ve Rum (Doktor, terzi, tüccar, meyhaneci)
Kayserili (Pastırmacı)
Laz (Kayıkçı, kalaycı)
Rumelili (Pehlivan, arabacı)
Tiryaki (Lâf ebesi)
Karagöz oyununun dağarcığı: Bilinen Karagöz oyunlarının sayısı çoksa da Karagöz oyununun klâsik dağarcığı yirmi sekiz oyunda birleşmiştir. Bu oyunlardan bazıları şunlardır: Ağalık, Bahçe Sefası, Balıkçılar, Baskın, Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Cambazlar, Sahte Esirci, Hain Kâhya, Horozlu Düğün, Karagöz'ün Yalova Sefası, Cin Çarpması.

ÖĞRETİCİ METİNLER
Edebiyat alanı içerisine giren metinler sanat eserleri ve düşünce eserleri olarak iki ana grupta incelenir. Bunlardan düşünce eserleri diğer bir söyleyişle öğretici metinler bilgi ve haber vermek, konuları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek ve tanıtmak amacıyla yazılır.
Öğretici metinler, bilgi vermek amacıyla yazılırlar. Bu metinlerle sağlanan iletişimin amacı bilinmeyeni açıklamak; herhangi bir yer ve olay hakkında bilgi vermek; bir düşünceyi, duyguyu kanaati bildirmektir. Öğretici metinler günlük hayatın gerçeklerini, tarihî olayları, felsefi düşünceleri ve bilimsel gerçekleri anlatan metinlerdir. Öğretici metinlerde yazılış amacı ile sezdirilen anlam arasında bir ilişki söz konusudur. Öğretici metinler genel de kelimelerin ilk anlamlarıyla oluşturulduklarından, bu metinlerin okuyucuda bıraktığı izlenim de farklı değildir.
Öğretici metinler de giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden meydana gelir. Metinde cümleler ve paragraflar arasındaki ilgi kendi içinde anlam bütünlüğü sağlar. Anlam bütünlüğü olan birimlerin bir düzene bağlı olarak birleşmesi sonucu da metnin yapısı oluşur.
Öğretici metinlerde okuyucuya verilmek istenen temel düşünceye ana düşünce, ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denilir.
Ana düşünce okuyucuya iletilmek istenen düşüncenin en kısa ve yalın ifadesidir. Bir metinde ana düşünce genelde açıkça ifade edilmez. Yazının tamamından okuyucunun çıkartması beklenir. Ancak az da olsa ana düşüncesi giriş, gelişme ya da sonuç bölümünde yer alan metinler de vardır.
Bir metindeki ana düşünce çevresinde gelişen başka metinler yazılabilir. Bu metin yazarın görüş açısına göre değişir.
Öğretici metinlerde açık, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır. Metin ile yazar arasında bir ilişki vardır. Yazar ortaya koyduğu metne kişisel düşünce, görüş ve izlenimlerini yansıtır.
Öğretici metinleri okuyan herkes bilgi düzeyine, kültür seviyesine göre anlar. Öğretici metinlerde bilimsel kavramlara, felsefi ve teknik terimlere yer verilir.
Öğretici metinler kendi aralarında tarihî, felsefi, bilimsel metinler, gazete çevresinde oluşan metinler ile kişisel hayatı konu alan metinler olmak üzere çeşitli türlere ayrılır. Gazete çevresinde oluşan metinler de makale, fıkra, deneme, eleştiri vb türlere ayrılır.
Kişisel hayatı konu alan metinler ise hatıra, gezi, mektup, biyografi, günlük gibi türlerden oluşur.
1. Tarihî Metinler: Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına tarih; tarih incelemeleri sonucunda yazılan metinlere de tarihi metin denir.
2. Felsefî Metinler: Felsefe konularını ele alan, felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefî metin denir. Yunanca “Seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum” anlamına gelen phileo ile; bilgi bilgelik anlamına gelen sophia sözcüklerinin birleşmesinden oluşan felsefe kavramı üzerinde herkesin uzlaştığı net bir tanım yoktur. İnsan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara cevap bulmaya, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışır. Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir. Felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı her türlü malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir. Felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.
3. Bilimsel Metinler : Bilimsel bilgiyi iletmeyi sağlayan metinlere bilimsel metinler denir. Bu yazılarda açıklık ve kesinlik önemlidir. Alanında gerekli donanıma sahip kişilerce kısa, öz ve hemen anlaşılabilir tarzda yazılır. Bu yazıların en önemli amacı bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir. Bilimsel metinler; bilimsel makale, tarama, değerlendirme yazıları, konferans raporları, toplantı özetleri olarak gruplandırılabilir. Bu metinler; başlık, özet, giriş, asıl metin, sonuç ve tartıma bölümlerinden oluşur.
4. Gazete Çevresinde Gelişen Metin Türleri:
Makale: İlk olarak çıkışı ve gelişimi gazeteler ile olan makale, bugün varlığını sürdürmektedir. Yazı türlerinin çoğalması ve gelişmesi gazetelerde karşılaştığımız fıkra türüne girmekte, makaleler ise daha çok bilimsel içerikli dergilerde yayınlanmaktadır. Makale tam olarak; bilimsel bir konuya yeni bir açıdan bakan ve bunu kanıtlayan bilimsel yazılardır. İki temel özelliği vardır. Bunlardan birincisi konuya yeni bir açıdan bakıyor olması ikincisi ise ispat kaygısı taşımasıdır. Bu yüzden makalelerin dili akıcı ve ciddidir.
Öğretici metin türlerinin ve düşünce yazılarının en önemlisidir. Yapılan makale tanımlarında iki özellik üzerinde durulur. Birinci özellik herhangi bir konuda bilgi vermek, açıklamak, ikincisi, ise bir düşünceyi savunmak, bir savı kanıtlamaktır.
Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir. Bu yüzden süre olarak sabır ister. Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri

Konu için edebiyat ekibine teşekkürler.

Back to Top
 Post Reply Post Reply

Forum Jump Forum Permissions View Drop Down



This page was generated in 0.143 seconds.