Vesiletunnecat Homepage
Forum Home Forum Home > ORGANİZASYON > Eğitim - Öğrenim
  New Posts New Posts
  FAQ FAQ  Forum Search   Register Register  Login Login

24 Saat Kur`an-ı Kerim Dinleme


AHLAK KONULARI

 Post Reply Post Reply
Author
Message
kral View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 08-03-2006
Status: Offline
Points: 1323
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote kral Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Topic: AHLAK KONULARI
    Posted: 01-03-2009 at 20:24
Ahlâkın Mahiyeti, Nevileri ve Ahlâk İlminin Kısımları

         Ahlâk sözü, hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk, insanın ruhundaki "huy" dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir. Böyle bir meleke, ya hayırlı bir semere verir veya hayırsız ve zararlı bir semere verir. Bu bakımdan ahlâk özellikleri güzel ve çirkin diye ikiye ayrılır. Şöyle ki: Güzel huylara ve bunların güzel meyve ve neticelerine: "Ahlâk-ı Hasene, Ahlâk-ı Hamide, Mehasin-i Ahlâk, Mekârim-i Ahlâk (Güzel Huylar)" adı verilir. Aksine çirkin huylara ve bunların meyvelerine de: "Ahlâk-ı Kabiha, Ahlâk-ı Zemîme, Mesavi-i Ahlâk, Rezail-i Ahlâk (Çirkin huylar)" denir. Örnek: Edeb, tevazu, kerem, birer güzel huy eseridir. Sefahet, kibir, cimrilik de birer çirkin huy eseridir.

           İşte bütün bu huylardan ve neticelerinden bahseden ilme "Ahlâk İlmi" denilmektedir.

           Ahlâk ilmi, nazarî ve amelî ahlâk diye iki kısma ayrılır.

           Nazarî ahlâk: Ahlâk esaslarına ve kanunlarına ait görüşleri ve fikirleri gösterir.

           Amelî Ahlâk: Ahlâkla ilgili görevlerin nelerden ibaret olduğunu bildirir.

           İnsanlar, hayatlarındaki uygulama bakımından Nazarî ahlâktan çok, Amelî ahlâka muhtaçtırlar. Biz de bu eserimizde bu amelî ahlâk kısmını biraz anlatacağız. Yalnız şunu da belirtelim ki, filozofların birtakımı, ahlâk esaslarını lezzete, zevke, maddî menfaate, kalbin duygularına veya görev ve kemal duygusuna dayandırmak istemişlerdir. Oysa ki, bunlardan hiç bir, ahlâk için yeterli bir dayanak olamaz. Bunlara dayanan ahlâk müesseseleri, insanların bu konudaki ihtiyaçlarını karşılayamaz. Ancak hak bir dine bağlanan ve dayanan, bu yönden İlâhî bir mana taşıyan ahlâk müessesesi, insanın manevî ihtiyaçlarını karşılar ve yükselmesine yeterli olur.

           İşte, Allah'a hamd olsun, bizler İslâm dini sayesinde böyle yüksek bir ahlâk müessesesine sahip bulunmaktayız.


Ahlâkın Önemi ve Arındırmaya Elverişli OIması

         İslâm dini, ahlâka pek büyük bir kıymet ve önem vermiştir. Aslında İslâm, bir ahlâk ve fazilet, bir hikmet dinidir. Öyle ki, Peygamber Efendimiz buyurmuştur:

         "Ben, ancak mekâkim-i ahlâkı (ahlâkın iyi ve güzel olanlarını) tamamlamak için gönderildim."

         İslâmda, insanların manevî kıymetleri, sahib oldukları ahlâka göredir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Sizin imanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır. "

         Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Allah Tealâ'ya, kullarının en sevgilisi, ahlâkça en güzel olanıdır. "

         Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dua buyururdu:

         "Allah'ım! Ben, senden sağlık, afiyet ve güzel ahlâk dilerim."

         İnsanların ahlâkı değişebilir. Çirkin huyları güzel huylara çevirmek işine "Tehzib-i ahlâk" denir. Bu değiştirme her halde mümkündür. Mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz:

  "Ahlâkınızı güzelleştirin." diye emretmezdi.

         Nefisleri ile mücadele eden çok kimselerin başarıya ulaşarak çok güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Nefis terbiyesi (riyazet-alıştırma), hayvanlara, otlara, çiçeklere ve hatta taşlara tesir edip dururken, insanlara tesir etmez mi? "Huy canın altındadır. Can çıkmadıkça huy çıkmaz," sözü, her yönü ile doğru değildir. Bazı huyları değiştirmek güçtür; fakat imkânsız değildir. Tedavi sayesinde bazı hastalıklar tesirsiz hale geldiği gibi, terbiye ve mücahede sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa, tesirini gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner kalır.


 
İSLAM  DİNİNDE AHLAKİ GÖREVLER

Dinimiz aileye büyük önem vermiştir, aileyi meydana getiren kimselerin karşılıklı görevleri
üzerinde titizlikle durmuştur. Aileler mutlu ve huzurlu olursa millet de güçlü ve kuvvetli olur.

Ahlaki Görevlerimiz:
İslam Dininde Ahlâki Görevler  Başlıca Beş Kısımdır:
1. Allah'a,  Peygambere  ve  Kur-an'a  karşı görevlerimiz.
2. Kendi şahsımıza  karşı görevlerimiz.
3. Ailemize  karşı görevlerimiz.
4. Vatan ve milletimize  karşı görevlerimiz.
5. Bütün insanlara  karşı görevlerimiz.

Şahsa ait Görevler:         
İnsanın başkalarına olduğu gibi, kendine karşı da birtakım görevleri vardır.
Bu görevlerden bir kısmı  vücudu, diğer bir  kısmı da  ruhuyla ilgilidir.

 Her şeyden önce vücudu temiz tutmak, onu  hastalıklardan korumak.
       Yapılacak işler sağlıklı olmamıza bağlıdır.
 Beden terbiyesi; Namaz kılmak ve Oruç tutmak, Müslüman'a sağlık dolu hayat kazandırır.
 Ruhumuzu, kalbimizi ve gönlümüzü, yalan, gıybet ve iftira gibi,
       her türlü kötülüklerden arıtmak. 
 Yalancılık, dedikodu yapmak, başkasının fenalığına çalışmak gibi kötü huylar,
       insan ruhunu karartır; bu huylar zamanla kökleştikleri için de, 
       bunların kötülüklerinden kurtulmak güçleşir.
       Bu bakımdan ruhumuzu daima iyi duygularla beslemeli, onda  kötülükler  barınmamalıdır.
  Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak,
       kalb'de yararlı ve yüksek duyguları uyandırmak, İslam'da ilim ve marifet kazanmak.

Ailevi Görevler: Karı, koca, ana, baba ve çocuklardan meydana gelen en küçük insan
topluluğuna aile denir. Allah'a ve yaratıklarına karşı temel bilgiler, ana kucağında ve baba
ocağında öğrenilir. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, hep bu yuvada elde edilir.
Memleket ve insanlık görevleri, ilk önce bu ocakta aşılanır. Onun içindir ki, sağlam ailelerden meydana gelen bir millet, her yönden ilerler ve diğer milletler içinde şerefli yere sahip olur. İslam Dininde, aile mukaddes bir yuvadır. Bu yuvanın varlığını sağlam bir şekilde devam ettirebilmesi, karı-kocanın birbirlerine karşı olan vazifelerini yerine getirmelerine bağlıdır.

A) Kocanın karısına olan görevleri şunlardır:
1. Kadın, bir  erkeğinin yanında  Allah'ın  bir emanetidir. Bu emanete  gerekli şefkat ve  
   nezaket  gösterilmelidir. Peygamberimiz:   "Hayırlı  olanlarınız,  kadınlara karşı  Hayırlı  
   olanlardır" buyurmuşlardır. (Riyazüssalihin Tercümesi)
2. Koca, karısının hata ve kusurlarını  büyüterek, bunları kavga  ve  geçimsizlik
     meselesi  haline  getirmemelidir.
3. Erkek evine  bağlı olmalı, parasını dışarıda lüzumsuz yere harcayarak,
   karısını evde zor durumda bırakmamalı.
4. Erkek, hanımını her türlü kötülüklere karşı korumalıdır.
5. Erkek, hanımının itikat, ibadet ve ahlak konularında bilgi sahibi olmasına yardımcı olmalıdır.

B) Kadının kocasına olan görevleri şunlardır:
1. Kadın, kocasının Allah'ın emirlerine uygun olan sözlerini dinlemeli, ona karşı daima saygılı 
   olmalıdır.
2. Kadın, namusunu, şeref ve haysiyetini korumak suretiyle kocasına bağlı kalmalıdır. 
   Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Kadın beş vakit namazını kılar, orucunu tutar,
   namusunu korur ve kocasına itaat ederse ona:
   "Hangi kapısından dilersen oradan Cennet'e gir denir."
3. Bulunduğu hale kanaatkâr ve tutumlu olmalı israf etmemeli
4. Kadın, kocasının istemediği yerlere gitmemeli, gideceği yerler için önceden izin almalıdır.

C) Ana- Babanın çocuklarına karşı görevleri:
Çocukların yetişmesinde, ana-babanın büyük sorumluluğu vardır.
Çocuğun hayırlı veya hayırsız olması, ana-babaya bağlıdır.
Bu bakımdan ana-baba şu noktalara dikkat etmeli.

1. Çocuğa, doğumundan yedinci gününe kadar ki süre içerisinde dinimize uygun güzel bir isim 
   konulmalıdır. 
2. Çocuklar, Allah'ın  emanetidir. Onları iyi  yetiştirmek, Peygamberimiz:
   "Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey veremez" buyurmuşlardır. (Tirmizi)
3. Çocuklarına dini görevlerini öğretmelidir, kimlerle ne şekilde arkadaşlık ettiğine ve edeceğine
     yardımcı olmak.
4. Çocuklarına eşit şekilde  sevgi göstermek.
5. Dokuz yaşına giren  çocukların  yataklarını ayırmak.
6. Ergenlik  çağına  giren çocukları  namaz kılmaya  teşvik  etmek.       
7. Evlenme çağına gelen  çocuklarını evlendirmek.

D) Çocukların ana-babalarına karşı başlıca görevleri:
Ana-Baba kadar kıymetli bir  varlık  düşünülemez. Bizlere
Hayatı, neşeyi, dini, dili, her  şeyi  onlar öğretirler. 
Onun için, onlara karşı olan görevlerimizi saymakla bitiremeyiz.

1. Onlara  saygı gösterip itaat etmeliyiz. Konuşurken tatlı dilli,  güler yüzlü  olmalı,
   onların  kalplerini kıracak davranışlardan uzak kalmalıyız.  Sözlerini dinlemeliyiz.
2. Ana ve babanı azarlamamak onlara  "öf" bile dememek.
3. Onların ihtiyaçlarını  gidermek, yardımına  koşmak.
4. Öldükten sonra mezarlarını ziyaret etmeli ve dua da bulunmalıyız: "Allah'ım! Hesap  görülecek  
   günde, beni (ana-babamı) beni çocukken nasıl  terbiye ettilerse,
   Sen de kendilerini (öylece) esirge." (İsra- Süresi: 249)

E) Kardeşlerin başlıca görevleri:
1. Büyük kardeşler, ana-baba yerindedir. Küçük kardeşler, onlara karşı saygılı olmalıdır.
2. Ağabeyler, küçük kardeşlerine karşı şefkatli davranmalı, onları her bakımdan korumalıdır.
3. Maddi durumu iyi olan, muhtaç olan kardeşine yardımcı olmalı, onu da her bakımdan  
   kalkındırmaya çalışmalıdır.
4. Menfaat yüzünden doğan kırgınlıklar,  kardeşliğe yakışmaz. Bu bakımdan kardeşler kendi 
   menfaatlerinden çok, kardeşlerinin menfaatlerini  üstün tutmalıdırlar.
5. Eğer  kardeşler ayrı evlerde  oturuyorlarsa, birbirlerini sık  sık ziyaret  etmelidirler.
6. Bir işe karar verilirken, birbirlerine danışmaları  gerekir.

ALLAH'A, PEYGAMBERE  VE  KUR-AN'A  KARŞI GÖREVLERİMİZ

A- Allah'a Karşı Görevlerimiz: Bizi yoktan var eden ve mükemmel organlarla donatan, yeryüzünde ne varsa hepsini bizim faydalanmamız için yaratan Allah'tır. İnsana tanınan bu üstün  özellikler  hiçbir  canlıya verilmemiştir. Bu  iyiliklere  karşı yapmamız gereken  görevler  vardır.

Bu görevler:
a- Allah'ın  varlığına ve birliğine inanmak,
b- Hiç bir  şeyi  Ona ortak  koşmamak,
c- İbadet  vazifelerini  yerine  getirmek,
d- Emirlerine  uygun hareket  edip  yasak ettiği şeylerden  sakınmak,
e- Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak,
f- O'nun adını  saygı ile  anmak,
g-Verdiği  nimetlere şükretmek.

Peygambere Karşı  Görevlerimiz:  
 Allah,  İslam dinini insanlara  tebliğ  etme  görevini Peygamberimiz  Hz. Muhammed (a.s.)'e verdi.   Sevgili Peygamberimiz  insanlığın  kurtuluşu için çok  çalıştı. Bu uğurda birçok güçlüklerle  karşılaştı. İslamın ışığı ile dün-yayı aydınlattı. İnsanlara mutlu olmanın yollarını gösterdi.

Bu sebeple;   
a- Onun son ve en büyük Peygamber olduğuna inanmak,
b- Onu çok sevmek, adı anıldığı zaman salvat-i şerife okumak,
c- Onun gösterdiği yoldan yürümek,
d- Onun güzel ahlâkını kendimize örnek alarak yaşamak.

C- Kur-an'a  Karşı Görevlerimiz:
a- Kur-an'ı  Kerim'in  Allah tarafından Peygamberimiz     
   vasıtası ile gönderilen son kitap  olduğuna  inanmak.
b- Onu usulüne  göre  güzelce okumak,
c- Manasını  anlamaya  çalışmak,
d- Kur-an'ı okurken ve dinlerken son derece saygılı olmak,
e- Kur-an'ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerinden sakınmak.
 

İNSANLARA  KARŞI BAŞLICA  GÖREVLERİMİZ

01)  Hiç kimseye  zarar vermemek:
İnsanların canına, malına, konutuna, hürriyetine, namus ve şerefine tecavüz etmek dinimizce yasaktır. Bunlar insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına  saygı göstermek, insanlara zarar verici her türlü fiil ve davranıştan sakınmakla görevlidir. 
Gerçek Müslüman olabilmenin  bir şartı  da  budur. 

Peygamberimiz  şöyle buyurmuştur:
"Müslüman, diğer  Müslümanların dilinden ve elinden zarar  görmediği kimsedir."    
(Hadis-i Şerif: Riyazüssalihin)

02) Başkalarına  yardım  etmek: İnsanlara tatlı sözlü 
ve güler  yüzlü davranmak, fakirlere yardım etmek, yoksulların ihtiyaçlarını  karşılamak, kimsesizleri korumak, düşeni  kaldırmak,  yolunu  şaşıranlara yol göstermek dinimizin emri, iyi ahlâklı olmanın gereğidir.

03) Büyüklere saygı, küçüklere merhamet göstermek:
Anne ve babamıza, büyük kardeşlerimize, öğretmenlerimiye ve yaşca  bizden  büyük olanlara saygı  göstermek, bizden küçüklere kimsesizlere, güçsüz ve yetimlere  merhamet etmek, yardımcı  olmak önemli bir ahlâk kuralıdır.

Peygamberimiz (s.a.v.) bu konunun  önemi hakkında şöyle buyuruyor:  Büyüklerine saygı  göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen  bizden  değildir.

05) Dargın durmamak:  Müslümanlar arasında herhangi bir sebeple  dargınlık olursa, 
vakit  geçirmeden  dargınlar hemen barışmalıdır. Peygamberimiz: "Bir Müslüman diğer
din  kardeşi ile  üç  günden  fazla dargın durması  helal olmaz."   Buyurarak dargın durmanın kötü bir  davranış olduğunu bildirmiş, uzun süre küs duranların büyük günah
işlediklerini  belirterek  şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse  Müslüman  kardeşi ile  bir sene küs durursa onun kanını dökmüş gibi günaha
girmiş olur." (Riyazüssalihin)

06) Dargınları barıştırmak: "Mü'minler ancak kardeştirler. 
O halde iki kardeşinizin arasını düzeltiniz."Hucürat süresi 10

Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de: "Sadakaların en hayırlısı dargın olan kimseleri barıştırmaktır." (Seçme Hadisler) buyurarak dargınları barıştırmanın çok hayırlı bir davranış
olduğunu bildirmiştir.

07) Dostları ziyaret  etmek: 
Müslümanlar  uygun zamanlarda yakınlarını, büyüklerini ve baba dostlarını ziyaret etmelidir.

08) Misafirleri  ağırlamak:  Misafirleri ağırlamak dinimizin tavsiye ettiği iyi davranışlardan biridir. Misafir severli-ğin milli geleneklerimiz arasında önemli bir  yeri  vardır. Türk Milleti, tarih boyunca misafirlere karşı iyi davranışı ile  tanınan bir  millettir.

09) Dâvete gitmek:    Bir Müslüman eğer sakıncalı  bir durum yoksa, din kardeşinin davetine gitmeli, vereceği yemeğe katılmalıdır. Bu davranış Müslümanlar arasındaki sevgiyi artırır. Peygamberimiz bu konuda şöyle  buyurmuştur: "Sizden birinizi din kardeşi düğün yemeğine veya benzeri şeye davet ederse gitsin." (Cami'us-Sağir)

Sevgili  Peygamberimiz zengin, fakir ayırımı  yapmaz, bir hizmetçi davet etse bile giderdi.

10)  Din Kardeşinin İyiliğini  İstemek:  Müslüman, din kardeşleri için iyi düşüncelere  sahip olmalı, kendisi  için sevip istediği iyi şeyleri din kardeşleri için de arzu etmeli,
kendisi  için  hoşlanmadığı  bir şeyi  başkaları için de arzu etmemelidir. İyi ahlâklı olgun bir  Müslüman  olabilmenin ölçüsü budur.

11) Büyüklerin Ellerini öpmek: Müslümanlar, saygılarını göstermek maksadiy-le, bilginlerin ve büyüklerin ellerini öpebilir.

12) Başkalarının kusurlarını araştırmamak: Bir  Müslüman  din kardeşinin özel hayatını araştırmaz. Gördüğü kusurları başkalarına yay- maz. Din kardeşini başkalarının yanında kötü-lemez. Gördüğü hatalı davranışları kırmadan, incitmeden uygun sözlerle düzeltmeye çalışır.

13) Kötülük  Yapanları Bağışlamak: 
İyi ahlaklı bir insan kendisine yapılan fenalık-ları bağışlar.  Hatta bağışlamakla kalmaz, kötülüklere  karşı  iyilik  yapar.  Bu  davranış ahlaken olgunlaşmış Müslümanların yapacağı çok güzel bir davranıştır. 

Sevgili Peygamberimiz:
"Üç güzel huy kimde bulunursa yüce Allah o kimseyi  rahmeti ile  cennete kor."   buyurdu.
O huylar nelerdir? diye sorulunca  şu  cevabı verdi:    
- Sana vermeyene sen verirsin,
- Sana gelmeyene sen gidersin,
- Sana zulmedeni bağışlarsın. (Seçme Hadisler S.211)

14) Hastaları  Ziyaret etmek:    Müslüman, hasta olan din kardeşini ziyaret etmeli, sağlığa kavuşması için dua  etmeli, hastaları  üzecek  söz ve davranışlardan sakınmalıdır.

15) Cenazelere Katılmak: 
Ölen din kardeşinin cenaze namazını kılmak, onu kabrine kadar götürmek, din  kardeşi için Allah'tan rahmet dilemek  ve  dua etmek, Müslümanların dünya  hayatından  ayrılıp ahirete göçen  din kardeşlerine yapmaları gereken  önemli  bir görevdir.

İNSANLARIN BİRBİRLERİNİ YANLIŞ ANLAMASI İÇİN
EN AZ 9  İHTİMAL VARDIR.
 1- Düşündüğünüz,
 2- Söylemek istediğiniz,
 3- Söylediğinizi  sandığınız,
 4- Söylediğiniz,
 5- Karşınızdakinin  duymak  istediği,
 6- Duyduğu,
 7- Anlamak  istediği,
 8- Anladığını sandığı,
 9- Anladığı...   

Dünyada en huzursuz kimse, gönlünde haset ve kin tutandır. (İmam Safii)
Küçük şeylere gereğinden fazla önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir. (Eflatun)
 

GÖREVLERIN MAHIYETLERI VE NEVILERI

         Görev, yapılması dinen zorunlu olan veya tavsiye edilen herhangi bir hayır, bir kemal ve güzel bir şey demektir. Bu tarife göre, görevler iki nevidir. Biri, dince zorunlu olan görevlerdir ki, bunları yapmamak herhalde azabı ve sorumluluğu gerektirir. Namaz, oruç, zekât gibi...

         Diğer nevi, dinen her halde zorunlu olmamakla beraber istenen ve tavsiye edilen ahlâkî birtakım görevlerdir ki, bunlara riayet edilmesi bir kemaldir ve iyi haldir: İnsanın sevaba kavuşmasına ve övülmesine sebeb olur. Yapılmaması ise, bir noksan olmakla beraber her halde bir sorguyu ve azabı gerektirmez. Nafile kılınan namazlar, fakirlere verilen sadakalar, insanlara karşı yapılan güzel ve kibar davranışlar gibi...

         İnsanlara ait bütün görevler, İslâm dininin çerçevesi içinde bulunmaktadır. Bunlardan dinen mecburi olan görevleri ve yapılması zorunlu işleri, kitabımızın ibadetler kısmında yazmış bulunuyoruz. Bu ahlâk kısmında ise, en ziyade ahlâkî, ihtiyarî görevlerden bahsedeceğiz.

         Görevler, diğer bir bakımdan başka bir bölüme tâbi bulunmaktadır. Şöyle ki: Görevleri, ya sırf Allah için veya insanın kendi şahsına ve ailesine karşı veyahut da cemiyete karşı yapılır. Bu bakımdan görevler, İlâhî, şahsî, ailevî ve içtimaî (toplumsal) nevilerine ayrılır.


İLAHI GÖREVLER

         Her akıl sahibi ve baliğ kimse, Allah Tealâ Hazretlerini bilip ona kullukta bulunmakla yükümlüdür. Bir insan için bu kulluktan daha büyük bir nimet ve şeref olamaz. Biz önce büyük yaratanımızın varlığını, birliğini, kudret ve azametini, kutsal emirlerini ve yasaklarını bilir ve doğrularız. Bunlar bizim inançla ilgili görevlerimizdir. Sonra da, namaz, oruç, zekât ve hac gibi sırf bedenî veya sırf malî veya hem bedenî ve hem de malî olan ibadetlerle yükümlü bulunduğumuzu bilir ve bunları seve seve yaparız, bunlardan feyiz alır, büyük zevk duyarız. Bunlar da bizim birer amelî görevimizdir.

         İslâm yurdunu koruma ve savunma da İlâhî bir görev demektir. Cihad, İslâm yurdunu koruma görevi bazan farz-ı kifaye, bazan da farz-ı ayın olur. Kesin bir zaruret bulunmadıgı halde, İslâm ordusuna katılmakla cihada, islâm yurdunu korumaya gönüllü olarak katılmak İlâhî ve vatanî bir ahlâk görevidir.

         Dine ve İslâm varlığına hizmetten daha büyük ne olabilir? Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."

         Onun için Allah yolunda cihad, beden ile olacağı gibi para ve dil ile de olur.

         Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:

         "Cennetin kapıları, kılıçların gölgesi altındadır."

         İşte bütün bunlar, İslâmda askerliğin, dine ve İslâm yurduna hizmetin ne kadar kıymetli olduğunu göstermeye yeterlidir. Ne mutlu İslâm askerlerine, İslâm'ın kahramanı mücahidlerine!..  

         Nefs ile mücadele de büyük bir cihaddır. Bundan dolayı çok önemli İlâhî bir görevdir. İslâmiyetin verdiği bir terbiye içerisinde nefsini korumayan kimse, ne kendisine ne de İslâm yurduna gereği gibi hizmet edemez. Yüksek fedakârlıklar, yüksek bir İslâm terbiyesi sayesinde meydana gelir. Buna dünya tarihi şahiddir. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz bir savaştan döndükleri zaman ashab-ı kirama şöyle buyurmuşlardı: "Biz şimdi küçük bir cihaddan büyük bir cihada dönmüş bulunmaktayız." Bununla nefisle mücahedeye işaret buyurmuşlardı.

         Bir kısım nafile ibadetler de birer İlâhî görevdir. Örnek: Biz, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için nafile namaz kılar, oruç tutarız. Kalblerimizin nurlanması için zaman zaman Kur'an-ı Kerim okuruz. İmanımızın nurunu artırmak için her şeyde yüce olan yaratıcımızın kutsal isimlerini anarız (zikrederiz). Anlayışlı ve uyanık bir ruha sahib olmak için büyük yaratıcımızın yüce kudretini ve eserlerindeki yüksekliği derin derin düşünürüz. İşte bütün bunlar, birer İlâhî görevdir.


ŞAHSA AIT GÖREVLER

         İnsanların kendi nefislerine karşı da birtakım görevleri vardır. Bu görevlerin bir kısmı bedenlerine, bir kısmı da ruhlarına aittir. Başlıcaları şunlardır:

         1) Beden terbiyesi: Öyle ki, her insan için temiz ve pâk olmak, güçlü bir bedene sahib olmak gereklidir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: "Kuvvetli olan mümin, zayıf olan bir müminden hayırlıdır."

         2) Sağlığı koruma: Sağlık büyük bir nimettir. Onun için sağlığa zararlı şeylerden kaçınmak ve gereğinde tedâviye önem vermek gerekir. Bir hadis-i şerife göre: "Ölümden başka her hastalığın bir devası vardır." Yeter ki, ilâç bulunsun...

         3) Zararlı riyazetlerden kaçınmak: İslâmda Ruhbaniyet (toplumdan ayrılıp yalnız başına ibadetle uğraşmak) yoktur. Geceli gündüzlü aç durmak, helal şeylerden büsbütün nefsini kesmek caiz değildir.

         Dinimizin emrettiği ibadet ve riyazetler orta bir halde olup hayatın mutluluğuna pek ziyade elverişlidir. Bunlara aykırı olarak yapılan riyazetler hayatı ters yönden etkileyip gevşeklik getireceği için caiz olmaz. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: "Nefsin, senin bineğindir, artık ona yumuşak davran."

         4) Vücudu yıpratacak şeylerden sakınmak: İslâmda içki haramdır. Herhangi bir organı kesin bir gerek bulunmaksızın kesmek haramdır. İntihar denilen cinayet haramdır. Çünkü bunları yapmak, Yüce Allah'ın insanlara ikram ettiği hayata suikasd demektir. Onun için bu gibi haram şeylerden kaçınmak şahısla ilgili bir görevdir. Aksi halde insan birçok pişmanlıklardan ve azablardan kurtulamaz.  

         5) İradeyi kuvvetlendirmek: İnsan, sağlam bir irade sahibi olmalıdır. Yararlı şeyleri öğrenip yapmalı, yararsız şeyleri de, sırf şunu bunu taklid hevesi ile yapmamalıdır. İnsan bir inanca ve bir huya sahib olmalıdır. Hakkı kabul etmeli, haksız ve zararlı olan bir şeyi de, herhangi bir düşünce ile öne sürüp kıymetlendirmeğe çalışmamalıdır. Böyle bir hafiflik insana yakışmaz.

         6) Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak, kalbde yararlı ve yüksek duyguları uyandırmak, İslâmda ilim ve marifet kazanmak pek önemli bir görevdir. İnsan akıllıca yaşamalı ve daima gerçek arkasından koşmalıdır. Yanlış fikirlerden, aldatıcı, sözlerden, yaldızlı muhakemelerden, zararlı törelerden, batıl inançlardan, hasis duygulardan kaçınmalıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "İnsanın dayanacağı şey aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur."


AILEVI GÖREVLER

         Aile hayatı, toplumsal varlığın başlangıcıdır. İslâmda aile teşkilâtı pek önemlidir. Aile ferdleri, başta zevc ile zevceden ve bunların çocuklarından ibarettir. Bunların karşılıklı görevleri vardır.

1)   Kocasının başlıca görevleri: Zevcesi ile güzel geçinmek, onu korumak, onun nafakasını (geçim ihtiyaçlarını) karşılamak, kendisine doğruluktan ayrılmamaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Sizin hayırlılarınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır."

         Diğer bir hadis-i şerif de, şöyle:

         "Kadınlara ancak kerim olanlar ikram eder, kötü olanlar da ihanet eder."

         2) Kadınların başlıca görevleri: Kocasının dine uygun olan emirlerini tutmak, onun namus ve şerefini korumak, bulunduğu hale kanaat etmek, israftan kaçınmak, ev hanımı olacak bir şekilde bulunmaktır. Mutlu bir şekilde yaşamanın yolu budur.

         3) Çocukların ana-babalarına karşı başlıca görevleri: Onlara saygı gösterip itaat etmektir. Kendilerinin hayatına sebeb olan, kendilerini yıllarca sevgi ve şefkatla kucaklarında beslemiş bulunan ana-babalarına karşı "öf bile demeleri caiz değildir. Ana-babasına bakmayan, onların dine uygun emirlerini dinlemeyen, onların ihtiyaç zamanlarında yardımlarına koşmayan bir çocuk, hayırlı evlâd olma şerefınden yoksun kalır, toplum içinde yararlı olmaktan çıkar, hem de Yüce Allah'ın azabını hak etmiş olur.

         Babalar saygı bakımından, analar da yardım bakımından önde gelirler. Bununla beraber ananın hakkı babadan iki kat fazladır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Cennet anaların ayakları altındadır."

         Hayırlı çocuklar, yalnız babalarına ve analarına değil, onların ölümünden sonra onların dostlarına da saygı gösterir ve mezarlarını ziyaret ederler. Çünkü bu saygı da, ana-babaya hürmet kısmındandır.

         4) Ana-babanın çocuklarına karşı görevleri: Dünyaya gelmelerine sebeb oldukları bu yavrularını güçleri yettiği kadar beslemek, terbiye etmek ve okutup bir kazanç yoluna koymaktır.

         Baba ile ana, çocuklarına karşı eşit hareket etmeli, onları okşamak ve gözetmek hususunda eşit tutmalıdır İki, bir kırgınlık ve bir çekememezlik duygusu meydana gelmesin.

         Ana ile baba, çocuklarına yumuşak davranmalı, kendilerini isyana götürmeyecek şekilde onları terbiye etmeye çalışmalı ve onlara karşı güzel bir fazilet örneği olmalıdır. Dokuz yaşına giren çocuklarını yataklarından ayırmalı, on üç yaşına girdikleri zaman namaz kılmayan çocuklarını hafifçe döğmeli, on altı yaşına giren çocuklarını da bir engel yoksa evlendirmeye çalışmalıdır. İyi çocuklar, Allah'ın birer kıymetli ihsanı demektir.

         5) Kardeşlerin başlıca görevleri: Birbirini sevmek, birbirine yardım edip saygı ve merhamet göstermektir. Kardeşler arasında pek kuvvetli bir bağ vardır; bunu daima korumalıdır. Hele büyük kardeşler, baba ve ana yerindedirler. Bunlara karşı büyük bir saygı göstermelidir.

         Maddî bir yarar yüzünden birbirine düşman kesilen kardeşler, iyi ruhlu kimseler sayılamazlar. Birbirine tutkun olan kardeşler, hayatta daima başarı sağlarlar.

         Şunu da ekleyelim ki, hizmetçiler de aile ferdlerinden sayılırlar. Bunlara karşı da, iyilik ve tatlılıkla hareket edip okşamalı, güçleri yetmeyecek olan işleri onlara yüklememelidir.

         Hizmetçiler de, insanlık bakımından efendilerine eşittirler. Bunlarında mümkün olduğu kadar terbiyelerine ve güzelce yaşamalarına bakmalıdır. Kusurlarını bağışlayarak onların hallerini güzellikle düzeltmeye çalışmalıdır.


İÇTIMA-I (TOPLUMSAL) GÖREVLER

         Bilindiği üzere, insanlar yaratılış bakımından medenîdirler. Toplu bir halde yaşamak ihtiyacındadırlar. Bu yönden aralarında karşılıklı bir takım görevler bulunur. Bunlar gözetilmedikçe, toplum hayatı devam edemez, hiç bir işte düzen bulunamaz. Bu görevlerin başlıcaları şunlardır:

         1) Cemiyet ferdlerinin hayatını gözetmek: Her insan yaşamak hakkına sahibdir. Hiç bir kimsenin hayatına haksız yere tecavüz edilemez. İslâm gözünde bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Aksine bir insanın yaşamasına sebeb olan bütün insanları hayata kavuşturmuş gibi olur.

         2) Ferdlerin hürriyetini gözetmek: Yüce Allah aslında bütün insanları hür olarak yaratmıştır. Hiç bir kimse meşru bir sebep olmaksızın esir edilemez. Ancak hürriyetlerin çerçevesi belirlidir. Her insan her istediğini yapmak yetkisine sahib değildir. Öyle olsa, cemiyetin hürriyeti kaybolur gider. Herhangi bir sebeble esir olmuş kimseleri hürriyetlerine kavuşturmak, İslâmda büyük bir hayır sayılmaktadır.

         3) Ferdlerin vicdanlarını gözetmek: Vicdan İlahî bir kuvvettir, ruhun bir özelliğidir. İnsan, bozulmayan bir vicdanla, iyi şeylerle kötü şeylerin arasını ayırabilir. Vicdanın kıymeti dışardaki eserlerinden anlaşılır. Fena harekette bulunan insanın, iyi bir vicdana sahib olduğu söylenemez. İslâm, bütün insanların hidayet ve mutluluğunu isteyen vicdanlara büyük önem verir. Kirli vicdan sahiblerinin de hallerine acır, kendilerini doğru yola getirmeye çalışır. Fakat hiç bir kimsenin vicdanına başkalarının musallat olmasına cevaz vermez. İnsanlar birbirlerini iyilikle uyandırmaya ve hallerini düzeltmeye çalışırlar. Birbirlerinin vicdanına hakim olmaya çalışamazlar. Vicdanlara bakan ancak Yüce Allah'dır. Herkesi vicdanındaki duygularından dolayı mükâfatlandırır veya azab eder. Yalnız şunu da söyleyelim ki, kötü vicdanları düzeltmek için yapılacak olan bilinçli uyarıları ve öğütleri, vicdanlara karışma şeklinde anlamak doğru değildir.

         4) Ferdlerin ilmî görüşlerini gözetmek: İslâmda onun bunun fikrine, ilmî, görüşüne tecavüz edilmesi caiz değildir. Şu kadar ki, herhangi bir fikrin ve kanaatın doğru olup olmadığına, yine ilmî bir şekilde müdahale etmelidir. Çünkü bir hakkın meydana çıkması, ancak bu sayede mümkün olur. Bir batılın kötülüğünden cemiyetin kurtulabilmesi de ancak böyle yapmakla mümkündür.

         5) Ferdlerin namus ve şereflerini gözetmek: İslâm dininde herkesin namus ve şerefi saldırıdan korunmuştur. Böyle bir saldırı ağır bir cezayı gerektirir. Bunun içindir ki, İslâmda gıybet, iftira, alay etme, sövme ve kötü söyleme kesinlikle haramdır. Başkalarının namus ve şerefine saygı göstermeyen kimse, namus ve şeref duygusundan yoksundur. Cemiyetin kutsal duygularına saldıran bir canavar gibidir.

         6) Ferdlerin mülkiyet haklarını gözetmek: İslâmda herhangi kimsenin mülkiyet hakkına, mülküne ve tasarruf hakkına tecavüz etmek haramdır. Herkesin kazancı kendine aittir. Herkesin meşru surette kazandığı malları tecavüzden korunmuştur. Cemiyetin ilerlemesi ve medenî bir halde yaşayabilmesi, ancak bu korunma ile mümkün olur. Bir cemiyeti meydana getiren ferdlerin servet ve meslek bakımından değişik derecelerde olmaları, hikmet ve ihtiyaç gereğidir. Herkes Allah'ın taksimine razı olmalıdır. Herkes meşru şekilde çalışıp servet kazanmalıdır. Temiz ve huzurlu bir cemiyet hayatının başka şekilde devamına imkân yoktur.


İSLAMDA MUASERET ADABI

         İslâm dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir.

         Müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu, sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik bir esastır.

         İslâmda halk ile geçinmenin çeşitli yönleri ve dereceleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:

         1) Herkese karşı tadlı dilli, güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir müslüman daima güleryüzlü bulunur. Hiç bir kimseyi asık bir yüzle karşılamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

  "Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever."

         2) Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak.

         Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.

         "Müslüman odur ki, dilinden ve elinden müslümanlar selâmette bulunur."

         3) İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak.

         Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Sıddîkların (özü-sözü dosdoğru olanların) derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."

         4) Dargınlığa hemen son vermek. Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Üç günden ziyade kardeşine dargın kalmak bir müslümana helal olmaz."

         5) Dargınların arasını düzeltmeye çalışmak. Bir müslüman, iki din kardeşi arasında her nasılsa bir dargınlık olduğunu görünce aralarını bulmaya ve o küskünlüğü gidermeye çalışır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Sadakanın en faziletlesi, dargınların aralarını bulup düzeltmektir."

         6) İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde yasaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Bir kul bir kulun kusurunu örterse, Allah Tealâ Hazretleri de onu kıyamette örter (günahlarını açığa vurmaz)."

         7) Dostları arkalarından savunma. Bir müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

       "Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."

         8) İnsanların kalblerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Buna aykırı davranmak birçok kimselerin günaha girmesine sebeb olur, insanlar arasında dedi-koduya ve nefrete yol açar. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

"Töhmet yerlerinden kaçınız..."

         9) Değişik halk sınıfları ile makamlarına göre sohbet edip ilişki kurmak. Herkese kabiliyet ve durumuna göre hitab etmeli. Bir alimden, bir zahidden, bir zenginden beklenen vasıfları, bir cahilden, bir fasıkdan, bir fakirden beklememelidir.

         10) Yaşlılara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek. İslâmda büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi bir esastır. Bu esas, âileler arasında bir kat daha önemlidir. Anaya-babaya pek ziyade hürmet etmek bunun bir örneğidir. Bunları adları ile çağırmak terbiyeye aykırıdır. Bir kadının kocasını adı ile çağırması da edebe aykırı olduğundan mekruhtur. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyledir: "Bir genç bir yaşlıya sadece yaşından dolayı hürmet etti mi, Allah da ona bir mükâfat olmak üzere, ihtiyarlığı zamanında hürmet edecek bir kimseyi muhakkak yaratır."

         Bu mübarek hadis, yaşlılara saygı gösteren gençlerin sevab kazanacaklarını ve çok yaşayacaklarını müjdelemektedir. Artık ihtiyarları bir yük kabul eden gençler, bunu biraz düşünmelidirler.

         11) Hayırsever olmak, yardım etmek ve arka çıkmak. Şöyle ki: Müslümanlar herkes için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatta bulunması, aralarındaki kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları için de istemeyen kimse, İslâm muaşeretinin temiz esaslarını gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

           "Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek mümin olamaz."

         12) Selâm vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selâm vermek bir sünnettir, bir dostluk ve hayırseverlik alâmetidir. Selâm almak da bir farzdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi ki, onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olursunuz: Aranızda selâmı yayınız."

         Selâm vermenin bazı edebleri vardır. Bunlardan bir kısmı: Bir topluluğun yanına girilirken konuşulmadan önce "Esselâmu aleyküm" diye selâm verilir.

         İçinde insan olmayan bir yere girildiği zaman "Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahissalihîn" denilir.

         Gençler yaşlılara, süvariler yayalara, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere selâm verirler. Bir topluma verilen selâma: "Ve aleykümüsselâm" diye içlerinden birisi karşılık verirse, diğerlerinden selâm alma görevi düşmüş olur. Fakat o topluluk içinden hiç biri karşılık vermezse, hepsi de günahkâr olur. Bir toplantıdan ayrılırken de selâm vermek iyidir. Kendisine selâm verilen kimse, daha güzel bir karşılıkta bulunarak şöyle der: "Ve aleykümüsselâmu ve rahmetullahi ve berekatüh." Bunu söylemek yerine göre pek güzeldir. Bir kimsenin selâmını getirip tebliği edene "Aleyke ve Aleyhisselâm" diye karşılık verilir. Bir mektubla selâm yazılmış olursa, ya dil ile veya yazı ile: "Ve aleykesselâm" denilir.

         Selâma karşılık veremeyecek durumda olanlara selâm vermek mekruhtur. Onun için yemek yiyene, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene, namaz kılana selâm vermemelidir. Verilirse, cevablanması mutlaka gerekmez. İşlediği günahı açıkca söylemekten çekinmeyen kimselere (fasıklara) selâm vermek mekruhtur.

         Sonuç

         Selâm verip almak, bir dostluk belirtisidir, sevgi alâmetidir. Fakat selâm verirken aşağı doğru bükülmek mekruhtur. Öyle ki, bazı alimlere göre, selâm verirken rüku haline yakın eğilmek, secde etmek gibidir. Yaratıklara saygı için yapılacak bir secde ise imana aykırıdır.

         13) Musafaha (el sıkışmak). Şöyle ki: İki müslüman bir araya gelince birbirinin elini tutarlar. Salât-selâm getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve dostluk nişanıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Birbirine rasgelen iki müslüman musafahada bulundu mu, onlar daha birbirinden ayrılmadan bağışlanırlar."

         14) Teşmitte bulunmak (aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir müslüman aksırınca: "Elhamdülillâh" der. Yanındaki müslüman kardeşi de: "Yerhamükallah Allah sana rahmet etsin" diye dua eder. Aksıran adamda: "Yehdina ve yehdikümullah Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun," diyerek karşılık verir.

         15) Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak. Şöyle ki: Müslümanlar, toplantılarda yıkanmış olarak temiz bir halde bulunurlar. İçleri ve dışları temiz olur. Toplantılarda ilim sahipleri ve yaşlılar baş tarafa geçirilir. Gerek olmadıkça söze karışmazlar, söylenilen yararlı şeyleri dinlerler. Toplantıya sonradan gelenlere yer verir ve birbirlerine karşı güleryüzlü bulunurlar.

         Müslümanlar toplantılarda kendiliklerinden baş tarafa geçip oturmazlar. Kendilerine saygı için kalkarak yer vermek isteyenlerin hemen yerlerine oturmazlar. İki kişinin arasına rızaları olmadıkça girip oturmazlar. Bir toplantıda üç müslümandan ikisi başbaşa verip gizlice konuşmazlar. Böylece üçüncü kimsenin üzülmesine ve yanlış fikre kapılmasına meydan vermezler.

         Müslümanlar bulundukları bir toplantıdan, arkadaşlarından izin alarak ayrılırlar. Geçici olarak toplantıdan ayrılanların yerine de hemen oturmazlar.

         16) Dostları ziyaret: Müslümanlar uygun zamanlarda gidip din kardeşlerini, büyüklerini ve yakınlarını ziyaret ederler. Bu ziyaret de, bir sevgi ve bağlılık nişanıdır. Ancak bu ziyaret, usandırıcı ve pek sık olmamalıdır. Ziyarete gelen misafirlere mümkün olduğu kadar ikram edilmesi gerekir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz"

         17) Ziyafetlere (davetlere) icabet etmek. Bir müslüman, din kardeşinin davetine uyar, ziyafetinde bulunur. Böylece aralarındaki sevgi ve yakınlık artmış olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.

           "Sizden birinizi, kardeşi düğün yemeğine veya başka bir şeye çağırırsa, ona icabet etsin (uysun)."

         Yeter ki, ziyafet yerinde haram bir şey bulunmasın. Çünkü bir müslüman, haramların işleneceğini bildiği bir yere gidemez. Ancak o haramları engelleyebilecekse veya kendisine saygı için işlenmeyecekse, gidebilir.

         Ziyafetlerde, misafirlere ağırlık verecek kimseleri bulundurmamalıdır. Misafirler gitmek isteyince, ev sahibi ısrar etmeksizin biraz daha oturmalarını istemelidir. Toplantılar sade ve külfetsiz olmalıdır.

         18) Saygı için ayağa kalkmak. Müslümanlar, yanlarına gelen din kardeşlerine karşı ayağa kalkabilirler. Bu bir hürmet belirtisidir. Mescidde bulunan veya Kur'an okuyan bir kimsenin, hürmet edilmeğe hak kazanmış bir kimse için ayağa kalkması mekruh değildir. Bir toplantıya gelenler için ayağa kalkılması âdet olan yerlerde, ayağa kalkılması müstahabdır. Böyle yapılmazsa, kin ve nefrete yol açılmış olabilir.

         19) Değerli zatların ellerini öpmek. Müslümanlar, alimlerin, takva sahibi kimselerin ve adaletli hakimlerin ellerini sevgi ve saygı göstermek niyetiyle öperler, onlarla musafahada bulunurlar; bunda bir sakınca yoktur. Bunlardan başka büyüklerin ellerini dindarlıklarına saygı ve ikram için öpmek de caizdir. Fakat dünyaya ait bir maksad için öpmek mekruhtur.

         Bir de, bir müslümanın, başkası ile karşılaştığı zaman kendi elini öpmesi tahrimen mekruhtur. Alimlerin ve diğer büyüklerin huzurunda yerleri öpmek de haramdır. Bunu yapanlar ve yapılmasına razı olanlar günaha girmiş olurlar. Bu, bir nevi putlara yapılan ibadeti andırır. Bir müslüman için asla caiz değildir.

         20) Komşuluk haklarını gözetmek. Şöyle ki: İslâmda komşuluğun büyük önemi vardır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Ev satın almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de yoldaş arayınız."

         Komşulara ikram bir sünnettir. Bir müslüman komşusunun hakkını fazla gözetir, ona güleryüz gösterir, gerektiğinde ödünç verir, bir kaderi olunca onu teselli etmeye çalışır, taziyede (baş sağlığı dileğinde) bulunur. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmaktan sakınır. Evin akıntı suları ile ve çöplerle komşularını rahatsız etmez. Yüksek sesle devam eden çalgı ve radyo sesleri ile komşularını rahatsız edenler, hasta ve okur-yazarları düşünmeyenler komşuluk haklarını gözetmemiş olur ve topluma karşı görevlerini çiğnemiş sayılırlar.

         Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Kötülüklerinden komşusu emin olmayan kimse, gereği üzre Allah'a iman etmiş olmaz.

         Sonuç

         İnsan, komşularının sevgi ve övgülerini kazanmalıdır. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) buyurmuştur: "Komşusu, yakını ve yol arkadaşı tarafından övülen kimsenin güzel hal ve ahlâk sahibi olduğundan şübhe etmeyiniz."

         21) Hastaları ziyaret etmek. Müslümanlar hasta olan dostlarını ve komşularını uygun zamanlarda yanlarına giderek ziyaret ederler. Sağlıklarına duada bulunurlar. Bu da sevgiyi kuvvetlendirmeye ve kalbleri hoşlandırmaya yardım eden bir görevdir. Bunun da bir takım edebleri vardır. Şöyle ki: Bu ziyaretler pek sık yapılmamalıdır, hastanın yanında çok oturmamalı, hastanın canını sıkacak sözler söylememelidir.

         Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

       "Beş şey vardır ki, bunlar kardeşine karşı müslümana vacib olur: Verilen selâmı almak, aksırana teşmit (hayır dua) etmek, davete gitmek (icabet etmek),hastayı ziyaret etmek, cenazelerin arkasından gitmek"

         22) Cenazeleri teşyi etmek (uğurlamak). Bu da önemli ve sevabı çok olan bir kardeşlik görevidir. Müslümanlar, ölen din kardeşlerinin cenazelerini mezarlarına kadar üzgün ve düşünceli olarak götürürler, rahmet toprağına bırakırlar, haklarında rahmet isteyerek duada bulunurlar. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "Bir cenaze üzerine namaz kılana bir kırat, gömülmesinde bulunana da iki kırat (sevab) vardır. Bir kırat ise, Uhud dağı kadardır."

         23) Müslümanların mezarlıklarını ziyaret etmek. Müslümanlar kendi aralarında, âhirete göçmüş olanların, özellikle yüksek alimlerin ve salih kimselerin, mezarlarını zaman zaman ziyaret ederler, onları rahmetle anarlar. Bu da bir vefakârlıktır, değer bilmedir. Bir hadis-i şerifde beyan olunduğu üzere, mezarları ziyaret etmek ölümü hatırlatır, uyanmaya sebeb olur. Onun için kabirleri saygı ve ibretle ziyaret etmeli, insanlığın acıklı sonucunu düşünerek gaflet içinde yaşamaktan kaçınmalıdır.


GÜZEL VE ÇIRKIN HUYLAR

         İttika

         Yüce Allah'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir hale "Takva" denir. Bunun sahibine de "Müttakî" denilir. Müttakî olan bir zat, güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar gelmez.

         İslâm önünde insanlar esasen birbirine eşittirler. Bunların seçkinliği ancak takva iledir. Kur'an-ı Kerimde buyurulmuştur:

         "Şüphe yok ki, Allah yanında en iyiniz, en çok müttakî olanınızdır."

         İttikanın karşıtı fısk'dır, fücur'dur. Daha açığı, doğru yoldan çıkmak, Allah'a asi olmak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Böyle bir halin sonucu da felâkettir, azabdır.

         Edeb

         Güzel terbiye ve güzel huylarla vasıflanmaktır, utanılacak şeylerden insanı koruyan bir hal demektir.

         Edeb, insan için büyük bir şereftir. Edebin karşıtı İsaet'dir ki, kötülük yapmak ve terbiyeye aykırı davranmak demektir.

         Edeb, insanın süsüdür. Edeb, insanı nefsin arzusuna uymaktan korur ve kurtarır.

         "İnsanın edebi, zehebinden (altınından) iyidir" denilmiştir.

         Edebden yoksun olan bir insan, bir toplum için zararlı mikroblardan daha tehlikelidir.

         İhsan

         Bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir. İhsan, adaletin üstünde bir faziletdir. Bir âyet-i kerimede buyurulmuştur:

         "İhsan ediniz; şübhe yok ki, Allah ihsan edenleri sever."

         Diğer bir âyet-i kerimede de buyurulmuştur:

         "Yüce Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et."

         ihlâs

         Herhangi bir işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işe başka bir şey karıştırmamaktır. Böyle bir hâle, "Hulûs" da denir, Yapılan görevlerin değerleri ihlâsa göre artar. İhlâsın karşıtı Riya (gösteriş)dir. Bir görevi yalnız bir gösteriş için veya maddî bir yarar için yapmaktır.

         Riyakâr bir insan, temiz ruhlu, iyi bir insan değildir. Yaptığı işlerin mükâfatını Allah'dan dilemeğe yüzü olmaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Şüphe yok ki Allah, sadece kendisi için yapılan ve kendi rızası için istenen bir işi kabul eder.

         İstikamet

         Her işte doğruluk üzere bulunmak, adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl çerçevesi içinde yürümek demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi yapmaya çalışan bir müslüman, tam istikamet sahibi bir insandır. Böyle bir insan toplumun en önemli bir organı sayılır.

         İstikametin karşıtı, hıyanettir ki, doğruluğu bırakıp verilen sözü gözetmemek, caymak, emanete riayet etmemektir, insanların haklarına tecavüz etmektir. Bir âyet-i kerimede, Peygamber Efendimize hibaten şöyle buyurulmuştur:

         "Emrolunduğun gibi istikamette bulun."

         İşte bu âyet-i kerime, istikametin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu göstermeğe yeter.

         İtaat

         Üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce Allah'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnsanın mutluluğu da bu taata bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce Allah'ın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkâr ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir:

  Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

       "Allah'a itaat ediniz; Allah'ın Peygamberine de, sizden olan idarecilere de itaat ediniz."

         İtimad

         Güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye kalben güvenip dayanmak demektir. Halkın güvenini kazanmak bir başarı eseridir. İktisadî ve içtimaî hayatın devamı itimadın varlığına bağlıdır. Onun için insan, güzel ve doğru hareketleriyle herkesin güvenini kazanmaya çalışmalıdır. İtimada aykırı olan şey, hiyanettir, işi kötüye kullanmaktır ki, bunun sonucu pek korkunçtur.

         İktisad

           Her işte denge üzerinde bulunmaktır. Gereğinden fazla veya noksan harcama yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma sayesinde rahat yaşar. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "İktisad üzere bulunan fakir olmaz."

         İktisadın karşıtı israf'dır, aşırı gitmektir. İsraf, yemek, içmek, giyinip gezmek gibi işlerde belli bir ölçüyü aşmaktır ki, haramdır. Ferdlerin ve cemiyetlerin yıkılmasına sebebdir. Bunun içindir ki, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

         "Allah israf edenleri sevmez."  

         Bir de "Takdîr" vardır ki, bir şeyi gereğinden çok fazla kısmaktır. Bu da uygun değildir.

         Ülfet  

       Uygun kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak demektir. İnsanlar devamlı olarak yalnız başlarına yaşayamazlar. Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar. Güzel bir ahlâka sahib olan kimse, herkesle güzel görüşür, onların sevgisini kazanır. Bu hale, "Ünsiyet" de denir. Bunun karşıtı "Uzlet" kenara çekilmek, yalnız başına kalmak, herkesten uzaklaşmaktır. Herkesle görüşmek uygun olmadığı gibi, herkesten kaçınmak da uygun değildir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Mümin ülfet eder ve ülfet olunur. Ülfet etmeyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların hayırlısı, insanlar  için 

   hayırlı olanıdır."

         Emniyet 

         Bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğruluktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir. İnsanların sırlarını ve mallarını güzelce saklamak da, bir emniyet halidir. Emniyetin karşılığı "Hiyanettir" sözünde durmamaktır.

       Ferdleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kullanmak münafıklık alâmetidir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

"Münafıkın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince cayar, emanet edilince hiyanette bulunur."

               İnsaf

       Adalet içinde hareket etmek ve gerçeği kabul etmektir. İnsaf, ciddî ve iyi huylu bir insanın alâmetidir. Bunun karşılığı zulümdür, haksızlık etmektir, hak olan şeyi inkârdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

         "İnsaf dinin yarısıdır."

         Çünkü gerçek din, faydalı olan şeylerin kabul edilerek yapılması ve zararlı şeylerden sakınılması demektir. İnsaf sahibi olan kimse, muhakkak dinin yarısını teşkil eden o yararlı şeyleri anlar ve kabullenir. Böylece insaf, kendisinde dinin yarısı gibi sayılır.

       Beşaşet 

     Güleryüzlü olmak ve hoş bir hale sahib olmak demektir. Beşaşet, ruhtaki saflık ve neş'enin yüzde parıltısı demektir. Karşılığı Ubuset yüz ekşiliğidir. İnsan daima güler yüzlü olmalı, hiç kimseye karşı çatık kaşlı bulunmamalıdır. Güleryüzlülük bir sadaka ve bahşiş sayılır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.

         "Allah muhakkak ki yumuşak huylu ve parlak yüzlü kulunu sever."

         Te'dib 

     Terbiye etmek, edeb ve ahlâk üzere yetiştirmek demektir. Bunun karşıtı da, terbiyeyi terk etmek, yapmamaktır. Terbiye işinde asla gevşeklik yapmamalıdır. Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye çalışmak, her aile idarecileri için vacib olan bir görevdir. Burada yapılacak dikkatsizliğin zararları yalnız bir aileye ve ferde değil, koca bir topluma aittir. Denmiştir ki:

  "Baba ile ananın terbiye etmediğini, gece ile gündüz (zaman) terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini de, Cehennem terbiye eder."

       Teenni

       Bir işte acele etmeyip düşünerek hareket etmektir. Böyle bir davranışa "Teüde"de denir. Vakti gelip çatan hayırlı bir iş için teenniye (yavaş davranmaya) gerek yoktur. Fakat henüz zamanı gelmeyen bir iş içinde acele etmek, pişmanlık doğuracağından doğru değildir.

     Teenni'nin karşıtı istical, acele etmektir. Bir şeyi zamanından önce elde etmeğe çalışmaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:       "Yavaş davranmak (teennî) Rahman'dan, acele ise Şeytandandır."

  Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:

       "Âhiret işi müstesna, her işte yavaş ve tedbirli davranmak hayırlıdır."

           Ta'zîm

       Hürmete değer bir kimse hakkında, büyük sayıldığını gösterecek şekilde güzel bir davranışta bulunmak demektir. Bunun karşıtı "Tahkîr"dir, küçümseme hareketidir ki, asla caiz değildir.

       İlim, edeb ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçük olanlara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: 

"Bizim büyüklerimize saygı göstermeyen ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir."

       Tefe'ül 

       Bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir hayrın başlangıcı görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. Bunun karşıtı "Teşe'üm ve Tatayyür"dür. Bu da bir şeyi uğursuz görmek, nefsin nefret duyduğu bir işi uğursuzluğa bir alâmet saymak demektir. Bir kuşun ötüşünü veya bir tarafa uçuşunu uğursuzluğa yormak gibi... Bu ise, kötü bir zan ve kuruntu eseri olduğundan caiz değildir.

  Herhangi bir olaydan uğursuzluk hükmü çıkararak ümitsizliğe ve kuruntuya saplanmak doğru değildir. Bazı günlere ve zamanlara uğursuzluk yorumunda bulunmak da uygun değildir.

           Peygamber Efendimiz buyurmuştur: 

           "Hayıra yorma, güzel söz, temiz lâf hoşuma gider."

           İnsan hayırlı söz söylemeli, fena ve uğursuz sözlerden dilini korumalıdır.

           Tefekkür

             Düşünmek ve bir iş üzerinde fikri geliştirmek demektir. Yüce Allah'ın kudretine delâlet eden varlıkları düşünmeye dalmak bir ibadettir. Birçok maddî ve manevî buluşlar ve yükselmeler hep tefekkür (düşünme) sayesinde olmuştur.

             Tefekkürün karşıtı, Gaflet'tir. Düşünceden yoksun olmaktır ki, insana asla yakışmaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Yüce Allah'ın yaratmış olduğu şeyler üzerinde düşününüz; fakat Allah'ın zatı hakkında düşünmeyiniz, helâk olursunuz." 

           Tevazu

         Kendini büyük görmemek, bulunduğu dereceden daha aşağı derecede saymaktır. Bunun karşıtı "Tekebbür"dür, "Tecebbür"dür. Kendini büyük görmek, bulunduğu derecenin çok üstünde saymak, geçici şeylere güvenerek ona buna çalım satmak ve gururlanmaktır ki, çok kötü bir huydur. Bir hadis-i şerif şu anlamdadır: 

   "Yüce Allah ölçülü davrananı zengin eder, israf edeni de fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir, büyüklenen kimseyi de kırıp geçirir." 

     Tevekkül

     Allah'a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah'dan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri Yüce Allah'a bırakıp ümitsizliğe ve keder içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun olmak büyük bir noksanlıktır. Bir mümin bilir ki, herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeblerin varlığı yeterli değildir. Allah'ın dilemediği bir iş; hiç bir zaman meydana gelemez. O'nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül, sebeblere sarılmaya engel değildir. Yüce Allah olayları birer sebebe bağlamıştır. Bu konuda İlâhî kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz, devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp Peygamberin huzuruna gelen Amr ibni Umeyye'ye şöyle buyurmuştur: "Deveni bağla da, tevekkül et."

         Sebat  

       Sözde durmak, verilen sözü yerine getirmek, bir işte, bir inançta veya bir düşüncede kararlı bulunmak demektir. "Sabit (kararlı) olanlar nabit (başarılı) olurlar" sözü meşhurdur. Sebat başarının bir şartıdır. Doğrusu hayırlı ve hakka bağlı olan işlerde sebat etmek bir fazilettir. Faydasız olan boş şeylerde sebat göstermek ise, aklın noksanlığına ve insafın yokluğuna delâlet edeceği için büyük bir kusurdur.

         Cûd

     Cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine meydan vermeksizin ihsan ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi uygun olan şeyleri, uygun yerlere kolayca vermek huyudur ki, buna sehavet de denir.

     Cûd ve seha (cömertlik), insana yaraşan iyi bir huydur. Bunların karşıtı, hasislik, cimrilik ve tama'dır ki, insanlara asla yakışmaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

"Cömert kimsenin yemeği şifadır. Hasis (cimri) kimsenin yemeği de hastalıktır."

         Hazm

         Anlayışla yürümek, tedbirli davranmak ve sonucu bilinmeyen şeylere hemen atılmamaktır. Karşıtı, tedbirsizliktir. Tedbirli hareket edenler pişmanlık duymazlar. Bununla beraber hazm (ihtiyatlı bulunmak), bazan kötü kuruntulardan da ileri gelir. Onun için hazm deyip de teşebbüste tereddüt ve kuruntuya düşmemelidir. Onun için bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

  "Hazm bir kötüzan'dır."

         Hüsnüzan

         Güzel sanma veya bir şeyin iyiliği üzerinde inanç beslemedir. Bunun karşıtı Suizan (kötü sanma)dır. İnsan kötüzan beslemekle hiç bir zaman aşırı gitmemelidir. Hiç kimse hakkında da yok yere kötüzanda bulunmamalıdır.

         Doğrusu, herhangi bir kimse hakkında körü körüne "Pek iyi bir insandır" diye hüküm vermek de hüsnü zannı kötüye kullanmak olacağından iyi bir davranış değildir. Onun bunun işlerini araştırmak, kusurlarını öğrenme arzusunda bulunmak, tecessüs denilen, kötüzandan doğan ve ahlâka aykırı olan bir harekettir ve haramdır. Bunun hakkında Kur'an-ı Kerimde buyurulmuştur:

           "Şüphe yok ki, zannın bir kısmı günahtır."

         Hıfz-ı Lisan

         Dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla söz söylememek halidir ki, çok iyidir. Bunun karşıtı "Malâyani" denilen faydasız şeylerle uğraşmak ve ağıza gelen her şeyi söylemektir.

         Akıllı olanlar çok kez susarlar. Gerek görülmedikçe söz söylemek istemezler. Susmak çok güzel bir şeydir. Yeter ki, bir hakkın kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın.

         Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır:  

         "Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa hayır söylesin veya sussun."

         Hakk

         Yüce Allah'ın mübarek bir ismidir. Her doğru olan ve değişmeyen şeye de hak denir. Bunun karşıtı "Batıl" sözüdür.

         Herkesin meşru bir şekilde elinde bulundurduğu yetkiye ve
<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]

Back to Top
 Post Reply Post Reply

Forum Jump Forum Permissions View Drop Down



This page was generated in 0.139 seconds.