KURAN'DA DUA |
Post Reply |
Author | |
kral
Administrator Joined: 08-03-2006 Status: Offline Points: 1323 |
Post Options
Thanks(0)
Posted: 01-01-2009 at 23:12 |
ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA EDİLMEZ
Ortak koşmak, yani şirk, Allah'tan başka ilahlar edinmek, Allah'a karşı işlenecek en büyük suçtur. Şirk koşmanın ne derece büyük bir suç olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
"Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur." (Nisa Suresi, 48) Şirkin bilinmesi gereken önemli bir yönü ise, tarihin her döneminde, içinde yaşadığımız çağ da dahil olmak üzere, çok yaygın oluşudur. Çoğu kimse, şirk koşmayı yani "Allah'tan başka ilah edinme"yi kendisine yakıştırmaz belki, ama şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü şirk Allah'ın sıfatlarını başka varlıklara atfetmek demektir. Bu nedenle bir insan Allah'tan başka varlıkların rızasını kazanmak, onları hoşnut etmek için yaşıyorsa, başkalarından korkup başkalarından medet umuyorsa şirk içinde yaşamaktadır. İnsanlar için en büyük tehlike olan şirke karşı korunma yollarından biri Allah'a dua etmektir. Çünkü dua eden insan Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini, kendisine tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan başka ibadet edilecek kimse olmadığını kabul etmiş demektir. Bu nedenle dua, mümini şirke karşı korur. Kuran'da, "Ey Peygamber, sana ve seni izleyen müminlere Allah yeter" (Enfal Suresi, 64) ayeti gereği, Müslümanlar bilirler ki kendisinden yardım istenilecek tek varlık Allah'tır. O, her konuda en üstün olan, sonsuz kudret sahibi, herşeyi gören ve işitendir. Tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah'tır. Evrende tüm kudret O'nun elindedir. Öyleyse yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi'ne muhtaç olduğu, Kendisi'nin ise kimseye muhtaç olmadığı Allah'tan istenmelidir. Kuran'da Allah'tan başkasına dua etmenin yanlışlığı ve tek dua makamının Allah olduğu birçok ayette belirtilir: Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Şuara Suresi, 213) Başka ayetlerde ise Allah'tan başkasına dua edenlerin durumu şöyle anlatılır: Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar. (Nahl Suresi, 20-21) Dolayısıyla samimi bir mümin asla ve asla Allah'tan başkasına dua etmez. Yalnızca O'na yalvarıp, yalnızca O'ndan yardım diler. Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha Suresi'nde, bu nedenle iman edenlere aşağıdaki dua öğretilir: Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7) Müminlere düşen de, Allah'ın sonsuz kudretini düşünüp kavramak, bu kudrete gönülden boyun eğmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemektir. Aksi bir davranışın ise dünyada da, ahirette de karşılığı hüsran olacaktır. Bu, Allah'ın bir vaadidir. CAHİLİYENİN DUA ANLAYIŞI
Allah'tan başkalarını ilah edinenler, yani müşrikler de zaman zaman Allah'a dua ederler. Ancak müşriklerin duası, müminlerin duasından çok farklıdır. Müşrikler sadece darda kaldıkları durumlarda Allah'a muhtaç olduklarını hatırlar ve sadece bu tür durumlardan kurtulmak için dua ederler. Oysa insanın hayatında Allah'a muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. İşte müşrik ile müminin dualarındaki fark burada ortaya çıkar. Müminler her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Mümin dua etmek için kendisine bir sıkıntı dokunmasını beklemez. Allah'a her an yakınlaşma ihtiyacı içinde olduğundan dua eder. Müşrik karakterinin en belirgin özelliği ise, Allah'a karşı son derece nankör ve ikiyüzlü olmasıdır. Kendisi sıkıntıdayken herşeyi bir kenara bırakarak Allah'a dua eder. Sıkıntısı geçince de sanki dua eden kendisi değilmiş gibi Allah'ı unutur. Çünkü olayların büyük bölümünün Allah'tan başka varlıkların kontrolünde gerçekleştiğini sanmaktadır. Dünyadaki herşeyin aslında Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmemektedir. Bu sığ görüşlülüğü sebebiyle, kendince bel bağladığı tüm ümitlerin zaten Allah'ın kontrolünde olduğunu hesap edemez. Örneğin, bir hastalıkla muhatap olduğunda kendisini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünür. Her hastalığa şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru da var edenin Allah olduğunu düşünemez. Çok güvendiği doktorlar, ilaçlar yetersiz kalınca, o ana kadar çok az düşündüğü, hatta belki de hiç düşünmediği Allah'a sığınma fikrine yönelir. Oysa şifa verecek olan yalnızca Allah'tır. Cahiliye insanları ise bunu kavrayamazlar ve nankörce bir tavır içinde bulunurlar. Bu nankörlükleri bir ayette şöyle tarif edilir: İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12) İnsanın zor bir anında Allah'ı aklına getirmesi, aslında tek sığınacağı varlığın Allah olduğunu bildiği anlamına gelmektedir. Daha önce nefsinin çıkarlarına ters geldiği için göz ardı ettiği bu gerçeği, büyük bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen hatırlar. Fakat bu sıkıntıdan kurtulunca yine nankörlük edecektir. Bu durumun belirgin bir örneği Kuran'da şöyle tarif edilir: Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23) Fırtınada denizin ortasında kalan bir gemiden kurtulmak son derece zordur. Kişi ölümle burun burunadır ve o zamana kadar bel bağladığı sebeplerden hiçbiri onun yardımına gelebilecek gibi gözükmemektedir. Ona ancak öyle bir güç sahibi yardım edebilir ki, denize de, fırtınaya da, gemiye de, karanlığa da hakim olsun... Ki bu üstün gücün sahibi, ancak Allah'tır. Bu, insanın Allah dışında kendisinden yardım beklediği tüm yardım kapılarının kapanmış olması demektir. Yani tam anlamıyla çaresiz kalmıştır. Böyle bir durumda kalan kişi birden Allah'ın varlığından emin olarak, kendisine ancak O'nun yardım edebileceğinden şüphe duymayarak dua etmeye başlar. Dua ederken herşeyden kendini çekip, yalnızca Allah'a yakarır. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlamıştır. Ve bunun da ancak Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu bilmektedir. Bu gerçeği o an çok iyi düşünüp akleder. Daha önceden Allah'a eş tuttuğu herşey yok olup gitmiştir. Onları düşünmez bile. Kendisine yardım etme ihtimalleri aklına dahi gelmez. Çünkü öyle bir ihtimal olmadığını çok iyi bilir. Daha önceden böyle veya buna benzer bir durumla karşılaşabileceğini belki de hiç düşünmemiştir. Ölümü kendisinden çok uzak gördüğünden, ölümden sonrası için oldukça kayıtsız ve rahat davrandığından, dünyevi destekçilerine güvenmiştir. Ama hiç hesaba katmadığı böyle bir olayla karşılaştığında, söz konusu destekçilerin varlığı onu ilgilendirmez. Allah'a dua etme konusunda tereddüt dahi etmez. Söz konusu kişi, Allah'a teslimiyet, O'ndan yardım dileme konusunda daha önceden zorlanan biri de olsa, o anda katıksızca dua edecektir. Allah'a dua etmesi gerektiğini ona kimse söylemez, hatırlatmaz. Buna ihtiyaç yoktur. Kendisi tek yardımın ancak Allah'tan gelebileceğini kavramıştır çünkü. Şimdiye kadar hiç düşünmediği kendi sonu birdenbire kendisi ile yakınlaşmış, neredeyse onunla yüzyüze gelmiştir. Ölümün varlığını ilk defa olarak bu kadar yoğun şekilde anlamıştır. Hayatı boyunca düşünmediği bu sonu ve bundan sonrasını birkaç dakika içinde detaylarıyla düşünür ve kendisiyle daha önce tanışmadığı bir korku ile tanışır. Dünyadaki yaşamında hiç düşünmediği ahiret gerçeği birdenbire gözünde beliriverir. Ölüme bu kadar yaklaştığında cenneti hak edecek işler yapmadığını anlar ve en büyük korkusunun bundan kaynaklandığı gerçeği ile karşılaşır. Dünyada yaptıklarını değerlendirir. Bunun sonucundan çok korktuğu için ne büyüklenebilir, ne de din konusundaki pervasızlığını sürdürebilir. Sanki daha önce Allah'a yakınlığı reddeden, duada büyüklenen ve herşeyi kendisine mal etmeye çalışan kendisi değilmiş gibi hareket eder. Oysa aslında kendi nankörlüğünün farkındadır. Kendi iradesi ile Allah'a yakınlaşıp dua eder. Bu, ne yapması gerektiğini çok iyi bildiğinin en büyük alametidir. Kendisine daha önceden öğretilmemiş olmasına rağmen, zorluklarla karşılaşan pek çok insan tarif ettiğimiz yakınlık ve içlilikle Allah'a dua etmektedir. Hatta bu insanlardan bir kısmı, daha önce rahat içindeyken Allah'ın varlığını reddetmekten çekinmemiş kişilerdir. Allah'ı inkarlarıyla tanınan kişilerin önemli bir kısmı böyle bir anda yine "Kendisi'nden başka hiçbir sığınılacak bulunmayan" Allah'a sığınırlar. Ancak, Kuran'da bildirildiği gibi, gemide içten, O'ndan başka hiçbir güç sahibinin olmadığını anlamış bir şekilde Allah'a yönelen inkarcı, tehlikenin geçmesi ile o anda yaşadığı korkularını ve içliliğini bir anda kaybeder. Şaşılacak şekilde eski müşrik yaşamına geri döner. Duyduğu pişmanlık ve Allah'a yöneliş, ani şekilde yerini inkara ve nankörlüğe bırakır. İmansızlığına geri döner. Tehlike anında düşündüğü ve farkına vardığı gerçekleri birdenbire unutur. Rahatlamanın ve tehlikeden uzaklaşmanın verdiği güven içinde Allah'a dua etmeyi unutur. Cahiliyenin bu bozuk psikolojik durumu ve nankörlüğü başka ayetlerde şöyle anlatılır: İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir. (Fussilet Suresi, 49-51) Tüm bu ayetlerde sıkıntıda Allah'a yöneldiği halde rahata kavuşunca nankörleşen insanlardan söz edilmektedir. Bu, başta da belirttiğimiz gibi müşriklere ait bir tavırdır; çünkü müminlerin özelliği her şart altında Allah'a yönelmeleridir. Sadece zorlukta değil, ferah ve rahat içindeyken de O'na dua eder, O'nu övgüyle tesbih ederler. Kendisi'nden yardım istenecek tek güç sahibinin Allah olduğunu kesin olarak bilirler. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Gemide Allah'a dua edip sonra güvenliğe kavuşunca O'nu unutan nankör karakter, her insanın nefsinde bulunan ve dolayısıyla herkesi etkileyebilecek bir eğilimdir. Kuran'daki bu kıssanın bir hikmeti elbette müşrikleri kınamaktır ancak, tüm okuyanların da burada anlatılanlardan ibret alması ve böyle bir tavra girmekten sakınması gerekir. Yani herkes bu örnek üzerinde düşünmeli, kendi durumunu tartmalı, samimi bir nefis muhasebesi yapmalıdır. Örneğin siz, kendi durumunuzu düşünüyor musunuz?... Acaba sizin de dualarınız, gemiyle fırtınaya yakalananlar gibi, sadece büyük zorluk zamanlarında mı güçleniyor? Allah'a sadece bir belayla, bir sıkıntıyla yüzleşince mi yöneliyorsunuz? Dualarınız hep sıkıntılı dönemlerinizde mi samimi ve içli hale geliyor? Rahat ve mutlu olduğunuz zamanlarda ise Allah'ı az anmaya, O'na pek dua etmemeye mi başlıyorsunuz?.... Eğer böyleyse bunun üzerinde durup düşünmeniz gerekir. Kuran'daki kıssadan ibret almanız, gemide dua edip sonra da nankörlük eden müşriklere benzememek için çabalamanız, Allah'a tevbe etmeniz, O'ndan bağışlanma dilemeniz gerekir. Çünkü imanlı her insanın görevi, Kuran'da anlatılan kafir ve müşrik özelliklerinden elinden geldiğince sakınmak ve mümin özelliklerini eksiksiz olarak kazanmak için çabalamaktır. Bir müminin en önemli vasıflarından biri ise, hem zorlukta hem rahatlıkta, hem darlıkta hem bollukta, her türlü şartta Allah'a kul olduğunu unutmaması, hep O'na yönelmesi, hep O'na dua edici ve şükredici olmasıdır. Unutulmamalıdır ki, sadece zorluk ve sıkıntı durumunda Allah'a dua etmek, samimi bir davranış değildir. Nitekim Kuran'da, Allah'a ve elçisine başkaldırmış en azılı din düşmanlarının dahi zorluk ve sıkıntı durumunda Allah'a yönelerek dua ettiği bildirilir. Bu konuda verilebilecek en açık örneklerden biri, Firavun'dur. Eski Mısır'da kendini ilah olarak tanıtarak büyüklenen Firavun, Hz. Musa ve kavmine birçok eziyette bulunmuş ve kendisine gelen tüm mucizelere ve tebliğe rağmen Allah'ı inkar etmişti. Üstelik bu inkarı ve büyüklenmesi ölümle yüzyüze gelinceye kadar sürmüştü. Fakat ölümün kendisine çok yakın olduğunu ve kurtuluş imkanının kalmadığını anladığında çaresizlik içinde dua etmeye başlamıştı ve kendisinin de bir Müslüman (Allah'a teslim olmuş) olduğunu iddia etmişti. Kuran'da bu olay şöyle bildirilir: Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-92) Kuran'da defalarca anlatılan bu çarpık dua anlayışından, üstte de vurguladığımız gibi, müminin de kendisine bir pay çıkarması gerekmektedir. Kuran'ın muhatabı onu okuyan tüm müminlerdir ve Allah bu ayetlerde müminlere de uyarıda bulunmakta ve duanın tüm zamanlara yayılmasını istediğini bildirmektedir. İşte cahiliyenin dua anlayışı ile iman edenlerin dua anlayışları arasındaki en çarpıcı farklardan biri bu noktada ortaya çıkar. Müminler, kendilerini yaratan, sayısız nimet veren Rabbimize karşı son derece boyun eğicidirler. Kendileri için gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunun bilincindedirler. Ve bu yüzden her türlü ortamda yalnızca Allah'tan yardım diler ve O'na dua ederler. Cahiliye insanları ise ancak bir zorluk içine düştükleri zaman Allah'tan yardım dilemeyi hatırlar ve bunun dışındaki zamanlarda kendilerine başka veliler edinip, onlardan medet umarlar. Elbette bu cahilliklerinin acı karşılığını dünyada da ahirette de göreceklerdir. KURAN'DA PEYGAMBER DUALARI
Kuran'da bahsi geçen peygamberlerin her biri, belli özellikleri ile dikkati çeken kavimlere gönderilmişlerdir. Bu kavimler, daha önce kendilerine gelen elçileri yalanlamış, azgınlaşmış ve aşırılığa gitgide daha fazla yönelmiş topluluklardı. Peygamberlerin görevi ise dini tanımayan veya tanıdığı halde inkara yönelen bu topluluklara hak dini tanıtmak, onları Allah'a çağırmak ve ahirete yöneltmekti. Bu ise son derece zor bir işti. Tek başına bir insan, insanların çoğunun kendisine karşı çıkıp tepki göstereceğini bile bile, o ana kadar hiç duyulmamış veya duyulduğu halde kabul edilmemiş hak dini insanlara tanıtmak üzere görevlendiriliyordu. Üstelik bu görev, sahip olduklarını ve hatta hayatını tehlikeye sokuyordu. İnsanlar, sırf Allah'a çağırdığı için kendisinden nefret edebilir, hatta kendisini öldürmeye yeltenebilirlerdi. Kendisine eziyet edebilir, inanmış gibi görünüp hainlik yapabilirlerdi. Peygamberin çevresindeki hiç kimse, hatta ailesi bile kendisine inanmayabilirdi. Sorumluluğu ise Allah'a karşıydı. Bu, mutlaka yerine getirilmesi gereken, kapsamı ve önemi oldukça büyük olan bir sorumluluktu. İnsanların dini öğrenip öğrenmemeleri ve öğrendikleri ile cenneti hak edip etmemeleri peygamberin üzerindeki bir yükümlülük değildi. Onun tek vazifesi dini tebliğ etmekti. Bu, dünya üzerinde tanıyıp bildiğimiz hiçbir şeye benzemez. Tek başına bir insanın büyük bir topluluğa karşı bu göreve başlaması, oldukça zorlu bir iştir. Ancak elbette durum, dışarıdan bakanlar için böyledir, aslında, herşeyin üzerinde hakim olan Allah'ın gücüdür. Böyle bir durumda da inkarcıların sayısı ya da gücü önemli bir faktör olmaz. Peygamberlerin her biri bu gerçeği çok iyi bilerek hareket etmişler, üzerlerindeki bu sorumluluğu Allah'a olan güvenleri ile tam anlamıyla yerine getirmişlerdir. Allah peygamberlerin bu üstün özelliklerini ayetlerinde övmektedir. Kuran'da bildirildiği gibi Allah'ın yardımı her zaman inananlardan yanadır ve Allah peygamberlerini insanların zulümlerinden korumaktadır. Kuran'da, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in hicret sırasında yaşadığı bir tehlikeden söz edilirken bu gerçek şöyle açıklanmıştır: Siz O'na (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40) Peygamberler, Kuran'da Allah'a karşı her şartta korudukları içli yakınlıkları ile örnek gösterilmişlerdir: Andolsun sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokca zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel örnekler vardır. (Ahzab Suresi, 21) İstekleri katıksızca Allah'tandır. Kendilerine peygamberlik görevinin verilmesinden itibaren tek çabaları verilen bu görevi yerine getirmek ve kavimlerini Allah'a çağırmak olmuştur. İstekleri de elbette ki amaçları ile doğru orantılı olmuştur. İçli, katıksız, yakın ve samimi duanın örneklerini işte bu nedenle peygamberlerde oldukça net bir biçimde görebiliriz. Bu nedenle kitabın bundan sonraki kısmında Kuran'da öğretilen peygamber dualarını inceleyeceğiz. Hz. Nuh'un Duaları Kuran'da, yıllar boyunca, örnek bir kararlılıkla kavmini tevhid dinine çağıran Hz. Nuh'un sabrından övgü ile bahsedilir. Hz. Nuh kendisine ve yanındaki müminlere düşmanlık gösteren kavmine karşı kararlılıkla mücadele etmiştir. Hz. Nuh'un içinde bulunduğu her türlü durumda Allah'a yönelmesi, O'nun yardımını umarak samimiyetle dua etmesi ise müminler için büyük bir örnektir. Hz. Nuh içinde bulunduğu durumu Allah'a söylemiş ve şöyle dua etmiştir: Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al." (Kamer Suresi, 10) Başka bir surede Hz. Nuh'un Allah'a duası şu şekilde haber verilir: Nuh: "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar. Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma." (Nuh Suresi, 26-28) Allah, Hz. Nuh'un bu duasını kabul etmiş ve ileride kopacak olan Tufan'a hazırlık yapmasını emretmiştir. Hz. Nuh yakında herhangi bir deniz veya göl olmamasına rağmen Allah'ın emri üzerine büyük bir gemi yapmaya başlamıştır. Geminin yapımı sırasında kavmi ise kendisi ile alay etmeye devam etmiştir. Bu olay Kuran'da şöyle haber verilir: Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O'nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi. (Hud Suresi, 38) Ancak Hz. Nuh kavminin tüm baskısına rağmen, Allah'ın emri gereği gemiyi hazırlamaktadır. Ve sonunda Allah'ın vaadi gelir ve tufan patlak verir: Biz de 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti. Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık. (Kamer Suresi, 11-13) Tufan sırasında boğulanlardan birisi de Hz. Nuh'un oğludur. Hz. Nuh tufandan önce oğlunu gemiye çağırır ancak oğlu babasının bu çağrısını kabul etmez. (Hud Suresi, 43) Kuran'da Hz. Nuh'un, oğlunun ölümü üzerine Allah'a şu şekilde seslendiği haber verilmektedir: Nuh Rabbine seslendi: Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimler hakimisin." Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." (Hud Suresi, 45-46) Hz. Nuh kavminin helak edilmesi için dua ederken "mümin olarak evine girenlerin" korunmasını istemiştir. Oysa Nuh'un oğlu iman etmemiştir. Kuran'da Hz. Nuh'un Allah'a kendisini affetmesi için şöyle dua ettiği bildirilir: Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum." (Hud Suresi, 47) Hz. İbrahim'in Duaları Günümüzde milyonlarca insanın hac görevini yerine getirmek için ziyaret ettiği Kabe'yi inşa eden Hz. İbrahim, Kuran'da, "tek başına bir ümmet" olarak tanıtılmaktadır. O ve oğlu Hz. İsmail, bundan binlerce yıl önce, Allah'ın vahyi doğrultusunda insanların toplanacakları ve O'nu zikredecekleri, yılın belirli zamanlarında oraya hacca gelecekleri bir ev inşa etmişlerdir. Bu evin Kuran'daki adı Kabe'dir. İkisi bunu bir ibadet olarak yapmış, ve sonrasında şöyle dua etmişlerdir: İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin". (Bakara Suresi, 127) Kabe'nin inşa edildiği yer zamanla gelişecek ve bugün Mekke olarak isimlendirdiğimiz şehir halini alacaktır. Hz. İbrahim burası için Allah'a şöyle dua etmiştir: Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o"demişti. (Bakara Suresi, 126) Hz. İbrahim ve oğlu İsmail dualarında sadece kendi yaşadıkları dönem için değil, kendilerinden sonra gelecek olan kuşaklar için de bazı isteklerde bulunmuşlardır: Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin. (Bakara Suresi, 128-129) Hz. İbrahim'in bir başka duasında, Allah'a yakınlaşma yolları aradığı şöyle haber verilmektedir: Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara Suresi, 260) Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi İbrahim Peygamberin Allah'tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi, inancındaki bir zayıflıktan dolayı değildi. Aksine iman etmişti, ama iman ettiği gerçeği tam anlamıyla kavramak istiyordu. O, son derece samimi ve içten bir biçimde Allah'ın bir mucizesine tanık olmayı istemiş, Allah bu samimi duaya icabet etmişti. Hz. İbrahim'in babası bir putperestti. O, babasına dini tebliğ etmiş ancak babası iman etmeyi kabul etmemişti. İbrahim Peygamber ise babası için Allah'tan bağışlanma dilemişti: (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 47-48) Hz. İbrahim'in, babası bir mümin olmadığı halde onun için Allah'a dua etmesinin gerçek nedeni de Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmektedir: Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 113-114) Bugün milyonlarca insanın ziyaret ettiği Mescid-i Haram'a yani Kabe'ye ilk yerleşen Hz. İbrahim, duasının devamında oğulları İsmail, İshak ve tüm müminler için şu isteklerde bulunmuştu: Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Hamd, Allah'a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir. Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla. (İbrahim Suresi, 37-41) Görüldüğü gibi Hz. İbrahim duasında hem Allah'ın sıfatlarını saymakta, hem de O'na şükretmektedir. O'ndan istediği şeyler de, kendisini O'na yakınlaştıracak, ahirette bağışlanmasına vesile olacak isteklerdir. Hz. Lut'un Duaları Kuran'da "hüküm ve ilim" verilen peygamber olarak bahsedilen Hz. Lut, Nuh Peygamber gibi kavmine uzun yıllar boyunca hak dini tebliğ etmiştir. Ancak Allah'ın sınırlarını çiğneyerek eşcinsel ilişkilerde bulunan kavminin Hz. Lut'a cevabı hep olumsuz olmuştur: Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz. Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (A'raf Suresi, 80-82) Lut Kavmi, Allah'ın elçisini tanımamakla kalmayıp, ona karşı açıkça meydan okumuştu. Hz. Lut ise kavmini uzun bir zaman tevhid dinine çağırdı, herhangi bir olumlu cevap alamayınca Allah'a şöyle dua etti: Dedi ki: "Rabbim, fesat çıkaran (bu) kavme karşı bana yardım et." (Ankebut Suresi, 30) Hz. Lut'un duasını Allah kabul etti ve Allah'ın elçisine başkaldıran Lut Kavmi helak oldu: Şüphesiz Biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azab indireceğiz. Andolsun, Biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır. (Ankebut Suresi, 34-35) Bu örnekte gördüğümüz gibi dua, sadece insanların iyiliği, dünya ve ahiret saadeti için olmayabilir. Allah'ın sınırlarını çiğneyen, müminlere zulmeden toplulukların helakı için birçok peygamber dua etmiştir. Hz. Lut'un duası da buna bir örnektir. Hz. Eyüp'ün Duaları Kuran'da dört yerde Hz. Eyüp'ten bahsedilir ve onun sabrı müminlere örnek olarak gösterilir. Allah'tan vahiy alan seçilmiş bir kul olan Hz. Eyüp (Nisa Suresi, 163), ciddi bir hastalığa yakalanarak sıkıntı çekmiştir. Ancak içinde bulunduğu her türlü ağır şartta daima sabrı ve Allah'a olan güveni ile öne çıkmıştır. Allah onun bu vasfını tüm müminlere örnek olarak gösterir: ... Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sa'd Suresi, 44) Hz. Eyüp yakalandığı hastalığın yanısıra bir de şeytanın olumsuz telkini ile karşı karşıya kalmıştı. Ancak Hz. Eyüp bu sıkıntısını samimi olarak Allah'a açmış ve O'ndan yardım dileyerek dua etmiştir: Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti. (Sad Suresi, 41) Bir başka ayette, Hz. Eyüp'ün içli duasından şöyle söz edilir: Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83) Allah elbette bu salih kulunun duasına icabet etmiştir. Allah'ın Hz. Eyüb'e verdiği cevap ayetlerde şöyle aktarılır: Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84) Allah insanları çok farklı şekillerde imtihan etmektedir. Allah'ın salih kullarından biri olan Hz. Eyüp de şiddetli bir sıkıntı ile denenmiştir. Benzer sıkıntılar, yine dünyadaki imtihan ortamı içinde başka müminlerin başına da gelebilir. Dolayısıyla bu tür bir durumda kalan bir mümin, Hz. Eyüp örneğinde olduğu gibi, imtihanın şekli ve süresi ne olursa olsun Allah'ın insana taşıyamayacağı yükü yüklemeyeceğinin bilincinde olmalıdır. Hz. Yusuf'un Duaları Hz. Yusuf kıssası, dua konusunda müminler için güzel örneklerle doludur. Hz. Yusuf, karşılaştığı her türlü sıkıntıya karşı tevekküllü ve teslimiyetli davranmasıyla, Allah'a olan sadakatiyle, sağlam bir imanın tüm alametlerini göstermiştir. Hz. Yusuf'a ve babası Hz. Yakup'a isabet eden sıkıntılar, küçük yaştaki Hz. Yusuf'un kıskanç kardeşleri tarafından kuyuya atılıp bir kurt tarafından yenmiş gibi gösterilmesiyle başlar. Ancak Hz. Yakup, çok sevdiği oğlunun başına gelen bu olay karşısında Allah'a olan teslimiyetini korur: Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) ola gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı yardım istenecek olan Allah'tır." (Yusuf Suresi, 18) Ayetten de anlaşılacağı gibi oğlunun kanlı gömleği ile karşılaşan Hz. Yakup, gerçek bir mümin tavrı göstererek yapacağı en doğru davranışın "sabır, tevekkül ve dua" olacağını söyler. Nitekim kuyuya atılarak ölüme terk edilen Hz. Yusuf, bir mucize eseri yoldan geçen bir kervan tarafından bulunur. Onu bulan kafile, onu para karşılığında satmaya karar verir ve yanlarına alır. Bunun ardından köle olarak önde gelen bir Mısırlıya satılan Hz. Yusuf'a, ergenlik çağına geldiğinde Allah "ilim ve hikmet" (Yusuf Suresi, 22) verir. O'nu satın alan Mısırlının karısı, ayette bildirildiğine göre ondan murad almak ister. Bunu kabul etmeyen Hz. Yusuf'u hapse attırmakla tehdit eder. Bunun üzerine Hz. Yusuf şöyle dua eder: (Yusuf) Dedi ki:"Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum. (Yusuf Suresi, 33) Ayette görüldüğü gibi Hz. Yusuf, duasında içinde bulunduğu durumu samimi olarak itiraf etmiştir. Bunun ardından hapse atılan Hz. Yusuf, zindanda yanındakilere tebliğe başlar: "Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Suresi, 39-40) Yıllar boyu orada kaldıktan sonra, Mısırlı'nın karısının da Hz. Yusuf'un masum olduğunu söylemesi üzerine Hz. Yusuf zindandan çıkarılır. (Yusuf Sursi, 51-54)e Tüm bu sıkıntıların ardından Hz. Yusuf'un duası kabul edilir ve kuyuya atılma ile başlayan olaylar, ülkenin iktidarında söz sahibi olmasıyla devam eder: İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı... (Yusuf Suresi, 56) Böylece iktidar sahibi olan Hz. Yusuf, kendisini zindandan çıkararak hazinenin başına geçiren Allah'a şükreder ve dünyada Müslüman olarak ölmek ve ahirette de salihlerle birlikte olmak için dua eder: Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat. (Yusuf Suresi, 101) Hz. Şuayb'ın Duaları Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb, Allah'ın sınırlarını çiğneyen kavmini imana davet etmişti. (Araf Suresi, 85) Medyen halkının Hz. Şuayb'a cevabı Nuh ve Lut kavimlerinin cevaplarından farklı olmadı. Hz. Şuayb'ın söylediklerini kabul etmeyen kavim, onu ve diğer müminleri yaşadıkları topraklardan sürgün etmekle tehdit etti: Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz..." (Araf Suresi, 88) Hz. Şuayb ise, Medyen halkının duyarsızlığı ve tehditkar tavrı üzerine Allah'a tevekkül ederek O'na dua etti: Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın. (A'raf Suresi, 89) Sonunda Lut ve Nuh kavminin başına gelenler Medyen halkının da başına geldi. Hz. Şuayb'ın duası üzerine Allah hükmünü verdi ve Allah'ın elçisini tanımayan kavim helak edildi: Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar. Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki orda 'hiç refah içinde yaşamamışlar' gibi oldular: Şuayb'ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar. (Araf Suresi, 91-92) Hz. Süleyman'ın Duaları Hz. Süleyman'ın önemli özelliklerinden biri, büyük bir güç ve iktidara sahip olmasıydı. Ona birçok üstün yetenekler de verilmişti. Hz. Süleyman'a verilen bu üstün yetenekler arasında cinleri yönetmek, hatta hayvanlarla konuşmak da bulunuyordu. Hz. Süleyman'ın hayvanların konuşmalarını anlaması Kuran ayetlerinde şöyle haber verilir: Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."(Neml Suresi, 16) Kendisine verilen üstünlüklerden dolayı Allah'a şükreden Hz. Süleyman'ın duası ise şöyledir: "... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19) Allah Hz. Süleyman'a bazı özel yeteneklerin dışında büyük maddi imkanlar da sunmuştu. Hz. Süleyman da bu zenginliklere karşı O'na hep şükretmiş ve şöyle dua etmişti: Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35) Daha önceki bölümlerde dua konularının sadece şahsi ve dünyevi istekler olmaması gerektiği üzerinde durmuştuk. Hz. Süleyman'ın "hiç kimseye nasip olmayan bir mülk" istemesi de dünyevi bir istek değil, aslında ahirete yönelik bir istektir. Nitekim onun "... gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) dediği ayetlerde bildirilmektedir. Eğer bir insan elinde bulunan maddi imkanları Allah rızası için kullanıyor ve bu imkanlar onu Allah'a yakınlaştırıyor, Allah'ı anmasına vesile oluyorsa, onun dünya nimetlerini istemesi konusunda sıkıntı duymasına gerek yoktur. Çünkü artık bu nimetler onu ahirete yakınlaştıracak birer vesile haline gelmiştir. Hz. Zekeriya'nın Duaları Kuran'ın üç ayrı suresinde Hz. Zekeriya'nın dualarından bahsedilir. Yaşı ilerlemiş olan Hz. Zekeriya, kendi ardından kavmi içinde imanı ayakta tutması için Allah'tan bir varis istemiştir. Kendisi çocuk sahibi olmak için oldukça yaşlı, karısı ise kısır olduğu için varisi yoktur ve Allah'a duada bulunmuştur: Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman; Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana Kendi Katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu razı olunan kıl." (Meryem Suresi, 3-6) Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi. (Al-i İmran Suresi, 38) Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın." (Enbiya Suresi, 89) Ayette Hz. Zekeriya'nın Allah'a gizlice seslendiği bildirilmektedir. Bu, samimiyetin en büyük göstergelerinden biridir. Nitekim Allah, Kendisi'ne bu tür bir samimiyet içinde çağrıda bulunan Hz. Zekeriya'nın duasını kabul etmiştir: Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 90) (Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz Biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; Biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız." (Meryem Suresi, 7) O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir." (Al-i İmran Suresi, 39) Ayetlerin devamında bildirildiğine göre, Hz. Zekeriya Allah'ın duasına karşılık ileri yaşına rağmen kendisine bir erkek evlat bağışlamasına şaşırır. Kendisine müjdeyi ileten melek ise O'na Allah'ın kudretini hatırlatır: Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım." (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: - Bu Benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (Meryem Suresi, 8-9) Önceki bölümlerde Allah'ın samimi kullarının dualarına onlar için en hayırlı olacak şekilde icabet ettiğini belirtmiştik. Ve Allah'ın içten çağrıda bulunan inananların tek dostu ve yardımcısı olduğunu da bildirmiştik. Allah, çocuk sahibi olması imkansız gibi görünen Hz. Zekeriya'ya da, samimi duasına icabet ederek salih bir oğul armağan etmiştir. Hz. Yunus'un Duaları Kuran'da, Hz. Yunus'tan şöyle söz edilir: Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur'aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. (Saffat Suresi, 139-142) Hz. Yunus peygamber olarak gönderildiği kavmini terk etmişti. Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, binmiş olduğu gemide yolcular arasında kura çekilmiş ve kura sonucunda onun denize atılmasına karar verilmişti. Yine Kuran'da bildirildiğine göre, denize atılan Hz. Yunus, dev bir balık tarafından yutulmuştur. Balığın karnında iken pişmanlık duyan Hz. Yunus, Allah'a şöyle dua etmiştir: Senden başka ilah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi, 87) Allah ise Hz. Yunus'un samimi duasına karşılık onu mucizevi bir biçimde kurtarmıştır: Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 88) Hz. Yunus'u Allah daha sonra da itaatli bir kavmin başına geçirmiştir: "Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (Peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık." (Saffat Suresi, 147-148) Daha önceki bölümlerde Allah'ın bir duayı kabul ederken bunu belli sebeplere bağladığını, ancak dilerse sebepsiz de istenilen şeyi gerçekleştirebileceğini ve bunun göklerin ve yerin Rabbi olan Allah için son derece kolay olduğunu söylemiştik. Allah Hz. Yunus'un duasını kabul ederken de her türlü zor görünen şartı ortadan kaldırmış ve Hz. Yunus'u balığın karnından kurtarmıştır. Bu, insanın hiçbir zaman Allah'ın rahmetinden umut kesmemesi ve hep O'na dua etmesi gerektiğinin çarpıcı delillerinden biridir. İnsan Rabbimize içten yöneldiği müddetçe, kesin bir karşılık görecektir. Hz. İsa'nın Duaları Kuran'da, Hz. İsa'dan söz edilirken şöyle denir: "... Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.." (Al-i İmran Suresi, 45) Kuran'da havarilerinin Hz. İsa'dan Allah'a dua etmesini ve gökten bir sofra talep indirilmesini istedikleri haber verilir. "Sofra" anlamına gelen Maide Suresi'nde anlatılan bu olay şöyledir: Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah'tan korkup-sakının" demişti. (Bu sefer Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım" demişlerdi. (Maide Suresi, 112-113) Havarilerin bu isteklerinin altında olağanüstü bir olay görmek isteği yatıyordu. Hz. İsa, bu mucize isteğinin yersiz olduğunu belirtmesine rağmen, havariler gökten sofra inerse kalplerinin daha da tatmin olacağını söyleyerek ısrar ettiler. Hz. İsa ise, havarilerin bu istekleri üzerine Allah'a dua ederken, Kuran'daki birçok dua örneğinde olduğu gibi Allah'ı sıfatlarıyla andı. Kuran'da, Hz. İsa'nın bu duasından şöyle söz edilir: Meryem oğlu İsa: "Allah'ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Senden de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (Maide Suresi, 114) Allah Hz. İsa'nın duasını kabul etti ve şöyle buyurdu: Allah demişti ki: "Şüphesiz ben bunu size indireceğim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir azabla azablandıracağım." (Maide Suresi, 115) Hz. İsa'nın Maide Suresi'ndeki ikinci duası ise, havarilerin korunup gözetlenmesi ve bağışlanması konusundaydı: Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde (İsa şöyle dedi); "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen." "Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın." Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hakim olan Sensin Sen." (Maide Suresi, 116-118) Kuran'da Hz. Muhammed (sav)'in Duaları Kuran'da "Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) ayetiyle tanıtılan son peygamber Hz. Muhammed (sav), gecenin bir bölümünü dua, zikir ve ibadetle geçiriyordu. Bir ayette bundan şöyle söz edilir: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da. Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi, böylece tevbenizi kabul etti... (Müzemmil Suresi, 20) Kuran'da Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in müminlere karşı ne kadar düşkün ve şefkatli olduğu anlatılır ve onlar için bağışlanma dilemesi emredilir: Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159) Kuran'da daha birçok ayette kutlu Peygamberimiz (sav)'in dualarından bahsedilmektedir. Dualarda Allah'ı sıfatları ile birlikte anmanın en güzel örneklerini Peygamberimiz Hz. Muhammed'in dualarında görebiliriz. Bunlardan bir tanesi şöyledir: De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26) Tüm peygamberler gibi Hz. Muhammed (sav) de gönderildiği kavmin ileri gelenleri tarafından tehdit edilmiş ve zaman zaman şeytanın olumsuz telkinleri ile karşı karşıya kalmıştır. Böyle durumlarda Peygamberimiz (sav) Allah'a üzerindeki sıkıntıyı kaldırması için şöyle yalvarmıştır: Ve de ki: "Rabbim şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım. Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Müminun Suresi, 97-98) Müminun Suresi'nin son ayetinde ise Peygamberimiz (sav)'in bir duası şöyle aktarılır: Ve de ki: "Rabbim bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 118) Hz. Musa'nın Duaları İsrailoğulları'na elçi olarak gönderilen Hz. Musa, Firavun'un zulmünden kurtulması için, henüz bebek iken annesine gelen vahy üzerine bir nehre bırakılmıştı. Firavun ve ailesi nehirde buldukları Hz. Musa'yı evlat edindiler. (Kasas Suresi, 7-8) Hz. Musa'ya Firavun'un sarayında ergenlik çağına geldiğinde diğer peygamberler gibi Allah'tan "ilim ve hikmet" verildi. (Kasas Suresi, 14) Kuran'da Hz. Musa'nın Allah'a yönelerek dua etmesine neden olan bir olay şöyle anlatılır: (Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi. (Kasas Suresi, 15) Ayette anlatılan olay sonucunda Hz. Musa Allah'tan bağışlanma diledi ve bir daha suçlu ve günahkarlara destek olmayacağına dair Allah'a söz verdi: Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: "Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas Suresi, 16-17) Söz konusu olayın duyulması üzerine, bulunduğu şehrin önde gelenleri Hz. Musa'yı yakalayarak öldürmeyi planladılar. Bunu öğrenince Hz. Musa yine Allah'a dua etti: Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar" dedi. (Kasas Suresi, 21) Hz. Musa'nın duası kabul edildi ve Allah'ın yönlendirmesiyle Firavun'un şehrinden ayrılarak daha güvenli bir yere gitmek üzere yola koyuldu. Bu sırada da sürekli Allah'a yönelmiş, hep O'na dua etmişti: Medyen'e doğru yöneldiğinde de: "Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir" dedi. Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun." (Kasas Suresi, 22-25) Bu olayların ardından Hz. Musa Medyen'de yerleşti. Ardından geçen 8-10 yıldan sonra ailesiyle birlikte Medyen'den ayrıldı. Yolda Tuva Vadisi denilen yere geldiğinde ilk vahyi alacaktı. Allah ona Firavun'a gitmesini ve kendisine dini tebliğ etmesini emretti. Hz. Musa'nın Kasas Suresi'nde Allah'a bu konuda şöyle dua ettiği bildirilir: Dedi ki: "Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum." (Kasas Suresi, 33-34) Kuran'da bildirildiğine göre Hz. Musa içinde duyduğu heyecanın tebliğ görevini yerine getirmesine engel olmasından çekinmişti. Bunun için de Allah'a dua etti: Dedi ki: "Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl, Böylece Seni çok tesbih edelim. Ve Seni çok zikredelim. Şüphesiz Sen bizi görüyorsun." (Taha Suresi, 25-35) Hz. Musa'nın bu samimi duasına karşılık Allah onu ve kardeşini özel bir koruma altına aldığını şöyle bildirmiştir: (Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız." (Kasas Suresi, 35) Hz. Musa'nın Firavun'a göstermiş olduğu mucizeler, Firavun'un yanındaki bazı kişilerin iman etmesine vesile olurken, Firavun ve kavminin büyük kısmı Allah'a karşı büyüklenmekte ısrar ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Musa'nın Allah'a şöyle dua ettiği Kuran'da bildirilir: Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." Allah, Hz. Musa'nın duasına şöyle karşılık verdi: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın." (Yunus Suresi, 88-89) Hz. Musa'nın yukarıdaki duasının ardından Firavun ve tüm inkarcı çevresi helak edilmiş ve İsrailoğulları Mısır'dan ayrılmışlardır. Mısır'dan çıkmalarından bir süre sonra, Hz. Musa kardeşi Hz. Harun'u yerine bırakarak, kırk günlüğüne Tur Dağı'na çıktı. Burada kendisine vahyin gelmesini bekledi. (A'raf Suresi, 142) Vahy gelince de Allah'a şöyle dua etti: "... Rabbim, bana göster, Seni göreyim"... (A'raf Suresi, 143) Allah, Hz. Musa'nın bu isteğine şöyle karşılık verdi: ... (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol." (Araf Suresi, 143-144) Hz. Musa Tur Dağı'na giderken kavminden sorumlu olarak kardeşi Hz. Harun'u bırakmıştı. Ancak kavmi Hz. Musa'nın gidişi ile birlikte gevşeklik göstererek Mısır'daki putperest inanışlara dönüş yaptılar. Kendilerine bir buzağı heykeli yaptılar ve ona tapındılar. Hz. Musa kavminin buzağıya tapması üzerine aralarından müminleri ayırarak Allah'ın daha önceden vahyettiği buluşma yerine doğru yola çıktı. Ancak buluşma yerine gelmeden bunları da ayetin ifadesiyle "dayanılmaz bir sarsıntı" tutunca, Allah'tan kendisi ve yanındaki müminler için bağışlanma diledi: ... Dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helâk ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (A'raf Suresi, 155-156) Kuran'da Hz. Musa ile ilgili olarak anlatılanlara baktığımızda, Hz. Musa'nın dualarında en çok dikkat çeken noktalardan birinin, onun içten samimiyeti ve açıksözlülüğü olduğunu görürüz. Allah'a samimi bir biçimde dua etmiş ve O'ndan yardım dilemiştir. Allah, Hz. Musa'yı zamanla ve olaylarla eğiterek büyük güç sahibi bir peygamber haline getirmiştir. Yani, önceden de vurguladığımız gibi, duanın en önemli şartlarından biri samimiyetle ve içtenlikle yapılmasıdır. İnsanı bu noktada yanıltabilecek engellerden biri, Allah'a karşı utanarak O'na bazı günah ya da kusurları itiraf etmeme eğilimidir. Bazı insanlar bu eğilimin etkisiyle Allah'a dua ederken çok "resmi" bir ruh hali içinde olurlar ve belki utanma duygusundan belki de kibirlerinden dolayı Allah'a herşeylerini açmazlar. Oysa Allah bizim her türlü kusurumuzu, yaptığımız, hatta aklımızdan geçen her türlü yanlış ve anormal fiil ya da düşünceyi zaten bilmektir. O halde yapılması gereken şey, açıksözlülükle ve samimiyetle Allah'a yönelip her sırrımızı O'na açmaktır. Allah'a karşı duyulması gereken içli korku, Allah ile kulu arasına "resmiyet" sokacak bir engel değil, kulunu Allah'a teslimiyetli ve samimi bir biçimde yakınlaştıracak bir teşviktir. SONUÇ Kuran'da anlatılan dua anlayışının insan hayatına geçirilmesi çok önemli bir konudur. Ne yazık ki insanların büyük bir kısmı Kuran'dan habersiz oldukları veya Kuran'ı yeteri kadar bilmedikleri için, belki de hayatlarında bir defa bile samimi olarak Allah'a yönelip, Kuran'da bildirildiği gibi dua etmezler. Şu an okuduğunuz bu çalışmada ise, aslında Kuran'a göre "en büyük" olan (Ankebut Suresi, 45) Allah'ı zikretmenin önemi anlatılmıştır. Burada anlatılanları dikkate almak ve Allah'a tam O'nun dilediği gibi dua etmeye çalışmak ise hepimizin görevidir. Bu hem büyük bir görev, hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak büyük bir vesiledir. Çünkü Kuran'da, Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber verilir: Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60) |
|
<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]
|
|
Post Reply | |
Tweet |
Forum Jump | Forum Permissions You cannot post new topics in this forum You cannot reply to topics in this forum You cannot delete your posts in this forum You cannot edit your posts in this forum You cannot create polls in this forum You cannot vote in polls in this forum |