Vesiletunnecat Homepage
Forum Home Forum Home > ORGANİZASYON > Eğitim - Öğrenim
  New Posts New Posts
  FAQ FAQ  Forum Search   Register Register  Login Login

24 Saat Kur`an-ı Kerim Dinleme


Hz. NÛH (a.s) (PEYGAMBERLER TARİHİ)

 Post Reply Post Reply
Author
Message
kral View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 08-03-2006
Status: Offline
Points: 1323
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote kral Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Topic: Hz. NÛH (a.s) (PEYGAMBERLER TARİHİ)
    Posted: 03-02-2009 at 20:00

Hz. NÛH (a.s)

Allah Teala'ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamber. "Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nuh (a.s)'ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücadele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nuh (a.s)'ın kıssası, şu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır: el-A'raf, Hûd, el-Müminûn, eş-Şuara, el-Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh suresi.
    Nûh (a.s), Adem (a.s)'dan yaklaşık olarak bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teala'ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet edilmektedir:
    "Adem ile Nuh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler" (İbn Sa'd et-Tabakatü'l-Kübra, Beyrut t.y, l, 42).
    İbn Abbas (r.a)'ın hadisinde, İslam üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nuh (a.s) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir. 
    Ayrıca, İbn Abbas (r.a)'ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk olarak varlığının sözkonusu olmadığını da ortaya k****ktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (a.s)'den en az bin sene sonra olmuştur.
    Allah Teala'ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s)'dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilah olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan başka ilahlar edinerek, O'na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah'a şirk koşmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teala'nın azabına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s) canlı bir şeye benzer bir suret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir suret yaparsa, Allah Teala ona kıyamet günü, yaptığı surete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır". Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; "yarattıklannızı diriltin bakalım" denilecektir" (Buharî, Libas, 89, 97).
    Nuh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiğine göre bir adı vardı: "..."Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler" (Nûh,7,1/23).
    Allah Teala, ilahi rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş, böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiştir. Peygamber, Allah Teala'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teala, elîm Cehennem azabından sakındırmalan için peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkarcıların isyan ve işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini istemiştir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklanna rağmen onlara şefkatle yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak istemiştir. Allah Teala, Nuh (a.s)'ın, kavmine gönderilişi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar" diye Nuh'u milletine gönderdik" (Nuh, 71/1). 
    iyice azıtmış ve korkunç bir helakle cezalandırılmayı haketmiş bir topluluk olan Nuh kavmine, bu helakten kurtulmak için rahmanî bir el uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nuh (a.s), şirki bırakıp, tevhid akidesine dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir: "...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. (el-A'raf, 7/59); "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (Hûd, 11/25, 26); "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. Sakınmaz mısınız"dedi. (el-Mü'minün, 23/23); "Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).
    Nûh (a.s)'ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nuh (a.s)'a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli kötülüklerle itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele'  (ileri gelenler) Nuh (a.s)'ın da karşısına çıkmış, Kureyşin ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmişlerdi. Nuh (a.s) onları, Allah'tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler".
    Nuh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben alemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi" (el-A'raf, 7/61-63).
    Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teala'nın, bir elçi gönderdiği zaman, onu hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemişlerdir. Nuh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teala'nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: "Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz" (Hûd, 11/27); "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" (el-Mü'minün, 23/24). Mustaz'af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler arayan Mele', bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduğunuz kanaatindeyiz" (Hûd, 11/27); Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin" (el-Müminün, 23/25); "Bu putperestlerden önce Nuh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi, yolu kesilmişti" (el-Kamer, 54/9).
    Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma hakim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nuh (a.s)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nuh (a.s)'a müracaat etmişler ve bu insanları yanından uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmişlerdi. Ancak Nuh (a.s) onlara kesin bir üslupla cevap vererek, gerçek anlamda üstünlüğün, inananlarda olduğunu şu ifade ile ortaya koymuştur: "Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım " (eş-Suara, 26/ 14-15).
    Nuh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslam'a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor. Söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz" (Hûd, 11 /38).
    Nuh (a.s), kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teala tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: Kardeşleri Nuh, onlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir". Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum" (eş-Şuara, 26/106-110, 135).
    Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; "İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler" (eş-Şuara, 26/136). Buna rağmen O, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı terketmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın" dediler" (eş-Şuara, 26/116).
    Nuh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nuh (a.s) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliğ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hûd, 11/40). 
    Azgınlaşan kavmi, Allah Teala'ya meydan okurcasına Nuh (a.s)'a şöyle çıkışıyordu: Ey Nuh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler" (Hûd 11 /32).
Onlar, Nuh (a.s)'ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediğini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nuh (a.s), belki düşünürler diye, azabın sahibinin kim olduğunu ve onun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz" (Hûd, 11/33-34).
    Nuh (a.s), bu zalim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nuh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teala'ya havale etmekten başka çare bulamadı.
    Allah Teala, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile getirmektedir: "Nuh; Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi" (eş-Şuara, 26/117-118); Nuh; "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi" (el-Mü'minun, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (el-Kamer, 54/10).
    Allah Teala da ona, kavmini sularla helak edeceğini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: Nûh'a; "Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır" diye Allah tarafından vahyolundu" (Hûd, 11 /36-37),
    Nuh (a.s), Cebrail (a.s)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı. Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı: "Gemiyi yaparken kavminin inkarcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi" (Hûd, 11/36-39).
    Taberî, Nûh (a.s)'ın, kavmini İslam'a davet edişi, gemiyi yapmaya başlaması ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Aişe (r.anh)'dan rivayetle, Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediğini nakletmektedir: "Nuh kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka davet etti. Son zamanlarına doğru bir ağaç dikti. Ağaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek Şöyle diyorlardı: "Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?" Nuh (a.s) da onlara; "yakında bileceksiniz" diyordu" (Taberî, Tarihul-Rasul vel-Mulük, Beyrut 1967, l, 180). Ve yine ona; "Nebiliği bırakıp, Marangozluğa mı başladın" diyerek eğleniyorlardı (a.g.e., l, 183).
    Nuh (a.s)'ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında İbn Abbas (r.a)'dan şöyle bir rivayet nakledilmektedir. "Geminin uzunluğu, Nuh'un babasının dedesinin (yani idris (a.s)) zıra'ıyla üç yüz zıra'; eni elli zıra'; yüksekliği otuz zıra'; su seviyesinden yukarısı ise altı zıra' idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı (Taberî, a.g.e., l, 182).
    Nuh (a.s), gemiyi inşa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik" (el-Kamer, 54/13).
    Nuh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu Allah Teala'ya arzediyor ve onları bütün imkanlarını kullanarak şirkten nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O'na şikayet, edip, yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.
    Nuh (a.s)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı surede bu durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat  benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her  çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O,  çok bağışlayandır. "Nuh, "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın tanrılannızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/5-11,21-24, 26-27).
    Allah Teala, bu kavme helaki umumi kıldığı gibi, Nuh (a.s) da bunun umumî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller  "Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir" diyorlardı" (Taberî, a.g.e., l, 182).
    Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zalimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teala'nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teala, Nuh (a.s)'a Tufanın gelişini haber veren alamet olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermişti.
    Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teala, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hûd, 11 /40).
    Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır (Taberî, a.g.e, l, 187-189).
    Nuh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nuh (a.s) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kafirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nuh; "Bugün Allah'ın buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı" (Hûd, 11/42-43).
    Nuh (a.s), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teala'ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetin! öğrenmek istemişti. Allah Teala, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yeğane ölçüsünün akide olduğunu; "Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nuh (a.s)'a bildirerek, ortaya koymuştur.
    Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti" (el-Kamer, 54/11-12).
    Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zalim bir topluluk, sonraki nesillere, inkarcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.
    Allah Teala, inkarcı zalimler helak olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiş ve inananların bulunduğu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu çek!" göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi" (Hûd, 11 /44).
    Taberî'nin Resulullah (s.a.s)'e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan, altı ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cûdi dağının üzerine oturmuştu. Nuh (a.s), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti (Taberî, a.g.e., 1,190). Bu gün, Aşure günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüştür.
    Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaşmıştı. Allah Teala, Tufan esnasında
Adem (a.s) tarafından inşa edilen Mekke'deki Beytullah'ı yeryüzünden kaldırmıştı (Taberî, a.g.e., l, 185).
    İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teala peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in" (Hûd, 11/48).
    Nuh (a.s), gemiden indikten sonra, Semanîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)'in yakınında bulunmaktadır (a.g.e., 189).
    Diğer bir rivayete göre de Nuh (a.s) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teala, gemiyi Mekkeye yöneltmiş;
gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cûdi'ye yönelterek orada durdurmuştu (M.Ali Sabûni, en-Nübüvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 154). Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hala bulunuyor olmalıdır. Allah Teala Kur'an-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur" (el-Kamer, 54/ 15).
    Nuh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nuh (a.s) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık" (es-Saffat, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir (Taberî, a.g.e., l, 192).
    Tarihçiler; Şam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Maveraünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kamü fi't-Tarih, Beyrut 1979, l, 78).
    Nuh (a.s)'in tufana kadar dokuz yüz elli beş yıl yaşadığı kesindir: "Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı" (el-Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)'ın görüşüne göre, Nuh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiştir (Sabûnî, a.g.e., 154).
    Nuh (a.s), Ulül-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teala onu, "çok şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nuh'a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı" (es-Saffat, 37/81 -82).
    Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı" (es-Saffat, 37/83).
    Allah Teala, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nuh (a.s) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)'e bir örnek olarak gösterilmektedir: "Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkaf, 46/35).
    Nuh (a.s), Peygamber (s.a.s)'e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak gösterildiği gibi; onun inkarcı kavminin helakı da, müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuştadır.

KAYNAK: TELLİOĞLU, Ömer; Şamil İslam Ansiklopedisi, Akit Gazetesi Yayını, C.VI, S.248-252

<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]

Back to Top
 Post Reply Post Reply

Forum Jump Forum Permissions View Drop Down



This page was generated in 0.128 seconds.