Mekke’de nâzil olmuştur. Ancak 26, 32, 33
ve 57. âyetlerle 73 ilâ 80. âyetlerin Medine’de indiği rivayet
edilmektedir. 111 âyettir. «İsrâ» kelimesi, geceleyin yürümek
manasına gelir. Hz. Peygamber’in Mi’rac mucizesinin Mekke’den
Kudüs’e kadar olan kısmı bu sûrede anlatıldığından,
sûre «İsrâ» adını almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Bir gece, kendisine âyetlerimizden
bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu
Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir;
O, gerçekten işitendir, görendir.
2. Biz, Musa'ya Kitab'ı
verdik ve İsrailoğullarına: «Benden başkasını
dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin» diyerek bu
Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık.
3. (Ey) Nuh ile birlikte
(gemide) taşıdığımız kimselerin
nesli! Şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi.
Bazı tefsirlerde, ikinci ve üçüncü âyetler
arasında şöyle bir mana alâkası kurulmuştur: Ey
Nuh ile birlikte gemide taşıdığımız
kimselerin nesli! Benden başkasını, dayanılıp güvenilen
bir rab edinmeyin. Gerçekten Nuh, çok şükreden bir kul idi.
4. Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına:
Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız
ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız,
diye bildirdik.
5. Bunlardan ilkinin
zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı
gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi)
aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.
Tefsirlerde, bu güçlü kuvvetli kulların, Nînevâlı
Sencârib, Babilli Buhtünnasr veya Câlût’un orduları olduğu,
bunların, Tevrat’ı ve Mescid-i Aksâ’yı yaktıkları,
İsrailoğularının âlimlerini öldürdükleri ve
70.000 kadar esir aldıkları rivayet edilmekte, bütün bu
musibetlere sebep teşkil etmiş olan İsrailoğullarının
ilk fesadının ise Zekeriyya’yı öldürmeleri ve Ermiyâ’yı
hapsetmeleri olduğu belirtilmektedir.
6. Sonra onlara karşı
size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla
gücünüzü arttırdık; sayınızı daha
da çoğalttık.
7. Eğer iyilik
ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine
kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma
zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce
girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler
ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip
etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı
musallat kıldık).
Tefsirlerde, İsrailoğullarının
ikinci musibete uğramalarının sebebi olan diğer
fesat hareketlerinin, Hz. Yahya’yı öldürmeleri ve Hz. İsa’yı
öldürmeye teşebbüs etmeleri olduğu belirtiliyor.
8. Belki Rabbiniz size
merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa)
dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz
cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.
9. Şüphesiz ki bu
Kur'an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda
bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu
müjdeler.
10. Ahirete inanmayanlara
gelince, onlar için de elemli bir azap hazırlamışızdır.
11. İnsan hayrı
istediği kadar şerri de ister. İnsan pek
acelecidir!
Bu âyet, insanın önemli bir psikolojik yönüne
işaret etmektedir: Gerçekten biz insanlar, öfkelendiğimiz, sıkıldığımız
ya da bir güçlükle karşılaştığımızda,
öfkelendiklerimiz için beddua eder; güçlüklerden sabır ve metânetle
kurtulmak için çaba harcayacağımız yerde, acelecilik göstererek
tezden kurtulmak isteriz. Bu olmayınca da, ümitsiz ve kötümser
bir ruh haleti içinde, «Allah’ım, canımı al da, beni
bu sıkıntıdan kurtar!» gibi sözlerle kendimiz için
beddua ederiz ki, bunlar doğru değildir.
12. Biz, geceyi ve gündüzü
birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin
nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların
sayısını ve hesabı bilmeniz için gecenin
karanlığını silip (yerine, eşyayı)
aydınlatan gündüzün aydınlığını
getirdik. İşte biz, her şeyi açık açık
anlattık.
13. Her insanın
amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için
kıyamet gününde, açılmış olarak önüne
konacak bir kitap çıkarırız.
14. Kitabını
oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.
Bu dünyada, gerek çevrenin olumsuz şartları,
gerekse insanın birçok kötü arzu ve ihtirasları, onun kalp
ve basîretini bağlayabilmekte, iyilik ve kötülükleri görmesini
önleyebilmektedir. Buna karşılık, bu âyete göre,
ahirette insan sözkonusu olumsuz âmillerden kurtulacağı için
kendi hesabını bizzat kendisi yapacak, dünyadaki amellerinin
değeri hakkında hüküm verecek ve kendisini ibrâ veya mahkûm
edecek bir ruh olgunluğuna ulaşacaktır.
15. Kim hidayet yolunu seçerse,
bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan
saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr,
başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir
peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.
16. Bir ülkeyi helâk
etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle
şımarmış elebaşılarına
(iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük
işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de
orayı darmadağın ederiz.
Âyetin baş kısmı, müfessirler
tarafından şöyle de anlaşılmıştır:
Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin varlıklı
ve şımarmış kişilerini çoğaltırız.
Bu suretle onlar kötülük işlerler; böylece o ülke helâke müstahak
olur.
17. Nuh'tan sonraki
nesillerden nicelerini helâk ettik. Kullarının günahlarını
bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir.
18. Her kim bu çarçabuk
geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye
dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra
da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği
cehenneme sokarız.
19. Kim de ahireti diler
ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa,
işte bunların çalışmaları makbuldür.
20. Hepsine, onlara da
bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de)
Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı
kısıtlanmış değildir.
21. Baksana, biz insanların
kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır!
Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından
daha büyüktür.
20. âyet, gerek dünya gerekse ahiret nimetleri
bakımından Allah’ın lütfunun sınırsızlığını
ifade etmekte; servet, mevki, sağlık ve yaşayış
güzelliği bakımından insanlar arasındaki farkların,
ilâhî takdirin bir gereği olduğunu, binaenaleyh, bu dünyada
mutlak eşitliğin im-kânsızlığını
ortaya koymaktadır. Bunun yanında, 21. âyetten anlıyoruz
ki, ahirette de insanlar eşit durumda olmayacaklar, aksine,
insanların dünyada yapmış oldukları işlere göre
ahirette derece farkları daha da büyük olacaktır. Ancak, 18.
âyetten de anlaşılacağı üzere, para ve mevki gibi
dünyevî imkânlar, Allah nezdinde mutlak bir değer ifade etmediği
için, dünya hayatını sırf bunların peşinde koşarak
geçirenler, ahirette üstün derecelere ulaşmak hakkını
kaybetmiş olacaklardır.
22. Allah ile birlikte
bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve
kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın.
23. Rabbin, sadece
kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı
kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi
senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!»
bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.
24. Onları
esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim!
Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse,
şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.
25. Rabbiniz sizin
kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız,
şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye
yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.
26. Bir de akrabaya,
yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp
savurma.
27. Zira böylesine saçıp
savuranlar şeytanların dostlarıdırlar.
Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
28. Eğer Rabbinden
umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için
onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa
kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.
Rivayete göre Bilâl, Suheyb, Sâlim, Mehca’ ve
Habbab gibi yoksul sahâbîler, Hz. Peygamber’in yardımı ile
geçinirlerdi. Resûlullah (s.a.), onlara verilecek bir şeyleri
olmadığı zaman, mahcubiyetinden ötürü söyleyecek bir
söz bulamaz, yüzünü başka tarafa çevirir, fakat onların
ihtiyaçlarını gidermek için Cenab-ı Hakk’ın
kendisine imkân vermesini dilerdi. İşte bu âyet-i kerimede,
Resûlullah’a bu gibi insanlara bir şeyler veremeyecek bile olsa,
hiç olmazsa «Allah, bize de, size de bol rızık versin», «Allah
sizleri mesut ve müreffeh kılsın» gibi sözlerle onların
gönüllerini alması gerektiği hatırlatılmaktadır.
29. Eli sıkı
olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır,
(kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.
30. Rabbin rızkı
dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz
ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi
görür.
31. Geçim endişesi
ile çocuklarınızın canına kıymayın.
Biz, onların da sizin de rızkınızı
veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.
32. Zinaya yaklaşmayın.
Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir
yoldur.
Bu âyette «zina etmeyin» denilmeyip de «zinaya
yaklaşmayın» buyurulması ilgi çekicidir. Buna göre
yalnız zina değil, kişiyi zina etmeye sevkeden yollar da
yasaklanmıştır. Esasen bir kere bu yollara tevessül
edildikten, yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsî arzuları
kabartan bir ortama girdikten sonra, artık, bu arzuların ağır
baskısı karşısında iradenin gücü oldukça
yetersiz kalır ve zinadan korunmak son derece güçleşir.
İnsanın bu psikolojik zafını dikkate alan Kur’an-ı
Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere sevkedici sebepleri
ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna sedd-i
zerîa prensibi denir.
33. Haklı bir sebep
olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı
cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun
velîsine (hakkını alması için) yetki verdik.
Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine
bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır.
34. Yetimin malına,
rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın.
Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz,
sorumluluğu gerektirir.
35. Ölçtüğünüz
zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın.
Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.
36. Hakkında bilgin
bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz
ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
37. Yeryüzünde böbürlenerek
dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve
azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına
girebilirsin.
38. Bütün bu sayılanların
kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.
39. İşte
bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile
birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış
ve (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştırılmış
olarak cehenneme atılırsın.
40. (Ey müşrikler!)
Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da,
kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! Gerçekten
siz, (vebali) çok büyük bir söz söylüyorsunuz.
Müşrikler, meleklerin Allah’ın kızları
olduğuna inanırlar, erkek çocukların ise kendilerine
verildiğini iddia ederler, bundan dolayı gururlanırlardı.
İşte âyet-i kerime, onların bu düşüncesini
reddetmekte, çocuklar arasında cinsiyetlerine göre böyle bir değer
ayırımı yapılmasını kabul etmemektedir.
41. Biz, onların akıllarını
başlarına toplamaları için bu Kur'an'da (çeşitli
ikaz ve ihtarları) türlü şekillerde tekrar ettik.
Fakat bu, onlara, daha da kaçıp uzaklaşmaktan başka
bir şey sağlamıyor.
42. De ki: Eğer söyledikleri
gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı,
o takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak
için çareler arayacaklardı.
Âyetin son kısmı müfessirler tarafından
iki şekilde manalandırılmıştır:
a) «...O takdirde onlar, Arş’ın sahibi
olan Allah’a üstün gelmek için çareler arayacaklardı.»
b) «...O takdirde onlar, ululuğunu ve kudretini
bildikleri Arş’ın sahibi olan Allah’a yakınlaşmak
ve O’na itaat etmek için çareler arayacaklardı.»
43. Allah, onların söyledikleri
şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur.
44. Yedi gök, yer ve
bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih
etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların
tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.
Tabiat ilimlerindeki inkişaf, bu âyetin açıklanmasına
yardımcı olmuştur. Nitekim, önceleri cansız ve
hareketsiz olduğu sanılan varlıklar da dahil olmak üzere,
bütün eşya atomlardan meydana gelmiştir. İşte atom
çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar, sürekli ve muntazam bir
şekilde çekirdeğin etrafında dönmektedirler ki, belki
de onların bu dönüşleri ve böylece, ilâhî kanuna, en ufak
bir sapma göstermeksizin boyun eğmeleri, Kur’an-ı Kerim
tarafından Allah’ı tesbih olarak ifade edilmiştir.
45. Biz, Kur'an okuduğun
zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına
gizleyici bir örtü çekeriz.
46. Ayrıca, onu
anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve
kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen,
Kur'an'da Rabbinin birliğini yâdettiğinde onlar,
canları sıkılmış bir vaziyette, gerisin
geri dönüp giderler.
47. Biz, onların
seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında
fısıldaşırlarken de o zalimlerin: «Siz, büyülenmiş
bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!» dediklerini çok
iyi biliriz.
48. Baksana; senin için
ne türlü benzetmeler yaptılar! Bu yüzden, (öyle bir)
saptılar ki, artık (doğru) yolu bulamayacaklardır.
49. Bir de onlar dediler
ki: Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş
bir toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz,
öyle mi!
50, 51. De ki: İster
taş olun, ister demir, isterse gözünüzde büyüyen
herhangi bir mahlûk! (Bunlar, Allah'ın sizi yeniden
diriltmesini güçleştirmez.) Diyecekler ki: «Bizi tekrar
(hayata) kim döndürecek?» De ki: Sizi ilk kez yaratan. Bunun
üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını
sallayacak ve «Ne zamanmış o?» diyecekler. De ki:
Yakın olsa gerek!
52. Allah sizi çağıracağı
gün, kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız
ve (dirilmeden önceki halinizde) çok az kaldığınızı
sanırsınız.
53. Kullarıma söyle,
sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını
bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
54. Rabbiniz, sizi en iyi
bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır.
Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.
Müfessir Beyzâvî, bu âyetin son cümlesini
şöyle açıklamıştır: «Biz, kâfirleri imana
zorlama işini sana havale etmedik. Seni, sadece Allah’ın
rahmetini müjdeleyici ve azabından sakındırıcı
olarak gönderdik. Bu sebeple inanmayanlara tolerans göster.»
Müfessirlerin beyanına göre,
Hz. Muhammed’in
peygamberliğine itiraz edenlere karşı, Allah Teâlâ,
herkesin halini, kimlerin imana ve iyi davranışlara daha lâyık,
kimlerin inkârcılığa ve kötü yaşayışa müstehak
olduğunu, ayrıca kimin peygamberliğe ehil olduğunu
en iyi bilenin ancak kendisi olduğunu belirtmek üzere şöyle
buyurmuştur:
55. Rabbin, göklerde ve
yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz,
peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a
da Zebur'u verdik.
Peygamberlerin kendi aralarındaki bu derece
farkı, maddî ve bedenî yönden olmayıp ruhî ve mânevî
fazilet ve kabiliyetler yönündendir. Nitekim, Hz. Davud’a Zebur’un
gönderildiğine işaret buyurulmakla bu husus teyit edilmiştir.
56. (Resûlüm!) De ki:
Allah'ı bırakıp da (ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize
yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı
ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler.»
57. Onların yalvardıkları
bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak
diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından
korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak
bir azaptır.
58. Ne kadar ülke varsa
hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en
çetin bir şekilde azaplandıracağız. Bu,
Kitap'ta (levh-i mahfuz'da) yazılıdır.
Müfessirlerce tercih edilen yoruma göre, âyetteki
«helâk»ten maksat, alelâde ölüm, «azap»tan maksat ise,
katledilmek veya çeşitli musibetlere maruz kalmak suretiyle
ölümdür.
59. Bizi, âyetler
(mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin
bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim
Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi
deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar
ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak
için göndeririz.
Burada «âyet»ten maksat, kâfirlerin,
keyiflerine göre gösterilmesini istedikleri mucizelerdir. Nitekim,
Abdullah b. Abbas’ın rivayetine göre Mekke müşrikleri, Resûlullah
(s.a.)tan, Safa tepesini altın ve gümüş yapmasını
istemişlerdi. Âyet-i kerimeden anlaşıldığına
göre, daha önceki kavimler de bu tür mucizeler istemişlerdi ki,
onların asıl maksadı, inanmak değildi. Allah Teâlâ,
onların, peygamberlerinden istediği bu mucizeleri tahakkuk
ettirmiş, fakat iman etmedikleri için de onları helâk etmişti.
Bu, Allah’ın bir kanunudur. Eğer Hz. Peygamber de, müşriklerin
istedikleri bu nevi mucizeleri göstermiş olsaydı, -ki, onlar
yine de inanmayacaklardı- o takdirde geçmiş kavimler gibi
onlar da helâk olacaklardı. Nitekim bu âyette Sâlih
Peygamber’in kavmi Semûd’un isyankâr tutumuna değinilmekte ve
mucizeden maksadın korkutmak olduğu tasrih edilmektedir ki,
ancak bu takdirde mucize imana vesile olabilir ve beklenen faydayı
sağlayabilir.
60. Hani sana: Rabbin,
insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik.
Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen
ağacı, ancak insanları sınamak için meydana
getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir
azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.
Müfessirlerin ekseriyetine göre, âyetin, «görüntüler»
ile tercüme edilen «rü’yâ» kelimesi, Hz. Peygamber’in Mi’rac
gecesindeki müşahedeleridir. «Kur’an’da lânetlenen ağaç»
ise, cehennemdeki «zakkum ağacı»dır.
61. Meleklere: Âdem'e
secde edin! demiştik. İblis'in dışında
hepsi secde ettiler. İblis: «Ben, dedi, çamurdan yarattığın
bir kimseye secde mi ederim!»
62. Dedi ki: «Şu
benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin
ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan,
pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!»
63. Allah buyurdu: Git!
Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası
cehennemdir. Tam bir ceza!
64. Onlardan gücünün
yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle,
yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına,
evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan,
insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez.
65. Şurası
muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin
hiçbir ağırlığın olmayacaktır.
(Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.
66. (Kullarım!)
Rabbiniz, lütfuna nâil olmanız için denizde gemileri
sizin için yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için çok
merhametlidir.
67. Denizde başınıza
bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız
kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında,
(yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.
68. O'nun, sizi kara
tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başınıza
taş yağdırmayacağından emin misiniz?
Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.
69. Yahut O'nun, sizi bir
kez daha oraya (denize) gönderip üzerinize bir kasırga
yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından
emin misiniz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikamınızı
almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.
70. Biz, hakikaten insanoğlunu
şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli
nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık;
kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları,
yarattıklarımızın birçoğundan cidden
üstün kıldık.
Görüldüğü gibi bu âyette Allah Teâlâ,
insanoğluna lütuf ve ikramının bir özetini vermekte ve
onun âlemdeki özel yerine işaret etmektedir. Müfessirlere göre
insanın şan ve şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü;
Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, kulak
gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması,
konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka
birtakım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, âletler
icad etmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç alâkasını görmesi
ve bu sayede geleceğe yönelik programlar ve hazırlıklar
yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin
kavramlarına sahip olması; kısaca, maddi ve bedenî, ahlâkî
ve ruhî meziyetleri haiz olmasıdır.
71. Her insan topluluğunu
önderleri ile birlikte çağıracağımız
o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse,
onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış
olarak amel defterlerini okuyacaklar.
Bu âyette, amel defterleri sağından
verilenlerin durumundan bahsedildiği halde, solundan verilenlere değinilmemiştir.
Bu konuda Beyzâvî şöyle diyor: «Yukarıdaki âyet göstermektedir
ki, amel defterleri solundan verilenler, onun muhtevasına muttali
olduklarında kendilerini utanç ve hayret bürür; o kadar ki,
dillerinde defterlerini okuyacak mecal kalmaz. Bu yüzden Cenab-ı
Hak, onlar hakkında şöyle buyurmakla yetinmiştir:»
72. Bu dünyada kör olan
kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.
73. Müşrikler, sana
vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize
isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden
saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul
edeceklerdi.
74. Eğer seni sebatkâr
kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık
meyledecektin.
75. O zaman, hiç şüphesiz
sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını
kat kat tattırırdık; sonra bize karşı
kendin için bir yardımcı da bulamazdın.
76. Yine onlar, seni
yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına
dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de
fazla kalamazlar.
Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.)i Mekke’den çıkmaya
mecbur bırakan müşrikler, daha sonra müslümanlarla yaptıkları
savaşlar sonucu bir hayli yıpranmışlar; nihayet,
Mekke’nin müslümanlar tarafından fethedilmesi üzerine
Mekke’ye hâkimiyetleri son bulmuş ve böylece Kur’an’ın
verdiği bu mucize haber tahakkuk etmiştir.
77. Senden önce gönderdiğimiz
peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda
hiçbir değişiklik bulamazsın.
78. Gündüzün güneş
dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya
kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını.
Çünkü sabah namazı şahitlidir.
Müfessirlere göre bu âyet, beş vakit namazı
ifade etmektedir. Şöyle ki: Güneşin dönmesi, yani zeval
vaktinden sonra öğle ve ikindi namazı, güneşin batmasından
sonra akşam ve yatsı namazları vardır. Sabah namazı
ise ayrıca zikredilmiş ve bu namazın şahitli olduğu
belirtilmiştir. Çünkü, tefsircilerin beyanına göre, gece
melekleri ile gündüz melekleri sabah namazında buluşur, hep
birlikte bu namazın kılındığına şahit
olduktan sonra gündüz melekleri kalır, gece melekleri ise semaya
yükselirlermiş.
79. Gecenin bir kısmında
uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece)
Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği
umulur.
80. Ve şöyle niyaz
et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla;
çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı
sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım
edici bir kuvvet ver.
81. Yine de ki: Hak
geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl
yıkılmaya mahkumdur.
82. Biz, Kur'an'dan öyle
bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve
rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.
Mümin, Kur’an’dan feyz almasını
bildiği, bu maksatla okuduğu, dinlediği için, Kur’an
âyetleri kendisine şifa ve rahmet vesîlesidir. Buna karşılık,
hastanın ilaçtan yararlanmak istemeyişi onun hastalığını
artırdığı gibi, zalimin Kur’an’dan uzak durması
da onun hüsranını artırır.
83. İnsana nimet
verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir
de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer.
84. De ki: Herkes, kendi
mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin
doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.
85. Sana ruh hakkında
soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az
bir bilgi verilmiştir.
Bu âyet, insan için ruhun mahiyetini kavramanın
imkânsız olduğunu ifade etmektedir. Nitekim «Ruh’un
mahiyeti» problemi, asırlardır insanlığı en çok
düşündüren konulardan biri olmakla beraber, halen meseleye nihaî
bir çözüm getirilmemiştir ve öyle görülüyor ki, bundan sonra
da getirilemeyecektir.
86. Hakikaten, biz
dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız;
sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu
bulamazsın.
87. Ancak Rabbinin
rahmeti (sayesinde Kur'an bâki kalmıştır). Çünkü
O'nun sana lütufkârlığı çok büyüktür.
88. De ki: Andolsun, bu
Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir
araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini
ortaya getiremezler.
89. Muhakkak ki biz, bu
Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde
anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan
başkasını kabullenmediler.
Müfessirler, bu âyette, insanlara çeşitli
şekillerde açıklandığı bildirilen «misal»in
«mana» anlamına geldiğini belirtmişler; ayrıca hükümler,
vaad, sakındırma ve geçmiş kavimlerin hikâyeleri gibi
anlamlara gelebileceğine de işaret etmişlerdir.
90. Onlar: «Sen,
dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça
sana asla inanmayacağız.»
91. «Veya senin bir
hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden
gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.»
92. «Yahut, iddia ettiğin
gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın
veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne
getirmelisin.»
Âyetin son kısmı «Allah’ı ve
melekleri (söylediklerinin doğruluğuna) şahit
getirmelisin» şeklinde de anlaşılmıştır.
93. «Yahut da altından
bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın.
Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece
(göğe) çıktığına da asla inanmayız.»
De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.
94. Zaten, kendilerine
hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna)
inanmalarını sırf, «Allah, peygamber olarak bir
beşeri mi gönderdi?» demeleri engellemiştir.
Şu halde, inkârcıların
peygamberlere iman etmemelerinin bir sebebi de onların bir beşer
olması, yani kendileri gibi bir insan olması idi. Halbuki
onlar, peygamberlerin, insanüstü bir varlık olması gerektiğini
sanıyorlar; Allah Teâlâ’nın, peygamberi insanların
kendi cinslerinden göndermesindeki hikmeti kavrayamıyorlardı.
Cenab-ı Hak, onların bu iddialarına şöyle karşılık
veriyor:
95. Şunu söyle: Eğer
yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler
olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek
gönderirdik.
Allah Resûlü, «Ben sadece bir beşer
peygamberim» deyince kâfirler: «Öyleyse senin peygamberliğine
kim şahitlik edecek?» dediler, bunun üzerine 96. âyet indi.
96. De ki: Benimle sizin
aranızda gerçek şahit olarak Allah kâfidir. Zira O,
kullarını hakikaten bilip görmektedir.
Bu âyette Allah Resûlü’ne bir teselli, kâfirlere
de tehdit vardır.
97. Allah kime hidayet
verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de
hidayetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka
dostlar bulamazsın. Kıyamet gününde onları kör,
dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz.
Onların varacağı ve kalacağı yer
cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini
artırırız.
Bir sahabî Allah Resûlü’ne: «Ey Allah’ın
Resûlü! Kâfirler yüzleri üstüne mi haşredilecekler?» diye
sorduğunda, Resûlullah: «Onu iki ayağı üstünde yürüten
kıyamet günü yüzüstü yürütmeye de kadir olamaz mı?»
buyurdu. Bu haber Katâde’ye ulaştığında o da: «Evet,
izzetine yemin olsun ki, Rabbim buna kadirdir» demiştir.
98. Cezaları işte
budur! Çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr etmişler ve: «Sahi
bizler, bir kemik yığını ve kokuşmuş
toprak olduktan sonra yeni bir yaratılışla
diriltilmiş mi olacağız?» demişlerdir.
99. Düşünmediler
mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah,
kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir! Allah, onlar için
bir vâde takdir etti. Bunda şüphe yoktur. Ama zalimler,
inkârcılıktan başkasını
kabullenmediler.
100. De ki: Rabbimin
rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız,
harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız.
İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!
101. Andolsun biz,
Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına
sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi,
senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
Müfessirler, meâlde geçen «âyet»
kelimesinin, ya «mucize» veya «Tevrat âyeti» demek olduğunu
belirtmişlerdir ki, birinci anlayışa göre Hz. Musa’ya
verilmiş olan bu dokuz mucizeyi ashâptan İbn Abbas şöyle
sıralamıştır: Yılanlaşan asâ,
ışık veren el, çekirge, ekin böceği, kurbağa,
kan, taştan su fışkırması, denizin yarılması
ve Tûr dağının İsrailoğullarını
korkutması. İkinci anlayışa göre, tefsirlerde bu
dokuz âyet şöyle sıralanmıştır: Allah’a eş
koşmayın. Haksız yere adam öldürmeyin. Zina etmeyin.
Faiz yemeyin. Büyü yapmayın. Suçsuz insanı, öldürmesi için
sultana teslim etmeyin. İsraf etmeyin. Namuslu kadınlara
iftira atmayın. Savaştan kaçmayın.
102. (Musa Firavun'a:) «Pek
âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere,
ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de
senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!»
103. Derken, Firavun
onları ülkeden çıkarmak istedi. Bu yüzden biz onu
ve maiyyetindekilerin hepsini (denizde) boğduk.
104. Arkasından da
İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret
vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz»
dedik.
105. Biz Kur'an'ı
hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi. Seni de ancak müjdeleyici
ve uyarıcı olarak gönderdik.
106. Biz onu, Kur'an
olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (âyet âyet, sûre
sûre) ayırdık; ve onu peyderpey indirdik.
107. De ki: Siz ona ister
inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki,
bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an)
okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.
Kur’an’ın indirilmesinden önce «kendilerine
ilim verilmiş olanlar» daha önce indirilen kitapları okuyup
vahyin ne olduğunu bilenler, peygamberlik alâmetlerini öğrenen
ve hak ile bâtılı ayırdedecek bir güce sahip bulunmuş
olanlar ya da Hz. Muhammed’in peygamberliğini önceki kitaplarda
anlatılan sıfatlarından anlamış olanlardır.
108. Ve derlerdi ki:
Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vâdi mutlaka yerine
getirilir.
109. Ağlayarak yüz
üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını
artırır.
110. De ki: «İster
Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü
en güzel isimler O'na hastır.» Namazında yüksek
sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası
bir yol tut.
111. «Çocuk edinmeyen,
hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü
bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun» de ve
tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!
|