Yunus sûresi, 109 âyet olup 40, 94, 95 ve 96. âyetler Medine’de,
diğerleri Mekke’de inmiştir. 98. âyette Hz. Yunus’un
kavminden bahsedildiği için sûreye bu ad verilmiştir.
Mekke
halkı, kendi içlerinden bir adamın peygamber olabileceğine
inanamıyorlar ve: «Allah, Ebû Tâlib’in yetimi Muhammed’den
başka bir peygamber bulamadı mı?» diyorlardı. Hiç
olmazsa hatırı sayılır, zengin ve makam sahibi
birisinin peygamber olmasını daha uygun görüyorlardı.
İşte bunun üzerine bu sûre inmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm. Râ. İşte
bunlar hikmet dolu Kitâb’ın âyetleridir.
2. İçlerinden
bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri
katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı
olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak
bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık
bir sihirbazdır, dediler?
3. Şüphesiz
ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da
işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden
Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı
olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde
O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!
Göklerin ve yerin altı günde yaratılması ve Allah’ın
Arşa istivası hususundaki açıklamalar için A’raf Sûresi
54. âyetin izahına bakınız.
4. Allah’ın
gerçek bir vâdi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır.
Çünkü O, mahlûkatı önce (yoktan) yaratır, sonra
da iman edip iyi işler yapanlara adaletle mükâfat vermek
için (onları huzuruna) geri çevirir. Kâfir olanlara
gelince, inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü
onlar için kaynar sudan bir içki ve elem verici bir azap vardır.
5. Güneşi
ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların
sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya)
birtakım menziller takdir eden O’dur. Allah bunları,
ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır.
O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır.
6. Gece ve gündüzün değişmesinde
(uzayıp kısalmasında) Allah’ın göklerde
ve yerde yarattığı şeylerde, (Onu inkâr
etmekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller
vardır!
7, 8. Huzurumuza çıkacaklarını
beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat
bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte
onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden
varacakları yer, ateştir!
9. İman
edip güzel işler yapanlara gelince, imanları
sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından
ırmaklar akan (saraylara) erdirir.
10. Onların
oradaki duası: «Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan
tenzih ederiz!» (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça
söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının
sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
11. Eğer
Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri
de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş
olurdu. Fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları
içinde bocalar bir halde (kendi başlarına) bırakırız.
Rivayete göre, Nadr b. Hâris gibi bir takım müşrikler,
Resûlullah’ın peygamberliğini in-kâr etmişler ve «Yâ
Allah, eğer Muhammed’in peygamberliği doğru ise,
hemen gökten üzerimize taş yağdır veya bize acıklı
bir azap getir!» demişlerdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Demek
ki, Allah Teâlâ dilerse kullarını işledikleri günahlar
yüzünden hemen cezalandırmaz; belki tevbe eder, pişman
olur ve hakka dönerler diye cezalarını erteler. Tevbe
etmeyenlere de kendileri için takdir edilen belli bir süreye kadar mühlet
verir, bu süre sonunda onların cezasını ya dünyada
iken verir veya ahirete bırakır.
12. İnsana
bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta
durarak (o zararın giderilmesi için) bize dua eder; fakat
biz ondan sıkıntısını kaldırınca,
sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü
bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece
haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.
Allah Teâlâ bu âyette, insanın belâ ve musibetler karşısındaki
ve bunların kaldırılmasından sonraki tutum ve
davranışlarını göz önüne sermektedir. İyi
insana yaraşan, gerek sıkıntılı hallerde,
gerekse refah anlarında daima Allah’ı anmak ve ona dua
etmektir. Sadece musibet anında Allah’ı anıp refah anında
unutmak, inancı ve iradesi zayıf olan, nefsanî ve âdi
isteklerin karşısında ezilen ve yenilen âcizlerin
tutumudur.
13. Andolsun ki sizden önce, peygamberleri
kendilerine mûcizeler getirdiği
halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice
milletleri helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi.
İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.
14. Sonra da, nasıl
davranacağınızı görmemiz için onların
ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık
(Onların yerine sizi getirdik).
15. Onlara âyetlerimiz açık
açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı
beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu
değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem
benim için olacak şey değildir. Ben, bana
vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan
edersem elbette büyük günün azabından korkarım.
Zamanımızda olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’in
indiği devirde de kendi kafalarına göre din isteyenler veya
Allah’ın hükümlerinin kendi arzu ve heveslerine göre değiştirilmesini
isteyenler olmuştur. Halbuki Kur’an belli dönemlerdeki
insanların geçici ve değişken arzularını karşılamak
için değil, kıyamete kadar bütün insanlığın
ruhî, ahlâkî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak,
dünyevî ve uhrevî saadetin yolunu göstermek için indirilmiştir.
Bu sebepledir ki, âyette belirtildiği gibi Peygamber de dahil
olmak üzere hiç kimsenin Kur’an’ın hükümlerini değiştirme
yetkisi yoktur.
16. De ki: Eğer
Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size
bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum.
Hâla akıl erdiremiyor musunuz?
17. Öyleyse kim Allah’a karşı
yalan uydurandan veya onun âyetlerini yalanlayandan daha
zalimdir! Bilesiniz ki suçlular asla onmazlar!
18. Onlar Allah’ı
bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek
şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında
bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De
ki: «Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir
şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların
ortak koştuklarından uzak ve yücedir.»
19. İnsanlar
sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler.
Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz
(ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa
düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi
(Derhal azap iner ve işleri bitirilirdi).
20. Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize
indirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah’ındır.
Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
Kâfirler azap cinsinden bir mucize istemektedirler. Nitekim Enfâl sûresi’nin
32. âyetinde de: «Yâ Allah, eğer bu Kur’an senin katından
gelmiş bir hak ise, başımıza gökten taş yağdır!»
şeklinde dua ettikleri bildirilmektedir. Halbuki azap Allah katındadır.
O dilerse anında indirip âsi kavimleri helâk eder, dilerse
tehir eder.
21. Kendilerine dokunan (kıtlık
ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra
insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız
zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların
bir tuzağı vardır. De ki: Allah’ın tuzağı
daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz
tuzakları yazıyorlar.
Bu âyet Mekkeliler hakkında nâzil olmuştur. Rivayet edildiğine
göre Allah Teâlâ yedi yıl Mekke’ye yağmur yağdırmadı.
Kuraklık yüzünden kıtlık ve hastalık baş gösterdi,
birçok insan ve hayvan telef oldu. Nihayet Allah Teâlâ bol yağmur
yağdırdı, memleket yeniden bolluk ve berekete kavuştu.
Fakat kâfirler bu rahmeti Allah’tan değil yıldızlardan
ve putlardan bildiler ve Allah’ın âyetlerini yalanlamaya devam
ettiler.
22. Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur.
Hatta siz gemilerde bulunduğunuz,
o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri
ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye
şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden
onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını
anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: «Andolsun
eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden
olacağız» diye Allah’a yalvarırlar.
23. Fakat Allah onları
kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız
yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız
ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının
menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine
bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size
haber vereceğiz.
24. Dünya hayatının
durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların
ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o
su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü
zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve
sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını
sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona
emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş
gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale
getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi
böyle açıklıyoruz.
25. Allah kullarını
esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini
doğru yola iletir.
«Selâm Yurdu»ndan maksat Cennet’tir. Selâm, esenlik ve huzur
olarak da yorumlanmıştır. Çünkü cennette bulunanlar
her türlü hoşnutsuzluktan uzak, esenlik ve selâmet içredirler.
Cennete «Selâm Yurdu» denmesinin sebebi, orada bulunanlarla
melekler arasında selâmlaşmanın yaygın olmasıdır.
26. Güzel davrananlara daha güzel karşılık,
bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir
toz (kara leke) bulaşır ne de bir horluk (gelir).
İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî
kalacaklardır.
Âyette zikredilen «ihsan» Yüce Allah’a lâyık ve rızasına
muvafık güzel iş yapmak ve işleri lâyık oldukları
şekilde güzel yapmak demektir. Peygamberimiz ihsanı şöyle
tarif etmiştir: «İhsan, Allah Teâlâya, onu görüyormuşsun
gibi kulluk etmendir. Çünkü sen onu görmesen de o seni görmektedir.»
İşte böyle güzel iş, vazife, ibadet ve iyilikler
yapanlara, yaptıklarından daha güzel olan cennetler ve
Allah’ın lütfu olarak fazla nimetler de verilecektir.
27. Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün
cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır.
Onları Allah’a karşı koruyacak hiç kimse
yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir
parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem
ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
İyi işlerin sevabı bire on, bire yedi yüz ve daha
fazla olarak verilir ki bu, Allah’ın lütfunun neticesidir; kötü
işlerin cezası ise yalnız bire karşı birdir.
Bu da Allah’ın adaletinin neticesidir.
28. Onların
hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da
Allah’a ortak koşanlara: «Siz ve koştuğunuz
ortaklar yerinizde bekleyin» diyeceğimiz gün artık
onların (putlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır.
Ve onların ortakları, (putları) derler ki: «Siz,
bize ibadet etmiyordunuz.
29. Bu yüzden bizimle sizin aranızda
şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz sizin
(bize) tapmanızdan tamamen habersizdik.»
30. Orada herkes geçmişte
yaptıklarının ne olduğunu anlar. Artık
onlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülmüşlerdir.
Uydurmakta oldukları şeyler (bâtıl tanrıları)
da onları terkedip kaybolmuştur.
31. (Resûlüm!) De ki: Size gökten ve
yerden kim rızık veriyor?
Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden
diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor?
(Her türlü) işi kim idare ediyor? «Allah» diyecekler.
De ki: Öyle ise (Ona âsi olmaktan) sakınmıyor
musunuz?
İnsanın diğer uzuvlarının gerçek mâlik ve
hakimi de Allah Teâlâ olmakla beraber, âyette özellikle gözler ve
kulaklar zikredilmiştir. Çünkü bunlar insanın en önemli
bilgi ve idrak vasıtalarıdır; Allah’ın yarattığı
ve âyette işaret buyurduğu rızıklardan
yararlanmanın en önemli vasıtalarıdır.
İşte bu değerli bilgi ve rızık vasıtalarını
yaratan, yöneten, onların ne yolda kullanıldığını
bilen üstün kudret, Allah’dan başka kim olabilir?
32. İşte
O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık
haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka
ne kalır? O halde nasıl (sapıklığa) döndürülüyorsunuz?
33. İşte
böylece Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki «Onlar
inanmazlar» sözü gerçekleşmiş oldu.
34. (Resûlüm!) De ki: (Allah’a) ortak koştuklarınız
arasında, (birini yokken) ilk defa yaratacak, arkasından
onu (ölümünden sonra hayata) yeniden döndürecek biri var mı?
De ki: Allah ilk defa yaratıp (ölümden sonra) onu yeniden
(hayata) döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız!
35. De ki: Ortak koştuklarınızdan
hakka iletecek olan var mı? De ki: «Hakka Allah iletir.»
Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır;
yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu
bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış)
hükmediyorsunuz?
36. Onların
çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz
zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah
onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.
Bu âyette zanna tâbi olan müşrikler kınandığı
gibi müslümanları da ilme teşvik vardır. Kadı
Beydâvî’ye göre bu âyet, ilmi kaynağından tahsil
etmenin vacip olduğuna, taklit ve zan ile yetinmenin câiz olmadığına
delildir.
37. Bu Kur’an Allah’tan başkası
tarafından uydurulmuş bir şey değildir.
Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab’ı açıklayandır.
Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.
38. Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu
diyorlar? De ki: Eğer sizler
doğru iseniz Allah’tan başka, gücünüzün
yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun
benzeri bir sûre getirin.
39. Bilakis, onlar hakkıyla
bilmedikleri ve bildirdikleri kendilerine (vakıa olarak)
gelmemiş Kur’an’ı yalanladılar. Onlardan öncekiler
de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak,
zalimlerin sonu nasıl oldu!
40. İçlerinden
öylesi var ki ona (Kur’an’a) inanır, yine onlardan öylesi
de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir.
41. (Resûlüm!) onlar seni yalanlarlarsa de
ki: Benim işim bana, sizin işiniz
de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız,
ben de sizin yaptığınızdan uzağım.
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli vesilelerle ifade buyurulduğu
gibi Hz. peygamber’in vazifesi tebliğden ibarettir; O, sadece müjdeleyici
ve uyarıcıdır. İnsanların inanmasını
temin etmek onun elinde değildir, çünkü hidayet Allah’tandır.
Bu sebepledir ki, Hz. Peygamber kendi amelinden ve tebliğ
vazifesinden sorumludur. Uyarılmalarına ve hakka çağırılmalarına
rağmen iman etmeyenlerin sorumluluğu ise sadece kendilerine
ait olup Peygamber bundan sorumlu değildir.
42. Onlardan seni dinleyenler vardır.
Fakat sağırlara -üstelik akılları da
ermiyorsa- sen mi duyuracaksın?
43. Onlardan sana bakan da vardır.
Fakat -hele (gerçeği) göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru
yola ileteceksin?
44. Şüphesiz
ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat
insanlar kendilerine zulmederler.
Allah insanlara, gerçeği bulmaları ve inanmaları için
fıtrî kabiliyetler vermiş ve peygamberler de göndermiştir.
Şu halde Allah onların sezme, anlama ve kavrama melekelerini
ellerinden çekip aldığı için değil, onlar
iradelerini kötüye kullandıkları için hak yoldan çıkmışlar,
peygamberi kabul etmemişler ve cezaya müstehak olmuşlar,
dolayısıyla kendi kendilerine zulmetmişlerdir.
45. Allah’ın
onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını
zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün
aralarında birbirleriyle tanışırlar.
Allah’ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette
zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru
yola gitmemişlerdi.
46. Eğer
onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını
sana (dünyada iken) gösterirsek (ne âlâ); yok eğer (göstermeden)
seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de
bizedir. (O zaman onlara ne olacağını göreceksin).
Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir.
47. Her ümmetin bir peygamberi vardır.
Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir
ve onlara asla zulmedilmez.
48. Doğru
iseniz bu vaad (azap) ne zamandır? diyorlar.
49. De ki: «Ben kendime bile Allah’ın
dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat
verme gücüne sahibim.» Her ümmetin bir eceli vardır.
Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar
ne de ileri giderler.
50. De ki: (Ey müşrikler!)
Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün
gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini
istemekte acele ediyorlar!
51. Olacaklar olduktan sonra mı
O’na iman edeceksiniz? Şimdi mi? Halbuki onu (azabın
gelmesini) istemekte acele ediyordunuz?
Allah’ın, iman etmek için bir fırsat olarak verdiği
emniyet ve rahatlık içinde şımaran inkârcılar bu
emniyet ve rahatlığın ebedî olduğunu
zannedercesine azgınlıklarına devam eder ve dinin azap
tehditleriyle alay ederek «Eğer böyle bir azap varsa hemen
gelse ya!» gibi sözlerle böyle bir azabın aslı olmadığını
iddia ederler. Fakat, bu âyette açıkça bildiriyor ki, iman,
bir hürriyet ve serbestlik içinde gerçekleşirse kıymet taşır.
Azap ile karşı karşıya kaldıktan sonra
inanmanın bir kıymeti yoktur.
52. Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, «Ebedî
azabı tadın!» denilecek.
Kazanmakta olduğunuzdan başkasının karşılığını
mı bulacaksınız?
53. «O (azap) bir gerçek midir?» diye
senden haber istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz
gerçektir ve siz âciz bırakacak değilsiniz.
54. (O zaman) zulmeden herkes yeryüzündeki
bütün servete sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu
feda eder. Ve azabı gördükleri
zaman için için yanarlar. Aralarında adaletle hükmolunur
ve onlara zulmedilmez.
55. Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her
şey Allah’ındır.
Yine bilesiniz ki, Allah’ın vâdi haktır, fakat
onların çoğu bilmez.
56. O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız
O’na döndürüleceksiniz.
57. Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt,
gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve
rahmet gelmiştir.
58. De ki: Ancak Allah’ın
lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların
(dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.
Übey b. Ka’b’ın nakline göre Allah Resûlü bu âyeti okudu
ve onda geçen «Allah’ın lütuf ve rahmeti»ni, Kur’an-ı
Kerim ve İslâm olarak açıkladı. Diğer bir
tefsire göre lütuf İslâm, rahmet ise müslümanlara vâdedilen
nimetlerdir.
59. De ki: Allah’ın
size indirdiği rızıktan bir kısmını
helâl, bir kısmını da haram bulmanıza ne
dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a
iftira mı ediyorsunuz?
60. Allah’a karşı
yalan uyduranların kıyamet günü (âkıbetleri)
hakkındaki kanaatleri nedir? Şüphesiz Allah insanlara
karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu
şükretmezler.
61. Ne zaman sen bir işte
bulunsan, ne zaman Kur’an’dan bir şey okusan ve siz ne
zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız
zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte
zerre ağırlığınca bir şey
Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve
daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i
mahfuzda) bulunmasın.
Bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ’nın ilminden hiçbir şeyin
gizli kalmayacağı, dolayısıyla insanların bütün
yaptıklarını bildiği ifade edilmekte, itaatkâr
kullar sevindirilmekte, âsiler ise tehdit edilmektedir.
62. Bilesiniz ki, Allah’ın
dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.
63. Onlar, iman edip de takvâya ermiş
olanlardır.
Bu âyet, bir 62. âyette geçen «Allah dostları»nın
(evliyâullahın), Allah’ın kendilerine böylesine mukaddes
bir unvan vermesini sağlayan özelliklerini iki kelimede özetlemiştir:
İman ve takvâ. Çünkü iman, bütün bâtıl ve yanlış
inançlardan sıyrılarak gerçeğe, hakka ulaşmış
olmanın, takvâ ise her türlü sapık ve kötü yollardan,
başıboş ve hayvanî yaşama tarzından arınarak,
kalbi Allah’a teslim etmenin, hayatı O’nun kanunlarına göre
düzenlemenin ve böylece bir ahlâk disiplinine girmenin ifadesidir.
İşte Allah dostları, iman ile ma’rifetullaha ve takvâ
ile de üstün ahlâka ulaşmış olduklarından, 62.
âyette de buyurulduğu gibi, her türlü korkudan, kederden ve
yeisten kurtulmuşlardır. Çünkü onlar, en üstün kudret
olan Allah’ın dostluğunu ve himayesini kazanmışlardır.
64. Dünya hayatında
da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde
asla değişme yoktur. İşte bu, büyük
kurtuluşun kendisidir.
Tefsirlerde belirtildiğine göre, âyette zikredilen dünya hayatındaki
müjde, Allah dostlarına Allah’ın Kur’an’daki müjdeleri
ve peygamberlerinin verdiği müjdeler ile onlara gösterdiği
sâdık rüyalar ve ölüm anındaki meleklerin müjdeleridir.
Âhiretteki müjdeleri ise, meleklerin onlara gelerek, mutlulukları
hakkında verecekleri müjdeleridir.
65. (Resûlüm) Onların
(inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün
izzet (ve üstünlük) Allah’ındır. O, işitendir,
bilendir.
66. İyi
bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah’ındır.
(O halde) Allah’tan başka ortaklara tapanlar neyin ardına
düşüyorlar! Doğrusu onlar, zandan başka bir
şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan
söylüyorlar.
67. O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz
diye sizin içİn yaratan, (çalışıp
kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır.
Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır.
68. (Müşrikler:)
«Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir.
O’nun (çocuğa) ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde
ne varsa O’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir
delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi
mi söylüyorsunuz?
69. De ki: Allah hakkında
yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.
70. Dünyada bir miktar geçim (sağlarlar),
sonra dönüşleri bizedir; sonra da inkâr etmekte oldukları
şeylerden ötürü onlara şiddetli azabı tattırırız.
71. Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o
kavmine demişti ki: «Ey
kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah’ın
âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben
yalnız Allah’a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla
beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.
Sonra işiniz başınıza dert olmasın.
Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve
bana mühlet de vermeyin.»
Hz. Nuh, Allah Teâlâ’nın himayesinde olduğunu bildiği
için düşmanlarına önem vermediğini, onların güç
ve kuvvetine aldırış etmediğini göstermek ve
onların aczini ortaya çıkarmak için kendilerine böyle bir
teklifte bulundu ve onlara meydan okudu.
72. «Eğer
yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret
istemedim. Benim ecrim Allah’tan başkasına ait değildir
ve bana müslümanlardan olmam emrolundu.»
73. Yine de onu yalanladılar,
biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları
kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık;
âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak
ki uyarılanların (fakat inanmayanların) sonu nasıl
oldu!
74. Sonra onun arkasından
birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara
mucizeler getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları
şeye inanacak değillerdi. İşte haddi aşanların
kalplerini biz böyle mühürleriz.
75. Sonra onların
ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun’u
mucizelerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkâr
bir toplum oldular.
76. Katımızdan
onlara hak (mucize) gelince: «Bu elbette apaçık bir
sihirdir» dediler.
77. Musa: «Size hak geldiğinde
onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki
sihirbazlar iflâh olmazlar» dedi.
78. Onlar dediler ki: Babalarımızı
üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yeryüzünde
ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz
size inanacak değiliz.
79. Firavun dedi ki: Bilgili bütün
sihirbazları bana getirin!
80. Sihirbazlar gelince Musa onlara: Atacağınızı
atın, dedi.
81. Onlar (iplerini) atınca,
Musa dedi ki: «Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa
çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini
düzeltmez.»
Âyetin ifade ettiğine göre sihirbazlık yani büyücülük,
sadece bir aldatma, yaldızlama ve fesatçılıktan
ibarettir. Çünkü Hz. Musa gibi büyük bir Peygamber onun bâtıl
olduğunu ve onu yapanların fesatçılar olduklarını
açıkça ifade etmektedir.
82. «Suçluların
hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa
çıkaracaktır.»
83. Firavun ve kavminin kendilerine işkence
etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup
gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü
Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan
idi.
Zira o tanrılık iddiasına kalkışmış
ve peygamberlerin torunlarını dahi kendisine kul edinmişti.
84. Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer
Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız
sadece O’na güvenip dayanın.
85. Onlar da dediler ki: «Allah’a dayandık.
Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu
kılma!
86. Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan
kurtar!»
87. Biz de Musa ve kardeşine:
Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın
ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın,
namazlarınızı da dosdoğru kılın.
(Ey Musa!) Müminleri müjdele! diye vahyettik.
88. Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen
Firavun ve kavmine dünya hayatında
zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri),
insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem
verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi
(verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et,
kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler).
89. (Allah): İkinizin
de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa
devam edin ve sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin! dedi.
90. Biz, İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak
üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma
haline gelince, (Firavun:) «Gerçekten, İsrailoğullarının
inandığı Tanrı’dan başka tanrı
olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!»
dedi.
91. Şimdi
mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve
bozgunculardan olmuştun.
Firavun daha önce Mısır’da tanrılığını
ilân etmiş ve: «Ey cemaat, ben sizin için kendimden başka
tanrı bilmiyorum. Ben sizin en yüce rabbinizim!» demişti.
Onu tanrı olarak kabul etmeyenlere şiddetli işkenceler
uyguluyordu. Özellikle İsrailoğullarını ağır
işkenceye tâbi tutuyor, ayrıca erkek çocuklarını
da kestiriyordu. Hz. Musa ve kardeşinin Mısır’dan ayrılma
istekleri Allah tarafından kabul olundu ve Filistin’e gitmek üzere
Kızıl Deniz’in kenarına geldiler; onları imha
etmek için Firavun ordusuyla arkalarından yetişti. Hz.
Musa, Allah’tan aldığı bir vahiy ile asasını
denize vurdu, denizden yollar açıldı ve kavmini Tîh çölüne
çıkarttı. Aynı yoldan peşlerini takip etmek
isteyen Firavun denizin ortasına geldiğinde, yollar kaybolup
boğulacağını anlayınca, Allah’a iman etti.
Fakat ümitsizliğe dayanan imanı kabul olunmadı.
92. (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere
ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız
olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir
çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.
Firavun’un bedeni mumyalanarak günümüze kadar muhafaza edilmiştir.
Halen insanlar tarafından ibretle seyredilmektedir.
93. Andolsun biz İsrailoğullarını
güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık
verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa
düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet günü
onların, aralarında ihtilaf etmekte oldukları
şeyler hakkında hükmedecektir.
94. (Resülüm!) Eğer
sana indirdiğimizden (bu anlattığımız
olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitab’ı
(Tevrat’ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana
hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!
95. Allah’ın
âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra ziyana uğrayanlardan
olursun.
96, 97. Gerçekten haklarında
Rabbinin sözü (hükmü) sabit olanlar, kendilerine
(istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile, elem
verici azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.
98. Yunus’un kavmi müstesna, (halkını
yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı,
keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları
kendilerine fayda verseydi! Yunus’un kavmi iman edince,
kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını
kaldırdık ve onları bir süre (dünya
nimetlerinden) faydalandırdık.
Yunus Peygamber’in kavmi onu inkâr edince, kızarak aralarından
ayrıldı. Kavmi onun haber verdiği azabın geleceğini
hissetti, hemen yaptıklarına pişman oldu ve azabın
gelmemesi için Allah’a yalvardı. Cenâb-ı Allah da
onlardan azabı kaldırdı.
99. (Resûlüm!) Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman
ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları
zorlayacak mısın?
100. Allah’ın
izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını
kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.
101. De ki: «Göklerde ve yerde neler var,
bakın (da ibret alın!)»
Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.
102. Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş
toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden
başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi
bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim.
103. Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı
şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları
üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.
104. De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede
iseniz, (bilin ki) ben Allah’ı bırakıp da sizin
taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek
olan Allah’a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu.»
105. «Ve (bana) hanîf (Allah’ın
birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine çevir;
sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).»
106. Allah’ı
bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere
tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka
zalimlerden olursun.
107. Eğer
Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka
giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun
keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından
dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır,
esirgeyendir.
108. De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak
(Kur’an) gelmiştir. Artık
kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim
de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin
üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle
memurum).
109. (Resûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye
kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.
|