135 âyet olup Mekke’de nâzil olmuştur. Sûre,
ismini, başındaki Tâ-Hâ harflerinden almıştır.
Hz. Ömer’in bu sûre vesilesiyle müslüman oluşu,
İslâm tarihinin önemli bir hatıra sayfasıdır.
Olay, kısaca şöyledir: İslâm’ın yaman bir düşmanı
olan Hattâb oğlu Ömer, Resûlullah’ı öldürme vazifesini
üstlenmiş ve bu iş için yola çıkmıştı.
Ancak, yolda kız kardeşi Fatıma ile eniştesi Saîd’in
müslüman olduğunu öğrenince, önce onların işini
bitirmeye karar verdi. Tâ-Hâ sûresini okumakta olan karı-koca,
Ömer’in geldiğini görünce Kur’an sayfalarını
sakladılarsa da, Ömer onları duymuştu. Okuduklarını
görmek istediğini söyledi. İnkâr etmeleri üzerine Saîd’e
saldırdı. Kendisine mâni olmak isteyen Fatıma’yı
tokatladı. Yüzlerinden kanlar akan Fatıma, cesarete gelerek müslüman
olduklarını açıkça söyledi. Kardeşinin haline acıyan
Ömer, bu sefer yumuşak bir sesle okuduklarını tekrar
istedi. Tâ-Hâ sûresinin yazılı bulunduğu sayfaları
okuyunca, Kur’an’ın mucizeli tesirinden nasibini alarak Resûlullah’ın
huzuruna gitti ve müslüman oldu.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Tâ. Hâ.
2, 3. Biz, Kur'an'ı
sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan
korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.
4. (Kur'an) yeri ve yüce
gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.
5. Rahmân, Arş'a
istivâ etmiştir.
Veya: Rahmân, Arş’ı hükmü altına
almıştır.» Bak. Â’râf 7/54.
6. Göklerde, yerde ve
ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın
altında olanlar hep O'nundur.
7. Eğer sen, sözü
açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin
gizlisini de bilir.
8. Allah, kendisinden başka
ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.
9. (Resûlüm!) Musa
(olayının) haberi sana ulaştı mı?
10. Hani o, bir ateş
görmüş ve ailesine: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm.
Belki ondan size bir meş'ale getiririm veya ateşin yanında
bir rehber bulurum, demişti.
Hz. Musa, ailesi ile birlikte Medyen’den,
annesinin bulunduğu Mısır’a gidiyordu. Yolda, soğuk
bir gecede bir çocukları doğduğundan, ateşe ihtiyaçları
vardı. Aslında onun gördüğü bu ateş, kendisini
vahye hazırlamak için bir işaret idi.
11. Oraya vardığında
kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! diye seslenildi:
12. Muhakkak ki ben, evet
ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar!
Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın!
13. Ben seni seçtim.
Şimdi vahyedilene kulak ver.
14. Muhakkak ki ben, yalnızca
ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk
et; beni anmak için namaz kıl.
15. Kıyamet günü
mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin
karşılığını bulsun diye neredeyse
onu (kendimden) gizleyeceğim.
16. Ona inanmayan ve
nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (kıyamete
inanmaktan) alıkoymasın; sonra mahvolursun!
17. Şu sağ
elindeki nedir, ey Musa?
18. O, benim asamdır,
dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak
silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.
19. Allah: Yere at onu,
ey Musa! dedi.
20. Onu hemen yere attı.
Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil
mi!
21. Allah buyurdu: Al
onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız.
22. Bir de elini koltuğunun
altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o,
kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın.
23. Ta ki, sana, (böylece)
en büyük âyetlerimizden bazılarını gösterelim.
24. Firavun'a git. Çünkü
o iyice azdı.
25. Musa: Rabbim! dedi, yüreğime
genişlik ver.
26. İşimi bana
kolaylaştır.
27. Dilimden (şu) bağı
çöz.
28. Ki sözümü anlasınlar.
29. Bana ailemden bir de
vezir (yardımcı) ver,
30. Kardeşim
Harun'u.
31. Onun sayesinde arkamı
kuvvetlendir.
32. Ve onu işime
ortak kıl.
33. Böylece seni bol bol
tesbih edelim.
34. Ve çok çok analım
seni.
35. Şüphesiz sen
bizi görmektesin.
36. Allah: Ey Musa! dedi,
istediğin sana verildi.
37. Andolsun biz sana bir
defa daha lütufta bulunmuştuk.
38. Bir zaman,
vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik:
39. Musa'yı sandığa
koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya
atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı
olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim
nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi
verdim.
Musa (a.s.)’ın annesi, Firavun’un, diğer
erkek çocuklar gibi kendi oğlunu da öldürmesinden endişe
ediyordu. Bu yüzden, bu âyette belirtilen ilâhî işarete uyarak
oğlunu denize veya Nil nehrine bıraktı. Karısı
Âsiye ile bahçesinde gezinen Firavun, suda gördüğü sandığı
çıkarttırıp içindeki çocuğu görünce şaşırdı;
âyette belirtildiği gibi, Allah’ın Musa’ya bir lütfu
olarak, çocuğa karşı garip bir sevgi hissi duydu. Hz.
Musa’nın ablası, kardeşine ne olduğunu araştırıp
soruştururken, ona bir süt annesi arandığını
öğrendi. Bunu fırsat bilerek Firavun’un sarayına
gitti.
40. Hani, kız kardeşin
gidip «Ona bakacak birini size bulayım mı?» diyordu.
Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin
diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün de seni endişeden
kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bunun için
yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra
takdire göre (bu makama) geldin ey Musa!
Âyetin son cümlesi tefsirlerde değişik
şekillerde açıklanmış olup başlıcaları
şunlardır: «Sonra kader uyarınca bu ülkeye veya
peygamberlik mertebesine ulaştın, ey Musa!» «Sonra
peygamberlik için tayin ve takdir edilmiş olan bu güne kadar
geldin, ey Musa!»
41. Seni, kendim için elçi
seçtim.
42. Sen ve kardeşin
birlikte âyetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.
43. Firavun'a gidin. Çünkü
o, iyiden iyiye azdı.
44. Ona yumuşak söz
söyleyin. Belki o, aklını başına alır
veya korkar.
45. Dediler ki: Rabbimiz!
Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü
davranmasından yahut iyice azmasından endişe
ediyoruz.
46. Buyurdu ki: Korkmayın,
çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.
47. Haydi, ona gidin de
deyin ki: Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını
hemen bizimle birlikte gönder; onlara eziyet etme! Biz, senin
Rabbinden bir âyet getirdik. Kurtuluş, hidayete uyanlarındır.
Tefsircilerin çoğunluğuna göre âyetin
son cümlesi, bir dua ve dilek cümlesi olmayıp, hidayete uyanların,
Firavun’un eziyetinden er geç kurtulacaklarını bildiren bir
haber cümlesidir. İşte bu söz ile Musa ve Harun, Firavun’a
bunu hatırlatmaktadırlar.
48. Hakikaten bize
vahyolundu ki: (Peygamberleri) yalanlayan ve yüz çevirenlere
azap edilecektir.
49. Firavun: Rabbiniz de
kimmiş, ey Musa? dedi.
50. O da: Bizim Rabbimiz,
her şeye hılkatini (varlık ve özelliğini)
veren, sonra da doğru yolu gösterendir, dedi.
51. Firavun: Öyle ise,
önceki milletlerin hali ne olacak? dedi.
52. Musa: Onlar hakkındaki
bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır
ne de unutur, dedi.
53. O, yeri size beşik
yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir.
Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
54. Yeyiniz; hayvanlarınızı
otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için
(Allah'ın kudretine) işaretler vardır.
55. Sizi ondan
(topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz
ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.
56. Andolsun biz ona (Firavun'a)
bütün (bu) delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve
diretti.
57. Dedi ki: Bizi, yaptığın
büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey
Musa?
58. Öyle ise, muhakkak
surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz.
Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de
bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma
zamanı ayarla.
59. Musa: Buluşma
zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde
insanların toplanma zamanı olsun, dedi.
60. Bunun üzerine
Firavun dönüp gitti. Hilesini (sihirbazlarını)
topladı; sonra geri geldi.
Firavun, usta büyücülerini toplamış,
büyü malzemeleri ile birlikte Musa’nın karşısına
çıkarmıştı. Hz. Musa da, kardeşi Harun ile
birlikte idi. Bayram şenliği için toplanan halk, olacakları
izlemek için sabırsızlanıyordu.
61. Musa onlara: Yazık
size! dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O,
bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan
olur.
62. Bunun üzerine onlar,
durumlarını aralarında tartıştılar;
gizli gizli fısıldaştılar.
63. Şöyle dediler:
«Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak
ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki
sihirbazdırlar sadece.»
64. «Öyle ise hilenizi
kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün
gelen kazanmıştır.»
65. Dediler ki: Ey Musa!
Ya sen at veya önce atan biz olalım.
66. Hayır, siz atın,
dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve
sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.
67. Musa, birden içinde
bir korku duydu.
68. «Korkma! dedik, üstün
gelecek olan kesinlikle sensin.»
69. «Sağ elindekini
at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları,
sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne
yapsa) iflah olmaz.»
Hz. Musa, vahye uyarak elindeki asayı yere
atmış, bir mucize ifadesi olarak ejderha halini alan asa, gerçekten,
Firavun’un sihirbazlarının büyülü iplerini ve sopalarını
yutuvermişti.
70. Bunun üzerine
sihirbazlar secdeye kapandılar; «Harun'un ve Musa'nın
Rabbine iman ettik» dediler.
71. (Firavun) Şöyle
dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle
mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur.
Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt
etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına
asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha
şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.
Menfaate dayanan birlik ve beraberliklerin ömrü
de menfaate bağlıdır. Menfaat bitince birlik dağılır,
çıkarlar çatışınca görünüşte mevcut
dostluklar düşmanlığa dönüşür. Sihirbazlar iman
etmeyip Firavun’u desteklemeye devam etselerdi makbul kişiler
olacak, nimetler içinde yüzeceklerdi. Ancak iman gözlerini açınca
bâkiyi (ebedî nimeti) fâniye (geçici olana) tercih ettiler.
72. Dediler ki: «Seni,
bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana
tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen,
ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.»
73. «Bize, hatalarımızı
ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması
için Rabbimize iman ettik. Allah hem daha hayırlı hem
daha bâkidir.»
74. Şurası
muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa,
cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!
75. Kim de iyi davranışlarda
bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün
dereceler işte sırf bunlar içindir.
76. İçinde ebedî
kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri!
İşte arınanların mükâfatı budur.
77. Andolsun ki biz
Musa'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da
(size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan)
endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye
vahyetmiştik.
Bu emir üzerine Hz. Musa, akşam karanlığında
yola çıktı. Firavun bunu öğrenmişti.
78. Bunun üzerine
Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü.
Deniz onları gömüp boğuverdi.
79. Firavun, kavmini saptırdı,
doğru yola sevketmedi.
Peygamberin davetine kulak verecek yerde onu ve müminleri
cezalandırmaya kalkışan Firavun, Allah’ın kudreti
ile müminlere açılan deniz yolunun Firavun ve ordusu üzerine
kapanmasıyle helak oldu.
80. Ey İsrailoğulları!
Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr'un sağ
tarafına (gelmeniz için) size vâde tanıdık ve
size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.
Tefsirlerde anlatıldığına göre,
Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya, Tûr dağının sağ tarafına
gelmesi, ayrıca, Tevrat’ın inzâli sırasında hazır
bulunmak üzere seçeceği yetmiş kişilik bir gurubu da
beraberinde getirmesi için bir süre vermişti. Bak. Bakara 2/57.
81. Size rızık
olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu
hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz;
sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım
çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.
82. Şu da muhakkak
ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra
(böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.
Hz. Musa, kavmini Mısır’dan çıkarıp
Sina’ya geçirdikten sonra, Cenab-ı Hak’tan vahiy almak üzere
alelacele Tûr’a giderken, kavminin başında, kendi yerine Hz. Harun’u bırakmıştı. Allah Teâlâ
Hz.
Musa’ya bunu soruyor.
83. Seni acele ile
kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa!
84. Musa: İşte,
dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın
diye sana acele ile geldim Rabbim.
85. Allah buyurdu: Senden
sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrailoğullarını)
imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.
Rivayete göre Sâmirî, İsrailoğullarının
Sâmire kabilesine mensup idi. Bu kişi, bir buzağı
heykeli yapmış ve halka, onun tanrı olduğunu telkin
etmek suretiyle onları, Musa ve Harun’un hak dininden uzaklaştırmaya
çalışmıştı.
86. Bunun üzerine Musa,
öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi,
Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı?
Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze
Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana
olan vâdinizden döndünüz?
87. Dediler ki: Biz sana
olan vâdimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat
biz, o kavmin (Mısır'lıların) zinet eşyasından
bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra
da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî
de atmıştı.
Sâmirî’nin telkini ile zinetleri eritmek ve
buzağı yapmak için ateşe attılar.
88. Bu adam, onlar için,
böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun
üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın
da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.
Âyetin son cümlesi, müfessirler tarafından
iki şekilde yorumlanmıştır; ilki şöyledir: «Fakat
Musa, bu buzağının tanrı olduğunu unuttu»;
Allah’ı başka yerlerde aramaya kalkıştı. Bu
anlayışa göre, bu sözü söyleyenler, Sâmirî ve
taraftarlarıdır.
İkinci yoruma göre âyetin manası şöyledir:
«İşte Sâmirî, Allah’ı unuttu»; O’ndan ve Musa vasıtasıyla
tebliğ edilen hak dinden yüz çevirdi.
89. O şeyin,
kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini,
kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını
görmezler mi?
90. Hakikaten Harun,
onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden
sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz
çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz
ve emrime itaat ediniz.
91. Onlar: Biz, dediler,
Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!
92, 93. (Musa, döndüğünde:)
Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini
gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime âsi mi
oldun?
94. (Harun:) Ey annemin oğlu!
dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin:
«İsrailoğullarının arasına ayrılık
düşürdün; sözümü tutmadın!» demenden korktum.
95. Musa: Ya senin zorun
nedir, ey Sâmirî? dedi.
96. O da: Ben, onların
görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç
(toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine)
attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
Müfessirlere göre Sâmirî’nin, İsrailoğullarının
görmeyip de kendisinin gördüğünü ve izinden bir avuç toprak
aldığını iddia ettiği elçi, Hz. Musa’nın
huzuruna gelen Cebrail idi. Sâmirî, onun atının bastığı
yerlerin yeşerdiğini görmüş, izinin toprağından
bir avuç alıp ateşe atmıştı. Âyeti, mecazî
manada «Allah’ın ilham ettiği ilmi böyle kullandım»
şeklinde anlamak da mümkündür.
97. Musa: Defol! dedi,
artık hayatın boyunca sen: «Bana dokunmayın!»
diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın
bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak!
Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça
parça edip denize savuracağız!
Rivayete göre, Hz. Musa’nın, «Artık
hayatın boyunca sen: Bana dokunmayın! diyeceksin» şeklindeki
bedduasından sonra Sâmirî, hakikaten, ağır bir bulaşıcı
hastalığa yakalanmış ve ömrü boyunca insanlardan
uzak durmak zorunda kalmıştır.
98. Sizin ilâhınız,
yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır.
O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
99. (Resûlüm!)
İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir
kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki,
tarafımızdan sana bir zikir verdik.
Âyette geçen «zikir» bazı müfessirlere göre
üzerinde düşünmeye ve ibret almaya lâyık olaylara dair
haberleri ihtiva eden Kur’an demektir.
100. Kim ondan yüz çevirirse,
şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah
yükünü yüklenecektir.
101. Bu kimseler, onda (o
günah yükünün altında) ebedî kalırlar. Onlar için
kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür!
102. O günde Sûr'a üflenir
ve biz o zaman günahkârları, gözleri (korkudan) gömgök
bir halde mahşerde toplarız.
«Gözleri gömgök» şeklinde tercüme
edilen «zürkan» kelimesi Arapçada susuzlar ve körler manasında
da kullanılmaktadır.
103. Aralarında
birbirlerine gizli gizli şöyle derler: «Dünyada sadece
on gün kaldınız.»
104. Aralarında konuştukları
konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı
olanı o zaman: «Bir günden fazla kalmadınız»
der.
Bu âyette, söz konusu kişilerin, ahirette,
o hayatın ne kadar uzun olduğunun farkına vardıktan
sonra, artık dünya hayatının kısalığını
ve geçiciliğini kavrayacakları anlatılıyor.
105. (Resûlüm!) Sana dağlar
hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp
savuracak.
106. Böylece yerlerini dümdüz,
bomboş bırakacaktır.
107. Orada ne bir iniş,
ne de bir yokuş görebileceksin.
108. O gün insanlar, dâvetçiye
(İsrafil'e) uyacaklar. Ona karşı yan çizmek
yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır.
Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.
109. O gün, Rahmân'ın
izin verdiği ve sözünden hoşlandığından
başkasının şefaati fayda vermez.
110. O, insanların
geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi
ise bunu kapsayamaz.
Âyetin son cümlesi şöyle de anlaşılmıştır:
«Onlar ise, bilgice Allah’ı kavrayamazlar».
111. Bütün yüzler
(insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip
boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan
olmuştur.
112. Her kim, mümin
olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden
ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.
113. (Resûlüm!) Biz onu
böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları
tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede günahtan)
korunurlar; yahut da o (Kur'an) kendileri için bir ibret ortaya
koyar.
114. Gerçek hükümdar
olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce
Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve «Rabbim, benim ilmimi
artır» de.
Vahye muhatap olmanın heyecanı içinde,
daha vahiy bitmeden, aldığı kısımları
okumaya, telâffuz etmeye çalışan Peygamberimiz ikaz
edilmekte, acele etmesine gerek bulunmadığı ifade
buyurulmaktadır.
115. Andolsun biz, daha
önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki
o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.
Hz. Âdem, Allah’ın yasaklamasına rağmen,
şeytanın teşviki ile yasaklanan ağacın
meyvesinden yemiş, sözünde duramamıştı.
İşte âyette Hz. Âdem’in bu davranışına işaret
buyurulmakta ve onun, şeytanın teşvikine sabırlı
ve kararlı olarak karşı koymadığı anlatılmaktadır.
Ancak, âyetin son cümlesi, müfessirler tarafından şöyle de
anlaşılmıştır: «Fakat onu, günah işlemekte
kararlı bulmadık.» Çünkü Âdem, sonradan pişman olmuş
ve tevbe etmişti.
116. Bir zaman biz
meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. Onlar hemen secde
ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.
117. Bunun üzerine: Ey
Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük
bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın;
sonra yorulur, sıkıntı çekersin!
118. Şimdi burada
senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak
kalmak.
119. Yine burada sen,
susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.
120. Derken şeytan
onun aklını karıştırıp «Ey Âdem!
dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir
saltanatı göstereyim mi?»
Şeytan, meyvesi yasaklanmış ağacı
göstererek: «Rabbiniz, iki melek haline gelmeyesiniz, yahut burada
ebedî kalıcılardan olmayasınız diye -yalnız
bunun için- size tüm ağacı yasakladı» diyerek onları
kandırdı. Bak. A’râf 7/20.
121. Nihayet ondan
yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü.
Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar.
(Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı.
122. Sonra Rabbi onu seçkin
kıldı; tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.
123. Dedi ki: Birbirinize
düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık
benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa
o sapmaz ve bedbaht olmaz.
124. Kim de beni anmaktan
yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı
bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör
olarak haşredeceğiz.
125. O: Rabbim! Beni niçin
kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!,
der.
126. (Allah) buyurur ki:
İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen
onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen
unutuluyorsun!
127. Doğru yoldan
sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle
cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha
şiddetli ve daha süreklidir.
128. Bizim, onlardan önce
nice nesilleri helâk etmiş olmamız kendilerini yola
getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar.
Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır.
129. Eğer Rabbinden,
daha önce sâdır olmuş bir söz ve tayin edilmiş
bir vâde olmasaydı, (ceza onlar için de dünyada) kaçınılmaz
olurdu.
130. (Resûlüm!) Sen,
onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından
önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et;
gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında
(iki ucunda) da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin.
Müfessirler, bu âyette «övgü ile tesbih»ten
maksadın, namaz olduğunu belirtirler. Namaz en büyük ve en kâmil
zikirdir; Allah’ı tesbih, tekbir, yakarış ile anma,
O’na ve yalnız O’na tapınma, kulluğu arzetmedir. Beyzâvî’ye
göre, güneşin doğmasından önceki tesbih, sabah namazı;
gecenin bir kısım saatlerindeki ise akşam ve yatsı
namazlarıdır. «Gündüzün etrafında, yani başında
ve sonunda tesbih et» ifadesi ile, önemine binaen, sabah ve akşam
namazlarına ikinci defa dikkat çekilmiştir.
131. Sakın,
kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız
dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme!
Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.
132. Ailene namazı
emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık
istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz.
Güzel sonuç, takvâ iledir.
133. Onlar: (Muhammed)
bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? dediler.
Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili (Kur'an) onlara
gelmedi mi?
Kur’an-ı Kerim hem kendi gerçekliğini
isbat eden, hem de önceki kitapların hak olduğuna delil teşkil
eden bir mucizedir.
134. Eğer biz,
bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk
etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Ne
olurdu, bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa
ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!
135. De ki: Herkes
beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında
anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları
kimmiş ve hidayette olan kimmiş!
|