Kamer sûresinden sonra Mekke’de inmişir;
88 âyettir. İsmini birinci âyette yer alan Sâd harfinden alır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2. Sâd. Öğüt
veren Kur'an'a yemin ederim ki, küfredenler, (iddia
ettiklerinin) aksine, bir gurur ve tefrika içindedirler.
3. Onlardan önce nice
nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler. Halbuki artık
kurtulma zamanı değildi.
Bu âyetlerde kâfirlerin bazı iddialarına
yer verilerek durumları anlatılmıştır:
4, 5. Aralarından
kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar
ve kâfirler: Bu pek yalancı bir sihirbazdır! Tanrıları,
tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir
şeydir! dediler.
Kureyşliler, bu sözleriyle Hz. Muhammed’i tanımayıp
inkâr ediyorlardı. Hz. Peygamber Kelime-i Tevhidi tavsiye ettiği
zaman müşrikler: «Tek tanrı bütün yaratıkları
nasıl idare edebilir?» demişler ve Allah’ı birlemeye
yanaşmamışlardı.
6, 7, 8. Onlardan ileri
gelenler: Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta
direnin, sizden istenen şüphesiz budur. Son dinde de bunu
işitmedik. Bu, ancak bir uydurmadır. Kur'an aramızdan
ona mı indirildi? diyerek kalkıp yürüdüler. Hayır!
Onlar kitabım hakkında şüphe içindedirler. Hayır!
Azabımı henüz tatmadılar.
Bu âyetlerde, Hz. Peygamber’in de davet edildiği
Ebu Talib’in evindeki toplantı ve onun neticesi haber
verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’i inkâr edenler, babalarının
dinlerinde böyle bir şey duymadıklarını iddia
ediyorlardı.
9. Yoksa azîz ve lütufkâr
olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır!
10. Yahut göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı
onların elinde midir? Öyleyse (göklerin) yollarında
yükselsinler (görelim)!
11. Onlar, çeşitli
guruplardan oluşmuş bir ordudur; işte şurada
bozguna uğratılacaklardır.
Bozguna uğratılacakları yerin,
Bedir, Hendek ve Mekke olduğu söylenmiştir.
12, 13. Onlardan önce
Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût
kavmi ve Eyke halkı da peygamberleri yalanladılar.
İşte bunlar da (peygamberlere karşı) birleşen
topluluklardır.
Âyette, Firavun için «kazıklar sahibi»
denmesi, onun saray ve saltanat sahibi olmasını belirtmesinin
yanısıra, gazap ettiği kimselerin ellerini, ayaklarını
dört kazığa bağlayarak işkence ettiğini de
ifade etmektedir.
14. Onların her biri
gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden
(kendilerine) azabım hak oldu.
15. Bunlar da ancak, bir
an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
16. Rabbimiz! Bizim payımızı
hesap gününden önce ver, dediler.
Mekke kâfirleri, «Amel defterleri sağ yanından
verilenlere gelince...» âyeti nâzil olduğu zaman, âyette
belirtilen alaylı ifadeyi sarfetmişlerdi.
Bundan sonra gelen âyetlerde,
Hz. Davud ve onun
geçirdiği imtihan anlatılmaktadır:
17. (Resûlüm!) Onların
söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zatı
hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi.
Rivayete göre Hz. Davud’un güçlülüğü,
ibadete olan tahammülü idi. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi.
Gecenin ancak üçte birinde uyur, kalan saatlerini hep ibadetle geçirirdi.
18, 19. Doğrusu biz
akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları,
toplu halde kuşları onun emri altına vermiştik.
Hepsi O'na yönelmiştir.
İbn Abbas, kuşluk namazının bu
âyete göre kılındığını anlatmıştır.
Rivayete göre Cenab-ı Hak, Davud (a.s.)’a güzel ve gür bir ses
ihsan etmişti. O Zebûr’u okurken bütün vahşi hayvanlar
etrafında toplanırlar ve onu dinlerlerdi.
20. Onun hükümranlığını
kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik.
Hz. Davud, heybetli olmak, Allah tarafından
yardıma uğramak ve kendisine birçok muhafız verilmek, büyük
ordulara kumanda etmek gibi pâyelerle güçlendirilmiş, ayrıca
peygamberlik, isabetli görüş, kitap, şerîat, yüksek ilim,
amel, güzel konuşma ve hikmete sahip olmuştu.
21, 22. (Ey Muhammed!),
Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mâbedin
duvarına tırmanıp, Davud'un yanına girmişlerdi
de Dâvud onlardan korkmuştu. «Korkma! Biz birbirine hasım
iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık
etme; bize doğru yolu göster» dediler.
Davud (a.s.), mescidde ibadet ettiği için,
muhafızlar gelenlerin girmesine izin vermiyorlardı. Sözü
edilen iki davacı, Hz. Davud’a suikastta bulunmak isteyen iki düşmandı.
Çevrelerinde Hz. Davud’un muhafızlarını görüp,
maksatlarına erişemeyeceklerini anlayınca bu yapmacık
dâvayı uydurmuşlardı.
23. (Onlardan biri şöyle
dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var.
Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver»
dedi ve tartışmada beni yendi.
24. Davud: Andolsun ki,
senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta
bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu,
birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman
edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar
az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve
Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı,
tevbe edip Allah'a yöneldi.
25. Sonra bu tutumundan
dolayı onu bağışladık. Kuşkusuz
yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir
geleceği vardır.
26. Ey Davud! Biz seni
yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında
adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın
yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan
sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık
çetin bir azap vardır.
27. Göğü, yeri ve
ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu,
inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki
haline!
28. Yoksa biz, iman edip
de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk
yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları
yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?
29. (Resûlüm!) Sana bu
mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı
olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.
Bu ve bundan sonra ki âyetlerde Hz. Süleyman’ın
kıssasına yer verilir.
30. Biz Davud'a Süleyman'ı
verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima
Allah'a yönelirdi.
31. Akşama doğru
kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını
tırnağının üzerine diken çalımlı
ve safkan koşu atları sunulmuştu.
32, 33. Süleyman: Gerçekten
ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim, dedi. Nihayet güneş
battı. (O zaman:) Onları (atları) tekrar bana
getirin, dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya
başladı.
Âyet, muharebe için at beslemenin öteden beri yürütülegelen
güzel bir âdet olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Süleyman,
savaş ihtiyacı belirince, atların hazırlanmasını
ve idman için koşturulmasını emrederek, «Ben bunları
dünyada nefsimin hazzı için değil, Allah’ın emrinden
ve onun dinini takviye etmek arzusundan dolayı seviyorum» demişti.
34. Andolsun biz Süleyman'ı
imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik,
sonra o, yine eski haline döndü.
Süleyman (a.s.), şiddetli bir hastalığa
yakalanmak suretiyle imtihan edilmiş, hastalığı sırasında,
«cansız ceset» denecek kadar zayıflamış, sonra
tekrar sağlığına kavuşmuştu.
35. Süleyman: Rabbim!
Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı
bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta
bulunansın, dedi.
36, 37, 38. Bunun üzerine
biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı,
bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları,
demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları
onun emrine verdik.
39. «İşte bu
bizim bağışımızdır. İster
ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır» dedik.
40. Doğrusu onun,
bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir
yeri vardır.
41. (Resûlüm!) Kulumuz
Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir
yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.
42. Ayağını
yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk
bir su (dedik).
Rahatsızlanan Eyyub (a.s.), bu su ile yıkanmış,
mucize olarak iç ve dış hastalıklarının
hepsinden bu sayede kurtulmuştu.
43. Bizden bir rahmet ve
olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona
hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.
Hz. Eyyub ve ailesi darmadağın halde
iken bir araya toplanmış, sayıları eskisinden bir
kat daha artmış, kayıplar fazlasıyla telâfi edilmiştir.
44. Eline bir demet sap
al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz
Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi
kuldu! Daima Allah'a yönelirdi.
Rivayete göre Eyyûb (a.s.) hanımının
bir hatasından ötürü sıhhate kavuşunca ona yüz değnek
vurmaya yemin etmişti. Halbuki karısının, ona karşı
hizmetleri, fedakârlıkları büyüktü. Onun için Cenab-ı
Hak, yüz tâne ekin sapından oluşan bir demetle bir kere
vurulmasını kâfi görmüştü.
Bundan sonraki âyetlerde, peygamberlerin kıssalarından
bölümler hatırlatılır.
45. (Ey Muhammed!),
Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak
ve Ya'kub'u da an.
46. Biz onları özellikle
ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.
47. Doğrusu onlar
bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.
48. İsmail'i,
Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir.
45 - 48. âyetler, peygamberlerin günahtan mâsum
olduklarına delâlet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak mutlak
olarak hepsinin «iyiler»den olduğuna hükmetmiştir. Buna
mukabil mümin ile münkirin âkıbeti de şöyle anlatılmıştır:
49. İşte bu,
bir hatırlatmadır. Doğrusu Allah'a karşı
gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır.
50. Kapıları
yalnızca kendilerine açılmış Adn cennetleri
vardır.
51. Onlar koltuklara
yaslanıp kurularak orada bir çok meyveler ve içecekler
isterler.
52. Yanlarında, eşlerinden
başkasına bakmayan, kendilerine yaşıt güzeller
vardır.
53. İşte, hesap
günü için size vâdolunan şeyler bunlardır.
54. Şüphesiz bu,
bizim verdiğimiz rızıktır. Ona bitmek ve tükenmek
yoktur.
55. Bu böyle; ama azgınlara
kötü bir gelecek vardır.
56. Onlar cehenneme
girecekler. Orası ne kötü bir kalma yeridir.
57.İşte bu;
kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar.
58. Buna benzer daha türlü
türlü başkaları da vardır.
59. (İnkârcıların
liderlerine:) İşte bu sizinle beraber cehenneme
girecek topluluktur (denildiğinde, liderler:) Onlar rahat yüzü
görmesin (derler). Onlar mutlaka ateşe gireceklerdir.
60. (Liderlere uyanlar
ise:) Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Onu bize
siz sundunuz! Ne kötü bir yerdir! derler.
61. Yine onlar: Rabbimiz!
Bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını
iki kat artır! derler.
62. (İnkârcılar)
derler ki: Kendilerini dünyada iken kötülerden saydığımız
kimseleri burada niçin görmüyoruz?
63. Alaya aldığımız
onlar değil miydi? Yoksa (buradalar da) onları gözden
mi kaçırdık?
64. İşte bu,
cehennem ehlinin tartışması, şüphesiz bir
gerçektir.
Mekke kâfirlerinin alay ettiği kişiler,
Ammâr, Bilâl ve Suheyb (r.a.) gibi fakir müminlerdi.
65. (Resûlüm!) De ki:
Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan
Allah'tan başka bir tanrı yoktur.
66. Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) üstündür,
çok bağışlayıcıdır.
67, 68. De ki: Bu büyük
bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
69. Onlar orada tartışırken
benim mele-i a'lâ hakkında hiçbir bilgim yoktu.
Tefsirlere göre mele-i a’lâ’dan maksat,
Allah’ın konuşmak üzere melekleri topladığı
yüce meclistir.
70. Ben ancak apaçık
bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.
71. Rabbin meleklere demişti
ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.
72. Onu tamamlayıp,
içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye
kapanın!
73. Bütün melekler
toptan secde ettiler.
74. Yalnız İblis
secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
75. Allah: Ey İblis!
İki elimle yarattığıma secde etmekten seni
meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.
76. İblis: Ben ondan
hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu
çamurdan yarattın, dedi.
77, 78. Allah: Çık
oradan (cennetten)! Sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe
kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu.
79. İblis: Ey
Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet
ver, dedi.
80, 81. Allah: Haydi, sen
bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu.
82, 83. İblis: Senin
mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş
kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım,
dedi.
84, 85. Doğrusu -ki
ben hep doğruyu söylerim- mutlaka sen ve sana uyanların
hepsiyle cehennemi dolduracağım! buyurdu.
86. (Resûlüm!) De ki:
Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum.
Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.
87. Bu Kur'an, ancak âlemler
için bir öğüttür.
88. Onun verdiği
haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi öğreneceksiniz.
|