Nahl sûresi 128 âyet olup, son üç âyeti
Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. 68. âyette bal arısından
söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Allah'ın emri
gelmiştir. Artık onu istemekte acele etmeyin. Allah,
onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
2. Allah kendi emriyle
melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, «Benden
başka tanrı olmadığına dair (kullarımı)
uyarın ve benden korkun» diye gönderir.
3. (Allah) gökleri ve
yeri hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan münezzehtir.
4. O, insanı bir
damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine
apaçık bir hasım oluvermiştir.
5. Hayvanları da O
yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler)
ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını
da yersiniz.
6. Sizin için onlardan
ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken
bir güzellik (bir zevk) vardır.
7. Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı,
ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir
memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok
şefkatli, pek merhametlidir.
8. Atları, katırları
ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı).
Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları)
yaratır.
Nitekim, 7-8. âyetlerden de anlaşılacağı
üzere eskiden insanlar, taşıma aracı olarak yalnızca
büyük ölçüde hayvan gücünden yararlanmış oldukları
halde, zamanla ve özellikle son asırda nakil vasıtaları,
gerek çeşit, gerekse sürat bakımından akıllara
durgunluk veren bir gelişme göstermiştir. İşte
yukarıdaki âyetin «Allah, şu anda bilemeyeceğiniz daha
nice (nakil vasıtaları) yaratır» meâlindeki ifadesi ile
bu gelişmeye işaret etmektedir ve şüphesiz bu gelişme,
Allah’ın insanlara en büyük lütuflarından biridir.
9. Yolun doğrusu
Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah
dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.
10. Gökten suyu indiren
O'dur. Ondan hem size içecek vardır, hem de hayvanlarınızı
otlatacağınız bitkiler.
11. (Allah) su sayesinde
sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer
meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda düşünen
bir toplum için büyük bir ibret vardır.
12. O, geceyi, gündüzü,
güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar
da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki
bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller
vardır.
13. Yeryüzünde sizin için
rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir
toplum için gerçek bir ibret vardır.
14. İçinden taze et
(balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası)
çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur.
Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun.
(Bütün bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz
içindir.
15. Sizi sarsmaması
için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu
bulmanız için de ırmakları ve yolları
yarattı.
16. Daha nice alâmetler
(yarattı). Onlar, yıldızlarla da yollarını
doğrulturlar.
17. O halde, yaratan
(Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Hâla düşünmüyor
musunuz?
18. Allah'ın
nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız.
Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek
esirgeyendir.
Sûrenin başından buraya kadar sıralanan
âyetlerin çoğu, insanı, etrafını çevreleyen tabiî
varlık ve olaylar üzerinde düşünmeye, araştırmaya
ve esrarına vâkıf olmaya çağırmakta, böylece, bir
yandan bu âlemde hizmetine sunulan bu varlık ve olaylar hakkında
daha çok bilgiler edinip bunların sağlayacağı imkân
ve nimetlerden en güzel şekilde yararlanmaya teşvik
etmektedir. Bu insanın dünyevî terakkisi için gereklidir; diğer
yandan, kâinattaki incelikleri, hârikaları mümkün olduğunca
müşahede etmek yoluyla, bu nizamın kurucusu olan Ulu Allah’ın
varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu sezmeye, böylece
güçlü bir imana sahip olmaya sevketmektedir. Bu da insanın
ahiret mutluluğu için gereklidir.
19. Allah, gizlediğinizi
de açıkladığınızı da bilir.
20. Allah'ı bırakıp
da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar.
Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.
21. Onlar diriler değil,
ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
22. İlâhınız
bir tek Tanrı'dır. Fakat ahirete inanmayanlar var ya,
onların kalpleri inkârcı, kendileri de böbürlenen
kimselerdir.
23. Hiç şüphesiz
Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını
da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.
24. Onlara: Rabbiniz ne
indirdi? denildiği zaman, «Öncekilerin masallarını»
derler.
25. Kıyamet gününde
kendi günahlarını tam olarak taşımaları
ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından
da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle
derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür!
Zira sapanla saptıran ortaktırlar;
birisi öbürünü saptırmış, öbürü de onun saptırmasına
boyun eğmiştir. Öyleyse günahı ikisi beraberce yükleneceklerdir.
«Saptırmanın bilgisizce olması» saptırılana
dönük bir keyfiyettir. Yani uydukları yolun sapıklık
olduğunu bilmeden sapmışlardır, demektir. Bu da tek
başına iyi niyetin yetersizliğini, ihlâsla beraber, doğrunun
tesbiti için gayret sarfetmenin gerekli olduğunu gösterir.
26. Onlardan öncekiler
de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda
Allah da onların binalarını temellerinden söktü
üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara,
farkedemedikleri bir yerden gelmişti.
27. Sonra kıyamet gününde
(Allah), onları rezil eder ve der ki: «Kendileri hakkında
(müminlere) düşman kesildiğiniz ortaklarım
nerede?» Kendilerine ilim verilmiş olanlar derler ki: «Şüphesiz
bugün rezillik ve kötülük kâfirleredir.»
28. Kendilerine haksızlık
ederlerken meleklerin canlarını aldıkları
kimseler: Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk, diyerek
teslim olurlar. (Melekler onlara şöyle der:) «Hayır,
Allah, sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi
bilendir.»
29. «O halde, içinde
ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından
girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!»
Allah Teâlâ, sûrenin başından buraya
kadar, kendisinin varlığı ve birliğine, ibadete lâyık
olduğuna dair bir çok delil sıraladıktan sonra,
inanmayanların durumlarını ve neticede gidecekleri
yerleri ve bu yerlerin kötülüğünü belirtti. Buna karşılık,
bundan sonraki âyetlerde de iman edenlerin durumları ve varacakları
yerin iyiliği ve güzelliği anlatılacaktır.
30. (Kötülüklerden)
sakınanlara: Rabbiniz ne indirdi? denildiğinde, «Hayır
(indirdi)» derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükâfat
vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır.
Takvâ sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!
Bazı tefsirlerin nakline göre hac mevsiminde
Arap boyları Mekke’ye heyetler göndererek Hz. Muhammed hakkında
bilgi toplarşlardı. Bir heyet yetkilisi geldiği zaman müşrikler
ona mani olmak istemiş ve dönmesini emretmişlerdi. Ayrıca,
«Onunla görüşmemen senin için daha hayırlı olur»
demişlerdi. O da «Eğer ben Muhammed hakkında bilgi
almadan kavmime dönersem çok kötü bir temsilci olurum» demiş,
Allah Resûlü’nün arkadaşlarına onun durumunu sormuştu.
Onlar da, «O bize hayır getirmiştir» diye karşılık
vermişlerdi. Âyet bu olaya değinmektedir.
31. (O yurt,)
girecekleri, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleridir.
Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardır.
İşte Allah, takvâ sahiplerini böyle mükâfatlandırır.
32. (Onlar,) meleklerin,
«Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere
karşılık cennete girin» diyerek tertemiz olarak
canlarını aldıkları kimselerdir.
33. (Kâfirler)
kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler
de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi,
fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
34. Sonunda yaptıklarının
cezası onlara ulaştı ve alay etmekte oldukları
şey onları çepeçevre kuşatıverdi.
35. Ortak koşanlar
dediler ki: «Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız
ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir
şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekiler de
böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık
seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!
36. Andolsun ki biz, «Allah'a
kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye
(emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah,
onlardan bir kısmını doğru yola iletti.
Onlardan bir kısmı da sapıklığı
hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin
sonu nasıl olmuştur!
Tâğut için Nisâ sûresi 60. âyete bak.
37. (Resûlüm!) Sen,
onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen
de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi
(dilemezse) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları
da yoktur.
38. Onlar: «Allah ölen
bir kimseyi diriltmez» diye olanca güçleriyle Allah'a and içtiler.
Aksine, bu O'nun bizzat kendisine karşı gerçek bir vâdidir.
Fakat insanların çoğu bilmez.
39. Hakkında ihtilaf
ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir
olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını
bilmeleri için (Allah onları diriltecek).
40. Biz, bir şeyin
olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz
sadece «Ol» dememizdir. Hemen oluverir.
41. Zulme uğradıktan
sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada
güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer
bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.
42. (Onlar) sadece
Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.
41. ve 42. âyetlerde bildirilenler, başta
Resûlullah (s.a.) olmak üzere Kureyş’in zulmü yüzünden
hicret eden müslümanlardır. Gerçekten bu muhacir müslümanlar,
yurtlarını terketmenin verdiği geçici sıkıntılardan
kurtulduktan sonra, yüce Peygamber’in önderliğinde din ve dünya
hayatı bakımından düzenli, huzurlu ve kısa zamanda
küfür tarafını altedecek kadar güçlü bir toplum meydana
getirmişlerdi.
43. Senden önce de,
kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını
peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız,
bilenlere sorun.
44. Apaçık
mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp
anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.
45, 46. Kötülük
tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere geçirmeyeceğinden
veya kendilerine bilemeyecekleri bir yerden azabın
gelmeyeceğinden veya onlar dönüp dolaşırlarken
Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi
oldular? Onlar (Allah'ı) âciz bırakacak değillerdir.
47. Yoksa Allah'ın
kendilerini yavaş yavaş tüketerek cezalandırmayacağından
(emin mi oldular)? Kuşkusuz Rabbin çok şefkatli, pek
merhametlidir.
48. Allah'ın yarattığı
herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek
ve Allah'a secde ederek sağa sola döner.
Yani gölgesi bulunan eşyanın gölgeleri
bile sahiplerinin hükmünde değil, Allah’ın emri altındadır.
Sahibi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, gölge
Allah Teâlâ’nın emri ve takdiri doğrultusunda
ışığın geldiği noktaya ters istikamette düşer
ve onun değişmesini takip eder. Aynı zamanda gölge
ışığın bir eseri de değildir. Ancak
Allah’ın bir kanunu gereğidir. Dolayısıyla eşyanın
gölgelerinde bile hüküm ve tasarruf Allah’ındır.
49. Göklerde bulunanlar,
yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük
taslamadan Allah'a secde ederler.
50. Onlar, üstlerindeki
Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu
yaparlar.
51. Allah buyurdu ki:
İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı'dır.
O halde yalnız benden korkun!
52. Göklerde ve yerde ne
varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan
başkasından mı korkuyorsunuz?
53. Nimet olarak size ulaşan
ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu
zaman da yalnız O'na yalvarırsınız.
54. Sonra da sizden o
zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen
Rablerine ortak koşarlar!
55. Kendilerine
verdiklerimize karşılık nankörlük etmeleri için
(öyle yaparlar). O halde bir süre daha faydalanın; fakat
yakında hakikati bileceksiniz!
56. Bir de kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri şeylere
(putlara) pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki, iftira
etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!
İslâm’dan önce bazı Araplar,
ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını Allah ile
putları arasında bölüştürürler ve «Bu Allah’ın
payı, bu da tanrılarımızın payı»
derlerdi. Allah için ayırdıklarını misafirlere ve
fakirlere harcarlar, tanrıları için ayırdıklarını
da onların huzurunda yapılacak âyin vb. şeylere
harcarlardı. 56. âyette buna işaret edilmektedir.
57. Onlar, kızların
Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah
bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar)
kendilerinin oluyor.
Huzâa ve Kinâne kabileleri: «Melekler, Allah’ın
kızlarıdır» diyorlardı. Halbuki kendileri kız
çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı.
57-59. âyetler onların kız çocuklarına karşı
takındıkları tavrı tasvir etmektedir.
58. Onlardan birine kız
müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara
kesilir.
59. Kendisine verilen müjdenin
kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık
duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa
mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!
60. Kötü sıfat,
ahirete inanmayanlar içindir. En yüce sıfatlar ise
Allah'a aittir. Çünkü O, her şeyden üstün ve hikmet
sahibidir.
61. Eğer Allah,
insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı,
orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları
takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği
zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
62. Kendilerinin hoşlarına
gitmeyen şeyleri Allah'a isnat ediyorlar. En güzel sonucun
kendilerinin olduğunu anlatan dilleri de yalanın örneğini
veriyor. Hiç şüphesiz onlar için sadece ateş vardır
ve onlar, (ateşe) terkolunacaklar.
63. Allah'a andolsun,
senden önceki ümmetlere de (peygamberler) göndermişizdir.
Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de
(iman etmediler). işte o, bugün onların velisidir. Ve
onlar için elem verici bir azap vardır.
64. Biz bu Kitab'ı
sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi
insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da
hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.
65. Allah gökten bir su
indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti.
Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.
66. Kuşkusuz sizin için
hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların
karınlarındaki fışkı ile kan arasından
(gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis
bir süt içiriyoruz.
67. Hurma ve üzüm gibi
meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz.
İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için
büyük bir ibret vardır.
Âyette geçen «seker» kelimesi, sarhoşluk
veren şey, yani içki demektir. Bu âyet Mekke’de inmiştir
ki, henüz o zaman içki haram kılınmış değildi.
Bununla beraber burada içkinin «güzel rızık»tan ayrı
zikredilmesi, Kur’an-ı Kerim’in daha o zaman dahi içkiyi hoş
bir şey saymadığını gösterir. Böylece bir bakıma
içkinin iyi bir rızık olmadığına dolaylı
olarak işaret buyurulmuştur. Bundan sonra, sırasıyla,
içkide -bazı zahirî faydalar yanında- büyük bir kötülük
bulunduğunu (Bakara, 215), sarhoş olarak namaz kılmanın
haram olduğunu (Nisâ, 43) ve nihayet içkinin şeytanın işlerinden
bir murdar olduğunu bildiren ve içki içmeyi yasaklayan (Mâide,
90-91) âyetler gelmiştir.
68, 69. Rabbin bal arısına:
Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları
çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin
her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı
yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların
karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet
(bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır.
Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret
vardır.
70. Sizi Allah yarattı;
sonra sizi vefat ettirecek. Daha önce bilgili iken hiçbir
şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün
en kötü çağına kadar yaşatılacak Şüphesiz
ki Allah bilgilidir, kudretlidir.
71. Allah kiminize
kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık
verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere
verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar.
Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı
ediyorlar?
72. Allah size kendi
nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de
sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz
gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla
inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?
73. (Müşrikler)
Allah'ı bırakıp da kendilerine göklerde ve yerde
olan rızıktan hiçbir şey veremeyen ve buna asla
güçleri yetmeyen şeylere (putlara) tapıyorlar.
74. Allah için emsal göstermeyin.
Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
75. Allah, hiçbir şeye
gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş
bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel
rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür)
bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı?
Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu
(bunu) bilmezler.
Allah Teâlâ bu âyette bir benzetme yapmıştır.
Hürriyetine sahip olmayan köleler ile güzel bir rızık ile rızıklandırıldıktan
sonra, onu fakir ve yoksullara harcayan hür ve zengin kimseler eşit
olur mu? Elbette bunlar eşit olmazlar. İşte bunun gibi,
Allah’tan başkasına tapanlar da taptıkları şeylerin
köleleri durumundadırlar.Yalnızca Allah’a ibadet eden müminler
ise hür kimselerdir. Onlar Allah’tan başka hiçbir gücün karşısında
eğilmezler. Elbette ki bu iki gurup da eşit değildir.
76. Allah, şu iki kişiyi
de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey
beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse
bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru
yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?
77. Göklerin ve yerin
gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz
açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir.
Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
78. Siz, hiçbir şey
bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından
çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler
ve kalpler verdi.
«Siz hiçbir şey bilmezken» ifadesi için
yapılmış izahlar vardır: 1. Siz babalarınızın
sulbünde bulunduğunuz sırada sizden alınan misakı
bilmezken. 2. Sizin için hükmedilen iyi veya kötü kaderi bilmezken.
3. Menfaatlerinize olan şeyleri bilmezken.
79. Göğün boşluğunda
emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları
görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası
tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler
vardır.
80. Allah, evlerinizi
sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve sizin için
davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde,
kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden,
yapağılarından ve kıllarından bir süreye
kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası
ve bir ticaret malı meydana getirdi.
81. Allah, yarattıklarından
sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için
barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak
elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı.
İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize
nimetini tamamlıyor.
82. (Ey Resûlüm!) Yine
de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık
bir tebliğden ibarettir.
83. Onlar Allah'ın
nimetini bilirler (itiraf ederler). Sonra da onu inkâr ederler.
Onların çoğu kâfirdir.
İmam Suddî’ye göre âyette zikredilen «Allah’ın
nimeti» Allah Resûlü’nün peygamberliğidir. Bunu, kendilerine
gösterilen bunca mucizelerle tanıdıkları halde inatları
yüzünden yine de inkâr ederler. İşte onlar Allah’ın
adını ettiği bu ve benzeri nimetleri çok iyi bilirler,
hatta onların Allah’tan olduğunu da kabul ederler. Fakat
ibadete gelince, Allah’ın emirlerini değil kendi kötü
nefislerinin emirlerini dinlerler. Bu âyet, ilim ve akıl sahibi
olmak ile iman etmenin aynı şeyler olmadığını,
imanın her şeyden üstünlüğünü ifade eder.
84. Her ümmetten bir
şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir
olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onların
özür dilemeleri istenir.
85. O zulmedenler azabı
gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez, onlara
mühlet de verilmez.
86. (Allah'a) ortak koşanlar,
ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman
derler ki: «Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp
da tapmış olduğumuz ortaklarımızdır.»
Onlar da bunlara: «Siz mutlaka yalancılarsınız»
diye söz atarlar.
87. O gün Allah'a teslim
(bayrağını) çekerler ve uydurmakta oldukları
şeyler onlardan kaybolup gider.
88. İnkâr edip de
(insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte
onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle,
azaplarını kat kat artıracağız.
89. O gün her ümmetin içinden
kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de
hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca
bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama,
bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için
bir müjde olarak indirdik.
90. Muhakkak ki Allah,
adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin
işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt
veriyor.
Allah Teâlâ bu âyette dünya nizamını
sağlayan üç esası emrediyor; buna karşılık
üç çirkin davranışı da yasaklıyor. Emrettiği
esaslar: Adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır. Yasakladıkları
ise: Fuhuş, münker ve zulümdür.
Adalet: Her şeyi tam olarak yerine getirmek,
herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, bağışta
bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmek
demektir. İbadette ihsan: Allah’ı görür gibi ibadet
etmektir.
Akrabaya yardım: Uzak ve yakın akrabaya
iyilik etmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara
karşı iyi davranmak demektir.
Fahşâ: Yalan, iftira ve zina gibi söz veya
fiille işlenen günah ve çirkinliklerdir.
Münker: Şeriat ve aklıselimin beğenmeyip
fena kabul ettiği iş ve davranış demektir.
Bağy: İnsanlara karşı üstünlük
iddia edip onları, zulüm ve baskı altında yaşatmak
demektir. İşte Allah Teâlâ bu üç kötü şeyi de
yasaklamıştır.
91. Antlaşma yaptığınız
zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize
şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın.
Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri
pek iyi bilir.
92. Bir toplum diğer
bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için
yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini
sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın)
gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında
ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde
mutlaka size açıklayacaktır.
93. Allah dileseydi
hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.
Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.
94. Yeminlerinizi aranızda
fesada araç edinmeyin, aksi halde (İslâm'da) sebat etmişken
ayağınız kayar da (insanları) Allah yolundan
alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü
tadarsınız. Sizin için (ahirette de) büyük bir azap
vardır.
95. Allah'ın ahdini
az bir karşılığa değişmeyin!
Şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında
olan (sevap) sizin için daha hayırlıdır.
96. Sizin yanınızdaki
(dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir.
Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının
en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
97. Erkek veya kadın,
mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir
hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını,
elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.
98. Kur'an okuduğun
zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
Allah Teâlâ, Kur’an okumak isteyen kimseye, önce
şeytanın şerrinden Allah’a sığınmasını
emretmektedir. Bu sığınma «Eûzü billâhi mineşşeytanirracîm»
demekle olur. Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım
demektir.
99. Gerçek şu ki:
İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde
onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.
100. Onun hakimiyeti,
ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.
101. Biz bir âyetin
yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah,
neyi indireceğini çok iyi bilir- «Sen ancak bir iftiracısın»
dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.
Rivayete göre şiddet ifade eden bir âyet
gelince kâfirler: «Muhammed bugün emrettiğini yarın
yasaklayarak ashabıyla alay ediyor» diyorlardı. Bu âyet
onlara bu konuda cevap teşkil eder. Nesh ve değiştirme,
kulların maslahatına, ihtiyaçlarına göre Allah’ın
bir lütfu olarak gerçekleşir. Bu durum, bir doktorun hastasına,
tedavinin seyri boyunca bir ilaç vermişken değiştirip başka
bir ilaç vermesine benzer. Binâenaleyh bir âyetin neshedilip yerine
başka bir âyetin gönderilmesi, Allah’ın «ilim» sıfatına
bir eksiklik getirmez, bilâkis «hakîm» olmasının bir
eseridir.
102. De ki: Onu, Mukaddes
Rûh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek, müslümanları
doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin
katından hak olarak indirdi.
103. Şüphesiz biz
onların: «Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor»
dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın
dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur'an) apaçık bir
Arapçadır.
Müşrikler, insanları şüpheye düşürmek
ve onların kalplerini çelmek maksadıyla, Kur’an’ı
Peygamber’e Rum ve Hıristiyan dinine mensup Cebrâ veya Yaiş
adında bir kölenin öğrettiğini ileri sürdüler.
Halbuki köle, Rum olduğu için, Arapçayı doğru dürüst
bilmiyordu. Kur’an’ın fesahat ve belâğatı karşısında
ise, bütün Arap edipleri hayretlerini gizleyememişlerdi. Kur’an
indikten sonra, Kâbe duvarında askıda bulunan, en üstün
şiirlerini bile askıdan almışlar ve «Kur’an
varken bu şiir askıda kalamaz» diyerek, Kur’an’ın üstünlüğünü
itiraf etmişlerdi. Arapçayı doğru dürüst bilemeyen
yabancı bir köle böyle üstün bir eser meydana getirebilir
miydi? Elbetteki hayır. İşte bu âyet onların bu
tutarsız iddialarına cevap vermektedir.
104. Allah'ın âyetlerine
inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru
yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır.
105. Allah'ın âyetlerine
inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar, yalancıların
kendileridir.
106. Kim iman ettikten
sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu
halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe
açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır;
onlar için büyük bir azap vardır.
Rivayet olunduğuna göre Kureyş kâfirleri,
Ammar ile babası Yâsir ve anası Sümeyye’yi, zorla
dinlerinden döndürmeye kalkıştılar. Onlar bunu kabul
etmeyince, Sümeyye’nin iki ayağını iki deveye bağlayıp
ters istikamette çektirerek parçaladılar. Yâsir’i de şehit
ettiler. İslâm’da ilk şehitler bunlardır. Ammar ise,
onların işkencelerine dayanamayarak, diliyle onların
istedikleri şekilde inkâr etti. Durum Resûlullah (s.a.)’a
bildirilince, «Ammar başından ayağına kadar imanla
doludur. İman onun etine, kanına karışmıştır!»
buyurduktan sonra Ammar’a: «Seni yine zorlarlarsa, istediklerini söyle»
dedi. Bu durum, zorlama karşısında sadece dille inkâr
etmenin caiz olduğuna bir delildir.
107. Bu (azap), onların
dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın
kâfirler topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür.
108. İşte onlar
Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği
kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.
109. Hiç şüphesiz
onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.
110. Sonra şüphesiz
Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da
sabrederek cihad edenlerin yardımcısıdır. Bütün
bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayan,
pek esirgeyendir.
111. O gün, herkes gelip
kendi canını kurtarmak için uğraşır ve
herkese yaptığının karşılığı
eksiksiz ödenir, onlara asla zulmedilmez.
112. Allah, (ibret için)
bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı
her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın
nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da
onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını
tattırdı.
Bu ülkeden maksat Mekke’dir. Zira Mekkeliler
Allah Resûlü’nü yalanladılar ve nâil oldukları bunca
refaha karşı nankörlük ettiler de arkasından yedi yıl
korkunç kıtlığa uğradılar.
113. Andolsun ki, onlara
kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar
zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
114. Artık, Allah'ın
size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak
yeyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet
ediyorsanız, onun nimetine şükredin.
115. (Allah) size, sadece
ölü hayvanı kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası
adına kesilen hayvanı haram kıldı. Ancak kim
mecbur kalırsa (başkalarının haklarına)
saldırmaksızın, sınırı da aşmadan
(bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayan,
pek esirgeyendir.
116. Dillerinizin uydurduğu
yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır»
demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş
oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan
uyduranlar kurtuluşa eremezler.
Bir kısım Araplar, kendi kendilerine bazı
şeyleri helâl, bazılarını da haram sayıyorlardı.
Bazı hayvanları erkeklere mahsus görüyorlar, kadınlara
yasaklıyorlardı. İşte 116. âyet, onların bu
durumlarına işaret ederek, Allah’ın yasakladığı
şeylerden başka bir şeyin haram olmayacağını
bildirmektedir.
117. (Kazandıkları)
pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem verici bir azap
vardır.
118. Sana anlattıklarımızı,
daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık.
Biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine haksızlık
ediyorlardı.
119. Sonra şüphesiz
Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından
tevbe edip durumunudüzeltenleri (bağışlayacaktır).
Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan,
pek esirgeyendir.
120. İbrahim, gerçekten
Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a
ortak koşanlardan değildi.
121. Allah'ın
nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş
ve doğru yola iletmişti.
122. Ona dünyada güzellik
verdik. Muhakkak ki o, ahirette de sâlihlerdendir.
123. Sonra da sana: «Doğru
yola yönelerek İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden
değildi» diye vahyettik.
124. Cumartesi tatili,
ancak onda ihtilaf edenlere (farz) kılınmıştı.
Kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri
şey hakkında aralarında hüküm verecektir.
125. (Resûlüm!) Sen,
Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır
ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi
yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri
de çok iyi bilir.
Hakk’a dâvet açısından insanlar üç
sınıfa ayrılabilir. Bu âyet-i kerime bu üç sınıfa
yapılacak dâvet şeklinin bir özeti sayılmalıdır:
(1) Aklı selîm sahibi ve eşyanın
hakikatini öğrenen araştırıcı âlimler. Dâvette
«hikmet» ile davranma bunlar içindir. Zira hikmet, kesin olan
delillerdir.
(2) Halkın çoğunluğunu teşkil
eden ve henüz sağlam fıtratını koruyan orta sınıf.
Güzel öğüt bunlar içindir.
(3) Mücadeleci, inatçı ve düşman
kimseler. Mücadele yolunun en güzeliyle dâvet edilmesi istenenler de
bunlardır. Zira unutmamak gerekir ki, Allah Hz. Musa’nın
Firavun’a bile yumuşak sözle dâvette bulunmasını
emretmiştir.
126. Eğer ceza
verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza
verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.
Resûlullah (s.a.), Uhud savaşında amcası Hz. Hamza’yı kâfirler tarafından burnu ve kulakları
kesilmiş, ciğeri çıkarılmış bir şekilde
görünce: «Allah’a andolsun ki, eğer Allah bana zafer verirse
senin yerine yetmiş kişiyi böyle yapacağım!» diye
yemin etti. Bunun üzerine 126. âyet indi. Resûlullah (s.a.) yeminine
keffâret verdi ve onu uygulamadı.
127. Sabret! Senin sabrın
da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı
kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!
128. Çünkü Allah, (kötülükten)
sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.
|