Adını,
10. ayette geçen «imtehınû» kelimesinden alan bu sûre
Medine’de inmiştir; 13 âyettir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey iman edenler! Eğer
benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için
çıkmışsanız, benim de düşmanım,
sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek,
gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa
onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.
Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı
Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben,
sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu
da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost
edinirse) doğru yoldan sapmış olur.
Âyetin
nüzul sebebi şudur: Hâtıb b. Beltea adlı sahâbî,
Hz. Peygamber’in gizli tuttuğu Mekke fethi teşebbüsünü
Sâre adındaki şarkıcı kâfir bir kadına
verdiği mektupla, Mekke müşriklerine bildirmek istemişti.
Hâtıb, Mekke’de kalan evlât ve ailesine tehlikeyi haber
vermek maksadıyla böyle bir işe girişmişti.
Cenab-ı Hak bu durumu Hz. Peygamber’e bildirdi. Resûlullah,
Mekke’ye dönmekte olan kadını takip için beş kişilik
atlı birliğini yola çıkardı. Birlik, kadını,
Hz. Peygamber’in haber verdiği yerde yakaladı. Sıkıştırılan
kadın sakladığı mektubu, saçlarının
arasından çıkardı ve serbest bırakıldı.
Mektup, Hz. Peygamber’e teslim edilince, Hâtıb çağırıldı
ve hareketinin sebebi soruldu. Hz. Ömer’in hiddet göstermesine
rağmen Hz. Peygamber, Hâtıb’ı affetti. Böylece Hâtıb’ın
şahsında bütün müslümanlar, düşmanlarına
karşı uyarılmış oldular.
2. Şayet onlar sizi
ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini
ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr
edivermenizi istemektedirler.
3. Kıyamet günü
yakınlarınız ve çocuklarınız size
fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır.
Allah, yaptıklarınızı görendir.
4. İbrahim'de ve
onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek
vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden
ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan
uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek
Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli
bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu
kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için
mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek
herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti.
(O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık,
sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.
Hz.
İbrahim, iman etmemiş babasına, kendisi için istiğfar
edeceğini söylemiş, imanı için mühlet vermişti,
daha sonra da istiğfardan menedilmişti. Çünkü kâfirler
için istiğfar caiz değildir.
5. Rabbimiz! Bizi, inkâr
edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla!
Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.
6. Andolsun, onlar sizin
için, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel
bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah,
zengindir, hamde lâyık olandır.
7. Olur ki Allah sizinle
düşman olduklarınız arasında yakında
bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir.
Bu
âyette Allah, düşmanlıkta aşırı
gidilmemesini, düşman bir toplumun, bir gün dost olabileceğini
bildirmiştir. Nitekim Peygamber’in ve müslümanların
can düşmanı olan Mekke ve çevresindeki müşriklerin
çoğu sonradan İslâm’a girmişler, onların çocukları,
Allah yolunda cihad eden müminler olmuşlardır. Böylece
âyette belirtilen ilâhî vaad tahakkuk etmiştir.
8. Allah, sizinle din uğrunda
savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara
iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı
yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.
Tefsirlerde,
din hususunda savaşmayanların, Hz. Peygamber’le anlaşma
yapan ve ona sadakat gösteren Huzâa kabilesi olduğu, çoğunlukla
ifade edilmiştir. Bazılarına göre bunlar Mekke’de
iman eden fakat hicret etmeyenler veya kadınlar ve çocuklardır.
Âyet, Hz. Ebubekir’in kızı Esma’nın Mekke’de
kalan müşrik annesinin, kendisini ziyaret için geldiğinde
kabul etmemesi üzerine nâzil olmuştur. Ancak âyetin hükmü
umumidir.
9. Allah, yalnız
sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan
çıkaranları ve çıkarılmanız için
onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim
onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.
10. Ey iman edenler! Mümin
kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları,
imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi
bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar
olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere
geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da
bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının)
sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine
verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah
yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın,
sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini
istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder.
Allah bilendir, hikmet sahibidir.
Hudeybiye
antlaşmasıyla ortaya çıkan durumu tanzim eden bu âyete
göre, müslümanlara sığınan mümin kadınlar, kâfirlere
iade edilmeyecek, kendilerine âyette belirtilen esaslar
uygulanacaktır. Çünkü Hudeybiye antlaşmasına göre
kâfirlerden gelen müminler, onlara iade edilecekti. Âyet iade
edilecek olanların sadece mümin erkekler olduğunu, mümin
kadınların kâfirlerin nikâhında kalamayacakları
için, antlaşma şümulüne giremeyeceklerini açıklamaktadır.
11. Eğer eşlerinizden
biri, sizi bırakıp kâfirlere kaçar, siz de (onlarla
savaşıp) galip gelirseniz, eşleri gitmiş
olanlara (ganimetten), harcadıkları kadar verin.
İnandığınız Allah'a karşı
gelmekten sakının.
12. Ey Peygamber! İnanmış
kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup
getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı
gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını
kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz
Allah, çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir.
Biat
şartları arasında sayılan, «elleriyle ayakları
arasında bir iftira uydurmama» tabiri, gayri meşru bir çocuk
dünyaya getirip, onu kocasına nisbet ederek iftira etmeme
anlamına gelmektedir. Âyet, Mekke fethi günü nâzil olmuş,
Hz. Peygamber, erkeklerden sonra kadınların biatını
kabul etmiştir.
13. Ey iman edenler!
Kendilerine Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost
edinmeyin. Zira onlar, kâfirlerin kabirlerdekilerden(onların
dirilmesinden) ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir.
Bu
âyetin son cümlesi şöyle de anlaşılabilir: Zira
onlar, kabirlerde bulunan kâfirlerin kurtuluştan ümit
kestikleri gibi ahiretten de ümit kesmişlerdir.
|