Üçüncü
âyetin dışında sûrenin bütünü Medine’de, hicrî
altıncı yılda nâzil olmuştur. 120 âyettir. Buhârî
ve Müslim’de, Hz. Ömer’-den rivayet edildiğine göre «Bugün
size dininizi ikmal ettim...» ifadesinin yer aldığı âyet
Mekke’de, vedâ haccında, cuma günü, Arafe akşamı nâzil
olmuştur.
«Mâide»
sofra demektir. 112 ve 114. âyetlerde, Hz. İsa zamanında, gökten
indirilmesi istenen bir sofradan bahsedildiği için sûreye bu isim
verilmiştir.
Bundan
önceki sûrede dinî zümreler içinden münafıklar ağırlıkla
söz konusu edilmişti. Bu sûrede ise yine münafıklardan
bahsedilmekle beraber ağırlık ehl-i kitapta ve özellikle
hristiyanlardadır. Bunun dışında sûrede hac farizası,
abdest, gusül, teyemmüm ile ilgili bazı bilgiler, içki ve kumar
yasağı, ahitlere ve söze bağlılık, ictimaî ve
ahlâkî münasebetler, haram ve helâl yiyecekler gibi bilgi ve hükümlere
temas edilmiştir.
Bismillâhîrrahmânirrahîm
1. Ey iman edenler!
Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı
iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda)
size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için
helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.
Akitlere
riayet, hukuk devletinin en önemli hususiyetini teşkil eder. Muasır
devletlerde iki önemli vasıf vardır: «Sosyallik, hukukîlik».
Bunlardan birincisi devletin, yalnız fertlerin hukûkunu değil,
toplumun da hak ve menfaatlerini gözetmesi, gerektiğinde toplum
menfaatini, fert menfaatine tercih etmesidir. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet
kaynağı devletin sosyal vasfı üzerinde önemle durmuş,
bağlayıcı prensipler koymuştur. İkincisi ise
keyfiliğin, zorbalığın, fırsatçılığın
yerine, hak, hukuk ve kanunların hakim olması demektir.
Kur’an-ı Kerim 14 asır öncesinden beri bu iki mefhumu
insanlık dünyasına tebliğ etmektedir; hem de akitlere
riayeti imanın gereği sayarak!
2. Ey iman edenler!
Allah'ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram
aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara,
Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i
Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık
etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz.
Mescid-i Haram'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı
beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve
(Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın,
günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.
Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.
3. Leş, kan, domuz
eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş,
(taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş,
yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş
(hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden
yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar
(putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal
oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı.
Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin
dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık
onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi
ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için
din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha
yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse
(haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.
Her
dinde ve sistemde haramlar, yasaklar vardır. Önemli olan bunların,
fert ve toplumun menfaatine, ebedî mutluluğuna yönelik bulunması,
bir hikmet ve mana taşımasıdır. İslâm’da
yasaklanan yiyecek ve içecekler genellikle sıhhate zararlı
olduğu, bazı şekillerde hayvanlara eziyet olduğu,
İslâm’ın getirdiği iman ve ahlâk nizamına ters düştüğü
için yasaklanmıştır. Bunlardan bir kısmının
zararlı olduğu öteden beri bilinmektedir. Diğerlerinin
zararı ise insanlığın ilmî seviyesi yükseldikçe
anlaşılmaktadır ve anlaşılacaktır.
4. Kendileri için
nelerin helâl kılındığını sana
soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl
kılınmıştır. Allah'ın size öğrettiğinden
öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların
sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine
Allah'ın adını anın (besmele çekin).
Allah'tan korkun. Allah'ın hesabı pek çabuktur.
5. Bugün size temiz ve
iyi şeyler helâl kılınmıştır.
Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin)
yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara
helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce
kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da,
mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina
etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî
hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa
gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.
Temiz
ve iyi şeyler, âyet ve hadislerin yasaklamadığı,
umumiyetle insanların iğrenç telâkki etmedikleri yiyecek ve
içeceklerdir. Bâtıl da olsa, aslı semâvî olan bir dinleri
bulunduğu için, ehl-i kitabın, kendi dinî inançlarına
göre yenmesi helâl olacak şekilde öldürdükleri hayvanlardan ve
diğer yiyeceklerinden -domuz gibi İslâm’ın yasakladıkları
hariç olmak üzere- müslümanların da yemeleri caizdir. Kezâ
dinini değiştirmemiş de olsa ehl-i kitap kadınlar
ile müslüman erkeklerin evlenmeleri caizdir.
6. Ey iman edenler! Namaz
kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi,
dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı
meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın).
Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta,
yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz
tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız
(cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde
su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin
de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla
meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak
istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği)
nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.
Namaz,
ibadet duygusu ile Allah huzuruna çıkmak, belli şekillerle
O’na tapınmak ve O’nunla konuşmaktır. Namaz Allah’ın,
kulunu, huzuruna kabul etmesidir. İşte bu kabul ve bu ubûdiyet
arzı, bir hazırlığı gerekli kılmaktadır.
Huzur-ı ilâhîde duran kulun uyanık, şuurlu, içi ve dışı
ile tertemiz olması gerekir; abdest ve gusül bunları temin için
en güzel vasıtadır. Suyun bulunmaması veya bulunduğu
halde kullanmayı engelleyen bir mâni yahut mazeretin bulunması
halinde teyemmüm edilir. Teyemmüm her ne kadar maddî temizliği
sağlamazsa da temizlik şuuru vermekte ve ibadete hazırlamaktadır.
7. Allah'ın size
olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman
sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz)
sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz
Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.
Buradaki
sözden maksat, insanların yaratılmasından önce, elest
bezmi denilen mukaddes mecliste bütün ruhların Allah’a
verdikleri söz olabileceği gibi, Akabe ve Hudeybiye’de müminlerin,
Allah ve Resûlüne verdikleri söz de olabilir. Elest bezmi için ayrıca
bak. A’râf 7/172.
8. Ey iman edenler! Allah
için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden
kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil
davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok
yakışan (bir davranış) tır. Allah'a
isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı
hakkıyle bilmektedir.
Abdest
ve namaz, dinin direği, ferdin dinî hayatının temelidir.
Adalet ise, sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır.
Kur’an nizamı insanı daima bir bütün olarak ele almış,
irşad ışığını ferdî yön kadar
ictimaî yöne tutmuştur.
9. Allah, iman eden ve
iyi şeyler yapanlara söz vermiştir; onlara bağışlama
ve büyük mükâfat vardır.
10. İnkâr eden ve
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir.
11. Ey iman edenler!
Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir
topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların
ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler
yalnızca Allah'a güvensinler.
Bu
âyetin nüzûl sebebi olarak, müşriklerin ve münafıkların
tahriki ile Peygamberimizi öldürmeye teşebbüs eden bir silahlı
adamın, Allah’ın inayet ve koruması ile bu emeline
muvaffak olamaması zikredilmiştir. Suikast teşebbüsü
Resûlullah’a yönelik bulunduğu halde «size el uzatmaya
yeltenmişti» denilmesi, Allah Resûlü’nün, müminlerin canı
ve hayatı mesâbesinde olmasındandır.
12. Andolsun ki Allah,
İsrailoğullarından söz almıştı.
(Kefil olarak) içlerinden on iki de başkan göndermiştik.
Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer
namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir,
peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve
Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası
için faizsiz borç verirseniz) andolsun ki sizin günahlarınızı
örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım.
Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan
sapmış olur.
Allah
Teâlâ İsrailoğullarını Firavun’dan kurtarınca,
Hz. Musa vasıtasıyle onları Kudüs’e yöneltmiş,
orasını kendilerine vatan kıldığını
bildirmiş, orada hüküm süren Ken’ânîlerle mücadele
etmelerini emretmiş, kendilerinden söz almış ve her
kabileden bir kişi olmak üzere on iki önemli kişiyi de bu sözleşmeye
kefil kılmıştı. Topluluk Kudüs’e yaklaşınca
Hz. Musa bu on iki kişiyi keşif için göndermiş, gördüklerini
halka açıklamamalarını da tenbih etmişti. Keşifçiler
döndükleri zaman ikisi müstesna, diğerleri Kudüs’tekilerin güçlü
ve hazırlıklı olduklarından bahsetti, halkı
korkuttu ve verdikleri sözü bozdular.
13. Sözlerini bozmaları
sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık.
Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını
tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın
(Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden
pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün.
Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
Tevrat
yalnızca bir nüsha idi. Kimsenin ezberinde de tamamı mevcut
değildi. İsrailoğulları Babilliler’e esir düşünce
Tevrat nüshası kayboldu. Yıllarca sonra İsrailoğulları
esaretten kurtulunca hatırda kalan bazı bölümler yeniden yazıldı.
Bugün elde bulunan Tevrat’ta da bu eksik bölümler ile kısmen
Hz. Musa’nın hayatı yazılıdır.
14. «Biz hıristiyanlarız»
diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama
onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya
Kitab'ın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete
kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.
Yakında Allah onlara yaptıklarını haber
verecektir.
İlk
hıristiyanlar da yahudilerin amansız takipleri ve işkenceleri
karşısında darmadağınık yaşamışlar,
Allah tarafından Hz. İsa’ya vahyedilen İncil’i
muhafaza edemeyip kaybetmişlerdi. Milâdî üçüncü asrın başlarında
Roma imparatoru Kostantin’in hıristiyanlığa
meyletmesinden sonra rahatlayan hıristiyanlar, mukaddes kitaplarını
yazmaya teşebbüs etmişler, bunun neticesinde ortaya,
birbirini tutmaz yüzlerce İncil çıkmıştır. Hz. İsa’nın yolundan çıkan, Allah’a verdikleri sözde
durmayan hıristiyanlar böylece ihtilafa düşmüş, ayrı
dinlermiş gibi mezheblere bölünmüş, asırlarca
birbiriyle didişmişlerdir.
15. Ey ehl-i kitap! Resûlümüz
size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak
üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size
Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.
16. Rızasını
arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür
ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa
çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.
17. «Şüphesiz
Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir» diyenler andolsun ki kâfir
olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu
Mesîh'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha
etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir (O'na kim
bir şeyle engel olabilecektir)! Göklerde, yerde ve ikisi
arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O
dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyle
kadirdir.
18. Yahudiler ve hıristiyanlar
«Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz»
dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı
size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı
insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar
ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında
ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de
ancak O'nadır.
19. Ey ehl-i kitap!
Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz
geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette):
«Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi»
demiyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı
gelmiştir. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.
20. Bir zamanlar Musa,
kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah'ın size
(lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden
peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı.
Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
21. Ey kavmim! Allah'ın
size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa
girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş
olursunuz.
22. Onlar şu cevabı
verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça
biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa
biz de hemen gireriz.
23. Korkanların içinden
Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi
şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin;
oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır.
Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.
20-26.
âyetler Hz. Musa zamanındaki İsrailoğulları ile
ilgili bulunduğuna göre gerek onların «âlemlerde hiçbir
kimseye verilmemiş nimetlere mazhar olmaları» ve gerekse «arz-ı
mukaddes’in onlara vatan olarak yazılmış bulunması»
da o zamana aittir. Yüzlerce âyet ve hadis Hâtemü’l-enbiyâ (s.a.)
Efendimiz’in gelmiş geçmiş ve gelecek bütün insanlık
için Allah’ın eşsiz bir nimeti ve lütfu olduğuna delâlet
etmektedir. Arzın, belli bir toprak parçasının bir
topluma vatan olarak yazılması da şartlıdır; o
toplumun salâhına, Allah yolunda doğru dürüst yürümelerine
bağlıdır. Yukarıda meâli geçen 13. âyet ve
benzeri âyetlerin delâletinden anlaşılıyor ki, İsrailoğulları
bu vasıflarını kaybetmişlerdir. Mukaddes topraklara
kimin vâris olacağını ise Enbiyâ sûresinin 105. âyeti
tayin etmektedir: Andolsun ki Tevrat’tan sonra Zebûr’da da: «Arza
iyi, salih, (lâyık) kullarım elbette vâris olacaktır»
diye yazdık.
24. «Ey Musa! Onlar
orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz;
şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada
oturacağız» dediler.
25. Musa: «Rabbim! Ben
kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum;
bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını
ayır» dedi.
26. Allah, «Öyleyse
orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl
yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde
şaşkın şaşkın dolaşacaklar.
Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme»
dedi.
Tarihî
rivayetlere göre mukaddes arza girmek istemeyen ve peygamberlerine karşı
duran İsrailoğulları, daracık bir arazi üzerinde kısılıp
kalmış; kendileri ölüp yeni bir nesil yetişinceye kadar
buradan kurtulamamışlardır. Bu arada kendileri, mucizevî
olarak bıldırcın ve kudret helvası ile beslenmişlerdir.
27. Onlara, Âdem'in iki
oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban
takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden
ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş,
kıskançlık yüzünden), «Andolsun seni öldüreceğim»
dedi. Diğeri de «Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul
eder» dedi (ve ekledi:)
28. «Andolsun ki sen, öldürmek
için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el
uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan
korkarım.»
29. «Ben istiyorum ki,
sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını
yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin
cezası işte budur.»
30. Nihayet nefsi onu,
kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de
kaybedenlerden oldu.
31. Derken Allah, kardeşinin
cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen
bir karga gönderdi. (Katil kardeş) «Yazıklar olsun
bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin
cesedini gömeyim» dedi ve ettiğine yananlardan oldu.
İnsan
nefsanî duygularına ve bu cümleden olarak kıskançlık
duygusuna boyun eğerse kardeşini bile öldürebilir; ancak
bunun sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azabı ve
pişmanlık, ahirette ise ruh ve vücudunu yakan ateştir. Kıskançların
kendilerini gören gözleri kördür, mazhar oldukları nimetleri ve
güzellikleri görmez; hep başkasındakini görür ve
kinlenirler. Bu hastalığın çaresi İslâm’ı bütünü
ile yaşayarak nefsi terbiye etmek, hep kötülüğü emreden
nefsi (nefs-i emmâreyi), sükun ve huzura kavuşturmak (mutmainne kılmak)
ve Allah’ın verdiğine razı (râziye) hale getirmektir.
32. İşte bu yüzdendir
ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık:
Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık
olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün
insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı
kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi
olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler;
ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı
gitmektedirler.
Tarih
boyunca dünyada İsrailoğulları savaşlar, ihtilâller,
çeşitli para oyunları ve entrikalar çıkarmış,
bu gibi olaylarda büyük rol oynamış, milyonlarca canın
ve hesapsız servetin zayi olmasına sebep olmuşlardır.
33. Allah ve Resûlüne
karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni
bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan)
öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının
çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır.
Onlar için ahirette de büyük azap vardır.
34. Ancak, siz
kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna;
biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.
İslâm,
bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanların
öldürülmesi gibi telâkki ederek öldürme olayını «insanlık
suçu» saymış, silahlı eşkıyalığı
da, halkın huzur ve sükûnunu kaçırdığı ve düzeni
bozduğu için devlete karşı (Allah ve Resûlüne karşı)
işlenmiş büyük bir suç olarak görmüş ve karşılığında
ağır cezalar koymuştur. Uygulamada bazı görüş
ayrılıkları bulunmakla beraber cumhura göre silâhlanıp
açıktan devlete başkaldıran ve eşkıyalık
yapan kimseler yalnızca adam öldürmüş iseler idam
edilirler. Hem öldürmüş, hem de soygun yapmış iseler
öldürülür ve asılıp teşhir edilirler. Soygun yapıp
terör havası estirenlerin çapraz olarak bir elleri ile bir
ayakları kesilir. Yalnızca soygun yapmış iseler sürgüne
gönderilirler. Sürgünü hapis cezası olarak tefsir edenler de
vardır. Eşkıya kendiliğinden teslim olur, yaptıklarından
pişmanlık duyarsa tazminat yükümlülükleri mahfuz kalmak üzere
cezaları (hadler) düşer.
35. Ey iman edenler!
Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve
yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.
Kulu
Allah’a yaklaştıran yolların (vesilelerin) en önemlilerinden
birisi, âyette zikredilen cihaddır. Bunun dışında sırf
Allah rızası için yapılan her ibadet ve kaçınılan
her yasak insanı Allah’a yaklaştıran yollar,
vesilelerdir. Şefaat de ancak bu yollardan geçilerek hak
edilebilir.
36. Şüphe yok ki kâfir
olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da
bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün
azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla
kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır.
37. Ateşten çıkmak
isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir.
Onlar için devamlı bir azap vardır.
38. Hırsızlık
eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık
bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin.
Allah izzet ve hikmet sahibidir.
39. Kim (bu) haksız
davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse
şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.
slâm’ın
hırsızlık suçuna karşı koyduğu ceza üzerinde
öteden beri söz edilmiş, bunun ağır ve ilkel olduğundan
bahsedilmiştir. Ancak başka sistemlerin hırsızlığa
karşı uyguladıkları cezaların hiçbir fayda
vermediği, cezaevlerinde sanatın inceliklerini öğrenen hırsızların
çıktıktan sonra aynı işe devam ettikleri görülmektedir.
Eğer bu suç kesin olarak önlenmek isteniyorsa iki yoldan
gidilecektir: Eğitim ve ceza. İslâm insanları ıslah
için eğitim metodlarının en mükemmelini getirmiştir.
Buna rağmen hırsızlık eden kimse ya açlık
zarureti ile bunu yapmıştır, yahut da böyle bir zaruret
yoktur. Birinci halde el kesme cezası bahis mevzuu değildir.
İkinci halde de durum mahkemeye intikal etmeden hırsızın
tevbe ederek malı iade etmesi, bazı ictihadlara göre mal
sahibinin affetmesi, ceza hükmünden önce hırsızın, çaldığı
mala, meşru bir yoldan mâlik olması gibi sebeplerle ceza
(had) düşmektedir. Buna göre mezkûr cezasının
uygulanması hayli nadir olacak, fakat hırsızların
ensesinde bekleyen bir kılıç gibi suçu engelleyecektir.
40. Bilmez misin ki, göklerde
ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine
azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her
şeye hakkıyle kadirdir.
41. Ey Resûl! Kalpleri
iman etmediği halde ağızlarıyle «inandık»
diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın
hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve
sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri
yerlerinden kaydırıp değiştirirler. «Eğer
size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!»
derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa
(fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı,
onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın
kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada
rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap
vardır.
Hükmü
ve irşadı umumî olmakla beraber âyetin hususî bir geliş
sebebi vardır: Medine’de yahudi toplumu içinde meydana gelen bir
zina üzerine içlerinden bazıları «Muhammed’e gidin, taşlama
cezası (recm) dışında bir ceza verirse bunu kabul
eder ve Allah’a karşı hüccet olarak kullanırız»
dediler. Peygamber (s.a.)e gelince O hemen hüküm vermedi, manevi baskı
ile onları sıkıştırdı ve Tevrat’ta bu suçun
cezasının recm olduğunu onlara itiraf ettirerek oyunlarını
bozdu.
42. Hep yalana kulak
verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında
hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz
çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm
verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları
sever.
Hz.
Peygamber’in (s.a.) hakimlik ve hakemliğini kabul edip etmemekte
ehl-i kitap muhayyer oldukları gibi (adlî muhtariyet) Resûlullah
da bunu kabul etmekte muhayyerdir. Biraz ileride gelecek olan 49. âyet
ile bu âyet iki şekilde uzlaştırılmıştır:
a) 42 numaralı âyet 49. ile neshedilmiş olup Hz. Peygamber
onlar hakkında hüküm vermekle yükümlüdür. b) Muhayyerlik
neshedilmemiştir; Peygamber hüküm vermeyi tercih ederse ancak
Allah’ın indirdiği vahiy ile hükmedecektir.
43. İçinde Allah'ın
hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl
seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından
yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.
44. Biz, içinde doğruya
rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik.
Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere
hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları
kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler
ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna)
şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!)
İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az
bir bedel karşılığında satmayın.
Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte
onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45. Tevrat'ta onlara
şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş (karşılık
ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama
misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası)
bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
zalimlerdir.
Allah’ın
indirdiği hükümler ile hükmetmeyenlere üç noktadan bakılmış;
O’nu inkâr manası taşıdığı için «kâfir»;
Allah’ın hükmü adalet, onun zıddı zulüm olduğundan
«zalim» denilmiştir. 47. âyette ise Allah’ın emrinden çıkış
manası gözönüne alınarak «fâsık» denilecektir.
46. Kendinden önce gelen
Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin
izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından
gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr
bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara
bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.
47. İncil'e
inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler.
Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar fâsıklardır.
48. Sana da, daha önceki
kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak
Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında
Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği
bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!)
Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi
sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde
(yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı).
Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde
ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n
gerçek tarafını) O haber verecektir.
Allah’a
inanmış, peygamberlere ümmet olmuş dünya insanları,
farklı görüşler, politika ve menfaatler yüzünden
birbiriyle uğraşacak, birbirini yiyecek yerde peygamberlerinin
çağırdığı hayırlı hedeflere varma
yolunda yarış içinde olmalıdırlar.
49. (Sana şu talîmatı
verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet
ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği
hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına
dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki
(bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını
onların başına belâ etmek ister. İnsanların
birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.
Günahların
dünyada başa belâ olması anarşi, katil, sürgün,
esaret gibi musibet, felâket ve ibtilâlarda kendini göstermektedir.
Allah Teâlâ günahları bu belâ ve musibetlere sebep kılmaktadır.
Günahkârlıklarına rağmen refah içinde olanlara gelince
bunların bütün cezaları ahirete kalmaktadır.
50. Yoksa onlar (İslâm
öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan
bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha
güzel kim vardır?
51. Ey iman edenler!
Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira
onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını
tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
52. Kalblerinde hastalık
bulunanların: «Başımıza bir felâketin
gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasına koşuştuklarını
görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir
emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden
dolayı pişman olacaklardır.
Başka
dinden olanlar, özellikle yahudiler ve hıristiyanlar müslümanların
dostu olmazlar; onlar ancak birbirinin dostu olur, birbirini
desteklerler. Zaman zaman müslümanlara yaklaşmaları, kendi
menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu
unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu güçlendirmeleri
zaruridir. Müslümanların arasına sızan iki yüzlüler,
felâket tellâllığı yaparak onları, kâfirlere yöneltmek
isterler; iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir.
53. (O zaman) iman
edenler: «Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına
bütün güçleriyle yemin edenler?» diyeceklerdir. Onların
bütün yaptıkları boşa gitmiştir de
kaybedenlerden olmuşlardır.
54. Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve
kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli),
kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum
getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına
aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği
lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.
İslâm’a
hiç girmemiş kâfirler ile müslümanların içinde bulunan münafıklardan
başka bir de mürtedler vardır; bunlar, evvelce müslüman
oldukları halde sonradan dinden dönen, İslâm’ı
terkeden bedbaht kişilerdir. Hz. Peygamber (s.a.) zamanından
beri İslâm dünyasında az da olsa irtidat olayları olmuş,
bazı şahıs veya gruplar İslâm’ı terketmişlerdir.
Ancak bunların, İslâm’ın yayılmasına ve yaşamasına
hiçbir zararı olmamış, Allah’ın, cihanı aydınlatmak
için yaktığı meş’ale her geçen gün biraz daha
kuvvetlenerek yanmış ve ışıklarını beş
kıtaya ulaştırmıştır.
Tarih
boyunca birçok toplum İslâm’ın bayraktarlığını
yapmış, onun bayrağı hiç yere düşmemiştir.
İnsanlar yeryüzünde yaşadıkları müddetçe de
İslâm ümmetinden bir topluluk daima hakkı ayakta tutacak ve
bayrağı taşıyacaktır.
55. Sizin dostunuz
(veliniz) ancak Allah'tır, Resûlüdür, iman edenlerdir;
onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı
kılar, zekâtı verirler.
56. Kim Allah'ı, Resûlünü
ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek
olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını
tutanlardır.
57. Ey iman edenler!
Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve
oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan
korkun; eğer müminler iseniz.
58. Namaza çağırdığınız
zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış,
onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.
59. (Onlara) şöyle
de: Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve
daha önce indirilene inandığımız için mi
bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış
kimselersiniz.
Yahudilerden
bir gurup müslümanlara hitaben: «Sizden ve dininizden daha kötü bir
toplum ve din bilmiyoruz» diye hakaret etmişlerdi. Allah, bunu
diyenlerin, gerçekten çok kötü olan vasıflarını 60.
âyette sayarak hakaretlerine mukabele ve müslümanları teselli
etmiştir.
60. De ki: Allah katında
yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın
lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından
maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı
kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan
ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.
«Tâğut»
kelimesinin izahı için, Nisâ sûresi 60. âyetin açıklamasına
bakınız.
61. Yanınıza
inkârla girip yine inkârla çıktıkları halde
size geldiklerinde «inandık» derler. Allah gizlediklerini
daha iyi bilmektedir.
62. Onlardan birçoğunun
günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını
görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!
63. Din adamları ve
âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve
haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller)
ne kötüdür!
64. Yahudiler, Allah'ın
eli bağlıdır (sıkdır) , dediler. Hay
dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar!
Bilâkis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği
gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun
azgınlığını ve küfrünü arttırır.
Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık
ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa
(fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür.
Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise
bozguncuları sevmez.
Kâfirlerin
savaş ve fitne ateşini yakmaları hiç eksik olmamıştır.
Asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar,
hem de birleşerek müslümanlara saldırmışlardır.
Ayrıca müslümanları birbirine düşürmek için yüzlerce,
binlerce planlar yapmış, tertip ve düzenler hazırlamışlardır.
Bütün bunlara rağmen Allah’ın nûrunu söndürmeye güçleri
yetmemiştir. Dinleri aynı olanlar bile ayrılmış,
birbirlerine karşı kin ve düşmanlık duyguları
beslemiş, korku ve endişe içinde yaşamış veya
savaşmışlardır.
65. Eğer ehl-i kitap
iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde
(geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol
cennetlere sokardık.
66. Eğer onlar
Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni
(Kur'an'ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz
hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından
yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade
ederek refah içinde yaşarlardı). Onlardan aşırılığa
kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır;
fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!
Dindar
olmak ve dini uygulamak, medenî ve iktisadî bakımdan toplumları
geri bırakmak şöyle dursun refah ve mutluluğun zirvesine
çıkarır. Dini bırakıp menfaat felsefesine göre
hareket edenler, başka milletleri sömürme yoluna gittikleri için
gerilik, sefalet, savaş ve kargaşalara sebep olmaktadırlar.
Allah’ın hükümranlığına boyun eğildiği
takdirde yeryüzünde hiçbir kimse zerrece zulme uğramayacak,
herkes hakkını alacak, zenginlik, bolluk ve refahı meşru
yollarda arayacak ve işte o zaman gökten nimetler yağacak,
bolluk ve bereket olacak, yerden de zenginlikler fışkıracaktır.
67. Ey Resûl! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun
elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni
insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler
topluluğuna rehberlik etmez.
68. «Ey Kitap ehli! Siz,
Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle
uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde
değilsinizdir» de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun
küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır.
Kâfirler topluluğuna üzülme.
69. İman edenler ile
yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret
gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine
asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.
Önceden
bir kimsenin dini ne olursa olsun ve ne kadar günah işlemiş
bulunursa bulunsun Son Peygambere uyup doğruca iman eder, bundan
sonra da imanın gereğini yaşarsa onun dünya ve ahirette
korkacağı hiçbir şey yoktur. Sabiîler hakkında bk.
s. 10.
70. Andolsun ki İsrailoğullarının
sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik.
Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini
(ilâhî hükümleri) getirdi ise bir kısmını
yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71. Bir belâ olmayacak
zannettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah
tevbelerini kabul etti. Sonra içlerinden çoğu yine kör
ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını
görmektedir.
72. Andolsun ki «Allah,
kesinlikle Meryem oğlu Mesîh'tir» diyenler kâfir olmuşlardır.
Halbuki Mesîh «Ey İsrailoğulları! Rabbim ve
Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a
ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar;
artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar
yoktur» demişti.
73. Andolsun «Allah,
üçün üçüncüsüdür» diyenler de kâfir olmuşlardır.
Halbuki bir tek Allah'dan başka hiçbir tanrı yoktur.
Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir
olanlara acı bir azap isabet edecektir.
74. Hâla Allah'a tevbe
edip O'ndan bağışlanmayı dilemiyecekler mi?
Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
75. Meryem oğlu Mesîh
ancak bir resûldür. Ondan önce de (birçok) resûller gelip
geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz,
sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.
Yahudiler
Hz. İsa’nın, namuslu ve bâkire bir hanımdan doğduğuna
inanmayıp, onun anasına iftira eder, gayrimeşru bir birleşmeden
doğduğunu ileri sürerler. Kur’an-ı Kerim daha önce
Hz. İsa’nın mucizevî bir şekilde nasıl yaratıldığını
anlatıp burada da anasının doğru dürüst ve namuslu
olduğunu zikretmek suretiyle bu iftirayı reddetmektedir. Ayrıca
hıristiyanların ona ve anasına tanrılık vasfı
vermelerini de elle tutulur, gözle görülür bir delil ile reddedip
çürütmektedir: Zira her ikisi de yemek yerlerdi, tanrı olsalardı
yemeye, içmeye ihtiyaç duyarlar mıydı!
76. De ki: Allah'ı bırakıp
da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi
tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız
Allah'tır.
77. De ki: Ey Kitap ehli!
Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden
sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan
uzaklaşan bir topluma uymayın.
78. İsrailoğullarından
kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir.
Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.
79. Onlar, işledikleri
kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı.
Andolsun yaptıkları ne kötüdür!
80. Onlardan çoğunun,
inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin
onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı
şey ne kötüdür: Allah onlara gazabetmiştir ve onlar
azap içinde devamlı kalıcıdırlar!
81. Eğer onlar
Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı
onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların
çoğu yoldan çıkmışlardır.
82. İnsanlar içerisinde
iman edenlere düşmanlık bakımından en
şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları
bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından
en yakın olarak da «Biz hıristiyanlarız»
diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler
ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.
Tefsirlerde,
bu âyetlerin bahis mevzuu ettiği hıristiyanların, Habeşistan’a
göç eden müslümanları iyi karşılayan ve onlara anlayış
gösteren hıristiyanlar veya Hz. Peygamber (s.a.) ile antlaşma
yapan Necran hıristiyanları olduğu zikredilmiştir.
Ancak genel olarak da hıristiyanların, yahudilere ve müşriklere
nisbetle müslümanlara karşı daha yakın oldukları
bir gerçektir. Gerçi mutaassıp hıristiyanların birleşerek
tertipledikleri haçlı seferleri tarihin acı sayfalarını
teşkil etmiştir. Bununla beraber dünyadan el ve eteğini
çekmiş râhipler ile hıristiyan bilginlerinin ve bunların
tesirinde kalan hıristiyanların İslâm’a nisbî yakınlıkları
bir vâkıadır. Hz. Peygamber’in zuhurunda birçok râhip ve
keşiş O’nu sevgi ile karşılamış ve
beklenen peygamber olduğunu itiraf etmişlerdir.
83. Resûle indirileni
duydukları zaman, tanış çıktıkları
gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını
görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi
(hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»
84. «Rabbimizin bizi
iyiler arasına katmasını umup dururken niçin
Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?»
85. Söyledikleri (bu) sözden
dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere,
zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi.
İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur.
86. İnkâr eden ve
âyetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar
cehennemliklerdir.
87. Ey iman edenler!
Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve
temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı
aşmayın. Allah sınırı aşanları
sevmez.
88. Allah'ın size
helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin
ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun.
Resûlullah
(s.a.) bir sohbetlerinde kıyamet ve ahiretten bahsetmiş,
sohbetin tesirine kapılan Ali, İbn Mes’ûd, Mıkdâd
(r.a.) gibi bazı sahâbîler, Osman b. Maz’ûn’un evinde
toplanarak gündüzleri devamlı oruç tutmak, geceleri uyumadan
namaz kılmak, kadınlarının yanına gitmemek, et
yememek ve eski püskü elbiseler giymek suretiyle yaşamaya, kalan
ömürlerini böyle geçirmeye, hatta kendilerini kısırlaştırmaya
azmetmişlerdi. Resûl-i Ekrem durumu haber alınca hemen yanlarına
geldi ve şöyle buyurdu: «Ben böyle bir kulluk şekli ile
emrolunmadım. Vücut ve nefislerinizin sizde hakkı vardır;
oruç tutup namaz kılın, fakat aynı zamanda orucunuzu açıp
yeyin ve uyuyun. Ben namaz kılar ve uyurum, oruç tutar ve iftar
ederim, et yerim ve kadınlarıma yaklaşırım;
benim yolumdan çıkan benden değildir.» İşte bu hâdise
üzerine 87-88. âyetler gelmiştir.
89. Allah, kasıtsız
olarak ağzınızdan çıkıveren
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek
yaptığınız yeminlerden dolayı sizi
sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz
yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları
giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan
üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz
takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur.
Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini
açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!
Allah
üzerine bilerek yemin eden bir kimse yeminini yerine getirmelidir. Eğer
yeminle yapacağı iş haram ve kötü bir iş ise bu
takdirde kötü işi yapmayacak, yemini bozacak ve keffâreti yerine
getirecektir. Keffâret yeminden caymanın bedeli ve bağışlanma
vasıtası olup âyette zikredilen ilk üç şeyden birini
yapmakla yerine gelir. Bunlara gücü yetmeyen de üç gün oruç tutar.
90. Ey iman edenler!
Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans
okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak
durun ki kurtuluşa eresiniz.
91. Şeytan içki ve
kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin
sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak
ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?
İslâm’dan
önce Araplarda çok yaygın bir şarap içme alışkanlığı
bulunduğu için Allah Teâlâ ilk müslümanları yavaş
yavaş içki yasağına alıştırmış,
önce onun zararının faydasından çok olduğunu
bildirmiş, sonra içkili namaz kılmayı yasaklamış
ve en sonunda bu âyetle kesin olarak sarhoşluk veren içkileri içmeyi
haram kılmıştır. Yine cahiliye devrinde Araplar on
adet ok sapı ile bir nevi kumar ve şans oyunu oynarlardı.
Bunların yedisinde bazı paylar yazılı idi, üçü de
boştu. Güvenilir bir kimse, bir torbanın içinden bunları,
katılanlar adına teker teker çekerdi. Dolu çıkanlar
maldan hisselerini alır fakirlere verirlerdi. Boş çıkanlar
ise bu malın parasını öderlerdi. Kumarların belki
de en nezihi olmasına rağmen İslâm bunu da yasaklamış,
ortaya mal ve para konarak oynanacak hiçbir şans oyununa izin
vermemiş, fukaraya yardım edilecekse bunu herkesin, helâl
kazancından ayırarak etmesini istemiştir. Âyet içki ve
kumar yasağının en önemli ictimaî, ahlâkî ve dinî
hikmetlerini açıklamıştır. İlgili hadisler ile
ilim, bunlara ekonomik ve sıhhî sebepleri de eklemiştir.
92. Allah'a itaat edin,
Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer
(itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi
apaçık duyurmak ve bildirmektir.
93. İman eden ve iyi
işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman
ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine
hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle
sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince
güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan
önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli
olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır).
Allah iyi ve güzel yapanları sever.
94. Ey iman edenler!
Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın
erişeceği bir avlanma ile (onu yasak ederek) dener ki
gizlide (kimsenin görmediği yerde, gerçekten) kendisinden
kimin korktuğu ortaya çıksın. Kim bundan sonra sınırı
aşarsa onun için acı bir azap vardır.
95. Ey iman edenler!
İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden
kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın
dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban
olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen
avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası),
fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi
oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını
tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir.
Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını
alır. Allah daima galiptir, öç alandır.
Burada
«öç alan»dan maksat, kimsenin ettiğini yanına bırakmayan,
mazlumların intikamını alan demektir.
96. Hem size hem de
yolculara fayda olmak üzere (faydalanmanız için) deniz avı
yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı
olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı.
Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.
97. Allah, Kâbe'yi, o
saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını
ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları
(maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya
sebep kıldı. Bu da Allah'ın, göklerde ve yerde
ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi
bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir.
98. Biliniz ki Allah'ın
cezalandırması çetindir ve yine Allah'ın bağışlaması
ve esirgemesi sınırsızdır.
99. Resûle düşen
(vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı
da gizlediğinizi de bilir.
100. De ki: Pis ve kötü
ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu
tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir).
Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa
eresiniz.
Bu
âyet İslâm’ın, kemiyetçi değil, keyfiyetçi olduğuna
delâlet etmektedir. Aranacak olan çok değil, iyi, temiz ve helâl
olandır.
101. Ey iman edenler! Açıklanırsa
hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer
Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır.
(Açıklanmadığına göre) Allah onları
affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş
çıkarmayın). Allah çok bağışlayıcıdır,
aceleci değildir.
Resûl-i
Ekrem (s.a.) «Allah size haccı farz kıldı, hac
vazifenizi yapınız» dediği zaman birisi kalkarak «Her
sene mi yâ Resûlallah?» demiş ve sorusunu üç kere tekrarlamıştı.
Peygamberimiz bir müddet sükût ettikten sonra «Eğer evet
deseydim her sene farz olurdu; eğer her sene farz olsaydı buna
da gücünüz yetmezdi» buyurdu. Bu âyetin geliş sebebi budur.
Allah unuttuğu için değil, affettiği, kolaylık
dilediği için bazı şeyleri açıklamaz; sorular
sorarak işi güçleştirmek, teşrî hikmetine aykırıdır.
102. Sizden önce de bir
toplum onları sormuş, sonra da bunları inkâr
eder olmuştu.
103. Allah bahîra, sâibe,
vasîle ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır.
Fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve
onların çoğunun da kafaları çalışmaz.
İslâm
öncesi Arapların bâtıl inanç ve âdetlerinden biri de bazı
sebep ve bahanelerle birtakım hayvanları putlara kurban
etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmaları
idi. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci
yavrusu dişi olan deveye «bahîra» denir, kulağı çentilir,
sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put
namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca müsafirlerin
faydalandığı develere «sâibe» denirdi. Biri erkek, diğeri
dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye «vasîle»
derler, erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek
deveye «hâm» denir, o da serbest bırakılırdı.
104. Onlara, «Allah'ın
indirdiğine ve Resûl'e gelin» denildiği vakit, «Babalarımızı
üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter» derler. Ataları
hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor
iseler de mi?
105. Ey iman edenler! Siz
kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse
size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır.
Artık O, size yaptıklarınızı
bildirecektir.
Âyetten,
nemelâzımcılığın tasvip edildiği anlamı
çıkarılmamalıdır. İlgili âyet ve hadislerin bütününü
bir arada değerlendirdiğimiz zaman çıkan mana şudur:
Herkes kendine, ailesine ve çevresine karşı vazifelerini
yapmakla mükelleftir; iyiliği emretme ve yayma, kötülüğü
yasaklama ve önleme de bu vazife içindedir. Kişi bütün bunları
yaptıktan sonra başkalarının yoldan sapması
ondan sorulmaz ve ona zarar da vermez.
Hz.
Ebubekir’in açıklamaları da bunu teyit eder: Kays, O’nun
bir hutbesinde kendilerine şunu söylediğini nakletmiştir:
«Siz bu âyeti okuyorsunuz ve yanlış tevil ediyorsunuz. Ben
Allah Resûlünün şöyle dediğini duydum: İnsanlar
zalimi görüp de elinden tutarak mâni olmazlarsa Allah’ın
onlara kendi katından umumî bir azap göndermesi yakındır.»
106. Ey iman edenler!
Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden
iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin.
Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse
sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer
şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra
alıkorsunuz; «Bu vasiyet karşılığında
hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba
(menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız)
şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu
takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz» diye Allah üzerine
yemin ederler.
107. Bu şahitlerin
(sonradan yalan söyleyerek) bir günah kazandıkları
anlaşılırsa, (şahitlerin) haklarına
tecavüz ettiği ölüye daha yakın olan (mirasçılardan)
iki kişi onların yerini alır ve «Andolsun ki
bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden
daha gerçektir ve biz (kimsenin hakkına) tecavüz etmedik,
aksi takdirde biz, elbette zalimlerden oluruz» diye Allah'a
yemin ederler.
108. Bu (usul), şahitliği
gerektiği şekilde yapmaya, yahut yeminlerinden sonra,
yeminlerin (mirasçılar tarafından) reddedilmesinden
korkmalarına (çekinmelerine çare olarak) daha uygundur.
Allah'tan korkun ve (O'nu) dinleyin. Allah, yoldan çıkmışlar
topluluğuna rehberlik etmez.
Vasiyet
mübah şeyler, iyilik, ibadet ve hayırlarla ilgili olabileceği
gibi, bir gün hayattan ayrılması mukadder olan kişinin
üzerindeki borçlarla ilgili de olabilir. Bu sonuncusu ile ilgili
vasiyet farzdır. Vasiyetin zayi olmaması ve herhalde yerine
getirilmesi için alınacak tedbirler Allah tarafından 106-108.
âyetlerde tâlim edilmiştir.
109. Allah'ın
peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği
gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri
hakkıyle bilen ancak sensin» diyeceklerdir.
110. Allah o zaman şöyle
diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim)
nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile
desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin
çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı
(okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim.
Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun
da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş
oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı
iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun.
Hani İsrailoğullarını (seni öldürmekten)
engellemiştim; kendilerine apaçık deliller
(mucizeler) getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, «Bu,
apaçık bir sihirden başka bir şey değildir»
demişlerdi.
Bu
âyette ve bundan sonraki âyetlerde zikredilen olağanüstü
hadiseler mucizedir. Mucizeler, insanların gücünü aşan,
onların yapmaları -tabiat kanunlarına göre- mümkün
olmayan şeylerdir. Ancak tabiat kanunlarının da yaratıcısı
ve düzenleyicisi olan Allah, kullarının kolayca iman
etmelerini, hidayete kavuşmalarını temin maksadıyle
peygamberine mucizeler lütfeylemiştir; bunlar yalnızca
Allah’ın izin ve kudretiyle, bildiğimiz sebepler zinciri dışında
vücuda gelmektedir.
111. Hani havârîlere,
«Bana ve peygamberime iman edin» diye ilham etmiştim.
Onlar (da), «İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş
kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol»
demişlerdi.
112. Hani havârîler «Ey
Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış
bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi. O, «Îman etmiş
kimseler iseniz Allah'tan korkun» cevabını vermişti.
113. Onlar «Ondan
yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini
(kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler
olalım istiyoruz» demişlerdi.
114. Meryem oğlu
İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra
indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için
bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır;
zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.
115. Allah da şöyle
buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama
bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiç bir
kimseye etmediğim azabı ona edeceğim!
116. Allah: Ey Meryem oğlu
İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka
iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman
o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi
söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu
şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki
ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz
bilen yalnızca sensin.
117. Ben onlara, ancak
bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde
bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni
vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız
sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
118. Eğer
kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır
(dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan
şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin» dedi.
119. (Bu konuşmadan
sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara,
doğruluklarının fayda vereceği gündür.
Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar
akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur,
onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte
büyük kurtuluş ve kazanç budur.
120. Göklerin, yerin ve
içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O,
her şeye hakkıyle kadirdir.
Havârîler,
Peygamberimizin ashâbı gibi Hz. İsa’ya, O hayatta iken iman
eden ve O’na sadâkat gösteren müminlerdir.
İnsanoğlu
bütün dünyaya sahip olsa bile bu büyük bir kazanç değildir;
çünkü bu sahiplik geçicidir ve mecâzîdir, asıl sahip
Allah’tır. Ayrıca bugüne kadar keşfedilebilen, çapı
on milyar ışık yıllık maddi kâinat yanında
dünya bir zerre değildir. «Öyleyse dünya hayatında insan için
en büyük kazanç nedir?» denecek olursa, şüphesiz bu Allah rızasıdır.
O’nun rızasını kazanan, iyi ve güzel olan her şeyi
kazanmıştır; öyle iyi ve güzel ki, dünyada ona
insanların eli değil, hayali bile ulaşamaz. Onun için müminlerin
birbirine en hayırlı duası ve teşekkürü «Allah
razı olsun!» cümlesidir.
|