Bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. 85. âyetinin
hicret esnasında Mekke ile Medine arasında, 52 ilâ 55. âyetlerinin
ise Medine’de nâzil olduğu rivayet edilmiştir. 88 âyettir.
«Kasas», olaylar, hikâyeler demektir. İsmini
25. âyetinden almıştır. Sûrenin başlıca
konularını, Hz. Musa’nın çocukluğundan itibaren
hayatı, mücadeleleri; tevhid ehlinin zaferi ve dünya servetine güvenilmemesi
teşkil etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Tâ. Sîn. Mîm.
2. Bunlar, apaçık
Kitab'ın âyetleridir.
3. İman eden bir
kavim için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun'un
haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle
nakledeceğiz.
4. Firavun, (Mısır)
toprağında gerçekten azmış, halkını
çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi
güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor,
kızlarını ise sağ bırakıyordu.
Çünkü o bozgunculardandı.
Âyette sözü edilen zümre İsrailoğullarıdır.
Bir kâhin, Firavun’a, İsrailoğulları içinden bir
erkek çocuk dünyaya geleceğini ve kendi saltanatını
elinden alacağını söylemişti. Bunun üzerine
Firavun, İsrailoğullarının erkek çocuklarının
öldürülmesini emretti.
5. Biz ise, o yerde güçsüz
düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler
yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak
istiyorduk.
6. Ve o yerde onları
hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına,
onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye)
korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).
7. Musa'nın anasına:
Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde
onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma,
çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden
biri yapacağız, diye bildirdik.
8. Nihayet Firavun ailesi
onu yitik çocuk olarak (nehirden) aldı.O, sonunda
kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı.
Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış
yolda idiler.
9. Firavun'un karısı
(sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:)
Benim ve senin için göz aydınlığıdır!
Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât
ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.
10. Musa'nın anasının
yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı.
Eğer biz, (vâdimize) inananlardan olması için onun
kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi
meydana çıkaracaktı.
11. Annesi Musa'nın
ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına
varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
12. Biz daha önceden
(annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını
kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası:
Size, onun bakımını namınıza üstlenecek,
hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi? dedi.
13. Böylelikle biz onu,
anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın
vâdinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat
yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.
Firavun ile hanımı, Hz. Musa’yı
evlât edinmek isterken herhalde onun, ellerinde terbiye edilmekle
kendilerine uyacağını sanmışlardı. Halbuki
insan hayatının oluşumunda iki mühim âmil vardı:
Veraset ve terbiye. İnsan bazan verasetin, bazen terbiyenin, bazen
de her ikisinin tesiri altında kalır. 9. âyette bu inceliğe
işaret edilmiştir. Bilgi insan davranışını
kısmen değiştirir. Bununla beraber insanın bilgi
ile, çevre tesirleri ve eğitim ile tamamen değiştirilebileceğini,
istenilen kalıba sokulabileceğini sanmak yanlıştır.
İyi eğitim görmüş, iyi çevrede yetişmiş,
bilgili ve kültürlü olmakla beraber kötü insanlar bulunduğu
gibi, kötü çevrede yetişmiş, kötü eğitim görmüş...
fakat iyi olarak kalabilmiş insanlar da vardır.
14. Musa yiğitlik çağına
erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik.
İşte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.
«Hikmet» olarak manalandırılan «hukm»
kelimesi, tefsirlerde daha çok «peygamberlik» şeklinde açıklanmaktadır.
15. Musa, ahalisinin
habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada,
biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından
olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi
tarafından olanı, düşmana karşı ondan
yardım diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup ölümüne
sebep oldu. (Bunun üzerine:) Bu şeytan işidir. O, gerçekten
saptırıcı, apaçık bir düşman, dedi.
Hz. Musa, hakkı tebliğ etmeye başladığı
için, Kıptîler kendisine cephe almışlardı. Bu
sebeple, ahalisinin evlerine çekildiği bir vakitte şehre
girmişti. «Bu şeytan işi» derken, Hz. Musa’nın
kendi işine değil, zaten ölüm cezasını hak etmiş
olan maktülün suçuna işaret ettiği belirtilmektedir. Bu suçun,
bazı yerlerde, bir musevî kadını zinaya icbar, bazı
yerlerde mutlak tarzda Allah’a isyan olduğu kaydedilir. Bununla
beraber, henüz öldürme emri almamış olduğundan, Hz.
Musa’nın, bu sözüyle kendi fiilini kasdettiği de ifade
olunmaktadır.
16. Musa: Rabbim! Doğrusu
kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni
bağışla dedi, Allah da onu bağışladı.
Çünkü, çok bağışlayıcı, çok
esirgeyici olan ancak O'dur.
17. Musa: Rabbim! Bana lütfettiğin
nimetlere andolsun ki, artık suçlulara (ve suça itenlere)
asla arka çıkmayacağım, dedi.
18. Şehirde korku içinde,
(etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün,
dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek yine
ondan imdat istiyor. Musa ona (yardım isteyene) dedi ki: Doğrusu
sen, besbelli bir azgınsın!
19. Musa, ikisinin de düşmanı
olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün
bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak
istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da, bu yerde
ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!
20. Şehrin öbür
ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri
gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere
ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben senin
iyiliğini isteyenlerdenim, dedi.
21. Musa korka korka,
(etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. «Rabbim!
Beni zalimler güruhundan kurtar» dedi.
22. Medyen'e doğru yöneldiğinde:
Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir, dedi.
Medyenlilerle Hz. Musa arasında akrabalık
bulunduğu rivayet edilir. Medyenliler de Musa (a.s.) da, Hz. İbrahim’in
evlâtlarındandı. Hatta «Medyen», İbrahim peygamberin oğullarından
birinin adı idi ve bu şehir Firavun’un idaresinde değildi.
23. Musa, Medyen suyuna
varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok
insan buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını)
engelleyen iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi.
Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden
biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı)
sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.
24. Bunun üzerine Musa,
onların yerine (davarlarını) sulayıverdi.
Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin
her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
Hz. Musa, yedi gündür aç idi, ne verilse
yiyecek haldeydi. Bu sözleriyle Rabbine herhangi bir azık ihsan
etmesi için yalvarıyordu.
Âyetin son tarafına, «Doğrusu bana
indirdiğin hayırdan dolayı muhtacım» manası da
verilmektedir. Bu manaya göre, Hz. Musa, kendisine verilen ulvî göreve
ve bu sebeple dünyada fakir düşüşüne işaret ediyordu.
Zira o, Firavun’un yanında iken bolluk içinde idi. Elbette bu sözler,
şikâyet için değil, şükür maksadıyladır.
25. Derken, o iki kadından
biri utana utana yürüyerek ona geldi: Babam, dedi, bizim
yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını
ödemek için seni çağırıyor. Musa, ona (Hz.
Şuayb'a) gelip başından geçeni anlatınca o:
Korkma, o zalim kavimden kurtuldun, dedi.
26. (Şuayb'ın)
iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle
(çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi
kimse, güçlü ve güvenilir olandır, dedi.
27. (Şuayb) dedi ki:
Bana sekiz yıl çalışmana karşılık
şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak
istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o
kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem.
İnşallah beni iyi kimselerden (işverenlerden)
bulacaksın.
28. Musa şöyle
cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden
hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı
husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.
29. Sonunda Musa süreyi
doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından
bir ateş gördü. Ailesine: Siz (burada) bekleyin; ben bir
ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız
için bir ateş parçası getiririm, dedi.
30. Oraya gelince, o mübarek
yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç
tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil
ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
31. Ve «Asânı at!»
(denildi). Musa (attığı) asâyı yılan
gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı.
«Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın»
(buyuruldu).
32. «Elini koynuna sok;
kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan)
kollarını kendine çek. İşte bu ikisi
Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından
iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim
olmuşlardır» (diye seslenildi).
33. Musa dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm,
beni öldürmelerinden korkuyorum.
34. Kardeşim
Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan
bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira
bana yalancılık ithamında bulunmalarından
endişe ediyorum.
35. Allah buyurdu: Seni
kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret
vereceğiz ki, âyetlerimiz (mucize yardımlarımız)
sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size tâbi
olanlar üstün geleceksiniz.
36. Musa onlara apaçık
âyetlerimizi getirince: Bu, olsa olsa uydurulmuş bir
sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik,
dediler.
37. Musa şöyle
dedi: Rabbim, kendi katından kimin hidayet (hakka
rehberlik) getirdiğini ve hayırlı âkıbetin
kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak
ki, zalimler iflâh olmazlar.
38. Firavun: Ey ileri
gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum.
Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve
tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa'nın tanrısına
çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir,
dedi.
39. O ve askerleri, yeryüzünde
haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize
döndürülmeyeceklerini sandılar.
40. Biz de onu ve
askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte,
zalimlerin sonu nice oldu!
41. Onları,
(insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık.
Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.
42. Bu dünyada arkalarına
lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler
arasındadır.
43. Andolsun biz, ilk
nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, -düşünüp öğüt
alsınlar diye- insanlar için apaçık deliller,
hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitab'ı (Tevrat'ı)
vermişizdir.
44. (Resûlüm!) Musa'ya
emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde
bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden de değildin.
Hz. Musa’nın Tûr dağında ilâhî
kelâma mazhar olduğu âna işaret edilmekte ve Hz.
Peygamber’in o esnada Tûr’da bizzat hazır bulunmadığı
ve batı tarafında Hz. Musa’yı bekleyenler arasında
olmadığı hatırlatılmakta; bütün bunların,
kendisine vahiy yoluyla öğretildiği ifade edilmiş
olmaktadır.
45. Bilakis biz nice
nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti.
Sen, âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere
Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin;
aksine (onları sana) gönderen biziz.
46. (Musa'ya) seslendiğimiz
zaman da, sen Tûr'un yanında değildin. Bilakis,
senden önce kendilerine uyarıcı (peygamber) gelmeyen
bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri
sana bildirdik); ola ki düşünüp öğüt alırlar.
Tefsirlerde, 44, 45 ve 46. âyetlerde, «Sen ...
değildin» şeklinde işaret edilen olayların ayrı
zamanlara ait ve Hz. Musa’nın hayatında ayrı ayrı
mühim birer hadise olduğu belirtilmektedir.
Hz. Muhammed’den önce peygamber gönderilmemiş
devreye «fetret» devri denmektedir. Âyette kastedilenin, Hz. İsa
ile Hz. Muhammed arasındaki 570 yıllık zaman parçası
olduğu söylenmektedir. Hz. İsa ve Hz. Musa’nın
davetleri İsrailoğulları ve onların
havalisindekilere münhasır olduğundan, burada kastedilen
devre, Hz. İsmail ile Hz. Muhammed arasındaki dönem şeklinde
de açıklanmaktadır.
47. Bizzat kendi yaptıklarından
dolayı başlarına bir musibet geldiğinde:
Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine
uysak ve müminlerden olsaydık! diyecek olmasalardı
(seni göndermezdik).
48. Fakat onlara tarafımızdan
o hak (Peygamber) gelince: «Musa'ya verilen (mucizeler) gibi
ona da verilmeli değil miydi?» dediler. Peki, daha önce
Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? «Birbirini
destekleyen iki sihir!» demişler ve şunu söylemişlerdi:
Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.
Buradaki manaya göre Kur’an ve Tevrat
kastedilmiş olur. Diğer kıraatlere göre, «Yardımlaşan
iki sihirbaz!» şeklinde manalandırmak gerekir. Bu taktirde Hz. Musa ile
Hz. Harun ya da Hz. Musa ile Hz. Muhammed kastedilmiş
olabilir.
49. (Resûlüm!) De ki: Eğer
doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden
(bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap
getirin de ben ona uyayım!
50. Eğer sana cevap
veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar.
Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine
uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi
doğru yola iletmez.
51. Andolsun ki biz, düşünüp
öğüt alsınlar diye, sözü (vahyi) birbiri ardınca
yetiştirmişizdir (aralıksız vahiylerimizi göndermişizdir).
52. Ondan (Kur'an'dan) önce
kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler.
Ehl-i kitaptan olup da müslümanlığı
kabul edenlere işaret olunmaktadır.
53. Onlara (Kur'an)
okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden
gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman
idik, derler.
54. İşte
onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa
verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar,
kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası
için harcarlar.
55. Onlar, boş söz
işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim işlerimiz
bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini
bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz, derler.
56. (Resûlüm!) Sen
sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine
hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.
Rivayete göre, Resûl-i Ekrem (s.a.), amcası
Ebu Talip’e hitaben şöyle buyurmuştu: «Lâ ilâhe illâllah»
de ki, kıyamet günü senin lehine şehâdette bulunayım.
Ebu Talip ise, «Kureyş kadınları beni kınarlar,
korkudan bunu söyledi derler. Eğer böyle demeyecek olsalardı,
müslüman olup seni sevindirirdim» demişti. Hz. Peygamber’in,
çok sevdiği, önemli yardımlarını gördüğü
amcasının hidayeti için böyle çırpınışı
üzerine bu âyet nâzil oldu.
57. «Biz seninle beraber
doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız»
dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık
olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği,
güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik
mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58. Biz, refahından
şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir.
İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az
oturulabilmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur.
59. Rabbin, kendilerine
âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin merkezine göndermedikçe,
o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı
zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.
Âyetteki «merkezine» olarak manalandırılan
«fî ümmihâ», Mekke şehri olarak açıklanmıştır.
Zira Mekke’nin, bir adı da «Ümmü’l-Kurâ» idi. Aynı
kelime, memleketin ileri gelenleri şeklinde de tefsir edilmiştir.
60. Size verilen şeyler,
dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür.
Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha
kalıcıdır. Hâla buna aklınız ermeyecek
mi?
61. Şu halde,
kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz kimse -ki ona
mutlaka kavuşacaktır-, (sırf) dünya hayatının
geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız,
sonra kıyamet gününde (azap için) huzurumuza
getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?
62. O gün Allah onları
çağırarak: Benim ortaklarım olduklarını
iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir.
63. (O gün) aleyhlerine
söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar: Rabbimiz! Şunlar
azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl
azmışsak onları da öylece azdırdık
(yoksa onları zorlayan bir gücümüz yoktu. Onların
suçlarından) berî olduğumuzu sana arzederiz. Zaten
onlar aslında bize tapmıyorlardı (kendi arzularına
tapıyorlardı), derler.
64. «(Allah'a koştuğunuz)
ortaklarınızı çağırın!» denir,
onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap
vermezler ve (karşılarında) azabı görürler.
Ne olurdu (dünyada iken) doğru yola girselerdi!
Âyetin son kısmına «azabı görürler,
ah keşke doğru yola girmiş olsalardı diye yanarlar»
şeklinde de mana verilmektedir.
65. O gün Allah onları
çağırarak: Peygamberlere ne cevap verdiniz?
diyecektir.
66. İşte o gün
onlara bütün haberler körleşmiştir (delilleri tükenmiş,
söyleyecek sözleri kalmamıştır); onlar
birbirlerine de soramayacaklardır.
67. Fakat tevbe eden,
iman edip iyi işler yapan kimseye gelince, onun kurtuluşa
erenler arasında olması umulur.
68. Rabbin, dilediğini
yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur.
Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir
ve şânı yücedir.
69. Rabbin, onların,
sînelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını
da bilir.
70. İşte O,
Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde
de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.
71. (Resûlüm!) De ki: Düşündünüz
mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe
kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka
size bir ışık getirecek tanrı kimdir? Hâla
işitmeyecek misiniz?
72. De ki: Söyleyin
bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet
gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka,
istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek tanrı
kimdir? Hâla görmeyecek misiniz?
73. Rahmetinden ötürü
Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin
dinlenesiniz, (gündüzün) O'nun fazlu kereminden (rızkınızı)
arayasınız ve şükredesiniz.
74. O gün Allah onları
çağırarak: Benim ortaklarım olduklarını
iddia ettikleriniz hani nerede? diyecektir.
75. (O gün) her ümmetten
bir şahit çıkarır, (kâfirlere): Kesin
delilinizi getirin! deriz. O zaman bilirler ki hakikat Allah'a
aittir ve uydurageldikleri şeyler (putlar) da kendilerinden
ayrılıp kaybolmuşlardır.
Her ümmetten çıkarılıp çağrılacak
olan şahitler, o ümmetlere gönderilen peygamberler olarak açıklanmaktadır.
76. Karun, Musa'nın
kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti.
Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını
güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi
ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah
şımarıkları sevmez.
Karun’un, Hz. Musa’nın amcazâdesi olduğu
rivayet edilir. Önce Hz. Musa’ya iman etmişti. Fakat hırsı
ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa
yeltendi. İsrailoğullarının başında
Firavun’un görevlisi olarak bulundu, onlara karşı zalimlik
ve taşkınlık etti. Bir taraftan servetiyle, bir taraftan
da ilmiyle övünüyor, şımarıyordu. Rivayete göre
İsrailoğulları içinde Tevrat’ı en iyi okuyan
kimse o idi. Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna
dair kayıtlar vardır. Ne var ki, sonunda, gerek ilmi gerekse
serveti ona yâr olmamış, inançsızlığı ve
azgınlığı yüzünden helâk olup gitmiştir.
77. Allah'ın sana
verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste;
ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği
gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu
arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Karun gibi hazineler sahibi birinin şahsında
yapılan bir öğütte dahi, Kur’an’ın, «Dünyadan da
nasibini unutma» tavsiyesinde bulunması, İslâm’ın dünyaya
ait çalışmaya ne kadar önem verdiğini gösteren bir nükte
taşımaktadır. Bununla birlikte Kur’an, daha sonraki âyetlerde,
büsbütün dünyaya dalmanın getireceği felâketleri de canlı
bir şekilde gözler önüne sererek, dünya ve ahireti dengeleyen
mutedil bir yol tutulmasını tavsiye etmektedir.
78. Karun ise: O (servet)
bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti.
Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan
daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk
etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah
onların hepsini bilir).
79. Derken, Karun, ihtişamı
içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya
hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin
benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!
dediler.
80. Kendilerine ilim
verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar
olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın
mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.
81. Nihayet biz, onu da,
sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a
karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı
gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
82. Daha dün onun
yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı,
kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de
az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı,
bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar
iflâh olmazmış! demeye başladılar.
83. İşte ahiret
yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu
arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ
sahiplerinindir.
84. Kim bir iyilik
getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık
vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler,
ancak yaptıkları kadar ceza görürler.
Allah Teâlâ’nın lütfuna sınır
yoktur; buna mukabil O, hiçbir şekilde kullarına zulmetmez.
Nitekim bu âyette de, yapılan iyiliklerin kat kat sevapla karşılanacağı;
fakat kötülüklerin, misliyle cezalandırılacağı
anlatılmaktadır. Ancak bu, ferdî plandaki iyilik ve kötülükler
hakkındadır. Bir iyilik veya kötülüğü ilk başlatan,
topluma bu yönde örnek ve teşvikçi olan kimsenin durumu ise
farklıdır. İmam Müslim’in «Sahîh»inde yer alan bir
hadis-i şerif ile bu noktaya şöylece açıklık
getirilmiştir: «Kim ki İslâm’da makbul olan güzel bir işi
ilk önce işler de bunun yol haline gelmesine sebep olursa,
kendisine hem işlediği bu hayrın sevabı verilir, hem
de -en küçük bir eksiklik olmaksızın- kendisinden sonra aynı
iyiliği yapacak olanların sevabı kadar sevap verilir.
Yine, kim İslâm’da kötülüğü bildirilen bir işi ilk
önce işler de bunun yol haline gelmesine sebebiyet verirse,
kendisine hem işlediği kötülüğün günahı yüklenir,
hem de -en küçük bir eksiklik olmaksızın- kendisinden sonra
aynı kötülüğü işleyecek olanların günahı
kadar günah yüklenir.»
85. (Resûlüm!) Kur'an'ı
(okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz
kılan Allah, elbette seni (yine) dönülecek yere döndürecektir.
De ki: Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık
bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.
Bu âyetin, Mekke ile Medine arasında hicret
esnasında nâzil olduğu rivayet edilmiştir. Âyette, Hz.
Peygamber’in, zulme uğratılarak çıkarıldığı
yurdu Mekke’ye döndürüleceğine işaret buyurulduğu
belirtilmektedir. «Döndürülecek yer»den maksadın, ahirette en
yüksek makam olduğu da söylenmiştir.
86. Sen, bu Kitab'ın
sana vahyolunacağını ummuyordun. (Bu) ancak
Rabbinden bir rahmet (olarak gelmiş) tir. O halde sakın
kâfirlere arka çıkma!
87. Allah'ın âyetleri
sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden
alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden
olma!
88. Allah ile birlikte başka
bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı
yoktur. O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır.
Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.
87-88. âyetlerdeki hitap esasen Hz.
Peygamber’in şahsında müminleredir. Maksat, müşriklerin
ümitlerini büsbütün kırmak ve Hz. Peygamber’e, müşriklere
karşı, bu konularda açık kapı bırakmamasını
tavsiye etmektir.
|