Mekke’de
nâzil olmuştur, 52 âyettir. «Nûn» sûresi diye de anılır.
Adını ilk âyetindeki «kalem» kelimesinden alır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1,
2. Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına
andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun
değilsin.
«Nûn»,
bir görüşe göre hecâ harflerindendir, manasını
ancak Allah bilir. Bunun manasını verme cihetine gidenler
ise, daha çok «hokka» kelimesi ile manalandırmışlardır.
Böylece, buradaki yemin hokka ile kaleme ve kalemle yazılanlara
yapılmış olmaktadır. Bu sûreden önce nâzil
olan Alak sûresinde de okumaya dikkat çekilmiş olması,
bu manayı kuvvetlendirici görülmektedir.
Müşriklerin,
ilk önceleri Hz. Peygamber’i deli divâne diye nitelendirmesine
cevap teşkil eden ikinci âyette ise Resûl-i Ekrem’in
Allah’ın nimeti ile peygamberlik mertebesine eriştiği
belirtilmekte ve zaten her türlü olgunluk alâmetleri kendinde zâhir
olan Hz. Peygamber’e karşı bu ithamda bulunan müşriklerin
yalancılıkları yüzlerine vurulmaktadır.
3.
Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat
vardır.
4.
Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
5,
6. Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin,
onlar da.
7.
Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi
bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur.
8.
O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!
9.
Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da
sana yumuşak davransınlar.
Müşriklerin,
Resûlüllah’tan tevhid mücadelesinde tavizkâr davranması yönündeki
isteklerine işaret olunmaktadır.
10,
11, 12, 13, 14. (Resûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık,
daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp
getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha
dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra
bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine,
mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
15.
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, «Öncekilerin masalları!»
der.
16.
Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini
kırıp rezil edeceğiz).
17,
18. Biz, vaktiyle «bahçe sahipleri»ne belâ verdiğimiz
gibi, onlara da belâ verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri),
sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine
yemin etmişlerdi. Onlar istisna da etmiyorlardı
«İnşâallah»
demiyorlardı veya yoksulların payını ayırmıyorlardı.
19,
20. Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen)
kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi
de, bahçe kapkara kesildi.
21,
22. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: Madem devşireceksiniz,
hadi erkenden mahsülünüzün başına gidin! diye
birbirlerine seslendiler.
23,
24. Derken: Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza
sokulmasın! diye fısıldaşa fısıldaşa
yola koyuldular.
25.
(Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde,
onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile
erkenden yola düştüler.
26.
Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış
olmalıyız! dediler.
Yanlış
yere gelmediklerini anlayınca da 27. âyette meâli verilen sözü
söylediler.
27.
Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!
28.
İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size
«Rabbinizi tesbih etsenize» dememiş miydim?
29.
Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık
etmişiz, dediler.
30.
Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.
31.
(Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten
biz azgın kişilermişiz.
32.
Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü
biz (artık) Rabbimizi(O'nun hoşnutluğunu)
arzuluyoruz.
33.
İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette
daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
34.
Şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için Rableri katında
nimetleri bol cennetler vardır.
35.
Öyle ya, (Allah'a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkârlar
gibi tutar mıyız hiç?
36.
Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
37.
Yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtıl inanışları)
onda mı okuyorsunuz?
38.
Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka
vardır (diye mi yazılı)?
39.
Yoksa, «Ne hükmederseniz mutlaka sizindir» diye sizin
lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet
gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
40.
Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
41.
Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru
iseler, hadi getirsinler ortaklarını!
42.
O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler;
fakat güç getiremezler.
Arapçada
«incikten açılmak» deyimi ile, işlerin güçleşmesi
veya bütün hakikatlerin apaçık ortaya çıkması
kasdedilir.
43.
Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir
halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam
iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde
etmiyorlardı).
44.
(Resûlüm!) Sen bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanı
bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri
bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.
45.
Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim fendim çok sağlamdır!
46.
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır
bir borç altında mı kalıyorlar?
47.
Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı
(istedikleri gibi) yazıyorlar?
48.
Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi
(Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.
49.
Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı
o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara
atılacaktı.
50.
Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden
kıldı.
51.
O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman,
neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve
hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.
52.
Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.
|