Hûd sûresi, 123 âyet olup 12, 17 ve 114. âyetler
Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. 50-60. âyetlerde
Arabistan halkına gönderilmiş peygamberlerden biri olan Hûd
(a.s.)’ın hayatından bahsedildiği için sûreye bu isim
verilmiştir. Yunus sûresinden sonra inmiş olup onun devamı
niteliğindedir. İtikada ait esasları, Kur’an’ın
mucize oluşunu, ahiretle ilgili meseleleri, sevap ve cezayı ve
Hz. Hûd’dan başka Nuh, Salih, İbrahim, Lût, Şuayb ve
Musa (a.s.) gibi peygamberlerin kıssalarını ihtiva
etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm. Râ. (Bu
sana indirilen), hikmet
sahibi (ve) her
şeyden haberdar olan (Allah)
tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış,
sonra da açıklanmış bir kitaptır.
2. (De ki: Bu Kitap)
«Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için
(indirildi). Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş)
bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.
3. Ve Rabbinizden mağfiret
dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer
bu emrolunanları yaparsanız),
Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel
bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan
herkese de iyiliğinin karşılığını
verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza
gelecek büyük bir günün azabından korkarım.»
4. Dönüşünüz
yalnız Allah'adır. O, her şeye kadirdir.
5. Bilesiniz ki, onlar
Peygamber'den, (düşmanlıklarını)
gizlemeleri için göğüslerini çevirirler (gönüllerinden
geçeni gizlerler). İyi
bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi, Allah
onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını
da bilir. Çünkü O, kalplerin özünü bilendir.
6. Yeryüzünde yürüyen
her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın
üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve
sonunda bırakılacağı mekanı bilir.
(Bunların) hepsi
açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.
7. O, hanginizin amelinin
daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için,
Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde
yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!):
«Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir
olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir
şey değildir» derler.
Göklerin ve yerin altı günde yaratılması
meselesi için A’râf Sûresi 54. âyetin izahına bakınız.
Arş: Kâinattaki bütün cisimleri kuşatan
ve mahiyetini bilemediğimiz bir şeydir. Müfessirlerin bu âyetle
ilgili açıklamalarına göre, Allah Teâlâ, önce Arş’ı,
sonra suyu, daha sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır.
Arş’ın su üzerinde olması ona bitişik olmasını
gerektirmez. Nitekim göklerin de yerin üzerinde olduğu söylenir,
fakat bununla göklerin yere bitişik olduğu kasdedilmez.
8. Andolsun, eğer
biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar
ertelesek, mutlaka «Onun gelmesini engelleyen nedir?» derler.
Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha
onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay
etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.
9. Eğer insana tarafımızdan
bir rahmet (nimet) tattırır
da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve
nankör olur.
10. Eğer kendisine
dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak,
elbette «Kötülükler benden gitti» der. Çünkü o (bunu
derken) şımarıktır,
kibirlidir.
11. Ancak (musibetlere)
sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir.
İşte onlar için bir bağış ve bir büyük
mükâfat vardır.
12. Belki de sen (müşriklerin:)
«Ona (gökten) bir
hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!»
demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını
(duyurmayı) terk
edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil
ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her
şeye vekîldir.
Müşrikler, zaman zaman, Hz. Peygamber’den, gökten
hazineler indirmesi, kendilerine bir melek gönderilmesi gibi, olağanüstü
şeyler isterler ve onların bu inatçı ve inkârcı
tavırları Resûlullah’ı son derece üzerdi. Çünkü,
onlara mucize gösterince de bunun bir büyü olduğunu söyleyerek
yine inkâra devam ederlerdi. İşte bu âyet, onların bu
olumsuz tavrı karşısında Allah’ın âyetlerini
tebliğden vazgeçmemesi hususunda Hz. Peygamber’i uyarmakta, onun
görevinin bu olduğunu, ötesinin Allah’a ait olduğunu
bildirmektedir.
13. Yoksa, «Onu (Kur'an'ı)
kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer doğru
iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi
(yardıma) çağırın
da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.
Bu meydan okumanın Arapçayı en güzel bir
şekilde kullananlara yöneltilmesi dikkat çekicidir. Daha sonra
inen âyet-i kerimelerle bu miktar üç âyete kadar indirilmesine rağmen
onlar buna da cesaret edememişler ve kılıçla karşılık
vermek zorunda kalmışlardır. Bu sonuç Kur’an’ın
Allah kelâmı olduğunun büyük bir delilidir.
14. Eğer (onlar)
size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın
ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tanrı
yoktur. Artık siz müslüman oluyor musunuz?
15. Kim, (yalnız)
dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin
karşılığını orada onlara tam
olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar.
16. İşte onlar,
ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri
olmayan kimselerdir; (dünyada)
yaptıkları da boşa gitmiştir;
yapmakta oldukları şeyler (zaten)
bâtıldır.
17. Rabbin tarafından
(gelmiş) açık
bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin
izlediği, ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir
rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı (elinde)
bulunan kimse (inkârcılar gibi)
midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Zümrelerden
hangisi onu inkâr ederse işte cehennem ateşi onun
varacağı yerdir, bundan şüphen olmasın;
zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir;
fakat insanların çoğu inanmazlar.
Bu âyet-i kerimede bir mukayese yapılmaktadır.
Şöyle ki: Kur’an-ı Kerim gibi pek parlak bir delile, bu
delili teyit eden bir şahide yani mucizeye ve inançlarının
sağlamlığını gösteren semâvî kitaplardan
biri olan Tevratın şahitliğine sahip olan Peygamber ile
bunları inkâr eden ve sadece dünya hayatından başka bir
şey istemeyen bir kâfirin eşit olamayacağı
bildirilmektedir. Çünkü bunların biri Allah’ın seçkin
kulu ve Allah’a inanmış, dolayısıyla dünya ve
ahiret saadetini kazanmış kimsedir; diğeri ise inkâr
etmiş, dolayısıyla ebedî azaba müstehak olmuştur.
18. Kim Allah'a karşı
yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde)
Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte
bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir,
diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir!
19. Onlar, (insanları)
Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek
isteyenlerdir. Ahireti inkâr edenler de onlardır.
20. Onlar yeryüzünde
(Allah'ı) âciz
bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka
(yardım isteyecekleri)
dostları da yoktur. Onların azabı kat kat
olacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri)
ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı.
21. İşte onlar
kendilerini ziyana uğrattılar. Uydurmakta oldukları
şeyler de kendilerinden kaybolup gitti.
22. Şüphesiz onlar,
ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
23. İnanıp da güzel
işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere
gelince, işte onlar cennet ehlidir. Onlar orada ebedî kalırlar.
24. Bu iki zümrenin (müminlerle
kâfirlerin) durumu,
kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler
gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret
almıyor musunuz?
Sûrenin buraya kadar olan bölümünde itikadla
ilgili esaslar, Kur’an’ın mucize oluşu, inanmayanların
ahiretteki durumları, cezaları; buna karşılık
inananların mükâfatları anlatıldı ve onların
cennet ehli oldukları bildirildi. Nihayet bu iki zümre beliğ
bir teşbih ile insanlığın tefekkürüne sunuldu ve
onlar düşünmeye davet edildi. Bundan sonraki bölümlerde de
ibret olarak bazı peygamberlerin hayatları, tevhid inancını
yaymak için verdikleri mücadele, kavimlerinin bunlara karşı
tutumları ve meydana gelen olayların neticeleri anlatılmaktadır.
25. Andolsun, biz Nuh'u
kavmine elçi gönderdik. Onlara: «Ben (dedi),
sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
26. Allah'tan başkasına
tapmayın! Ben, size (gelecek)
elem verici bir günün azabından korkuyorum.»
27. Kavminden ileri gelen
kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan
olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden
alt tabakamızdan başkasının
sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı
bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin
yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.»
«Mele’» kelimesi, ileri gelenler, eşraf,
elit tabaka anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim dikkatlice
incelendiğinde bütün peygamberlerin karşılarında
Firavunvâri bir tâğutun ve ona akıl hocalığı
yapan bir zümrenin var olduğu görülür. Zamanlarının
her türlü maddi imkânlarını ellerinde bulunduran bu elit
tabaka, çıkarlarını kaybetmemek için inananları
fakirlik ve zelillikle suçlama yoluna gitmişlerdir. Son Peygamber
zamanında da aynı olay cereyan etmiş, ona fakir ve basit
kimselerin inandıklarını bahane ederek karşı çıkmışlardır.
28. (Nuh)
dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından
(bildirilen) açık
bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir
rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne
dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona
zorlayacak mıyız?
29. Ey kavmim! Allah'ın
emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi
bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a
aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar
Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce
davranan bir topluluk olarak görüyorum.
Hz. Nuh’un kavmi inanmış fakir
kimselere tenezzül etmiyor ve onlarla beraber olmak istemiyorlardı.
Bunun için Nuh (a.s.)’ın onları yanından kovmasını
teklif ettiler. O büyük peygamber elbette cahillerin sözüne bakarak
Allah’a iman etmiş, Allah katında değeri olan kimseleri
yanından kovacak değildi.
30. Ey kavmim! Ben onları
kovarsam, beni Allah'tan (onun azabından)
kim korur? Düşünmüyor musunuz?
31. Ben size: «Allah'ın
hazineleri benim yanımdadır» demiyorum, gaybı da
bilmem. «Ben bir meleğim» de demiyorum. Sizin gözlerinizin
hor gördüğü kimseler için, «Allah onlara asla bir hayır
vermeyecektir» diyemem. Onların kalplerinde olanı,
Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten
zalimlerden olurum.»
32. Dediler ki: Ey Nuh!
Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok
ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi
tehdit ettiğini (azabı)
bize getir!
33. (Nuh)
dedi ki: «Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz
(Allah'ı) âciz
bırakacak değilsiniz.
34. Eğer Allah sizi
azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de,
öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü)
O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet)
O'na döndürüleceksiniz.»
35. (Resûlüm!)
Yoksa, «Bunu uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Eğer
onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz
günahtan uzağım.»
36. Nuh'a vahyolundu ki:
Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık
(sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte
olduklarından (günahlardan)
dolayı üzülme.
37. Gözlerimizin önünde
ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca
gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey)
söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
38. Nuh gemiyi yapıyor,
kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça
onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: «Eğer bizimle alay
ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız
biz de sizinle alay edeceğiz!
39. Kendisini rezil
edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın
kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.»
40. Nihayet emrimiz gelip
de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik
ki: «(Canlı çeşitlerinin)
her birinden birer çift ile -(boğulacağına
dair) aleyhinde söz
geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman
edenleri gemiye yükle!» Zaten onunla beraber pek azı iman
etmişti.
Meâlin «sular coşup yükselmeye başlayınca»
kısmını «tandır (tennûr) kaynayınca» şeklinde
çevirenler de olmuştur. Müfessirler tandırın kaynamasını
çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir. Son asrın müfessirlerinden
M. Hamdi Yazır, Hz. Nuh’un gemisinin alelâde yelkenli bir gemi
olmayıp buharlı bir vapur olduğuna işaret etmektedir
ki, buna göre, «tandır kaynadı» demek, vapurun ocağı
yandı ve harekete hazır duruma getirildi, demek olur.
41. (Nuh)
dedi ki: «Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması
da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim
çok bağışlayan, pek esirgeyendir.»
42. Gemi, dağlar
gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh,
gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de)
bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye
seslendi.
Hz. Nuh’un oğlu babasına iman etmemişti.
Nitekim babası inananları gemiye bindirirken o ayrılarak
bir kenara çekilmişti. Diğer oğulları Hâm, Sâm ve
Yâfes babalarına inanmış ve onunla beraber gemiye binmişlerdi.
Türk milletinin Yâfes’in Türk adındaki oğlundan türediği
rivayet edilir.
43. Oğlu: Beni sudan
koruyacak bir dağa sığınacağım,
dedi. (Nuh): «Bugün
Allah'ın emrinden (azabından),
merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse
yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan
oldu.
Bu âyete şöyle de mana verilmiştir: «Bugün,
Allah’ın esirgediklerinden başkasını O’nun
vereceği emirden koruyacak kimse yoktur.»
44. (Nihayet)
«Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu)
tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de)
Cûdî (dağının)
üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun
canı cehenneme!» denildi.
45. Nuh Rabbine dua edip
dedi ki: «Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir.
Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.»
Hz. Nuh bunu derken Allah’ın, ailesini boğulmaktan
kurtaracağına dair vaadine işaret ediyordu.
46. Allah buyurdu ki: Ey
Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir
şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı
tavsiye ederim.
Bu âyetten anlaşılıyor ki,
insanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi
din birliğidir. Allah’ın dinine inanmış ve
peygamberlerini tasdik etmiş kimseler birbirlerinin manevi akrabası,
yakını ve dostlarıdır. Bunların aralarında
manevi bir birlik vardır. Müminlerle kâfirler ırk bakımından
birbirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın
Allah katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Hz. Nuh’un oğlu
babasına inanmadığı için, Allah Teâlâ onu Nuh
peygamber’in ailesinden saymamıştır. Halbuki Hz.
Peygamber, aralarında hiçbir neseb bağı bulunmayan
Selman’ı kendi ailesinden saymıştır. Buna karşılık,
özellikle Bedir harbinde birçok sahâbî, en yakınları olan
babalarına ya da oğullarına karşı savaşmışlardır.
47. Nuh dedi ki: Ey
Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi
istemekten sana sığınırım. Eğer
beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan
olurum!
48. Denildi ki: Ey Nuh!
Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve
bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada)
faydalandıracağımız, sonra da bizden
kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler
de olacaktır.
49. (Resûlüm!)
İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb
haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne
de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip)
sakınanlarındır.
Bu âyetten sonra bir başka peygamberin,
kavmine hakkı tebliğ etmek uğrundaki mücadelesi anlatılmaktadır.
50. Âd kavmine de kardeşleri
Hûd'u (gönderdik). Dedi
ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız
yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.
51. Ey kavmim! Ben, ona
(peygamberliğe) karşılık
sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan
başkasına ait değildir. Hâla aklınızı
kullanmıyor musunuz?
52. Ey kavmim!
Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe
edin ki, üzerinize göğü (yağmuru)
bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah
işleyerek (Allah'tan)
yüz çevirmeyin.
53. Dediler ki: Ey Hûd!
Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle
tanrılarımızı bırakacak değiliz ve
biz sana iman edecek de değiliz.
54. Biz «Tanrılarımızdan
biri seni fena çarpmış!» demekten başka bir söz
söylemeyiz! (Hûd) dedi
ki: «Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit
olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.»
55. «O'ndan başka
(taptıklarınızın hepsinden uzağım).
Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet
vermeyin!»
56. «Ben, benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen
hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş
olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.»
Allah’ın, her varlığın perçeminden
tutmasından maksat, her varlığın yönetiminin, hüküm
ve tasarrufunun O’nun elinde olması, O’nun kudret ve iradesinin
bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin bir surette müessir
olmasıdır. Allah’ın doğru yolda olması ise,
O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, iyi ve
adalete uygun olması, Allah’ın haksızlık ve zulümden,
yanlışlık ve hatadan münezzeh olması demektir.
57. «Eğer yüz çevirirseniz
şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim.
Rabbim (dilerse) sizden
başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar
veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir.»
58. Emrimiz gelince, Hûd'u
ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir
rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan
kurtuluşa erdirdik.
59. İşte Âd
(kavmi). Rablerinin
âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi oldular
ve inatçı her zorbanın emrine uydular.
60. Onlar hem bu dünyada
hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz
ki, Âd (kavmi) Rablerini
inkâr ettiler. (Şunu da)
bilin ki Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden
uzak kılındı.
Nitekim el-Hâkka sûresinin 6. ve 7. âyetlerinde
bildirildiğine göre, Âd kavmi yedi gece sekiz gün devam eden
şiddetli bir kasırga ile helâk olup insanlar ağaç gövdeleri
gibi yerlere yıkılıp kaldılar.
Bundan sonra da Salih Peygamber’in Semûd kavmine
karşı verdiği mücâdele anlatılmaktadır.
61. Semûd kavmine de
kardeşleri Sâlih'i (gönderdik).
Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka
tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan)
yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde
O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü
Rabbim (kullarına) çok
yakındır, (dualarını)
kabul edendir.
62. Dediler ki: Ey Sâlih!
Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. (Şimdi)
babalarımızın taptıklarına
tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi
kendisine (kulluğa) çağırdığın
şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.
63. (Sâlih) dedi
ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen)
apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden
bir rahmet (peygamberlik) vermişse,
buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi
olursam beni Allah'tan (O'nun azabından)
kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir
şey yapamazsınız.
64. Ey kavmim!
İşte size mucize olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın,
Allah'ın arzında yesin (içsin).
Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın
bir azap yakalar.
Rivayet edildiğine göre, Sâlih (a.s.)’ın
kavmi, ondan, mucize olarak, kayadan deve çıkarmasını
istemişler. Hz. Sâlih de onlardan iman edeceklerine dair söz aldıktan
sonra namaz kılmış, Allah’a dua etmiş ve mucize
olarak büyük bir kayadan bir deve çıkmıştır.
Sonra bu deve kendisi gibi büyükçe bir yavru doğurmuştur.
Fakat kavminin pek azı iman etmiş, diğerleri yine kâfirliklerinde
devam etmişlerdir.
65. Fakat Semûd kavmi o
deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Sâlih dedi
ki: «Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helâk
olacaksınız)!» Bu
söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.
66. Emrimiz gelince, Sâlih'i
ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak
(azaptan) ve o günün
zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir,
(her şeye) galip
gelendir.
67. Zulmedenleri de o
korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki orada hiç
oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten
Rablerini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi
(Allah'ın rahmetinden) uzak kılındı.
69. Andolsun ki elçilerimiz
(melekler) İbrahim'e
müjde getirdiler ve: «Selam (sana) » dediler. O da: «(Size
de)selam» dedi ve hemen kızartılmış bir
buzağı getirdi.
İbn Abbas, gelen elçilerin Cebrail ve
beraberindeki iki melek olduğunu söyler. Bu iki meleğin de
Mikâil ve İsrafil oldukları rivayet edilmiştir.
70. Ellerini yemeğe
uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı
ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler
ki: Korkma! (biz melekleriz).
Lût kavmine gönderildik.
71. O esnada hanımı
ayakta idi ve (bu sözleri duyunca)
güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından
da Ya'kub'u müjdeledik.
72. (İbrahim'in karısı:)
Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu
kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım?
Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.
Müfessirlerin izahına göre o sırada
İbrahim (a.s.) yüz yirmi yaşında, hanımı ise
doksan yaşında idi.
73. (Melekler)
dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor
musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri
sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır,
iyiliği boldur.
74. İbrahim'den
korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında
(adeta) bizimle mücadeleye başladı.
Çünkü Hz. İbrahim, inkârcılara
gelecek olan umumî felâket ve azaba Lût (a.s.) ile ona inananların
da uğrayacaklarından korkuyor, bu sebeple azabın kaldırılması
için ısrarla Allah’a yalvarıyordu.
75. İbrahim cidden
yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini
Allah'a vermiş biri idi.
76. (Melekler dediler
ki): Ey İbrahim!
Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap)
emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap
mutlaka gelecektir!
77. Elçilerimiz Lût'a
gelince, (Lût) onların
yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı
da «Bu, çetin bir gündür» dedi.
Meleklerin genç delikanlılar şeklinde
geldiğini gören Lût (a.s.) onları insan sanmış ve
kavminin onlara tecavüz etmesinden korkmuştu. Çünkü A’râf sûresinin
80 ve 81. âyetlerinde bildirildiğine göre Lût’un inkârcı
kavminde cinsî sapıklık yaygın idi.
78. Lût'un kavmi, koşarak
onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri
yapmaktaydılar. (Lût):
«Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır
(onlarla evlenin); sizin
için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde
beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında
bir adam yok mu!» dedi.
Bazı tefsircilere göre Hz. Lût’un halkına
evlenmelerini tavsiye ettiği kızlarından maksat kendi öz
kızları değil, kavminin kızlarıdır. Çünkü
onun sadece iki kızı vardı. Her peygamber kendi kavminin
büyüğü ve manevi babası sayıldığından
Hz. Lût: «İşte bunlar kızlarımdır...» demiştir.
79. Dediler ki: Senin kızlarında
bizim bir hakkımız olmadığını
biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.
80. (Lût:)
Keşke benim size karşı (koyacak)
bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!
dedi.
81. (Melekler)
dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar
sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında
ailenle (yola çıkıp)
yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride
kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap)
şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan
(helâk) zamanı,
sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?
82. Emrimiz gelince, oranın
altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan)
pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.
83. (O taşlar:)
Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır).
Onlar zalimlerden uzak değildir.
84. Medyen'e de kardeşleri
Şuayb'ı (gönderdik).
Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için
ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı
eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı
bir günün azabından korkuyorum.
85. Ve ey kavmim! Ölçüyü
ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını
eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.
86. Eğer mümin
iseniz Allah'ın (helâlinden)
bıraktığı (kâr)
sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize
bir bekçi değilim.
87. Dediler ki: Ey Şuayb!
Babalarımızın taptıklarını (putları),
yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı
terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak
huylu ve çok akıllısın!
88. Dedi ki: Ey kavmim! Eğer
benim, Rabbim tarafından (verilmiş)
apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından
güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size
yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı
davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar
ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın
yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız
O'na döneceğim.
Bu âyette bir peygamberin en önemli vasıflarının
sıralandığını görüyoruz: Her şeyden önce
peygamberler Allah tarafından kendisine veya kendisinden önceki
bir peygambere gönderilmiş öir delile yani vahye dayanırlar.
İkincisi peygamberler, ümmetlerine tebliğ ettikleri şeyleri
her şeyden önce kendi nefislerinde yaşarlar; sözleri ile özleri,
kalpleri ile amelleri birbirine uyar; ümmetlerine tebliğ
ettiklerine muhalif davranmazlar. Üçüncüsü, peygamberler birer
ıslahatçıdır; onların görevi, yapmak, düzeltmektir;
iyiliğin hakim olması, insanların doğruya ve iyiye yönelmesi
için elinden geldiğince çaba göstermektir. Dördüncüsü,
peygamberler, sadece Allah’a güvenir ve dayanırlar; başarının,
yalnız Allah’tan geldiği hususunda hiçbir şüpheleri
olmaz; bu sebeple de Allah’tan başka hiçbir kuvvete ve desteğe
sahip olmasalar bile, yine de ümitsizliğe düşmezler.
89. Ey kavmim! Sakın
bana karşı düşmanlığınız,
Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına
gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de
sizden uzak değildir.
Yani onlar da sizin zamanınıza yakın
bir zamanda helâk oldular. Dolayısıyla helâk olanların
zamanca size en yakını onlardır. Ya da küfürde, kötülüklerde
ve helâki gerektiren şeylerde sizden uzak değillerdi. Bu
sebeple helâk oldular. Onlardan ibret almalısınız.
90. Rabbinizden bağışlanma
dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok
merhametlidir, (müminleri)
çok sever.
91. Dediler ki: Ey Şuayb!
Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni
cidden zayıf (âciz) görüyoruz!
Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz.
Sen bizden üstün değilsin.
92. (Şuayb:)
«Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah'tan daha
mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah'ın
emirlerini) arkanıza
atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı
çepeçevre kuşatıcıdır.
93. Ey kavmim! Elinizden
geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini rezil
edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının
kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin!
Ben de sizinle beraber beklemekteyim.»
94. Emrimiz gelince,
Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan
bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü
yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
95. Sanki orada hiç barınmamışlardı.
Biliniz ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden)
uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu.
Şuayb (a.s.)ın kavmi de Semûd kavmi
gibi nasihat dinlemedikleri için korkunç bir ses ve gürültü ile helâk
olmuşlardır. Bunların cezalarının aynı
olması kötü ahlâk bakımından birbirlerine
benzediklerine işarettir. Nitekim Allah’ın rahmetinden uzak
olmaları için her iki kavme de aynı beddua edilmiş ve
Medyen kavmi bu hususta Semûd kavmine benzetilmiştir.
96, 97. Andolsun ki
Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille
Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar
Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.
98. Firavun, kıyamet
gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip)
ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü
yerdir!
Yani Firavun, nasıl ki bu dünyada kavminden
inkârcı olanların önüne düşmüş; onlarla
Allah’ın Resûlü Hz. Musa ve onun tebliğ ettiği hak
dine karşı mücadele vermişse, yine nasıl ki
Allah’ın Peygamber’ini takip edip yakalamak için kavmini arkasına
takmış ve nihayet kendisi denizde boğulduğu gibi
onların boğulmasına da sebep olmuşsa, aynı
şekilde ahirette de kavminin önünde olarak hepsi birden cehenneme
sürülecektir.
99. Onlar burada da, kıyamet
gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara)
verilen bu armağan ne kötü armağandır!
100. (Ey Muhammed!)
İşte bu, (halkı helâk olmuş)
memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz;
onlardan (bugüne kadar izleri)
kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.
101. Onlara biz
zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin
(azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları
tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı,
ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye
yaramadı.
102. Rabbin, haksızlık
eden memleketleri (onların halkını)
yakaladığında, onun yakalayışı
işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun
yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!
103. İşte
bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret
vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı
bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür.
104. Biz onu (kıyamet
gününü) sadece
sayılı bir müddete kadar bekletiriz.
105. O geldiği gün
Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan
kimi bedbahttır, kimi mutlu.
106. Bedbaht olanlar ateştedirler,
orada onların (öyle feci)
nefes alıp vermeleri vardır ki.
107. Rabbinin dilediği
hariç, (onlar) gökler
ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü
Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.
108. Mutlu olanlara
gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç,
gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır.
Bu (nimetler) bitmez,
tükenmez bir lütuftur.
104-108. âyetlerde sayılı müddetin
sona ermesiyle gelecek olan kıyamet gününden ve bunu takip edecek
olan ahiret hallerinden bahsedildiği için, buradaki gökler ve
yerden maksat dünyanın değil, ahiretin gökleri ve yeridir.
Çünkü İbrahim sûresinin 48. âyetinde, «O gün yer başka
bir yer ile, gökler de (başka göklerle) değiştirilir»
buyurulmuştur.
109. O halde onların
tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları
azaba götürdüğünden)
şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce
babalarının taptığı gibi tapıyorlar.
Biz onların (azaptan)
nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.
110. Andolsun biz Musa'ya
Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi. Eğer
Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların
arasında hüküm verilmişti (ve işleri de
bitirilmişti). Şüphesiz
ki onlar (Mekkeliler) de
Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.
111. Şüphesiz
Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını
onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların
yapmakta olduklarından haberdardır.
112. O halde seninle
beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru
ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı
çok iyi görendir.
Ashâb-ı kiramdan rivayet edildiğine göre
Kur’an’da Resûlullah (s.a.) için bu âyetten daha şiddetli
bir âyet inmemiştir. Resûlullah buyurmuştur ki: «Beni, Hûd
sûresi kocattı!» Çünkü bu sûrede ona «emrolunduğun gibi
dosdoğru ol!» denilmişti ve bu kolay bir iş değildi.
Allah Teâlâ yalnız ona değil, onunla beraber müminlere de
istikameti emretmektedir.
113. Zulmedenlere
meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur.
Sonra (O'ndan da) yardım
göremezsiniz!
114. Gündüzün iki
ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü
iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt
almak isteyenlere bir hatırlatmadır.
Tefsircilere göre, gündüzün iki tarafındaki
namazlar, sabah, öğle ve ikindi; gecenin yakın
saatlerindekiler de akşam ve yatsı namazlarıdır. Âyette
belirtilen iyiliklerden biri 5 vakit namazdır. Resûlullah (s.a.)
buyurmuştur ki: Ne dersiniz, sizden birisinin kapısı önünde
bir ırmak bulunsa da, her gün beş defa onda yıkansa
kendisinde kir namına bir şey kalır mı? Ashâp, «hayır»
dediler. Bunun üzerine Resûlullah buyurdu ki: İşte beş
vakit namaz da bunun gibidir ki, Allah o sayede bütün hataları arıtır.
115. (Ey Muhammed!)
Sabırlı ol, çünkü Allah güzel iş
yapanların mükâfatını zayi etmez.
116. Sizden önceki asırlarda
yeryüzünde (insanları)
bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler
bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz
az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini
yaptılar). Zulmedenler
ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler.
Zaten günahkâr idiler.
117. Halkı iyi olduğu
halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.
118. Rabbin dileseydi bütün
insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar
ihtilafa düşmeye devam edecekler.
119. Ancak Rabbinin
merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları
bunun için yarattı. Rabbinin, «Andolsun ki cehennemi tümüyle
insanlar ve cinlerle dolduracağım» sözü yerini
buldu.
Tefsirciler âyette geçen «li-zâlike=bunun için»
sözüne iki türlü mana vermişlerdir:
- «Zaten Rabbin onları bunun için yani
ihtilafa düşmeleri için yarattı» veya:
- «Zaten Rabbin onları bunun için yani
rahmetine nâil olmaları için yarattı».
120. Peygamberlerin
haberlerinden senin kalbini (tatmin ve)
teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz.
Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt
ve bir uyarı gelmiştir.
121. İman
etmeyenlere de ki: Elinizden geleni yapın! Biz de
(gerekeni) yapmaktayız!
122. Bekleyin! Şüphesiz
biz de beklemekteyiz!
123. Göklerin ve yerin
gaybı (sırrı)
yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür.
Öyle ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan
gafil değildir.
Âyette ibadet emrinin hemen arkasından
tevekkül emri gelmektedir. Çünkü kulluk ancak tevekkül ile yani
sadece Allah’a güvenip dayanmakla kemâle ulaşır. Bütün işlerde
başarıya ulaşmak için esbaba tevessül hususunda elden
geleni yapmakla beraber, başarıyı Allah’tan beklemek ve
sadece O’ndan yardım dileyip O’na sığınmak, aynı
zamanda imanın kemâline de alâmettir.
|