Enfâl sûresi, 75 âyettir. 30 ilâ 36. âyetler Mekke’de, diğerleri
Medine’de inmiştir. Enfâl, ziyade manasına gelen «nefl»
kelimesinin çoğuludur. İslâm dinini savunmak için yapılan
savaşlarda elde edilen sevaba ek olarak alınan ganimet malına
da «nefl» denilmiştir. Sûrenin birinci âyetinde savaştan
elde edilen ganimetlerin Allah ve Resûlüne ait olduğu ifade
edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Sana savaş
ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e
aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun,
aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.
Ganimetlerin Allah’a ait olması
demek, savaşta alınan mal ve mülkün İslâm devletine
ait olması demektir.
2. Müminler ancak, Allah
anıldığı zaman yürekleri titreyen,
kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda
imanlarını artıran ve yalnız Rablerine
dayanıp güvenen kimselerdir.
3. Onlar namazlarını
dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak
verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.
4. İşte onlar
gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice
dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık
vardır.
Bedir savaşına çıkarken
müslümanların bir kısmı huzursuz idiler.
Bazıları da ganimetlerin bölüştürülmesinde hoşnutsuzluk
gösterdiler. Allah Teâlâ onların bu durumunu öncekilerin hoşnutsuzluk
durumlarına teşbih ederek şöyle buyurdu:
5. (Onların bu
hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde,
Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı
(zamanki halleri) gibidir.
6. Hak ortaya çıktıktan
sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış
gibi (cihad hususunda) seninle
tartışıyorlardı.
Hicretin ikinci yılında Mekke
müşrikleri, Ebu Süfyân’ın
başkanlığında bir ticaret kervanını
Şam’a gönderdi. Resûlullah (s.a.) kervanın dönüşünü
haber alınca, daha önce kendilerini yurtlarından çıkarmış
olan Kureyş’in bu kervanını vurmak istedi ve
üçyüzden fazla arkadaşıyla yola çıktı. Fakat
durumdan haberdar olan Ebu Süfyân, bir taraftan kervanı
kurtarmaları için Kureyş’e haber göndermiş,
diğer taraftan da yolunu değiştirerek kervanı
kurtarmıştı. Müşrikler bin kişilik bir ordu
ile yola çıktılar. Müslümanlar artık kervanla
değil Kureyş cengâverleri ile karşılaşacaklardı.
Ashaptan bir kısmı, «Biz kervanı yakalamak için çıktık,
böyle bir savaşa hazırlıklı değiliz»
diyerek çekingenlik gösteriyorlardı. Neticede savaşma
hususunda ittifak ettiler ve gerçekten de zafer müslümanların
oldu.
7. Hatırlayın
ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş
ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de
kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını
istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek
ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını
kesmek istiyordu.
8. (Bunlar,) günahkârlar
istemese de hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı
ortadan kaldırmak içindi.
9. Hatırlayın
ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben
peşpeşe gelen bin melek ile size yardım
edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.
Resûlullah (s.a.) kendi arkadaşlarının
azlığını, müşriklerin de çokluğunu görünce,
kıbleye yönelerek iki elini uzattı ve şöyle dua etti:
«Allah’ım! Bana verdiğin sözü yerine getir. Allah’ım!
Bu cemaatı helâk edersen artık yeryüzünde sana ibadet
edecek kimse kalmayacak!» Resûlullah (s.a.) bu duayı
devamlı olarak okudu. Allah Teâlâ da onun duasını
kabul ederek bin melek ile yardım etti. İşte bu âyette
buna işaret edilmektedir.
10. Allah bunu
(meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla
kalbiniz yatışsın diye yapmıştı.
Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır.
Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir.
11. O zaman katından
bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu;
sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği
vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak
ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su
(yağmur) indiriyordu.
Kureyş ordusu daha önce gelip
Bedir kuyusu çevresinde yerleşmişti. İslâm
mücâhitleri ise susuzdu. Aynı zamanda tuttukları mevki de
çok kumluk olduğundan serbestçe harekete imkân vermiyordu. Yağan
yağmur hem onların kalbindeki bazı vesveseleri giderdi,
morallerini yükseltti hem de su ihtiyaçlarını
karşıladı. Ayrıca kumluk bir yer olan savaş
alanını pekiştirerek harekete elverişli bir duruma
getirdi.
12. Hani Rabbin
meleklere: «Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere
destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku
salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların
bütün parmaklarına! diye vahyediyordu.
13. Bu söylenenler,
onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerinden
ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse,
bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.
14. İşte bu
yenilgi size Allah'ın azabı! Şimdilik onu
tadın! Kâfirlere bir de cehennem ateşinin azabı
vardır.
15. Ey müminler! Toplu
halde kâfirlerle karşılaştığınız
zaman onlara arkanızı dönmeyin. (Korkup kaçmayın).
16. Tekrar savaşmak
için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe
ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim
öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın
gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de
cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!
17. (Savaşta)
onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları;
attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah
attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla
denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir,
bilendir.
Kureyş ordusu, müslümanlarla savaşmak
için ilerleyince Resûlullah (s.a.) ellerini kaldırarak: «Allah’ım!
Kureyş, senin Resûlünü yalanlayan kibirli liderleriyle geldi.
Allah’ım! Bana verdiğin sözü yerine getirmeni
diliyorum!» diye dua etti. Ve iki topluluk karşılaşınca
yerden bir avuç toprak alıp düşmanın yüzlerine doğru
serpti. Kureyş ordusunun gözleri görmez oldu ve sonunda bozguna
uğradılar. İşte bu âyette bu atışa
işaret edilmekte, onu atanın gerçekte Allah olduğu
bildirilmektedir. Çünkü bu bir mucize idi ve Peygamber, onu atarken
kendi adına değil, Allah adına atmıştı.
18. Bu böyledir. Şüphesiz
Allah, kâfirlerin tuzağını bozar.
19. (Ey kâfirler!) Eğer
siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi!
(Yenelim derken yenildiniz.) Ve eğer (inkardan) vazgeçerseniz
bu sizin için daha iyidir. Yine (Peygamber'e düşmanlığa)
dönerseniz, biz de (ona) yardıma döneriz. Topluluğunuz
çok bile olsa, sizden hiçbir şeyi savamaz. Çünkü Allah
müminlerle beraberdir.
20. Ey iman edenler!
Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde
O'ndan yüz çevirmeyin.
21.
İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi
olmayın.
22. Şüphesiz Allah
katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen
sağırlar ve dilsizlerdir.
23. Allah onlarda bir
hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat
işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi.
Bu âyetler, Allah Resûlünün
sözlerini işitip de ehemmiyet vermeyen kimselere ihtardır.
Bunlar zahirde işittiklerini gerçek manada işitmedikleri için
söz anlamayan sağır ve dilsiz hayvanlara
benzetilmişlerdir. Bunlarda hayır istidadı yoktur.
Eğer hayra kabiliyetleri olsaydı, Allah onlara sözlerinin
gerçek manasını işittirirdi.
24. Ey inananlar! Hayat
verecek şeylere sizi çağırdığı
zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi
ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda
toplanacaksınız.
İnsanlara hayat verecek şey Allah ve Resûlünün emir ve
yasaklarıdır. Şüphesiz ki O’nun her emrinde bir
hikmet ve hayat vardır. Onun için O’ndan gelen her emri
kabullenmek ve yerine getirmek gerekir. Âyette «Allah kişi ile
kalbi arasına girer» buyuruluyor. Bu durumu tasvirden âciziz.
Ancak başka bir âyette «Biz insana şah damarından
daha yakınız» buyurulmuştur. Allah insanın
kabiliyetine göre kalbini dilediği tarafa çevirir.
Peygamberimiz şöyle dua ederdi: «Ey kalbleri çeviren Allah!
Benim kalbimi senin dinin üzerinde sabit kıl!»
25. Bir de öyle bir
fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere
erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan
eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.
26. Hatırlayın
ki, bir zaman siz yeryüzünde âciz tanınan az (bir
toplum) idiniz; insanların sizi kapıp götürmesinden
korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah size yer yurt
verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizinden rızıklar
verdi.
27. Ey iman edenler!
Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi
emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.
Medine’de bir yahudi kabilesi olan Kurayza oğulları bir
savaşta, Peygamber’le daha önce yapmış oldukları
antlaşmayı bozarak müttefik müşrik ordularına
yardım ettiler. Müşrik Arap orduları çekilip
gittikten sonra Resûlullah onların kalelerini kuşattı.
Barış isteklerini de reddetti. Yalnız seçecekleri bir
hakemin vereceği hükme razı olacağını
bildirdi. Yahudiler de hakem olarak Sa’d’ı seçtiler. Sonra
da Sa’d’ın vereceği hüküm hakkında bir fikir
edinmek üzere Ebu Lübâbe ile konuşmak istediler. Ebu Lübâbe
gitti. Sa’d’ın hükmünün ne olacağını ona
sordular. O da yahudilerin kesileceklerine işaret olarak boğazını
gösterdi. İşte bu âyet Ebu Lübâbe’nin bu davranışına
işaret ederek onu kınamaktadır. Bunun üzerine Ebu
Lübâbe,
kendisini mescidin direğine bağlayıp, ölünceye, ya da
Allah tarafından affedilinceye kadar yeyip içmeyeceğine
dair yemin etti. Yedi gün sonra bayılıp düştü. Bunun
üzerine affedildiğine dair bir âyet indi.
28. Biliniz ki, mallarınız
ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat
Allah'ın katındadır.
29. Ey iman edenler! Eğer
Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek
bir anlayış verir, suçlarınızı örter
ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf
sahibidir.
30. Hatırla ki, kâfirler
seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni
(yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.
Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak
kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.
31. Onlara âyetlerimiz
okunduğu zaman dediler ki: «(Evet) işittik, istesek
biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin
masallarından başka bir şey değildir.»
32. Hani (o kâfirler)
bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından
gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır,
yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.
33. Halbuki sen onların
içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar
mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.
34. Onlar Mescid-i Haram'ın
mütevellîleri olmadıkları halde (müminleri) oradan
geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Oranın
mütevellîleri takvâ sahiplerinden başkaları değildir.
Fakat onların çoğu bunu bilmez.
35. Onların
Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak
ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.
(Ey kâfirler!) İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden
ötürü şimdi azabı tadın!
Rivayet edildiğine göre, müşriklerin bazı erkek ve
kadınları Beytullah’ı çıplak olarak tavaf
ediyorlardı. Tavaf esnasında parmaklarını
birbirine kenetleyip ağızlarına götürerek ıslık
çalıyorlar, bir taraftan da ellerini çırpıyorlardı.
Bu da iddialarına göre onların duası idi. İşte
bu âyette müşriklerin bu durumlarına işaret
edilmektedir.
36. Şüphesiz ki inkâr
edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak
için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu,
onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp
olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme
toplanacaklardır.
Bedir ve daha sonraki savaşlarda müşrikler bütün
servetlerini ortaya koyarak İslâm’ı mağlûp etmeye
yeltenmişler, fakat sonunda hepsi perişan olmuşlardır.
37. (Bu toplama) Allah'ın
murdarı temizden ayıklaması (mümini kâfirden ayırması)
ve bütün murdarların bir kısmını diğer
bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak
cehenneme atması içindir. İşte onlar ziyana uğrayanların
kendileridir.
38. İnkâr edenlere,
(sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının
bağışlanacağını söyle. Yok geri dönerlerse
kendilerinden öncekilerin hali gözlerinin önündedir!
39. Fitne ortadan kalkıncaya
ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!
(İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların
yaptıklarını çok iyi görür.
40. Eğer (imandan) yüz
çevirirlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel
sahip ve ne güzel yardımcıdır!
41. Eğer Allah'a ve
hak ile bâtılın ayrıldığı gün,
iki ordunun birbiri ile karşılaştığı
gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize
inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resûlüne,
onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.
Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
Âyette zikredilen Peygamber’in akrabaları hakkında âlimler
ihtilâf etmişlerdir. Şâfiî’ye göre Hâşim ve
Muttalip oğullarıdır; bir görüşe göre de sadece
Hâşim oğullarıdır; diğer bir görüşe göre
zekât almaları helâl olmayan akrabalardır, bir başka
görüşe göre ise bütün Kureyş kabilesidir. Savaşta
alınan ganimetler beşe bölünür. Beşte biri âyette
sayılanlara tahsis edilir. Kalan da savaşa katılan
gazilere taksim edilir.
42. Hatırlayın
ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında
(Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında
(Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda
(deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş
olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda
ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri
yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle
gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık
bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü
Allah hakkıyla işitendir, bilendir.
43. Hatırla ki,
Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları
sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında
münakaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan)
kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir.
44. Allah, olacak bir işi
yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız
zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de
onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler
Allah'a döner.
45. Ey iman edenler!
Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız
zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya
erişesiniz.
Bu âyet-i kerimenin işaretine göre savaş anlarında
daima Allah’a dua etmek gerekir. Kulları, Allah’ı
anmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Özellikle sıkıntılı
anlarda doğrudan doğruya ona sığınmak
gerekir.
46. Allah ve Resûlüne
itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız
da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir.
Âyette geçen «rîh=rüzgâr» kelimesi, kuvvet, yardım ve
devlet karşılığında mecaz olarak kullanılmaktadır.
47. Çalım satmak,
insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah
yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar
(kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını
çepeçevre kuşatmıştır.
Bedir Savaşı’ndan önce Şam’dan dönen ticaret
kervanının reisi Ebu Süfyân, müslümanlardan gelmesi
beklenen tehlikeyi atlatınca Kureyş ordusuna geri dönmeleri
için haber gönderdi, fakat Ebu Cehil, «Andolsun ki, Bedir’e varıp
da orada şaraplarımızı içmedikçe, câriyeler karşımızda
çalgılar çalıp şarkı söylemedikçe ve yanımızda
bulunan Arapları doyurmadıkça geri dönmeyeceğiz»
dedi. Gerçi Bedir’e gelmekle bir yiğitlik gösterdiler ama
zafer şarabı yerine ölüm kadehlerini yudumladılar; câriyeler
şarkı söyleme yerine ağlaştılar; Arapların
aç karnını doyuracak yerde, onlar için acıkmış
cehennem çukurlarını doldurdular. İşte bu âyette
Allah Teâlâ müminlere, onlar gibi olmamayı, takvâ sahibi
olmayı ve Allah’a dayanıp güvenmeyi emretmektedir.
48. Hani şeytan
onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün
insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben
de sizin yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu
birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden uzağım,
ben sizin göremediklerinizi (melekleri) görüyorum, ben
Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir,
dedi.
49. O zaman münafıklarla
kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), «Bunları,
dinleri aldatmış» diyorlardı. Halbuki kim
Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet
sahibidir. (Kendisine güveneni üstün ve galip kılacak
O'dur. Yoksa orduların sayı ve techizat üstünlüğü
değildir).
50. Melekler yüzlerine
ve arkalarına vurarak ve «Tadın yakıcı
cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını
alırken onları bir görseydin!
51. İşte bu,
ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa
Allah kullara zulmedici değildir.
52. (Bunların gidişatı)
tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişatı
gibidir. (Onlar da) Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdi
de Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı.
Allah güçlüdür. O'nun cezası şiddetlidir.
53. Bu da, bir millet
kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye
kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden
dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.
54. (Evet bunların
durumu), Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna
benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı;
biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik
ve Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk. Hepsi de
zalimler idiler.
55. Allah katında,
canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü
onlar iman etmezler.
56. Onlar, kendileriyle
antlaşma yaptığın, sonra her defasında
hiç çekinmeden ahidlerini bozan kimselerdir.
Bunlar Kurayza oğulları olarak tanınan yahudi
kabilesidir. Peygamber (s.a.) onlarla, aleyhinde hareket etmemek üzere
antlaşma yaptığı halde müşriklere silah yardımında
bulundular. Sonra, unuttuk, diyerek özür dilediler. Tekrar antlaşma
yapıldı, yine bozup Hendek savaşında müşriklerle
birleştiler. Nihayet Ka’b b. Eşref, Mekke’ye giderek müslümanlar
aleyhinde Mekkelilerle ittifak yaptı.
57. Eğer savaşta
onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile
(onlara vereceğin ceza ile) arkalarında bulunan
kimseleri de dağıt.
58. (Antlaşma yaptığın)
bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla
yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu
kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.
59. İnkâr edenler
yakayı kurtardıklarını sanmasınlar.
Çünkü onlar (bizi) âciz bırakamazlar.
60. Onlara (düşmanlara)
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için
bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla
Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı
ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın
bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah
yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa
uğratılmazsınız.
Bu âyette Allah Teâlâ düşmana karşı kuvvet hazırlamamızı
emretmektedir. Bu kuvvetten maksat, savaşta düşmana üstünlük
sağlayacak her çeşit vasıtadır. Kara, hava ve
deniz kuvvetlerine ait bütün vasıta ve silahlar, kara ve demir
yolları, ekonomik güç ve savaş tekniği gibi şeyler
bu kuvvet mefhumuna dahildir.
61. Eğer onlar barışa
yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül
et, çünkü O işitendir, bilendir.
62. Eğer sana hile
yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O,
seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.
63. Ve (Allah), onların
kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan
her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin,
fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.
Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.
Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasında sonu gelmeyen müthiş
bir düşmanlık vardı. Aralarında kanlı savaşlar
olmuş ve her iki tarafın ileri gelenlerinden birçoğu
ölmüştü. Uzun zaman birbirlerinden intikam almak için uğraştılar.
Allah onları İslâm ile şereflendirince intikam alma
duygusunu da onlardan kaldırdı, birleştiler, kucaklaştılar
ve kaynaştılar. İşte 63. âyette bu ve benzeri
kaynaşmalara işaret edilmektedir.
64. Ey Peygamber! Sana ve
sana uyan müminlere Allah yeter.
65. Ey Peygamber! Müminleri
savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı
yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer
sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye
galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
66. Şimdi Allah, yükünüzü
hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O
halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa,
(onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden
bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye
galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
İlk zamanlarda müslümanların sayısı azdı,
bir kişi on kişiye karşı savaşmak
mecburiyetinde idi. Sayıları çoğalınca Allah Teâlâ
yüklerini hafifletti, bir müslümanın iki kâfire karşı
savaşması emrolundu ve sabır gösterdikleri takdirde
galibiyetin kendileri için olacağı ifade edildi.
Bedir
savaşında müslümanlar 70 kâfiri esir almışlardı.
Resûlullah (s.a.) bu esirler hakkında ne gibi bir işlem yapılacağına
dair arkadaşları ile görüştü. Neticede fidye alınarak
serbest bırakılmalarına karar verildi. Bunun üzerine
67. âyet nâzil oldu.
67. Yeryüzünde ağır
basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir
peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya
malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için)
ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
Savaşın hedefi zaferdir. Fidye karşılığı
geri vermek maksadıyla düşman askerlerini esir almaya çalışmak
zaferi olumsuz yönde etkileyecekse bununla meşgul olmamak
gerekir.
68. Allah tarafından
önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız
fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.
Tefsircilere göre, âyette geçen ve hüküm manasına gelen
«kitab»dan
maksat, ictihadda hata eden müctehide azap edilmeyeceği hükmüdür.
69. Artık elde ettiğiniz
ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin. Ve Allah'tan korkun.
Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet
edendir.
70. Ey Peygamber!
Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır
olduğunu bilirse, sizden alınandan (fidyeden) daha hayırlısını
size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
Rivayete göre bu âyet, Hz. Peygamber’in amcası olup Bedir
savaşından sonra müşrik esirler arasında bulunan
Abbas hakkında inmiştir.
Hz.
Peygamber, Abbas’a hem kendisi, hem de iki kardeşinin çocukları
olan Akîl ve Nevfel için fidye teklif etmiş; Abbas ise, fakir
olduğunu söylemiş ve «Ömrüm boyunca Kureyş’e el açıp
dileneyim mi?» demişti.
Hz.
Peygamber, «Bedir savaşına katılırken Ümmü Fâzıl’a
emanet ettiğin altınlara ne demeli?» deyince Abbas, Hz.
Peygamber’in bunu bilmesine hayret etmiş ve Resûlullah’ın
Peygamberliğini tasdik etmişti.
71. Eğer sana
hainlik etmek isterlerse (üzülme, çünkü) daha önce Allah'a
da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana
imkân ve kudret vermişti. Allah bilendir, hikmet
sahibidir.
72. İman edip de
hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım
edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer
bir kısmının dostlarıdır. İman
edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar
size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer
onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle
aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın
(o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah
yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.
Bu âyete göre muhacirler ve ensar, akraba olmadıkları
halde birbirlerine vâris olurlardı. Daha sonra sadece akraba
olanların birbirlerine vâris olabileceğini bildiren 75. âyet
inince, bazı tefsircilere göre bu âyetin hükmü kaldırılmış
oldu.
73. Kâfir olanlar da
birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz
onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde
bir fitne ve büyük bir fesat olur.
74. İman edip de
Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran
ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler
onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık
vardır.
75. Sonradan iman eden ve
hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir.
Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar
birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz
ki Allah her şeyi bilendir.
Dolayısıyla
kimin kime vâris olacağını O daha iyi bilir. Bu âyet
inince nesep yolu ile akraba olmayanlar birbirlerine varis olamadılar.
|