En’âm sûresi, 165 âyettir. 91, 92, 93 ve 151, 152, 153. âyetler
Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. Sûrenin bazı
âyetlerinde Arapların, kurban edilen hayvanlarla ilgili birtakım
gelenekleri kınandığı için sûreye En’âm sûresi
denmiştir. En’âm; koyun, keçi, deve, sığır ve
manda cinslerini bir arada ifade eden bir kelimedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Hamd, gökleri ve yeri
yaratan, karanlıkları ve aydınlığı
var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir
olanlar (hâla putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar.
2. Sizi bir çamurdan
yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet
günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.
3. O, göklerde ve yerde
tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı
bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı
da bilir.
4. Rablerinin âyetlerinden
onlara (kâfirlere) bir âyet gelmeyedursun, o âyetlerden ille
de yüz çevirirler.
5. Gerçekten onlar,
kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı.
Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri
gelecektir.
Âyette zikredilen «Hak»tan maksat Kur’an ile Peygamber (s.a.)in
getirdiği diğer mucizelerdir.
6. Görmediler mi ki,
onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları
kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar
indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız
nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları
sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka
nesiller yarattık.
Bu âyette Yüce Allah, geçmiş kavimlere verdiği nimetleri
bildirmekte ve bu nimetlere nankörlük edip Allah’a isyan edenlerin
sonunda helâk olduklarını haber vermektedir.
7. Eğer sana kâğıt
üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar
elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr
ediciler: Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir,
derlerdi.
Kur’an-ı Kerim ya Cebrail vasıtasıyla veya vasıtasız
olarak Peygamberimize indirilmiştir. Hangi şekilde olursa
olsun, indirilen âyetler, kitap halinde değil, sadece okunarak
Peygamber (s.a.)e öğretilip ezberlettirilmiştir. İnkârcılar
âyetleri gördükleri ve işittikleri halde bu şekildeki bir
vahyi kabul etmeyip, vahyin yazılı belgeler halinde
gelmesini istediler. Yüce Allah, bu âyette Kur’an’ın onların
istediği şekilde indirilmesi halinde bile kâfirlerin yine
inkâr edeceğini bildirmektedir. Zira daha önce Musa (a.s.)a
Tevrat yazılı belgeler halinde indirildiği halde
inanmayanlar yine inanmamışlardı.
8. Muhammed'e (görebileceğimiz)
bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir
melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık
kendilerine göz bile açtırılmazdı.
9. Eğer peygamberi
bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine
sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya
düşürürdük.
Şimdi, peygamber insan olduğu için, «Sen de bizim gibi bir
insansın» diyerek inanmayan kâfirler, o zaman da meleği
insan sûretinde görecekler ve ona «Biz senin melek olduğunu
nereden bilelim; sen de bizim gibi bir insansın» diyerek onun
melek olduğuna inanmayacaklar, getirdiklerini dinlemeyecekler ve
peygamberliğini tasdik etmeyeceklerdi.
10. Senden önceki
peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay
edenleri alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti.
11. De ki: Yeryüzünde
dolaşın, sonra (peygamberleri) yalanlayanların
sonunun nasıl olduğuna bakın!
12. (Onlara) Göklerde ve
yerde olanlar kimindir? diye sor. «Allah'ındır» de.
O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi,
varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde
elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte
onlar inanmazlar.
13. Gecede ve gündüzde
barınan her şey O'nundur. O her şeyi işitendir,
bilendir.
14. De ki: Gökleri ve
yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen
Allah'tan başkasını mı dost edineceğim!
De ki: Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve
sakın müşriklerden olma! (denildi).
15. De ki: Ben, Rabbim'e
isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin)
azabından korkarım.
16. O gün kim azaptan
kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir.
İşte apaçık kurtuluş budur.
17. Eğer Allah seni
bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka
giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse,
(bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz O herşeye
kadirdir.
Bu âyette hitap Peygamber (s.a.)edir, ancak hüküm umumidir. Yani
Allah bir kimseye zarar vermek isterse bütün insanlık bir araya
gelse o zararı gideremez ve ona Allah’ın takdir ettiğinden
fazla fayda sağlayamaz. Bir kimseye de Allah hayır murat
etmişse bütün insanlık bir araya gelip o hayrı önlemek
isteseler bunu da yapamazlar. Çünkü hayrı da şerri de
yaratan Allah’tır.
18. O, kullarının
üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet
sahibidir, herşeyden haberdardır.
19. De ki: Hangi şey
şahadetçe en büyüktür? De ki: (Hak peygamber olduğuma
dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an
bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi
uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka
tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki:
«Ben buna şahitlik etmem.» «O ancak bir tek Allah'tır,
ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle
uzağım» de.
Mekke halkı Resûlullah’a «Senin peygamber olduğuna
şahit yok» dediler. İşte bunun üzerine 19. âyet
indi.
20. Kendilerine kitap
verdiklerimiz onu (Resûlullah'ı) kendi oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan
edenler var ya, işte onlar inanmazlar.
21. Yalan sözlerle
Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha
zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa
ermezler!
22. Unutma o günü ki,
onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a
ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz
ortaklarınız? diyeceğiz.
23. Sonra onların
mazeretleri, «Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar
olmadık!» demekten başka bir şey olmadı.
Âhirette tecelli eden hakikat karşısında dünyadaki
hallerinden tamamen vazgeçen kimseler tek Allah’ın tanrılığını
ikrar edecekler, ne çare ki bu ikrar orada bir fayda vermeyecektir. O
gün ancak ceza ve mükâfat günüdür.
24. Gör ki, kendi
aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye)
uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup
gitti!
25. Onlardan seni (okuduğun
Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına
engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına
da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler
bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana
geldiklerinde: «Bu Kur'an eskilerin masallarından başka
bir şey değildir» diyerek seninle tartışırlar.
26. Onlar, hem insanları
Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar,
hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında
olmadan ancak kendilerini helak ederler.
27. Onların ateşin
karşısında durdurulup «Ah, keşke dünyaya
geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini
yalanlamasak ve inananlardan olsak!» dediklerini bir görsen!..
28. Hayır! Daha önce
gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü.
Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak
edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.
29. Onlar, hayat ancak bu
dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da
diriltilecek değiliz, demişlerdi.
30. Rablerinin huzuruna
getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: Bu
(yeniden dirilme olayı), hak değil miymiş?
diyecek. Onlar da «Rabbimize andolsun ki evet!» diyecekler.
Allah da, Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı
tadın! diyecek.
31. Allah'ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır.
Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca,
onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek
diyecekler ki: «Dünyada iyi amelleri terketmemizden dolayı
vah bize!» Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür!
32. Dünya hayatı
bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.
Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.
Hâla akıl erdiremiyor musunuz?
Ebu Cehil, Peygamber’e: «Biz sana yalancı demiyoruz. Çünkü
senin emîn ve sâdık olduğuna hepimiz kaniyiz. Biz ancak
Allah’ın âyetlerini inkâr ediyoruz» demişti. Resûlullah
bu duruma çok üzüldü. Allah Teâlâ peygamberini teselli etmek üzere
buyurdu ki:
33. Onların söylediklerinin
hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında
onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça
Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
34. Andolsun ki senden önceki
peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar,
yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen
sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek
hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden
bazısı sana da geldi.
35. Eğer onların
yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen
yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin
bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah
dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp
birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!
Bu âyetten anlaşıldığına göre, mucize göstermek
Peygamberin elinde değildir. Peygamber mucize ister; fakat Allah
dilerse ona mucize verir, dilemezse vermez. İşte bu durum,
peygamberlerin doğru söylediklerinin en büyük delilidir.
36. Ancak (samimiyetle)
dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları
diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler.
37. O'na Rabbinden bir
mucize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah
mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu
bilmezler.
38. Yeryüzünde yürüyen
hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan
ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o
kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet
(hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.
Bu âyette yeryüzündeki bütün canlıların insanlar gibi
birer tür oldukları bildirilmektedir. Tek hücrelilerden omurgalılara,
sürüngenlerden ayaklarıyla yürüyenlere ve kanatlarıyla uçanlara
varıncaya kadar bütün canlılar müstakil birer tür oluşturmaktadır.
Ancak insan, bu türlerin en şereflisidir. Her türün kendine
has ortak hayat kuralları vardır. Yüce Allah bunların
hayatlarını, gerek toplu olarak gerekse fert fert kontrol
eder; ihtiyaçlarını karşılar. Bu durum, yüce
Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir.
39. Âyetlerimizi
yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır
ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır,
dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
40. De ki: Ne dersiniz;
size Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse
size, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız?
Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!
41. Bilâkis yalnız
Allah'a yalvarırsınız. O da (kaldırılması
için) kendisine yalvardığınız belâyı
dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz
şeyleri unutursunuz.
42. Andolsun ki, senden
önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler
diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.
Yüce Allah önceki milletlere de peygamberler göndermiş, fakat
peygamberler inkâr edilmiş, Allah da inkâr edenleri şiddetli
fakirlik, hastalık ve çeşitli âfetlerle cezalandırmıştır.
43. Hiç olmazsa, onlara
bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi!
Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da
onlara yaptıklarını câzip gösterdi.
44. Kendilerine yapılan
uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz
sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine
her şeyin kapılarını açtık. Nihayet
kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları
zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire
onlar bütün ümitlerini yitirdiler.
Önceki ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlere iman
etmedikleri için Allah onlara çeşitli darlık ve musibetler
verdi; fakat onlar yine inanmadılar. Cenab-ı Allah, cezalarını
daha da artırmak için onlara bütün nimetlerin kapılarını
açtı, bol rızık ve nimetlere gömüldüler. Nimetin
gerçek sahibine şükredecekleri yerde zevk ve safaya daldılar,
O’nu unutup şehvetlerine teslim oldular. İşte böyle
tam bir sarhoşluk ve dalgınlık anında Allah onları
yakaladı da neye uğradıklarını bilemediler,
ne yapacaklarını düşünmekten âciz kaldılar ve
helâk olup gittiler.
45. Böylece zulmeden
toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a
mahsustur.
Allah’ın verdiği nimete şükredecekleri yerde nankörlük
ettiler, böylece kendilerine zulmettiler. Yüce Allah da yeryüzünü
onların zulüm ve küfürlerinden temizlemek için onları
helâk etti.
46. De ki: Ne dersiniz; eğer
Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi
kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size
Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir! Bak,
delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar!
47. De ki: Söyler
misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça
gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur?
48. Biz, peygamberleri
ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.
Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar
üzüntü de çekmeyecekler.
49. Âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı
onlar azap çekeceklerdir.
50. De ki: Ben size,
Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum.
Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de
demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör
ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?
Müşrikler, Resûlullah (s.a.)a «Sen Allah tarafından gönderilmiş
bir peygamber isen Allah’dan iste de bize dünya nimetlerini bol bol
versin, aksi halde sana inanmayız» dediler. Bunun üzerine bu âyet
indi ve Peygamberin, insanları zenginleştirmek için değil,
onlara gerçeği tebliğ etmek için gönderildiği ifade
edildi.
51. Rablerinin huzurunda
toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile)
uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir
aracı vardır; belki sakınırlar.
52. Rablerinin rızasını
isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların
hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da
onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki bunları kovup da
zalimlerden olasın!
Kureyş büyükleri Resûlullah (s.a.)ın yanına
geldikleri zaman fakir müminlerin yanlarında bulunmasını
istemiyorlardı. Resûlullah da onların isteklerine uyarak bu
müminleri yanından çıkarmak istedi. Bunun üzerine Ce-nab-ı
Hak, Peygamberimizi bu âyetle uyardı.
53. «Aramızdan
Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu
kimseler de bunlar mı!» demeleri için onların bir kısmını
diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri
daha iyi bilmez mi?
Kâfirler, iman şerefine ermiş fakir müminlerin,
Peygamberin yanında kendileriyle aynı seviyede tutulmalarını
hazmedemediler. Halbuki Allah katında zengin-fakir ayırımı
yoktur, üstünlük iman ve takvâya dayanmaktadır. Onlar bu
şekilde bir imtihana tâbi tutuldular, inananlar kazandılar,
gururuna yediremeyenler ise kaybettiler.
54. Âyetlerimize
inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size!
Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu
ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından
tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir.
55. Böylece suçluların
yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.
56. De ki: Allah'ın
dışında taptığınız şeylere
tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin arzularınıza
uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete
erenlerden olmam.
57. De ki: Şüphesiz
ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.
Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz
(azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır.
O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en
hayırlısıdır.
Kâfirler, inanmadıkları için üzerlerine gökten taş
yağdırılması yahut acıklı bir azaba uğratılmaları
gibi bir mucize istiyorlardı. Halbuki İslâm davası
daha yeni başlamıştı. O yoluna devam edecek, aklî
ve ilmî delillerle her tarafa yayılacaktı. Dolayısıyla
onların istediği şekilde bir azabı Peygamber
istemediği gibi Allah da göndermedi.
58. De ki: Acele istediğiniz
şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda
iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir.
59. Gaybın
anahtarları Allah'ın yanındadır; onları
O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa
bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez.
O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi
bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.
Göklerde ve yerde insan ilminin keşf edip insanlığın
istifadesine sunamadığı nice hazineler vardır ki
Allah bunları bilir, zamanı geldiğinde, dilediğini
insanlığın istifadesine sunar, dilediğini de kendi
ilminde saklı tutar. İşte gaybın anahtarlarından
maksat bunlar olmalıdır.
60. Geceleyin sizi öldüren
(öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi
bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün
sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz
yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı
size haber verecektir.
61. O, kullarının
üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular
gönderir. Niha-yet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli
melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede
kusur etmezler.
62. Sonra insanlar gerçek
sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm
yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.
63. De ki: Karanın
ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim
kurtarır ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak «Eğer
bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız»
diye dua edersiniz.
64. De ki: Ondan ve bütün
sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz
yine O'na ortak koşarsınız.
65. De ki: «Allah'ın
size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın
altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da
birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını
tattırmaya gücü yeter.» Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi
nasıl açıklıyoruz!
Önceki kavimler kendilerine gönderilen peygamberlere iman etmeyip
isyan ve taşkınlıklara devam edince Allah, onların
bazılarının üzerine gökten taş yağdırıp
helâk etti, memleketleri taş yığını haline
geldi; bazılarını da şiddetli depremle helâk
etti, memleketlerini virânelere çevirdi, bir kısmını
da iç karışıklıklarla birbirine kırdırdı.
İşte bu âyet-i kerime o olaylara işaret ederek son
Peygamberin ümmetini uyarmaktadır.
66. Kur'an hak olduğu
halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil (kefil)
değilim.
Âyetin son cümlesi ile Resûlullah’ın görevinin tebliğ
ve ikazdan ibaret olduğu belirtilmiştir.
67. Her haberin gerçekleşeceği
bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği
bileceksiniz.
68. Âyetlerimiz hakkında
ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde,
onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer
şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık
o zalimler topluluğu ile oturma.
Bazı hikmetlere binaen Mekke devrinde müşriklere karşı
savaşa izin verilmedi. Dolayısıyla müşrikler
Allah’ın âyetleriyle alay edip onları eğlenceye aldıklarında
doğrudan müdahale edilemiyordu. Onun için bu gibi durumlarda
onları terketmek Peygamber (s.a.)e emredildi. Şayet şeytan
unutturursa hatırladığı andan itibaren onlarla
oturması yasaklandı. Âyet Resûlullah (s.a.)e hitap etmekle
birlikte hükmü umumidir, ümmetine de şamildir. Bugün de
Allah’ın âyetleriyle alay edildiğini gören bir müslüman,
engellemeye gücü yetmiyorsa o meclisi terk etmelidir.
69. Takvâ sahiplerine,
inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk
yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir.
70. Dinlerini bir oyuncak
ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı
kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları
sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için
Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne
dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını
fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları
(günahlar) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir.
İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan
ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
71. De ki: Allah'ı bırakıp
da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?
Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların
saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek
istedikleri, arkadaşlarının ise: «Bize gel!»
diye doğru yola çağırdıkları şaşkın
kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz?
De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir.
Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.
Bu âyet, tevhidi kabul ettikten sonra şirke dönen, tek bir ilâha
kulluk ile çeşitli ilâhlara kulluk arasında tereddüt eden
kimsenin şaşkınlığını, hayretini
canlı ve müşahhas bir şekilde tasvir ediyor. Şeytanlar
onu aldatıp Allah’ın yolundan saptırmışlar,
küfre itmişlerdir. Bu halde şaşkın şaşkın
dolaşırken, Peygamber ve müminler «Bize gel» diye doğru
yola çağırmaktadırlar. İşte akıllı
ve basiretli insana düşen, tereddüdden sıyrılarak,
peygamber ve müminlerin çağrısına uymak ve imanın
sağladığı huzur ve emniyete kavuşmaktır.
72. «Namazı dosdoğru
kılın ve Allah'tan korkun» (diye de emredildik). O,
huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır.
73. O, gökleri ve yeri
hak (ve hikmet) ile yaratandır. «Ol!» dediği gün
herşey oluverir. O'nun sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği
gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı
bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
«Sûr», dünya ölçüleriyle mahiyeti kavranamayacak bir şey
olup, Allah Resûlü tarafından boynuza benzetilmiştir. Sûra
üflemekle görevli melek İsrafil (a.s.)dır. İki defa
üfleyecek, birincide kâinattaki canlılar yok olacak, ikincide
ise bütün canlılar tekrar dirilip kalkacaktır.
74. İbrahim, babası
Âzer'e: Birtakım putları tanrılar mı
ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık
bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.
Hz. İbrahim’in kavmi Irak’ta yaşayan Keldânîler idi. Yıldızlara,
gök cisimlerine taptıkları gibi putlara da taparlardı.
Hz. İbrahim babasının ve kavminin putlara taptıklarını
görünce onları sert bir dille kınadı, putların
tapılmaya lâyık olmadıklarını, Allah ile
insanlar arasında vasıta olamayacaklarını hatta
onlardan hiçbir fayda ve zararın gelemeyeceğini bildirdi.
75. Böylece biz, kesin
iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve
yerin melekûtunu gösteriyorduk.
Melekût, izzet ve hükümranlık demektir. Yüce Allah, Hz.
İbrahim’e göklerdeki hükümranlığını ve hükümranlığının
azametini göstermiştir.
76. Gecenin karanlığı
onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur,
dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem,
dedi.
77. Ay'ı doğarken
görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru
yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,
dedi.
78. Güneşi doğarken
görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca,
dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz
şeylerden uzağım.
79. Ben hanîf olarak, yüzümü
gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden
değilim.
«Hanîf» Allah’ı bir bilen, Hakk’a yönelen ve bâtıldan
hoşlanmayan anlamını ifade eder.
Hz.
İbrahim’in bu davranışından maksat, gerçekten
Allah’ı aramak mı, yoksa gök cisimlerine tapanları kınamak,
onların gittiği yolun yanlış ve yaptıklarının
bir sapıklık olduğunu göstermek midir? Bu hususta müfessirler
ihtilâf etmişlerdir. Ancak ikinci görüş gerçeğe
daha yakındır. Çünkü 74. âyette putlara taptıkları
için babasını ve kavmini ağır bir dille kınaması
Hz. İbrahim’de tevhid inancının mevcut olduğunu
göstermektedir. Nitekim 78. âyetin sonu da bunu vurgular.
80. Kavmi onunla tartışmaya
girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken,
Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz?
Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden
korkmam. Ancak, Rabbim'in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin
ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret
almıyor musunuz?
81. Siz, Allah'ın
size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri
O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz
şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız
(söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?»
İki guruptan maksat, Allah’ı bir kabul edenler ile O’na
ortak koşanlardır. Âhirette Allah’ın azabından
emin olmaya hangisi daha lâyıktır? Bir sonraki âyet buna
cevap vermektedir.
82. İnanıp da
imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar
var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru
yolu bulanlardır.
83. İşte bu,
kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz
delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz.
Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle
bilendir.
Âyette geçen ve “delil” diye tercüme edilen «hüccet»
kelimesi, kesin delil manasına gelir. Hz. İbrahim’e
verilen hüccetten maksat, ona ilham edilen tefekkür, muhakeme ve
mukayese gücüdür. Onun ay, güneş ve yıldızlar karşısındaki
tutumu ile müşriklere karşı verdiği mücadelede göstermiş
olduğu deliller ve diğer mucizeler bu cümledendir.
84. Biz O'na İshak
ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u da armağan ettik;
hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun
soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı
ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları
işte böyle mükâfatlandırırız.
85. Zekeriyya, Yahya,
İsa ve İlyas'ı da (doğru yola iletmiştik).
Hepsi de iyilerden idi.
86. İsmail, Elyesa',
Yunus ve Lût'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün
kıldık.
Bu peygamberlerin üstünlük sebepleri 89. âyette açıklanmıştır.
Bunlardan bazılarına peygamberlik görevi yanında hükümdarlık
da verilmiş ve kendilerine kitap gönderilmiştir, bazılarına
kitap gönderilerek peygamberlik verilmiş, bir kısmına
ise sadece peygamberlik verilmiş fakat kitap ve hükümdarlık
verilmemiştir.
87. Onların babalarından,
çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına
da (üstün meziyetler verdik). Onları seçkin kıldık
ve doğru yola ilettik.
88. İşte bu,
Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona
iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı
yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.
89. İşte onlar,
kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz
kimselerdir. Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr
ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek
bir toplum getiririz.
90. İşte o
peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen
de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime)
karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'an)
âlemler için ancak bir öğüttür.
Bu âyette, yukarıda isimleri anlatılan peygamberlerin
Allah’ın hidayeti ile doğru yolda gittikleri ifade
edilmekte ve Peygamberimize de onların yolunu takip etmesi
emrolunmaktadır. Geçmiş peygamberlerin birçok musibetlere,
tehlikelere, inkârlara göğüs germeleri, herşeye rağmen
vazifelerini hakkiyle yerine getirmeleri bu cümledendir.
Yahudi bilginlerinden Mâlik b. Sayf, Resûlullah (s.a.)in yanına
gelerek kitaplar üzerinde ileri geri konuşmaya başladı.
Resûlullah: Tevrat’ı Musa’ya indiren Allah hakkı için
söyle, Kitabınızda, «Allah şişman olan âlimlere
buğzeder» diye bir ibare görmedin mi? dedi. Şişman
bir adam olan Mâlik’in buna canı sıkılarak, «Allah
hiçbir beşere hiçbir kitap indirmedi» dedi ve bütün kitapları
inkâr etti. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
91. (Yahudiler) Allah'ı
gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir
beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise
Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği
Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp
(istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da
gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği
şeyler (Kur'an'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm)
sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları
bataklıkta oynayadursunlar!
92. Bu (Kur'an), Ümmü'l-kurâ
(Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz
ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir
kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve
onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam
ederler.
Mekke şehri İslâm dünyasının manevi merkezidir.
Onun çevresi de bütün dünyadır. Resûlullah (s.a.) bütün
insanlığa gönderilmiş bir peygamber olup, O’na gönderilen
Kur’an da bütün insanlığa hitap etmektedir. İşte
bunun için âyette Mekke şehrine şehirlerin anası
manasına «Ümmü’l-kurâ» denilmiştir.
93. Allah'a karşı
yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken
«Bana da vahyolundu» diyenden ve «Ben de Allah'ın
indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim» diyenden
daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu)
dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış,
onlara: «Haydi canlarınızı kurtarın!
Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve
O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış
olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile
cezalandırılacaksınız!» derken onların
halini bir görsen!
Müseylemetü’l-kezzâb ve Esved-i Ansî gibi yalancı
peygamberler, «Bize de vahiy geliyor» diyerek peygamberlik iddiasında
bulundular. İşte bu âyet onlar hakkında nâzil oldu.
94. Andolsun ki, sizi ilk
defa yarattığımız gibi teker teker bize
geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri
arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda
ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı
da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız
açılmış ve (tanrı) sandığınız
şeyler sizden kaybolup gitmiştir.
95. Şüphesiz Allah,
tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran,
diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah
budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz!
96. O, sabahı aydınlatandır.
O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı
(vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır.
İşte bu, azîz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen
Allah'ın takdiridir.
Bu âyet-i kerimede Yüce Allah, mahlûkatın geçimlerini temin
etmeleri için sabahı yani gündüzü yarattığını,
gündüzün meydana gelen bedenî ve ruhî yorgunluklarını
gidermeleri için geceyi dinlenme zamanı olarak, ay ve güneşi
de bir çok faydaları yanında, özellikle işlerin
sistemli ve hesaplı yürütülmesi için de yarattığını
bildirmektedir.
97. O, kara ve denizin
karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız
diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten
biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.
98. O, sizi bir tek
nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma
yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır.
Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir
şekilde açıkladık.
Bu âyette anlatılan kalma yerinden maksat, babaların sulbü
veya hayata elverişli olan yeryüzü; emanet olarak konulacak
yerden maksat da ana rahmi veya mezardır.
99. O, gökten su
indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla
bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler
bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan
sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı
birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve
nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı
zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün
bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.
100. Cinleri Allah'a
ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı.
Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar.
Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan
uzak ve yücedir.
Bazı Arap putperestleri cinleri Allah’a ortak koşarak
onlara taparlardı. Onların da Allah’ın mahlûku olduğunu,
mahlûk olan bir varlığın tanrı olamayacağını
düşünemiyorlardı. Ayrıca yahudiler, Uzeyr
Peygamber’e Allah’ın oğlu; hıristiyanlar da İsa
Peygamber’e Allah’ın oğlu diyorlardı. Bazı müşrikler
de meleklere dişilik vasfı isnat ederek Allah’ın kızları
diyorlardı. İşte Allah Teâlâ bunlara işaret
ederek kendisinin bu gibi vasıflardan münezzeh olduğunu
ifade buyurmaktadır.
101. O, göklerin ve
yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi
olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir!
Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla
bilen O'dur.
102. İşte
Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O,
her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na
kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak
tek varlık O'dur).
103. Gözler O'nu göremez;
halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen,
her şeyden haberdar olandır.
Gözler onun zâtını ve kemalini hakkıyle kavrayamaz
demektir. Bununla beraber, ehl-i sünnete göre cennette müminler Allah’ı
göreceklerdir. Bu hususta âyet ve hadisler vardır.
104. (Doğrusu) size
Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir.
Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim
de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.
Allah insanlara eşyayı görmeleri için nasıl maddi gözler
vermişse gerçekleri kavrayabilmeleri için de kalp gözü
diyebileceğimiz idrak güçleri vermiştir. Artık kim bu
kabiliyetini doğruya kullanmazsa zararı kendi aleyhine olur.
105. Böylece biz âyetleri
geniş geniş açıklıyoruz ki, «Sen ders almışsın»
desinler de biz de anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.
106. Rabbinden sana
vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden
yüz çevir.
107. Allah dileseydi,
onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine
bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.
108. Allah'tan başkasına
tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da
bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her
ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri
Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını
kendilerine bildirecektir.
Rivayete göre, Resûlüllah (s.a.) müşriklerin putlarını
kötülüyor ve ta’n ediyordu. Müşrikler: «Ya tanrılarımıza
sövmeye son verirsin veya biz de senin tanrına söveriz»
dediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Âyetin hükmü her zaman
geçerlidir. Millet veya fertlerin mukaddes kabul ettiği şeylere
sövmemek gerekir. Zira bu tür davranışlar daima aksi tesir
göstermekte ve mukaddes kabul edilen şeylere hakarete sebep
olmaktadır.
109. Kendilerine bir
mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir
şekilde Allah'a andiçtiler. De ki: Mucizeler ancak Allah
katındandır. Ama mucize geldiğinde de
inanmayacaklarının farkında mısınız?
110. Yine O'na iman
etmedikleri ilk durumdaki gibi onlarıın gönüllerini
ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın
olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.
111. Eğer biz onlara
melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı
ve her şeyi toplayıp karşılarına
getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi;
fakat çokları bunu bilmezler.
Sapıklığa dalanların sapmalarına sebep,
delillerin azlığı veya yokluğu değildir.
Şayet sapıkların dilediği gibi, ölüler dirilse
de kendileri ile konuşsa hatta kâinattaki her şey dile
gelse ve onları imana çağırsa, yine kabul etmezler.
Çünkü kalplerinde fitne, vicdanlarında pas vardır. Onlar
hidayete yönelmedikleri için Allah da hidayete ermelerini dilemez.
112. Böylece biz, her
peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı
sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da
yapamazlardı. Artık onları uydurdukları
şeylerle başbaşa bırak.
113. Âhirete
inanmayanların kalpleri ona (yaldızlı söze) kansın,
ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye
devam etsinler diye (böyle yaparlar).
114. (De ki): Allah'dan
başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size
Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap
verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından
indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye
düşenlerden olma!
115. Rabbinin sözü, doğruluk
ve adalet bakımından tamamlanmıştır.
O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir,
bilendir.
116. Yeryüzünde
bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın
yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir
şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
117. Muhakkak ki senin
Rabbin, evet O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O,
doğru yolda gidenleri de iyi bilendir.
118. Allah'ın âyetlerine
inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılarak
kesilenlerden yeyin.
119. Üzerine Allah'ın
adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa
Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında,
haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır.
Doğrusu bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına
uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları
çok iyi bilir.
İnsanlar çaresiz kalıp açlıktan ölüm tehlikesi gibi
bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarında,
haram olan şeylerden az miktarda yiyebilirler.
120. Günahın açığını
da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler,
yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.
121. Üzerine Allah'ın
adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz
bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına,
sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer
onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar
olursunuz.
Aslında yenmesi helâl olan herhangi bir hayvan, kasden Allah’ın
adı anılmadan kesilirse, o hayvanın etini yemek haram
olur.
122. Ölü iken dirilttiğimiz
ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir
ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde
kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi
olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü
gösterilmiştir.
123. Böylece biz, her
kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını
liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar,
ama farkında olmazlar.
124. Onlara bir âyet
geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri
bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah,
peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere,
yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah
tarafından aşağılık ve çetin bir azap
erişecektir.
125. Allah kimi doğru
yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de
saptırmak isterse göğe çıkıyormuş
gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne
işte böyle murdarlık verir.
Allah Teâlâ bu âyette bir tabiat kanununa da işaret
etmektedir. Göğe yükseldikçe basınç azalacağından
o nisbette teneffüs de güçleşir. Hatta 20.000 metreyi geçince
özel cihazlar olmadan insan nefes alamaz, ölür. İşte bu
kanuna işaret buyuran Yüce Allah, İslâm’a girmeyenlerin
göğüslerinin göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı
olacağını bildirmektedir.
126. Bu (din), Rabbinin
dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için
âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.
127. Rableri katında
onlara esenlik yurdu (cennet) vardır.Ve yapmakta oldukları
(güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.
128. Allah, onların
hepsini bir araya topladığı gün, «Ey cinler (şeytanlar)
topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız»
der. Onların, insanlardan olan dostları ise: «Ey
Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin
sürenin sonuna ulaştık» derler. Allah da buyurur ki:
Allah'ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız
yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir,
bilendir.
129. İşte böylece
işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını
diğer bir kısmının peşine takarız.
130. Ey cin ve insan
topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle
karşılaşacağınıza dair sizi uyaran
peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik
ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir
olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Gerçek şu ki:
Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri
helâk edici değildir.
Yüce Allah insanlara peygamber göndermeden onları sorumlu
tutmaz, inkâr ve günahları yüzünden onları cezalandırmaz.
Ancak insanlar gönderilen peygamberin uyarı ve korkutmalarına
kulak vermez de kendi istek ve arzularına uyarlarsa işte o
zaman azaba müstehak olurlar ve özür beyan etme imkânları da
kalmaz.
132. Herkesin yaptıkları
işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların
yaptıklarından habersiz değildir.
133. Rabbin zengindir,
rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi başka bir
kavmin zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra
yerinize dilediği bir kavmi yaratır.
134. Size vadedilen
mutlaka gelecektir; siz bunu önleyemezsiniz.
Âyet-i kerimedeki vaadden maksat, kıyametin kopması, ölümden
sonra dirilmek, haşir ve hesap günleridir, gibi çeşitli
manalar verilmiştir.
135. De ki: Ey kavmim!
Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun
(dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında
bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar.
136. Allah'ın yarattığı
ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca,
bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza)
dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor,
fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor!
Ne kötü hüküm veriyorlar?
Câhiliye Araplarından bazıları, ekinlerinin ve
hayvanlarının bir kısmını Allah ile putları
arasında bölüştürürler ve «Şu Allah’ın payı,
bu da tanrılarımızın payıdır» derlerdi.
Allah için ayırdıklarını konuklara ve fakirlere
harcarlar, tanrılar için ayırdıklarını da
onların huzurunda yapılacak âyin vb. şeylere
sarfederlerdi. Eğer Allah’ın hakkından putun hakkına
bir şey geçerse onu öyle bırakırlardı. Putun
hakkından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçerse,
onu alıp tekrar putun payına katarlardı. Ve «Allah
zengindir, bunlar ise fakirdir» derlerdi. Puta ayrılan, neticede
yine kendilerine kalacağından, onun payından Allah için
ayrılan tarafa bir şey geçmemesine dikkat ederlerdi.
İşte Yüce Allah onların bu yaptıklarına işaret
etmekte ve onları kınamaktadır.
137. Bunun gibi ortakları,
müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını)
öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler
hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah
dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları
uydurdukları ile başbaşa bırak!
138. Onlar saçma düşüncelerine
göre dediler ki: «Bu (tanrılar için ayrılan)
hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden
başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış
hayvanlardır.» Birtakım hayvanlar da vardır ki,
(Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine
Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları
iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır.
Müşrikler, bahîra, sâibe ve vasîle diye tarif ettikleri deve
ve koyunların et ve sütlerini, kendi istediklerinden başkalarına
haram kılmışlardı. (Bu hayvanlar hakkında
bilgi için bak. Mâide 5/103). Hâm diye tavsif ettikleri develere de
binilmesini yasaklamışlardı. Bir kısım
hayvanları keserken de Allah’ın adını değil,
putların adını anıyorlardı. Âyet onlara işaret
etmektedir.
139. Dediler ki: «Şu
hayvanların karınlarında olanlar yalnız
erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır.
Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın
erkek) hepsi onda ortaktır.» Allah bu değerlendirmelerinin
cezasını verecektir. Şüphesiz ki O hikmet
sahibidir, hakkıyla bilendir.
140. Bilgisizlikleri yüzünden
beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın
kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek
(kadınlara) haram kılanlar, muhakkak ki ziyana uğramışlardır.
Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu
bulacak da değillerdir.
Câhiliye devrinde Arapların birçoğu esir olmaktan veya
fakir düşmekten korkarak ya da gelin etmekten utanarak doğan
kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek
suretiyle öldürürlerdi. İşte Allah Teâlâ onların
bu durumuna işaret buyurarak onları kınamaktadır.
141. Çardaklı ve çardaksız
(üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları,
ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları
yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden
yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını
(zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin;
çünkü Allah israf edenleri sevmez.
142. Hayvanlardan yük taşıyanı
ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur.
Allah'ın size verdiği rızıktan yeyin, şeytanın
ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık
bir düşmandır.
Âyette geçen «hamûle», yük taşıyan hayvan demektir; «ferş»
ise henüz binilme çağına gelmemiş küçük hayvan
veya yününden, kılından yaygı, sergi ve döşek
yapılabilen hayvanlardır. Yatırılıp kesilen
hayvan manasına da gelir.
143. (Dişi ve erkek
olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden
iki... De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini
mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları
mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.
Araplar, bazen hayvanların erkeklerini, bazen dişilerini, bazen de bunların yavrularını haram sayarlardı. Yüce Allah onların bu telâkkilerini yermek için bu âyeti indirdi.
144. Deveden de iki, sığırdan
da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini
mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları
mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle
vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları
saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan
kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu
doğru yola iletmez.
145. De ki: Bana
vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan
yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek
Allah'tan başkası adına kesilmiş bir
hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış
birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek
ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan)
yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan
ve esirgeyendir.
Bu âyetin açıklaması için aynı suredeki 119. âyetin açıklamasına bakınız.
146. Yahudilere bütün tırnaklı
hayvanları haram kıldık. Sırtlarında
yahut bağırsaklarında taşıdıkları
ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere
sığır ve koyunun iç yağlarını da
onlara haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara
verdiğimiz cezâdır. Biz elbette doğru söyleyeniz.
Âyette zikredilen «bağy» kelimesi, zulüm manasınadır. Yahudilerin, peygamberleri öldürmeleri, tefecilik ederek fakirleri ekonomik bakımdan ezmeleri, haramı helâl, helâli haram saymaları gibi zulümleri sebebiyle Yüce Allah, âyette zikredilen şeyleri onlara haram kılmıştır. Yoksa aslında bunların hepsi haram değildir. 147. Eğer seni
yalanlarlarsa de ki: Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir.
Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan
uzaklaştırılamaz.
148. Putperestler
diyecekler ki: «Allah dileseydi ne biz ortak koşardık
ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.»
Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri)
yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar.
De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız
bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye
uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.
Müşriklerin haram kıldıkları şeyler için
bak: 138, 139. âyetler.
149. De ki: Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.
Müşrikler «Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne
de atalarımız... Hiçbir şeyi de haram kılmazdık»
diyerek kâfirliklerini Allah’ın iradesine bağlamak
istiyorlardı. Yüce Allah bu âyet ile kendisinin delilinin daha
üstün ve neticeye ulaştırıcı olduğunu
bildirdi. Zira O dileseydi kullarını günaha meyletmeyecek
özellikte yaratırdı. Ancak O bunu dilemedi, kullarını
hem günah işlemeye hem de sevap kazanmaya kabiliyetli bir özellikte
yarattı. Onlara irade verdi, kendi dilemesini de kulların
iradeleri doğrultusunda yöneltti. Ancak hayra razı oldu,
şerre razı olmadı. Allah dilese kuldaki kötülük
yapma özelliğini ondan alır ve böylece bütün insanlar
hidayete ermiş olurlardı. O zaman da imtihan hikmeti ortadan
kalkar ve maksat hasıl olmazdı.
150. De ki: Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar.
151. De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.
152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.
153. Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.
151. âyetten itibaren buraya kadar olan emirlere «On emir» veya «on
vasiyet» denilir ki, bunlar bütün peygamberlerin şerîatlarında
mevcuttur.
154. Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler.
155. İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Buna uyun ve Allah'tan korkun ki size merhamet edilsin.
Tevrat ve İncil Arapça olmayan dillerde indikleri için, Araplar
bu durumu bahane ederek «biz onların dillerinden anlamıyoruz,
dolayısıyla onlardaki bilgilere vâkıf değiliz»
diyebilirlerdi. İşte Cenab-ı Hakk’ın son
Peygamber’e Kur’an’ı Arapça olarak indirmesinin
sebeplerinden biri Kur’an için de böyle demelerini önlemektir.
156 ve 157. âyetler bu hususu açıklamaktadır.
156. «Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (hıristiyanlara ve yahudilere) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik» demeyesiniz diye;
157. Yahut «Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
158. Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!
Allah Teâlâ bu âyette inkârcıların kendilerine, görebilecekleri
bir melek veya Allah bizzat gelmedikçe ya da Peygamberin haber verdiği
kıyamet gününe dair bazı alâmetler görülmedikçe
inanmayacaklarını, ama böyle bir alâmet geldiği gün
de onların imanlarının kabul edilmeyeceğini
bildirmektedir. Bu alâmetler de hadislerde, bir dumanın zuhuru,
yer hayvanının çıkması, doğuda, batıda
ve Arabistan’da bazı yerlerin batması, Deccâl’in çıkması,
güneşin batıdan doğması, Ye’cûc ve Me’cûc’un
çıkması ve Aden tarafında bir ateşin zuhuru gibi
vakalar olarak bildirilmiştir.
159. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: Yahudiler yetmiş bir
guruba ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir.
Benim ümmetim de yetmiş üç guruba ayrılacaktır,
birinden başka hepsi cehennemdedir. «O kurtuluşa eren gurup
kimdir ya Rasûlallah?» sorusuna cevaben: «Onlar benim ve ashabımın
gittiği yoldan gidenlerdir» dedi.
160. Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.
161. De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.
162. De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.
Meâlde kurban olarak tercüme ettiğimiz "nüsük" kelimesi bazı müfesirlerce ibadet olarak açıklanmıştır
163. O'nun ortağı
yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların
ilkiyim.
164. De ki: Allah her
şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım?
Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir
suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz
Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz
gerçeği size haber verecektir.
165. Sizi yeryüzünün
halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda
sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan
O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve
gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.
|