Medine’de inmiştir. 286 âyettir. Kur’an’ın en
                  uzun sûresidir. Adını, 67-71. âyetlerde yahudilere
                  kesmeleri emredilen sığırdan alır.
                  Yalnız 281. âyeti Veda Haccında Mekke’de
                  inmiştir. İnanca, ahlâka ve hayat nizamına
                  dair hükümlerin önemli bir kısmı bu sûrede yer
                  almıştır. 
                  
                 
                 
                Bismillâhirrahmânirrahîm
                
                 
                1.
                Elif. Lâm. Mîm.
                
                 
                2.
                O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler
                (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol
                göstericidir.
                
                 
                3.
                Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine
                verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
                
                 
                4.
                Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman
                ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
                
                 
                5.
                İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler
                ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
                 
                 
                
                  
                    
                  
                  Kur’an sûrelerinden bazılarının
                  başında «el-hurûfu’l-mukattaa» denilen birtakım
                  harfler vardır ve bunlar bulunduğu sûreden bir
                  âyettir. Böyle manası açık olmayan âyetlere «müteşâbih» denir. Müteşâbih olan âyetin
                  gerçek manasını ancak Allah bilir. Bazı
                  âlimler ise onları «tevil» ederler. Buna göre Elif,
                  Lâm, Mîm harflerine şu manalar verilmiştir: 
          a)
          İşte elinizdeki Kur’an’ın kelimeleri bu harflerden
          teşekkül etmiştir. Buyurun, siz de benzerini yapın! 
          b)
          Dikkatleri toplamak için bir edebî sanattır. Zira söze üstü
          kapalı olarak başlamak sonra onu açmak daha fazla ilgi
          uyandırır. 
          c)
          Öğrenmenin harflerle başladığına
          işarettir. 
          Müttakî,
          takvâ sahibi demektir. Allah’ın azabından hakkıyla
          korkan, O’nun buyruklarına karşı gelmekten
          sakınan, rahmetine güvenip gerektiği gibi kulluk eden
          kimselere Kur’an’da hep «müttakîler» denmiştir. 
          Gayba
          iman, İslâm’ın «Âmentü»sünün kısaltılmış
          ifadesidir. Manası: Allah’a, meleklere, kitaplara,
          peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve
          şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Kur’an’ın
          pek çok yerinde «Gayba iman eder» veya «ederler» cümlesi
          gelecektir. Bunların hepsi, iman esaslarının
          kısaltılmış şeklidir. 
          Bakara
          sûresinde söze, önce dikkatleri çeken harflerle başlanılmış,
          hemen arkasından Kur’an’dan söz edilmiştir. Demek ki,
          şu elinizdeki kitap (Kur’an) kendisinde şek ve şüphe
          bulunmayan Allah kelâmı ve iyiler için doğru yol
          rehberidir. Kur’an, bir rehberdir, yol göstericidir. Ancak kime yol
          gösterir, kime rehberlik eder? İşte âyetlerde bu soruya
          cevap verilmiş, öncelikle müttakî olup gayba inananlara yol
          gösterdiği anlatılmıştır. Kur’an gerçekte
          bütün insanlığa indirilmiştir. Ancak, sadece ona yönelen
          ve onunla doğru yolu bulmak isteyenlere rehber olacaktır. 
          Burada
          gayba imandan sonra «Kelime-i Şehâdet, namaz, zekât, oruç ve
          hac»dan ibaret olan İslâm’ın beş temelinden sadece
          «namaz ile zekât» zikredilmiştir. Bu iki temelin zikri,
          örnekleme yoluyla diğerlerine de işarettir. Bu itibarla Kur’an’da
          «namaz ile zekât» bu âyette olduğu gibi beraber
          anıldığı vakit, beş temele işaret
          edilmektedir. 
                6.
                Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da
                korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.
                
                 
                7.
                Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
                Onların gözlerine de bir çeşit perde
                gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir
                azap vardır.
                
                 
                8.
                İnsanlardan bazıları da vardır ki,
                inanmadıkları halde «Allah'a ve ahiret gününe inandık»
                derler.
                
                 
                9.
                Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri
                aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar
                ve bunun farkında değillerdir.
                
                 
                10.
                Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da
                onların hastalığını çoğaltmıştır.
                Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için
                elîm bir azap vardır.
                
                 
                11.
                Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği
                zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
                
                 
                12.
                Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin
                anlamazlar.
                
                 
                13.
                Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman
                edin, denildiği vakit «Biz hiç, sefihlerin (akılsız
                ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!»
                derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu
                bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
                
                 
                14.
                (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları
                vakit «(Biz de) iman ettik» derler. (Kendilerini saptıran)
                şeytanları ile başbaşa
                kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla
                (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
                
                 
                15.
                Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında
                onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş
                dolaşırlar.
                
                 
                16.
                İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti
                satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı
                olmamış ve kendileri de doğru yola
                girememişlerdir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Cenab-ı Allah bu sûresinin başında önce yüce
                  kitabı Kur’an’dan, onun müttakîler için bir yol
                  gösterici ve hidayet kaynağı oluşundan, sonra
                  da gayba imandan ve İslâm’ın temelini
                  oluşturan ana vazifelerden söz etmiş ve bu arada
                  insanları inanç yönünden üç guruba ayırmıştır: 
          Birincisi
          müminlerdir; onların vasıfları ilk beş âyette
          özetlenmiştir. 
          İkincisi
          kâfirlerdir; onların durumu da altıncı ve yedinci
          âyetlerde özetlenmiştir. 
          Üçüncüsü,
          münafıklardır; bunların durumları da geniş
          bir şekilde ele alınarak 8. âyetten 21. âyete kadar geçen
          âyetlerde açıklanmıştır. 
          Kur’an,
          insanlığa doğru yolu göstermek için gönderilmiş
          bir kitaptır. Bu itibarla ilk önce kendisine muhatap olan insanlığın
          doğru veya yanlış inanç durumunu bunların
          getirdiği mesuliyetleri, doğruya veya eğriye inanan
          insanın dünyada ve ahirette karşılaşacağı
          neticeleri izah etmiştir. 
                17.
                Onların (münafıkların) durumu, (karanlık
                gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş
                yanıp da etrafını
                aydınlattığı anda Allah, hemen onların
                aydınlığını giderir ve onları
                karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir
                şeyi) görmezler.
                 
                 
                Âyet, münafıkların
                ilk anda İslâm’ın nurundan aydınlanıp müslüman
                olmalarını, karanlık gecede yanan meş’aleye
                ve ondan faydalananlara; sonra hemen küfre dönmelerini de o meş’alenin
                sönüvermesine ve oradakilerin karanlıkta kalmalarına
                benzetiyor. 
                18.
                Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple
                onlar geri dönemezler.
                
                 
                19.
                Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde
                boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve
                şimşek bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin
                durumu) gibidir. O münafıklar
                yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla
                parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki
                Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
                
                 
                20.
                (O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış
                gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca
                orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine
                çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah
                dileseydi elbette onların kulaklarını
                sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz
                her şeye kadirdir.
                
                 
                21.
                Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk
                ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın
                azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.
                
                 
                22.
                O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de
                (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla,
                size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı.
                Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.
                
                 
                23.
                Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye
                düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin,
                eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri
                şahitlerinizi (yardımcılarınızı)
                da çağırın.
                
                 
                24.
                Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız-
                yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden
                sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
                
                 
                25.
                İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden
                ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O
                cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak
                yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu,
                derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden
                dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için
                cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî
                kalıcılardır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyette, dünyada müslüman olup güzel işler yapan
                  ve gerçekten mümin olarak ahirete göçen kimselerin
                  alacakları mükâfatlar anlatılmış, orada
                  cennetliklere verilen nimetlerin dünyadakilere benzediğine
                  işaret edilmiştir. Ancak, ahiret nimetlerinin dünyadakilerle
                  aynı olduğu düşünülmemelidir. Nitekim,
                  Buhârî’nin «Bedü’l-halk» bahsinde rivayet ettiği
                  bir hadiste «Cennet ehline gözlerin görmediği,
                  kulakların işitmediği, kalplerden bile geçmeyen
                  nimetler verilir» denilmiştir. 
                26.
                Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için)
                sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal
                getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle
                misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu
                bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle
                ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır,
                birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği
                misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü
                bunlar birer imtihandır).
                 
                 
                Bu âyette, sivrisinek ve ondan
                daha zayıf yaratıklarla temsil getirilmesini küçümseyenlerin
                aslında kendilerinin küçük ve değersiz
                oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış,
                bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve
                değerli kimseler oldukları bildirilmiştir. Bunlar
                birer imtihandır. İnsanlardan bir kısmı iman
                eder, imtihanı kazanır, bir kısmı da
                kaybeder. 
                27.
                Onlar öyle (fâsıklar) ki, Allah'a kesin söz verdikten
                sonra sözlerinden dönerler. Allah'ın, ziyaret edilip hal
                ve hatırının sorulmasını istediği
                kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat
                çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.
                 
                
           
                
          Fâsık, hak yoldan sapan kimsedir. Kesin olarak verilen söz de
          ehl-i kitabın Tevrat ve İncil’de geleceği bildirilen
          âhir zaman Peygamberine iman edeceklerini söylemeleridir ki, gelince
          iman etmediler ve sözlerinde durmadılar. İslâm’ın
          çok değer verdiği akraba, komşu ve yakınlarla
          ilgilenip bunlara yardım etmeyi terkettiler, fitne ve fesat
          unsuru oldular, böylece hem dünyada hem de ahirette zarar
          gördüler. 
                28.
                Siz cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr
                edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve
                sonunda O'na döndürüleceksiniz.
                 
          
                  
                    Bu
          âyette, insanın ilk yaratılmasından önceki haline
          «ölü» denilmesi, bazılarının iddia ettikleri gibi
          tenâsüh ile ilgili değildir. Âyette insan hayatının
          üç safhası anlatılmıştır: Yoktan
          yaratılma, ölüm, ahirette tekrar dirilme. Esasen tenâsüh düşüncesi,
          her insanın kendi amelinden sorumluluğu ve
          dolayısıyla adalet ilkesine ters düşmektedir. 
                29.
                O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra
                (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi gök
                olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi
                hakkıyla bilendir.
                
                 
                30.
                Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife
                yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih
                ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak,
                orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah
                da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim,
                dedi.
                 
                
                  
                    
                  
                  Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah, yeryüzünde
                  iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış,
                  orada ilâhî hükümranlığı gerçekleştirme
                  görevini de ona vermiştir. 
                31.
                Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları
                önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık
                iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
                
                 
                32.
                Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz,
                senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz
                yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin,
                dediler.
                
                 
                33.
                (Bunun üzerine:) Ey Âdem! Eşyanın isimlerini
                meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara
                anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda
                görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan
                da öte, gizli ve açık yapmakta
                olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?
                dedi.
                
                 
                34.
                Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik.
                İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve
                büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
                  
                 
                Bundan
                sonra Hz. Âdem ve nesli, aslı cinlerden olup, sonra
                şeytanların başı olan İblis ve nesline
                uyup uymamakta sınanacaklardır. 
                35.
                Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete
                yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her
                yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca
                yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her
                ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.
                
                 
                36.
                Şeytan onların ayaklarını kaydırıp
                haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten)
                onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız
                diğerine düşman olarak ininiz, sizin için
                yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak
                vardır, dedik.
                
                 
                37.
                Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar
                aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul
                eden ve merhameti bol olandır.
                 
                
                  
                    
                  
                  Hz. Âdem’in Rabbinden aldığı ilhamlar
                  hakkında çeşitli yorumlar
                  yapılmıştır. Bu ilhamlar, onu ikaz ve
                  irşat mahiyetinde tavsiyelerdir. İbn Mes’ûd’a
                  göre namazlara başlarken okuduğumuz
                  «Sübhâneke», Hz. Âdem tarafından o zaman söylenmiş
                  bir tesbih ve duadır. 
                38.
                Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir
                hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için
                herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
                
                 
                39.
                İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar
                cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.
                
                 
                40.
                Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi
                hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin
                ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden
                korkun.
                
                 
                41.
                Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici
                olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr
                edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık
                ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan)
                korkun.
                
                 
                42.
                Bilerek hakkı bâtıl ile
                karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.
                
                 
                43.
                Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla
                verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.
                
                 
                44.
                (Ey bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı)
                okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara
                iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?
                Aklınızı kullanmıyor musunuz?
                
                 
                45.
                Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz
                o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler
                dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
                 
                
                  
                    Âyette
                geçen sabırdan maksadın oruç olduğu söylenmiştir.
                Oruç ve namaz, imanı takviye eder, nefsin kibrini
                kırar, tembelliği ve uyuşukluğu giderir, zor
                işler karşısında insanı güçlü kılar.
                Taberânî’nin rivayetine göre, Resûlullah (s.a.) zor bir işle
                karşılaşınca hemen namaz kılardı.
                «Allah’a saygıdan kalbi ürperenler» diye tercüme
                edilen «hâşiîn» zümresine namaz kılmak, oruç
                tutmak, sabırlı olmak, her yerde ve her zaman gerçekleri
                söylemekten çekinmemek zor gelmez, zira onlar Allah sevgisi
                ile kalpleri dolmuş kimselerdir. 
                46.
                Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve
                O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen
                kimselerdir.
                
                 
                47.
                Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve
                sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı
                hatırlayın.  
                
                  
                    
                  
                  Kendi içinden peygamber gönderilen millet, o anda diğer
                  kavimlerden üstündür. Zira Cenab-ı Allah, milletler
                  arasından o kavmi ve onlardan da o şahsı seçmiştir.
                  Dolayısıyla önce peygamber, sonra ailesi daha sonra
                  da milleti bir şeref kazanmıştır. İçinden
                  peygamber gönderilen milletin bir yönden üstünlüğü
                  vardır, diğer yönden de sorumluluğu daha
                  fazladır. Nitekim bu âyette üstünlüğü
                  bildirilen Benî İsrail hakkında aynı sûrenin
                  61. âyetinde onların zillet ve meskenete dûçar
                  oldukları, Allah’ın gazabına mâruz kaldıkları
                  anlatılmıştır. 
                48.
                Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası
                için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin
                vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz;
                onlara asla yardım da yapılmaz.
                
                 
                49.
                Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından
                kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü
                reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı
                kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı
                hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva
                görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. 
                
                  
                    
                  
                  Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen
                  bir ünvandır. Hz. Musa’nın gelmesine tekaddüm
                  eden senelerde kâhinler, İsrailoğullarından
                  doğacak bir çocuğun, Firavun’un tacını
                  tahtını yıkacağını söylediler.
                  Bunun üzerine Firavun, yeni doğan erkek çocukların
                  kesilmesini emretti. Allah bununla
                  İsrailoğullarını imtihan ediyordu. 
                50.
                Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi
                kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz
                bakıp dururken denizde boğduk.
                 
                
                  
                    
                  
                  Rivayetlerden, bu mucizenin Kızıldeniz’de geçtiği
                  anlaşılmaktadır. 
                51.
                Musa'ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik.
                Sonra haksızlık ederek buzağıyı
                (tanrı) edindiniz.
                 
                 
                
                
                  
                    Hz.
                Musa Tûr-i Sînâ’ya gidince Sâmirî adında birisi,
                altından yaptığı bir buzağı
                heykelini getirir, «Bu sizin Rabbinizdir. Musa bunu unuttu, o
                gelinceye kadar buna tapın» der. Hz. Harun buna mani
                olmaya çalışırsa da başaramaz. Bu
                kıssa Tâhâ sûresinde genişçe anlatılacaktır. 
                52.
                O davranışlarınızdan sonra
                (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik.
                
                 
                53.
                Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitab'ı ve
                hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik.
                
                 
                54.
                Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz,
                buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük
                ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de
                nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün.
                Öyle yapmanız Yaratıcınızın
                katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi
                kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul
                eden ancak O'dur.
                
                 
                55.
                Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça
                görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de
                bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi
                yıldırım çarpmıştı.
                
                 
                56.
                Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.
                 
                
                  
                    Yıldırım
                çarpmasından baygın düşen kavim Allah’ın
                iradesi ile yeniden canlanır ve istediklerinin
                yanlış olduğunu anlar. Âyette bu olay, ölme ve
                tekrar dirilme olarak anlatılmıştır. 
                57.
                Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve
                bıldırcın gönderdik ve «Verdiğimiz güzel
                nimetlerden yeyiniz» (dedik). Hakikatta onlar bize değil
                sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.
                
                 
                58.
                (İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada
                bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin,
                kapısından eğilerek girin, (girerken) «Hıtta!»
                (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı
                bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara
                (karşılığını) fazlasıyla
                vereceğiz, demiştik.
                 
                
                  
                    Âyette
                geçen kasabadan maksat Kudüs veya Erîha’dır.
                «Muhsin» kelimesi ise, «ihsan» mastarından ism-i fâildir.
                Yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız
                yapanların vasfıdır. Kur’an’ın pek çok
                âyetinde muhsinler övülmüştür. Meşhur Cibril
                hadisinde ise ihsan, Allah’ı görürcesine kulluk etmek
                diye açıklanmıştır. 
                59.
                Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle
                değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları
                kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir
                azap indirdik.
                 
                
                  
                    
                  
                  58. âyette kendilerine söylenenleri dinlemeyip kötülük
                  eden yahudilere Allah Teâlâ veba gibi bir takım kötü
                  illet ve hastalıklar vermiştir. 
                60.
                Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona:
                Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal
                (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük,
                içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın
                rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde
                bozgunculuk etmeyin, dedik.
                
                 
                61.
                Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa!
                Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin
                bitirdiği şeylerden; sebzesinden,
                hıyarından, sarımsağından,
                mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın,
                dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek
                mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz
                sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra)
                üzerlerine aşağılık ve yoksulluk
                damgası vuruldu. Allah'ın gazabına
                uğradılar. Bu musibetler (onların
                başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam
                etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri
                sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve
                taşkınlıkları sebebiyledir. 
                
                  
                    
                  
                  Benî İsrail’e alçaklık ve yoksulluk
                  damgasının vurulmasına sebep olarak hakkı
                  inkar etmeleri ve onu söyleyen peygamberleri acımasızca
                  öldürmeleri gösterilmiştir. Şuayb, Zekeriyya ve
                  Yahya gibi pek çok peygamberi öldürmüşlerdir. 
                62.
                Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan
                ve sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih
                amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar
                vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar
                üzüntü çekmeyeceklerdir.
                 
                
                  
                    Yahudi
                kelimesi, buzağıya tapmaktan tevbe ettikleri vakit
                İsrailoğullarına takılmış bir
                addır. Bir rivayete göre de Hz. Ya’kub’un en büyük oğlu
                Yahûzâ’ya nisbet edilmiştir. Nasârâ, Hz. İsa’nın
                indiği Nâsıra kasabasına nisbettir, diyenler
                vardır. Bir rivayete göre Hz. İsa’nın Âl-i
                İmrân 52, Saff 14. âyetlerinde geçen «men ensârî
                ilallah» sözünden alınmıştır. Sâbiîler
                hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir görüşe
                göre, Hz. İbrahim’in dinini devam ettiren eski bir
                topluluk idi. Müfessirlerin bazıları da Sâbiîliğin
                yahudilikle hıristiyanlık arasında tevhidci bir
                din olduğunu belirtmişlerdir. Bazı yeni
                araştırmacılar ise, sâbiîlerin Bâbil’de yaşayan
                ve yarı hıristiyan olan bir mezhep müntesibi olduklarını
                ve Hz. Yahya’nın tâbilerine benzediklerini ifade etmişlerdir. 
                63.
                Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının
                altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda
                bulunanları daima hatırlayın, umulur ki,
                korunursunuz (demiştik de);
                
                 
                64.
                Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin
                üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı,
                muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.
                
                 
                65.
                İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu
                yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar
                olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.
                
                 
                66.
                Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi
                bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi,
                müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık.
                 
                
           
                
          Allah Benî İsrail’den kötülükte şuurlu olarak
          ısrar eden o bedbahtları önce maymun kılığına
          sokmuş, sonra da onları helâk etmiştir. Bunun,
          insanların aslının maymun olduğu iddiasıyla
          bir ilgisi yoktur. 
                67.
                Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi
                emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi.
                O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım,
                demişti.
                
                 
                68.
                «Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne
                olduğunu açıklasın» dediler. Musa: Allah diyor
                ki: «O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında
                bir inek.» Size emredileni hemen yapın, dedi.
                
                 
                69.
                Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın,
                dediler. «O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü,
                bakanların içini açan bir inektir» dedi.
                
                 
                70.
                «(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir
                sığır olduğunu bize açıklasın,
                nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz,
                inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz» dediler.
                
                 
                71.
                (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz
                boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin
                sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası
                bulunmayan bir inektir. «İşte şimdi gerçeği
                anlattın» dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler,
                ama az kalsın kesmeyeceklerdi.
                
                 
                72.
                Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında
                birbirinizle atışmıştınız. Halbuki
                Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
                
                 
                73.
                «Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin)
                bir parçasıyla vurun» dedik. Böylece Allah ölüleri
                diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini
                (Peygamberine verdiği mucizelerini) gösterir.
                 
          
                  
                    Sığır
          kesme kıssası, daha ziyade İsrailoğullarından
          iki gencin, mirasına konmaları için amcalarını
          öldürmelerine bağlanır. Olay Hz. Musa’ya arzedilir. Hz.
          Musa bir türlü katilleri bulamaz ve Allah’a sığınır.
          O da bir sığır kesilmesini, onun bir parçasıyla
          ölüye vurulmasını, ölünün dirilip katili haber vereceğini
          bildirir. Netice de böyle olur. Âyetlerin zahiri de buna işaret
          eder. Ancak eski Mısırlıların ineğe
          tapmaları, bir ara yahudilerin de buzağıya
          tapmış olmaları, sığır kesilmesi
          hadisesinde başka hikmetlerin de bulunduğunu gösterir. 
          «Bir
          parçasıyle ona vurun» buyurulup arkasından da Allah’ın
          ölüleri diriltmesinden bahsedilince, müfessirlerin çoğu bunu
          «kesilen ineğin bir parçası ile ölüye vurulmak suretiyle
          onun dirilmesi» şeklinde anlamışlardır. Bu
          takdirde olay bir mucizedir; Allah’ın kudreti ile ölü böyle
          bir sebep olmadan da dirilebilir. Dikkatleri daha ziyade çekmek için
          böyle bir merasim tertip edilmiş ve akabinde mucize gerçekleşmiştir. 
                74.
                (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz
                katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi
                yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi
                var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki,
                çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan
                bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan
                aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta
                olduklarınızdan gafil değildir.
                
                 
                75.
                Şimdi (ey müminler!) onların size
                inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan
                bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de
                iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.
                
                 
                76.
                (Münafıklar) inananlarla
                karşılaştıklarında «İman ettik»
                derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları
                vakit ise: Allah'ın size açtıklarını
                (Tevrat'taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize
                hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz;
                bunları düşünemiyor musunuz? derler.
                
                 
                77.
                Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını
                da Allah bilmektedir.
                
                 
                78.
                İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki,
                Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Bütün bildikleri
                kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde
                bulunuyorlar.
                 
                
                  
                    Ümmî,
                okur yazar olmayan demektir. Yahudi yahut hıristiyan
                olmayan Araplara da ümmî diyenler olmuştur. 
                79.
                Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel
                karşılığında satmak için «Bu Allah
                katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle
                yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve
                kazandıklarından ötürü vay haline onların!
                
                 
                80.
                İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün
                müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki
                (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız
                -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında
                bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
                
                 
                81.
                Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü
                kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler
                cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
                
                 
                82.
                İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da
                cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
                
                 
                83.
                Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca
                Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya,
                yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış
                ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı
                kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik.
                Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp
                gittiniz.
                 
                
                  
                    İsrailoğullarının
                yaptığı işler ve davranışlar
                hakkındaki bu bilgiler, Kur’an’ın geldiği
                devirde yaşayan yahudilerin Tevrat’ı tahrif edip gerçekleri
                gizlemelerinden dolayı verilmiştir. Çünkü Hz.
                Muhammed gönderildiği zaman Arabistan’da özellikle
                Medine (Yesrib) ve civarında oldukça kalabalık bir
                yahudi topluluğu yaşamakta idi. Âhir zaman peygamberi
                gönderilmeden önce bir peygamber geleceğini etrafa yayan
                yahudiler, peygamberimiz gelince ağız
                değiştirdiler. Zira onlar gelecek peygamberi
                yahudilerden bekliyorlardı. Araplardan gelince onu
                kıskandılar. Kur’an’da yahudiler hakkında
                daha çok bilgi verilmesinin sebebi budur. Âhir zaman
                peygamberi, sonunda hıyanetleri yüzünden onlarla savaşmak
                ve onları yurtlarından sürmek zorunda kalmıştır.
                Yahudiler hâla müslümanlara olan düşmanlıklarını
                devam ettirmektedirler.
                 
                84.
                (Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin
                kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi
                yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza
                dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek
                sonunda bunları kabul etmiştiniz.
                
                 
                85.
                Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün
                tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi
                yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta
                onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları
                yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde
                (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak
                geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz.
                Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir
                kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle
                davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık;
                kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir.
                Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil
                değildir.
                
                 
                86.
                İşte onlar, ahirete karşılık dünya
                hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne
                azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım
                edilecektir.
                 
                 
                 İslâm’dan önce Medine’de
                bulunan yahudiler iki fırka idiler. Onlardan birisi Evs,
                diğeri de Hazrec kabilesi ile beraber idi. Evs ile Hazrec
                kavga edip harbe tutuşunca onlar da beraber
                savaşırlardı. Bu arada yahudiler birbirlerini
                öldürürler ve yurtlarından kovarlardı. Esir olarak
                geri geldiklerinde bu sefer onları fidye verip geri
                alırlardı. Bu durum sorulduğu zaman da «Ne yapalım,
                Allah’ın emri böyle» derlerdi. Bunun gibi türlü mel’anetler
                yaparlardı. 
                87.
                Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda
                peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da
                deliller verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile
                destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı
                bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız
                kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!
                 
                
           
                
          Burada Allah Teâlâ İsrailoğullarına şu anlamda
          olmak üzere ikazda bulunuyor: Andolsun ki Musa’ya kitabı biz
          verdik, ondan sonra gelen peygamberleri biz gönderdik. Hz. İsa’yı
          da biz gönderdik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile takviye ettik. Siz onu
          öldürmeye teşebbüs ettiniz, fakat bunu yapamadınız.
          Hz. Muhammed’i de öldürmeye teşebbüs ediyorsunuz. Onu da
          yapamazsınız, biz onu koruruz. İnkâr ve isyanınız
          sebebiyle Allah’ın lânetini hakettiniz. Bundan sonra iman
          etmeniz beklenmez. Ortaya koyduğunuz mazeretler de geçersizdir. 
                88.
                (Yahudiler peygamberlerle alay ederek) «Kalplerimiz
                perdelidir» dediler. Hayır; küfür ve isyanları
                sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az
                inanırlar.
                
                 
                89.
                Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken
                kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı)
                doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri
                gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr
                ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.
                 
                
           
                
          83. âyette geçen açıklamaya bakınız. 
                90.
                Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik
                ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın
                indirdiğini (Kur'an'ı) inkâr ederek kendilerini
                harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar,
                gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler
                için alçaltıcı bir azap vardır.
                
                 
                91.
                Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin,
                denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a)
                inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr
                ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı
                doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır.
                (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor
                idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden
                öldürüyordunuz? deyiver.
                
                 
                92.
                Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra
                onun ardından, zalimler olarak buzağıyı
                (tanrı) edindiniz.
                
                 
                93.
                Hatırlayın ki, Tûr dağının
                altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi
                kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik.
                Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları
                sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki:
                Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü
                şeyler emrediyor!
                 
                
                  
                    
                  
                  Yahudiler Tevrat’tan edindikleri bilgilere göre bir
                  peygamber geleceğini biliyorlardı ve bunun
                  kendilerinden geleceğini düşünerek ondan
                  faydalanmanın planlarını
                  yapıyorlardı. Bekledikleri peygamber Araplardan
                  gelince onu inkâr ettiler. 89. âyette buna işaret
                  edilmiştir. Onlar aslında Hz. Musa’ya da
                  hakkıyla inanmış değillerdir. 92. âyette
                  ifade edildiği gibi Hz. Musa nice mucizeler
                  getirdiği halde o Tûr’a gidince buzağıya
                  taptılar. 
                94.
                (Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia ettiğiniz gibi)
                ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil
                de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru
                iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.
                
                 
                95.
                Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler
                (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman ölümü
                temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.  
                
                  
                    Yahudiler,
                «Ahiret hayatı sadece bize aittir» şeklinde iddia
                etmişler, bununla «Yahudi olmayanlar öbür dünyada
                nimete nail olamazlar» demek istemişlerdi. Bu iddiaya
                karşılık siz de onlara «Madem ki öyledir, hadi
                ölümü isteyin» deyiniz. Ama onlar asla ölmek istemezler. Bu
                âyetler, yahudilerin ırkçılık düşüncesinin
                ahirete kadar uzandığını gösterir.
                 
                96.
                Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı
                insanların en düşkünü olarak bulursun.
                Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın.
                Oysa yaşatılması onu azaptan
                uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta
                olduklarını eksiksiz görür.
                
                 
                97.
                De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki
                Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet
                rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı
                ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
                 
                
                  
                    
                  
                  Rivayete göre Fedek hahamlarından Abdullah b. Suriye
                  Peygamberimizle münakaşa etmiş, kendisine vahyi
                  kimin getirdiğini sormuş, «Cebrail» deyince «O
                  bizim düşmanımızdır. Başkası
                  getirseydi iman ederdik» demiştir. Bunun üzerine bu
                  âyet inmiştir. 
                98.
                Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e
                düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin
                düşmanıdır.
                
                 
                99.
                Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!)
                Onları ancak fasıklar inkâr eder.
                
                 
                100.
                Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine
                kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten
                onların çoğu iman etmez.
                
                 
                101.
                Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı
                tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki
                Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu
                arkalarına atıp terkettiler.
                
                 
                102.
                Süleyman'ın hükümranlığı hakkında
                onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi
                oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı.
                Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri
                ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni
                öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz
                ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış
                inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç
                kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki
                melekden, karı ile koca arasını açacak
                şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler,
                Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar,
                kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.
                Sihri satın alanların (ona inanıp para
                verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok
                iyi bilmektedirler. Karşılığında
                kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke
                bunu anlasalardı!
                 
          
                  
                    
                  
                  Eski kavimlerin çoğu sihre inanırlardı. Bu yüzden
                  sihir, dini inançlarla tamamen karışmış
                  durumda idi. Bu sebeple sihirbazlar halkı
                  kandırıyorlardı. Sihir çeşitleri şöyledir: 
          (1)
          Keldânîlerin sihri: Bunlar yıldızlara taparlar, kâinatı
          idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve
          şerrin onlardan geldiğini, semavî güçlerin yerdeki
          güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi.
          Bunları irşat için Allah, Hz. İbrahim’i gönderdi.
          Bunlar da kendi aralarında üç fırka idiler: 
          a)
          Eflâk ve yıldızların ebedî olduğunu söyleyenler
          ki, onlara «Sâbie» denilir. 
          b)
          Eflâkin ulûhiyetine inananlar. Bunlar, her felek için yerde bir put
          yapmış ve ona hizmet etmiş putperestlerdir. 
          c)
          Eflâki ve yıldızları yaratan birisi olduğunu ve
          bunun onlara yeryüzünü idare etme hakkı verdiğini söyleyenler.
          Bunlar yıldızları aracı kabul ederlerdi. 
          (2)
          Ruh gücüne dayanılarak ortaya konan sihir: Buna göre insan
          ruhu tasfiye ile icadetme, öldürme, diriltme, bünye ve şekilde
          değişiklik yapma gücüne ulaşır. 
          (3)
          Ruhanî varlıklardan faydalanılarak yapılan sihir: Bu
          da muska yapmak ve cinlerden yardım almak gibi şekillerle
          uygulanır. 
          (4)
          Göz boyamak şeklinde yapılan sihir: Hokkabazlık, el
          çabukluğu ve benzeri davranışlar gibi. 
          İslâm
          âlimleri, sihrin birinci ve ikinci şekline inananların kâfir
          olduklarında ittifak etmişlerdir. Ancak, âyette bildirildiği
          şekilde, yaratıcının Allah Teâlâ olduğuna
          inanarak ve kötülükte kullanmamak şartıyla sihir ilmini
          öğrenmekte beis yoktur. Yahudiler arasında büyü yaygın
          idi. Bu yüzden Hz. Süleyman’ın büyük bir büyücü olduğunu,
          hükümdarlığı büyü ile elde ettiğini,
          hayvanlara ve cinlere büyü ile hükmettiğini söylerler ve buna
          inanırlardı. Hz. Süleyman Kur’an’da peygamber olarak
          tanıtılınca «Muhammed Süleyman’ı peygamber
          sanıyor, halbuki o bir büyücüdür» dediler. 
                103.
                Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı,
                şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha
                hayırlı olacaktı. Keşke bunları
                anlasalardı!
                
                 
                104.
                Ey iman edenler! «Râinâ» demeyin, «unzurnâ» deyin.
                (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap
                vardır.
                 
                
           
                
          Resûlullah (s.a.) müslümanlara bir şey öğretirken, bizi
          biraz bekle, acele etme manasına «Râinâ» derlerdi.
          Yahudilerin de sövmek manasına gelen «Râinâ» kelimeleri vardı.
          Müslümanların bu sözünü işitince, Efendimize kötü
          maksatla öyle hitap etmeye başladılar. Bunun üzerine
          «Râinâ» demeyin, o manaya gelen «unzurnâ» deyin denildi ki,
          bizi bekle demektir. 
                105.
                (Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de
                Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.
                Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük
                lütuf sahibidir.
                
                 
                106.
                Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır
                veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya
                benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye
                kadirdir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Sonra gelen bir âyetin, daha önceki âyetin hükmünü
                  yürürlükten kaldırmasına «nesh» denir. Allah
                  Teâlâ, insanlığın medenî ve kültürel gelişmesine
                  ve bu gelişmenin doğurduğu ihtiyaçlara uygun
                  olarak, gerektikçe yeni peygamber ve kitaplar göndermiş,
                  öncekilere ait bazı hükümleri yürürlükten kaldırmıştır.
                  Naslarının hükmü ebedi olan Kur’an-ı Kerim
                  nâzil olurken, bu döneme mahsus olmak üzere bazı
                  âyetler, diğerlerini neshetmiştir; ancak
                  bunların sayısı oldukça azdır ve ilk
                  İslâm neslinin terbiye ve intibakını temin
                  maksadına yöneliktir.
                 
                107.
                (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı
                yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka
                ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
                
                 
                108.
                Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce Musa'ya sorulduğu
                gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim
                imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru
                yoldan sapmış olur.
                 
          
                  
                    
                  
                  Peygambere çok soru sorulması, hükümlerin çoğalmasını
                  ve daralmasını gerektirir. Onun için Medine
                  devrinde bir ara soru sormak yasak edilmiştir.
                 
                109.
                Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık
                belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan
                ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre
                döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki
                emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın.
                Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
                
                 
                110.
                Namazı kılın, zekâtı verin, önceden
                kendiniz için yaptığınız her iyiliği
                Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz
                Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.
                
                 
                111.
                (Ehl-i kitap:) Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç
                kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların
                kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız
                delilinizi getirin, de.
                
                 
                112.
                Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse
                (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi
                katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır,
                ne de üzüntü çekerler.
                 
          
                  
                    Bu
          âyette Allah’a kulluk etmek ihsan vasfına
          bağlanmıştır. Yani bir kimse ibadet etmekle
          kendisini kurtaramaz. Kendini kurtarması için muhsinlerden olması
          gerekir. Muhsin: Yaptığı işi Allah için yapan,
          sadece O’ndan korkan, o sebeple işini noksansız bitiren ve
          her işin hakkını veren kimse demektir. 
          Hıristiyan
          Araplardan oluşan Necran heyeti Resûlullah’ın huzuruna çıkınca
          yahudiler onların yanlarına geldiler. Aralarında münakaşa
          yaptılar. Birbirlerini itham ettiler. Bunun üzerine 113. âyet
          geldi.
                 
                113.
                Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil'i) okumakta
                oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru
                yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da:
                Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler.
                (Kitabı) bilmeyenler de birbirleri hakkında
                tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah,
                ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar
                hakkında hükmünü verecektir.
                
                 
                114.
                Allah'ın mescidlerinde O'nun adının
                anılmasına engel olan ve onların harap
                olmasına çalışandan daha zalim kim vardır!
                Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri
                gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.)
                Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.
                
                 
                115.
                Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz
                Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz
                Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi
                bilendir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Allah her yerde hâzır ve nâzır olmakla birlikte,
                  namazda kıbleye dönmek ibadetlerde nizam ve intizamı
                  sağlamak gayesine matuftur.
                 
                116.
                «Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O, bundan
                münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur,
                hepsi O'na boyun eğmiştir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Yahudiler «Uzeyr Allah’ın oğludur» derken hıristiyanlar
                  «İsa Allah’ın oğludur» dediler. Müşrik
                  araplar ise «Melekler Allah’ın
                  kızlarıdır» demişlerdi. Bu âyette, Allah
                  Teâlâ’nın bunlardan münezzeh olduğu hususu
                  vurgulanmıştır.
                 
                117.
                (O), göklerin ve yerin eşsiz
                yaratıcısıdır. Bir şeyi
                dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.
                 
          
                  
                    Allah
          Teâlâ’nın bir şeyi murat etmesi, onun hakkında
          «Ol!» emridir. Allah’ın dilediği her şey vakti
          saati gelince mutlaka olur.
                 
                118.
                Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da
                bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan
                öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini
                demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da
                birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere
                âyetleri apaçık gösterdik.
                
                 
                119.
                Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı
                olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.
                
                 
                120.
                Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da
                asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru
                yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra
                onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki,
                Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı
                vardır.
                
                 
                121.
                Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den
                bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar.
                Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse,
                işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyet, yahudi âlimlerinden Abdullah ibni Selâm ve arkadaşları
                  hakkında inmiştir. Bunlar Kur’an’a
                  inandılar ve ondaki ahkâmı tasdik ettiler. Bir
                  başka rivayete göre de bu âyet Cafer b. Ebî Talip’le
                  beraber Habeşistan’dan gelen kırk kişilik
                  cemaat hakkındadır ki, bunlar ehl-i kitaptan
                  İslâm’ı kabul edenlerdir.
                 
                122.
                Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve
                sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış
                olduğumu hatırlayın.
                
                 
                123.
                Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası
                namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul
                edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir
                yardım da görmezler.
                 
          
                  
                    Şefaat,
          bazı şartlara bağlıdır. En önemlisi ise
          imandır.
                 
                124.
                Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle
                sınamış, onları tam olarak yerine getirince:
                Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti.
                «Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!) » dedi. Allah: Ahdim
                zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.
                
                 
                125.
                Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli
                bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından
                bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın).
                İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete
                kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun,
                diye emretmiştik.
                
                 
                126.
                İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir
                şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe
                inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu
                ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır,
                sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak
                yerdir orası!
                 
          
                  
                    
                  
                  Allah, inkâr edenleri de dünyada rızıklandırmakta,
                  dünya nimetlerinden diledikleri gibi istifade etmelerine
                  imkân vermektedir. Şu halde dünya nimeti, dindarlığa
                  bağlı değildir. Dünya nimeti mümine de
                  kâfire de verilir. Bunlar birer imtihan vesilesidir; hayırlı
                  olup olmadıkları neticeye bağlıdır.
                  Servet ve iktidar, eğer kulluğa vesile olmuş
                  ise o zaman bu, iki cihan saadetidir. Azgınlık ve
                  sapıklığa sebep olmuş ise ebedî hayatı
                  mahvetmiş, saadet yerine felâket getirmiş olur.
                 
                127.
                Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber
                Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle
                diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz
                sen işitensin, bilensin.
                 
          
                  
                    
                  
                  Kâbe’nin yapılışı hakkındaki
                  rivayetlere göre, Hz. Âdem ile Havva cennetten çıkarıldıkları
                  vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce
                  batıya doğru yürürler, Kâbe’nin bulunduğu
                  yere gelirler. Bu esnada Âdem, bu buluşmaya şükür
                  olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken,
                  etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun
                  tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun
                  orada tecelli eder ve Hz. Âdem, onun etrafında tavaf
                  ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şît
                  zamanında kaybolur, yerinde siyah bir taş
                  kalır. Bunun üzerine Hz. Şît, onun yerine taştan
                  onun gibi dört köşe bina yapar ve o siyah
                  taşı binanın bir köşesine
                  yerleştirir. İşte bugün Hacer-i Esved diye
                  bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bu bina
                  kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz.
                  İbrahim Allah’ın emriyle Kâbe’nin bulunduğu
                  yere gider, oğlu İsmail’i annesiyle birlikte orada
                  iskân eder. Sonra İsmail ile beraber Kâbe’nin bulunduğu
                  yeri kazar. Hz. Şît tarafından yapılan
                  binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün
                  mevcut olan Kâbe’yi inşa eder. Âyette «Beytullah’ın
                  temellerini yükseltiyor» cümlesi bunu ifade eder.
                 
                128.
                Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl,
                neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize
                ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri
                çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
                
                 
                129.
                Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine
                okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları
                temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her
                şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.
                
                 
                130.
                İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz
                çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz
                o ahirette de iyilerdendir.
                
                 
                131.
                Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin
                Rabbine boyun eğdim, demişti.
                
                 
                132.
                Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti,
                Ya'kub da, "Oğullarım! Allah sizin için bu dini
                (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak
                ölünüz" (dediler).
                
                 
                133.
                Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı
                idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime
                kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların
                İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan
                tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim
                olmuşuzdur, dediler.
                
                 
                134.
                Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların
                kazandıkları kendilerinin, sizin
                kazandıklarınız sizindir. Siz onların
                yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
                
                 
                135.
                (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan
                olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki:
                Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız.
                O, müşriklerden değildi.
                 
          
                  
                    
                  
                  Hanîf, her türlü batıl dinden uzak durup,
                  yalnızca hak dine yönelen kişi demektir.
                 
                136.
                «Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail,
                İshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya
                verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere
                verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin
                inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk» deyin.
                 
          
                  
                    Esbât,
          torunlar demektir. Burada Hz. Ya’kub’un on iki evlâdından
          torunları kasdedilmiştir.
                 
                137.
                Eğer onlar da sizin inandığınız gibi
                inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse
                mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar.
                Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir,
                bilendir.
                
                 
                138.
                Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan
                daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz
                (deyin). 
          
                  
                    Zemahşerî’nin
          açıklamalarına göre hıristiyanlar, yeni doğan
          çocukları, bir su ile boyarlar ve «İşte şimdi
          hıristiyan oldu» derlerdi ve bunu o çocuk için bir temizlik
          sayarlardı. Âyette müslümanların buna
          karşılık «Allah’ın boyası ile
          boyandık» demeleri emredildi. Allah’ın boyası
          İslâm fıtratı, İslâm ve iman temizliğidir.
                 
                139.
                De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu
                halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı
                girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize,
                sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden
                bağlananlarız.
                
                 
                140.
                Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın
                yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
                De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah
                tarafından kendisine (bildirilmiş) bir
                şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah
                yaptıklarınızdan gafil değildir.
                
                 
                141.
                Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların
                kazandıkları kendilerine, sizin
                kazandıklarınız da size aittir. Siz onların
                yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
                 
          
                  
                    Resûlullah
          (s.a.) Medine’ye geldikten sonra müslümanlar on altı on yedi
          ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Bu durum
          yahudilerin şımarmalarına, «Muhammed ve ashâbı
          kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz onlara
          yol gösterdik» gibi laflar etmelerine ve bunu etrafa yaymalarına
          sebep olmuştu. Resûlullah, Allah’tan İslâm’a kendi kıblesinin
          verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kâbe’ye
          dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine yahudiler ve münafıklar
          tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. İşte
          kıble ile ilgili 142 ve devamındaki âyetler bu olayı
          anlatır.
                 
                142.
                İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte
                oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?
                diyecekler. De ki: Doğu da batı da
                Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.
                
                 
                143.
                İşte böylece sizin insanlığa şahitler
                olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için
                sizi mutedil bir millet kıldık. Senin yöneldiğin
                yeri (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri
                üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble
                yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden
                başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin
                imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira
                Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Rivayete göre kıyamette milletler peygamberlerinin
                  tebliğatını inkâr ederler. Allah
                  peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair delil ister.
                  Bunun üzerine ümmet-i Muhammed getirilir ve onlar buna
                  şehadet ederler. Onlara «Siz bunu nereden öğrendiniz?»
                  diye sorulur. Onlar da «Kur’an’dan ve Resûlullah’tan
                  öğrendik» derler. Nihayet Resûlullah getirilir ve o da
                  buna şahitlik eder.
                 
                144.
                (Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru
                çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini)
                görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun
                olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık
                yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey
                müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi
                o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun
                Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah
                onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
                
                 
                145.
                Yemin olsun ki (habibim!) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti
                (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler.
                Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar
                da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden
                sonra eğer onların arzularına uyacak olursan,
                işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.
                
                 
                146.
                Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi),
                öz oğullarını tanıdıkları gibi
                tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği
                gizler.
                 
          
                  
                    
                  
                  Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar da İncil’de
                  âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler,
                  onun gelmesini beklediler; her nesil bunu kendinden sonra
                  geleceklere anlattı ve inanmalarını tavsiye
                  etti. Bunun için her iki zümre de bu peygamberin gelmesini
                  dört gözle bekliyorlardı. Ancak onun Araplar
                  arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini
                  görünce sırf ırkçılık gayret ve düşüncesiyle
                  inkâr ettiler. Halbuki onun hak peygamber olduğunu,
                  kendi oğullarını bilip
                  tanıdıkları gibi biliyorlardı.
                 
                147.
                Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan
                olma!
                
                 
                148.
                Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!)
                Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede
                olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir.
                Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
                
                 
                149.
                Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü
                Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana
                gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan
                habersiz değildir.
                
                 
                150.
                (Evet Resûlüm!) Nereden yola çıkarsan çık
                (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede
                olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından
                haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna,
                insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili
                bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız
                benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da
                doğru yolu bulasınız.
                
                 
                151.
                Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi
                kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve
                hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl
                gönderdik.
                
                 
                152.
                Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi
                anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük
                etmeyin!
                
                 
                153.
                Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım
                isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. 
          
                  
                    Sabır
          ile namaz, nefsin kötü arzularına karşı en büyük
          silahtır. 
                154.
                Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis
                onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.
                
                 
                155.
                Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan,
                canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz.
                (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!
                
                 
                156.
                O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz
                Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz,
                derler.
                
                 
                157.
                İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet
                hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bedir’de şehit düşen 14 kişi hakkında nâzil
                  olduğu rivayet edilen bu âyet, kabir azabına yahut
                  safasına da delildir. Ölüm, korku, açlık, mal
                  azlığı, fakirlik, hastalık; bunların
                  hepsi birer imtihandır. Bunlar dünya hayatının
                  ayrılmaz parçalarıdır, hiç kimse bunlardan
                  birisine yakalanmaktan kurtulamaz. En sonunda herkes
                  ölecektir. İnanan akıllı kişi,
                  bunları Kur’an’a göre anlayıp
                  değerlendirendir.
                 
                158.
                Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu
                nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder
                veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah
                yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz
                Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.  
          
                  
                    
                  
                  Safa ile Merve, Kâbe’nin doğu tarafında iki
                  tepenin adıdır. Hâcer validemiz Hz. İsmail için
                  su ararken bu iki tepe arasında yedi defa
                  koşmuştur. Bugün hac ve umre için Beytullah’ı
                  ziyaret ve tavaf edenler, aynı zamanda Safa ile Merve
                  arasında sa’yederler. Âyette, iki tepe arasında
                  sa’yetmekte (gelip gitmekte) günah yoktur, denilmiştir.
                  Çünkü cahiliye devrinde her iki tepede de birer put vardı.
                  Her ne kadar İslâm bu putları
                  kaldırmışsa da bazı kimselerin içinde bir
                  şüphe kaldı. İşte 158. âyetle bu şüphe
                  tamamen giderilmiş oldu.
                 
                159.
                İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu
                -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra-
                gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün
                lânet ediciler lânet eder.
                
                 
                160.
                Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği
                açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben
                onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul
                eden ve çokça esirgeyenim.
                
                 
                161.
                (Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere
                gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların
                lâneti onların üzerinedir.
                
                 
                162.
                Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne
                azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.
                
                 
                163.
                İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan
                başka ilâh yoktur. O, rahmândır, rahîmdir.
                 
          
                  
                    Bundan
          önceki âyetlerde Allah’a ve O’nun gönderdiği dine
          karşı nankörlük edenlerin nasıl kötü bir âkıbete
          sürüklendikleri, onların ebediyen kötülenecekleri anlatılmıştır.
          Bundan sonraki âyetlerde ise, her insanda en büyük ilâhî nimet
          olan aklı herkesin yerli yerince kullanması, etrafına
          dikkat ve ibretle bakması için kâinat olaylarına temas
          edilmiştir. Zira hakkıyla düşünen, etrafına
          ibretle bakan kimse, mutlaka Allah’ı bulur ve O’na
          inanır.
                 
                164.
                Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece
                ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara
                fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden
                gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı
                canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit
                canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile
                gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde
                düşünen bir toplum için (Allah'ın
                varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok
                deliller vardır.
                
                 
                165.
                İnsanlardan bazıları Allah'tan
                başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de
                onları Allah'ı sever gibi severler. İman
                edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok
                daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri
                zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait
                olduğunu ve Allah'ın azabının çok
                şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
                
                 
                166.
                İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup
                arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla
                uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş,
                nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Dünyada hiç düşünmeden bazı kimseleri
                  kendilerine önder edinen, böylece bâtıl yola giden
                  kimseler ahirette o önderlerin kendilerinden uzaklaştıklarını
                  görürler. Ancak her iki taraf da içine girecekleri azabı
                  görecekler ve ondan kurtuluş
                  olmadığını anlayacaklardır. Dünyadakinin
                  tersine, bu sefer uyanlar konuşurlar, ama artık
                  faydası yoktur.
                 
                167.
                (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha
                dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi
                onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de
                onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini,
                pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir
                ve onlar artık ateşten çıkamazlar.
                
                 
                168.
                Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz
                olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin;
                zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.
                
                 
                169.
                O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında
                bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
                 
          
                  
                    Şeytan,
          insanın içinde bulunan kötü düşünce ve arzuları körükler,
          insan nefsine kötülüğü sevdirir. Bu sebeple insanın kötülük
          yapmasını kolaylaştırır. O yüzden Hz.
          Ebubekir: «Büyük adam, nefsinin isteklerine uymayan kimsedir» demiştir.
                 
                170.
                Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun,
                denildiği zaman onlar, «Hayır! Biz
                atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola
                uyarız» dediler. Ya ataları bir şey
                anlamamış, doğruyu da bulamamış
                idiyseler?
                
                 
                171.
                (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin
                durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını
                işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar,
                dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.
                 
          
                  
                    170-171.
          âyetlerde insanların körükörüne eskiye bağlanmaları,
          yeni ortaya konmuş fikirlere kulak vermemeleri kötülenmiş,
          bu konuda doğru olanın, akılcı olarak hareket
          edilmesi olduğu söylenmiştir. 
          Zemahşerî’ye
          göre âyetin meâli şöyledir: Kâfirleri doğru yola çağıran
          davetçinin (Peygamber’in) durumu, bağırıp çağırmadan
          başka bir şey işitmeyenlere seslenen çobanın
          durumu gibidir.
                 
                172.
                Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların
                temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah'a
                kulluk ediyorsanız O'na şükredin.
                
                 
                173.
                Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve
                Allah'tan başkası adına kesileni haram
                kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa,
                başkasının hakkına saldırmadan ve haddi
                aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok
                ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir 
          
                  
                    İslâm’da
          zorluk yoktur. Zaruretler mahzurları ortadan kaldırır.
          Bir kimse elinde olmayan sebeplerle haram olan bir şeyi yemek ya
          da bir işi işlemek zorunda kalırsa, haddi aşmamak
          ve o şeyi devamlı helâl saymamak şartıyla zaruret
          miktarınca yiyebilir. Bu durumda dinen günah işlemiş
          sayılmaz.
                 
                174.
                Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman
                Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir
                paha ile değişenler yok mu, işte onların
                yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten
                başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah
                ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır.
                Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Yahudi hahamları Peygamberimizin Tevrat’ta zikredilen
                  vasıflarını gizlediler ve yaptıkları
                  bu kötü iş için de maddi karşılık
                  aldılar. Âyette bunun ne kötü bir davranış
                  olduğu anlatılmaktadır.
                 
                175.
                Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı,
                mağfirete bedel olarak da azabı satın almış
                kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!
                
                 
                176.
                O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak
                indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı
                yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler,
                elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Allah Teâlâ’nın Kur’an’ı hak olarak
                  indirdiği apaçık ortada iken, ondaki ahkâmı;
                  sağlam delillere dayanmadan kendi arzularına göre
                  yorumlamak isteyenlerin, gerçeklerden uzak kaldıkları
                  ve içinden çıkılmaz ayrılıklara düştükleri,
                  bu yüzden de hem dünyada hem de ahirette zarara uğrayacakları
                  anlatılmıştır.
                 
                177.
                İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına
                çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin
                yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe,
                meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın
                rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere,
                yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere
                sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir.
                Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
                getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş
                zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar,
                bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler
                ancak onlardır!
                
                 
                178.
                Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas
                farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına
                kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası,
                kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar
                bağışlanırsa artık (taraflar)
                hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti)
                güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir
                hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa
                muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bütün dinler, hukuk ve ahlâk sistemleri, haksız olarak
                  adam öldürmenin, cana kıymanın büyük bir suç
                  olduğunda birleşmişlerdir. Farklılık,
                  bu suçun önlenmesi için alınması gereken tedbirde
                  kendini göstermektedir. İslâm, suça iten sebepleri
                  azamî ölçüde ortadan kaldırmış, insanı
                  iman, ibadet ve ahlâk terbiyesi ile olgunlaştırmak
                  için gerekli tedbirleri almış, bütün bunlardan
                  sonra da kısas adıyla «cana kıyanın
                  canına kıyılır» kaidesini koymuştur.
                  Haksız aflarla bir gün hürriyete kavuşmak ümidi
                  içinde beslenen kimselerin bu hali (hapis cezası) hiç
                  de caydırıcı ve suçu önleyici bir tedbir değildir.
                  Kısası tazminata (diyete) çevirme hakkı,
                  öldürme suçunun acı neticelerine katlanmakta olan
                  ölü yakınlarına (velilere) aittir.
                  Başkası bu cezayı bağışlayamaz.
                 
                179.
                Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.
                Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız. 
          
                  
                    «Kısasta
          hayat vardır» sözü, gerçekten dikkate değer bir
          ifadedir. Zira kısas tatbik edilirse bir kişinin
          öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması
          sağlanır. Çünkü cezasının ölüm olduğunu
          bilen kimse, bu suçu işlemeyecektir.
                 
                180.
                Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal
                bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
                vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
                 
          
                  
                    Mirasla
          ilgili âyetler gelmeden önce, kişinin servetinden ana, baba ve
          akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi emredilmiştir.
          Ancak, Nisâ sûresinde gelen miras âyetleri ile herkesin hakkı
          kesin ve net olarak belirlenmiş, Efendimiz de «Allah her hak
          sahibine hakkını vermiştir. Bundan sonra vârise
          vasiyet yoktur» buyurmuş, böylece yukarıdaki âyet
          neshedilmiştir. Fakat mirastan payı olmayan akraba ve düşkünlere
          ve hayır müesseselerine vasiyet bâkidir. Her müslüman
          gönüllü olarak servetinden istediği yere vasiyet edebilir.
                 
                181.
                Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti
                değiştirirse, günahı onu
                değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her
                şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.
                 
          
                  
                    
                  
                  İslâm’da vakıf müessesesi hadislere dayanmakla
                  birlikte sadaka-i câriye mahiyetinde olan ve ammeye hizmet
                  veren vakıfları, bunların şekil ve
                  şartlarını haksız olarak
                  değiştirenler de vasiyeti değiştirenler
                  gibi telakki edilmiş, bu âyet birçok vakıf
                  eşya üzerine ve vakıfnâmelere yazılmıştır.
                 
                182.
                Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha
                meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların)
                aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz
                Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.
                 
          
                  
                    
                  
                  183-187. âyetlerde Allah Teâlâ müslümana farz kılınan
                  ramazan orucundan söz eder. Oruç, İslâm’ın
                  beş temelinden biridir. Orucun farziyeti Kur’an’da
                  belirtilmiştir. Oruca tahsis edilen ramazan ayı
                  faziletli bir aydır. Bu ayın fazileti, içinde Kadir
                  gecesi bulunmasındandır. Kadir gecesinin üstünlüğü
                  ise, kendisinde Kur’an indirilmiş
                  olmasındandır. Çünkü Kur’an ramazan ayında
                  ve Kadir gecesinde topluca, levh-i mahfuzdan Beytü’l-izze
                  denilen makama indirilmiş ve yine Kadir gecesinde ilk
                  olarak Hira dağında, Peygamberimize vahiy olarak
                  gelmeye başlamıştır. Buna göre ramazan ayının
                  ve Kadir gecesinin üstünlüğü, Kur’an’ın bu
                  ayda ve bu gecede inmesinden ileri gelmektedir. Bu
                  üstünlükleri sebebiyle ramazan ayı, büyük bir ibadet
                  olan oruca tahsis edilmiştir.
                 
                183.
                Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş
                ümmetlere farz kılındığı gibi size de
                farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
                
                 
                184.
                Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı).
                Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa
                (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde
                kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu
                kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup
                da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak
                fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır
                yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne
                rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
                
                 
                185.
                Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve
                doğruyu eğriden ayırmanın açık
                delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.
                Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç
                tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı
                günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin.
                Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün
                bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru
                yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim
                etmeniz, şükretmeniz içindir.
                 
          
                  
                    Dinde
          güçlük yoktur. Allah orucu emretmiştir. Oruç tutma
          şartları bulunan kimseler oruç tutarlar. Hastalık,
          yolculuk gibi geçici bir engelden ötürü oruç tutamayan, sonra
          kaza eder. İhtiyarlık ve iyileşmeyen müzmin hastalık
          gibi devamlı özrü olanlar fidye verirler. Her türlü zahmete
          rağmen kendi arzusu ile gönülden oruç tutan ve hayır
          yapanlar övülmüştür.
                 
                186.
                Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben
                çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin
                dileğine karşılık veririm. O halde
                (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana
                inansınlar ki doğru yolu bulalar. 
          
                  
                    
                  
                  Rivayete göre bir bedevî Resûlullah (s.a.)a «Rabbimiz yakın
                  mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa ona
                  fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa
                  bağıralım» dedi. Bunun üzerine âyet indi.
                  Allah’ın istediği iman ve itaattir. Allah, iman
                  edip itaat edenlerin dualarını kabul edeceğini
                  vadetmiştir. Gerçek manada iman edip Allah’a kulluk
                  edenlerin duası kabul olunur. 
                187.
                Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size
                helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise,
                siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize
                kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi
                bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde)
                onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir
                ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği
                (aydınlığı), siyah ipliğinden
                (karanlığından) ayırt edilinceye kadar
                yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.
                Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda
                kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın
                koyduğu sınırlardır. Sakın bu
                sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece
                Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.
                 
          
                  
                    
                  
                  İslâm’ın ilk zamanlarında farz olan ramazan
                  orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse,
                  akşam orucunu açınca yatsı namazını
                  kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra
                  yemek, içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı.
                  Bazı müslümanlar dayanamayıp kadınlarına
                  yaklaştı. Bazıları iftardan sonra
                  yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için,
                  ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler.
                  Cenab-ı Allah müminlere acıdı ve bir
                  kolaylık olmak üzere bu âyeti indirdi. «Beyaz iplik ve
                  siyah iplik» ifadelerinden maksadı, «mine’l-fecr:
                  tanyerinin ağarmasından» ilâvesi açıklığa
                  kavuşturmuştur. Buna göre orucun başlaması
                  gereken zaman (imsak), güneşin doğmasına
                  değil, fecrin doğmasına, yani tanyerinin
                  ağarmaya başlamasına bağlıdır.
                  İplik tabiri de, tanyeri, ağarmasının
                  başlangıcını ifade etmektedir.
                  Aydınlık yayılıp yükselince, artık
                  ona «beyaz iplik» denemez. Aydınlığın
                  başladığı an sahurun bittiği ve
                  imsakin başladığı, aynı zamanda sabah
                  namazı vaktinin de girdiği andır.
                 
                188.
                Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle
                yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların
                mallarından bir kısmını haram yollardan
                yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme
                hakimlerine) vermeyin.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyette işaret edilmek istenen mana, daha ziyade rüşvet
                  ve çıkarcılıktır. Binaenaleyh aldatma ve
                  dalavere ile elde edilen bütün kazançlar haramdır.
                 
                189.
                Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar.
                De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit
                ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere
                arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi
                davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin
                davranışıdır. Evlere kapılarından
                girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
                 
          
                  
                    
                  
                  Peygamberimize yeni doğan hilâlin önce incecik olması,
                  sonra her gün büyümesi, dolunay olduktan sonra tekrar
                  incelip kaybolması ve tekrar aynı şekilde
                  doğup devam etmesi sorulmuştu. Âyette verilen
                  cevapta «Ayın bu şekildeki hareketi, kamerî
                  senenin hesap edilmesini, özellikle hac günlerinin
                  bilinmesini sağlamaktır» denildi. Ayrıca
                  eskiden Araplar hac için ihram giydiklerinde veya hac dönüşünde
                  evlere kapısından değil de arkadan açılan
                  bir delikten girmenin iyilik olduğuna
                  inanırlardı. 189. âyette bunun da yanlış
                  olduğu anlatılmıştır.
                 
                190.
                Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda
                savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin,
                çünkü Allah aşırıları sevmez.
                
                 
                191.
                Onları (size karşı savaşanları)
                yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları
                yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam
                öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle
                savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın.
                Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz
                de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası
                böyledir.
                
                 
                192.
                Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi
                bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir.
                
                 
                193.
                Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız
                Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet
                vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık
                ve saldırı yoktur.
                
                 
                194.
                Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler
                (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır.
                Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar
                saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle
                beraberdir.
                 
          
                  
                    Resûlullah
          (s.a.) hicretin altıncı yılında umre yapmak
          maksadıyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı.
          Mekke yakınlarındaki Hudeybiye’ye gelince müşrikler
          Mekke’ye girmelerini önlediler. Orada çetin münakaşalar
          oldu. Sonunda İslâm tarihinin en mühim hadiselerinden biri olan
          Hudeybiye antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada
          yer alan maddelerden birine göre, müslümanlar o sene Harem-i
          Şerif’i ziyaret etmeden geri dönecekler, ertesi sene aynı
          haram ayı içinde Mescid’i ziyaret edip umre yapacaklardı.
          Müşrikler bunu başarı saydılar. Allah, müslümanları
          ertesi sene aynı ayda Mescid-i Haram’a getirdi. Böylece haram
          ay, haram aya karşılık oldu. 
          İslâm
          hukukuna göre saldırıya ancak misli ile mukabele edilir,
          aşırı gitmek suçtur. Bütün harplerde önce insanlar
          dine çağrılır. Müslüman olmayı yahut cizye
          vermeyi kabul etmeyenlerle savaşılır.
                 
                195.
                Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi
                tehlikeye atmayın. Yaptığınızı güzel
                yapın; Allah güzel yapanları sever.
                 
          
                  
                    Âyette
          geçen «ihsan» kelimesi, bir işi tam ve noksansız yapmak,
          işin hakkını vermek ve dürüst olmak demektir. 
          Nitekim
          bir hadiste Resûlullah (s.a.)a «İhsan nedir?» diye sorulmuş.
          O da: «Allah’a, O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir, her
          ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor» buyurmuştur.
          Kulluk umumî bir davranıştır. Bu itibarla hadisteki
          manayı, özellikle ibadete yöneltmek doğru değildir.
          Esasen Arapça’da ihsan, işi doğru dürüst yapmaktır.
          Onun için işinin ehli olana «muhsin» denir. Tercüme bu anlayışa
          göre yapılmıştır. Sosyal yardımı ve
          adaleti de içine alan ihsan ve infakı, «tehlikeyi önleyen bir
          tedbir» olarak gösteren âyet, adaletin anarşiyi ve ihtilâli
          önlediğine de işaret etmektedir.
                 
                196.
                Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer
                (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen
                kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar
                başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden
                her kim hasta olursa yahut başından bir
                rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya
                kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için)
                emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile
                faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek
                gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine
                döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi
                tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında
                oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın
                vereceği ceza ağırdır.
                
                 
                197.
                Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse
                (ihramını giyerse), hac esnasında kadına
                yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek,
                kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu
                bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki
                azığın en hayırlısı takvâdır.
                Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten)
                sakının.
                 
          
                  
                    
                  
                  Eskiden Araplar, hac mevsiminde bir takım panayırlar
                  kurarlar, orada çeşitli sahalarda
                  alışveriş yaparlardı. Bunlar o zaman
                  cahiliye devri âdetlerine göre cereyan ederdi. Müslümanlar
                  bunları günah saydılar. Allah Teâlâ aşağıdaki
                  âyetlerde bu hususa açıklık getirdi.
                 
                198.
                (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu
                (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur.
                Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde
                Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği
                şekilde anın. Şüphesiz siz daha önce yanlış
                gidenlerden idiniz 
          
                  
                    
                  
                  Diğer ibadetler gibi haccın da ferde ve topluma
                  sayısız faydaları vardır. Bunların en
                  önemlilerini şu maddelerde toplayabiliriz: 
          (1)
          İhram, tek tip ve basit bir elbisedir. Bütün hacı
          namzetleri bunu giyerek sonradan edindikleri mal, mülk, rütbe, makam
          ve benzerlerini geride bırakır, tek farkın şahsî
          faziletten ibaret olduğu gerçek eşitliği
          yaşarlar. 
          (2)
          Kefeni andıran ihram içinde yapılan Arafat vakfesi
          aynı zamanda bir mahşer örneğidir. Bu manzara, belki
          bir ömür boyu insana ölümü ve haşri hatırlatır. 
          (3)
          Çeşitli ırk ve kültürlere mensup müslümanların
          toplanmalarına vesile olan hac, bir «maddi ve manevi değerler»
          alışverişine vasıta olmakta, müslümanları
          birbirine yaklaştırmakta, problemlere ortak çözümler
          arama imkânı vermektedir. 
          (4)
          Kâbe etrafında tavaf, tevhid fikrini temsil etmekte, farklı
          yönlere, fakat daima Kâbe’ye yönelerek kılınan namaz
          «Nereye dönseniz Allah oradadır» prensibini ruhlara işlemektedir.
          Metodlar, ictihatlar,kanaatler farklı olabilir, ancak her
          şey Allah içindir, Allah rızasına yönelmelidir. 
                199.
                Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden
                siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü
                Allah affedici ve esirgeyicidir.
                
                 
                200.
                Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı
                andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli
                bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan
                öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle
                kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.
                
                 
                201.
                Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da
                iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından
                koru! derler.
                
                 
                202.
                İşte onlar için, kazandıklarından büyük
                bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah'ın
                hesabı çok süratlidir.
                
                 
                203.
                Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrikte telbiye
                ve tekbir getirerek) Allah'ı anın. Kim iki gün
                içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse, ona
                günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur.
                Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve
                bilin ki hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız.
                 
          
                  
                    
                  
                  204, 205, 206. âyetler Ahnes b. Şurayk hakkında
                  inmiştir. Güzel konuşan ve
                  yakışıklı bir kimse olan Ahnes, münafık
                  idi. Resûlullah’ın yanına gelir, güzel sözlerle
                  müslümanlık taslardı. Halbuki içi fenalık
                  dolu idi. İşi gücü müslümanlara zarar vermekti.
                  İşte âyetlerde böyle güzel konuşan, hoş
                  görünen kimselere hemen kanmamak, iyice emin olmadan kimseye
                  güvenmemek gerektiği anlatılmıştır.
                 
                204.
                İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı
                hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi
                kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit
                tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.
                
                 
                205.
                O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti
                mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri
                tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır.
                Allah bozgunculuğu sevmez.
                
                 
                206.
                Böylesine «Allah'tan kork!» denilince benlik ve gurur
                kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem
                yeter. O ne kötü yerdir!
                
                 
                207.
                İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın
                rızasını almak için kendini feda eder. Allah da
                kullarına şefkatlidir. 
          
                  
                    
                  
                  İbn Abbas’tan gelen rivayete göre bu âyet Suheyb b.
                  Sinan er-Rumî hakkında inmiştir. Mekke müşrikleri
                  bu zatı yakalamış, dininden döndürmek için işkence
                  etmişlerdi. Suheyb, Mekkelilere «Ben ihtiyar bir adamım.
                  Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan
                  olmamın size bir zararı olmaz, ben bir söz
                  söyledim ondan caymayı iyi görmem, malımı ve
                  eşyamı size verir, dinimi sizden satın
                  alırım» demişti. Onlar buna razı
                  olmuşlar, Suheyb’i salıvermişlerdi. Oradan
                  kalkıp Medine’ye gelirken bu âyet nazil oldu.
                  Şehre girerken kendisine rastlayan Hz. Ebubekir, «Alışverişin
                  kârlı olsun yâ Suheyb» demiş, o da «Senin alışverişin
                  de zarar etmesin» cevabını vermiştir. 
                208.
                Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın
                şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık
                düşmanınızdır.
                
                 
                209.
                Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de
                kayarsanız, şunu iyi bilin ki Allah azîzdir,
                hakîmdir.
                
                 
                210.
                Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve
                meleklerinin gelmesini mi beklerler? Halbuki iş
                bitirilmiştir. (Allah nizamı artık
                değişmez.) Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
                
                 
                211.
                İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık
                mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra
                Allah'ın nimetini (âyetlerini) değiştirirse
                bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.
                
                 
                212.
                Kâfir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı.
                (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki,
                (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde
                onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız
                lutufta bulunur.
                 
          
                  
                    
                  
                  Ebu Cehil ve arkadaşları, fakir müminler ile alay
                  ettiler, bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Hayat gerçeğini
                  sadece dünya malı ile değerlendiren kâfirler için
                  dünya malı câzip hale getirilmiştir. Onun için
                  bunlar, üstün değerlere değil, geçici dünya malına
                  kıymet vermişler, sonunda dünya malı onlara hiçbir
                  fayda sağlamamıştır.
                 
                213.
                İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve
                uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar
                arasında, anlaşmazlığa düştükleri
                hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu
                gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap
                verilenler, apaçık deliller geldikten sonra,
                aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa
                düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde
                ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi.
                Allah dilediğini doğru yola iletir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bütün insanlık başlangıç itibariyle bir tek
                  ümmet idi. Hz. Âdem’den çoğalmıştı.
                  Zamanla ihtilafa düştüler. Peygamberler insanlar arasında
                  beliren anlaşmazlıkları gidermek için
                  gönderildi.
                 
                214.
                (Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına
                gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi
                sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara
                öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı
                ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın
                yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın
                yardımı yakındır.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyet, bir rivayete göre, Hendek savaşında müslümanların
                  çektiği sıkıntıları dile getirir.
                  Diğer rivayete göre, Uhud savaşı ile
                  ilgilidir. Bir başka rivayete göre ise evlerini, mallarını
                  ve yakınlarını Mekke’de bırakıp çeşitli
                  sıkıntılara katlanarak Medine’ye göç eden
                  müslümanları teselli için inmiştir.
                 
                215.
                Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar.
                De ki: Maldan harcadığınız şey,
                ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için
                olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız
                her hayrı bilir.
                
                 
                216.
                Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz
                kılındı. Sizin için daha hayırlı
                olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin
                için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
                Allah bilir, siz bilmezsiniz.
                 
          
                  
                    Savaş
          insanların severek, zevk alarak yaptıkları bir şey
          değildir. Fıtratı ve ruh sağlığı
          bozulmamış kimseleri öldürmek, yakıp yıkmak,
          acılar vermekten zevk almaz, bunlardan hoşlanmaz. Ancak vücudu
          kurtarmak için kangren olmuş elin kesilmesi, içeride kalmış
          çocuğu kurtarmak için kapının
          kırılması nasıl zaruri ise savaş da
          toplumların hayatında böyle zaruret haline gelebilir. Din
          ve vicdan hürriyetini sağlamanın, zulmü ve fitneyi
          önlemenin, tecavüzlere son vermenin yolu savaştan geçebilir.
          İşte bu durumlarda savaşmak şüphesiz insanlık
          için daha hayırlı ve daha şerefli bir
          davranıştır. Cihad ise hiçbir zaman bir saldırı
          değildir. Çünkü önce İslâm’a davet yapılır,
          kabul eden müslümandır. İslâm’ı kabul etmeyenden
          tabi olması istenir. Bunu da kabul etmezse, ancak o zaman
          savaşılır. Savaştaki sırrı biz bilemeyiz
          ama onu Allah bilir. Bazı milletler cezaya müstahak olunca,
          Allah onları çeşitli belâlarla cezalandırır.
          İşte onlardan birisi de savaştır. 
          Resûlullah
          Efendimiz, Abdullah b. Cahş kumandasında bir müfrezeyi,
          Kureyş kervanından haber getirmeleri için Mekke’ye
          göndermişti. Kureyş kervanını görünce,
          dayanamayarak hücum ettiler. Kervandan bir kişiyi öldürdüler,
          iki kişiyi de esir aldılar. Kervanı sürüp
          Peygamberimize getirdiler. O gün receb ayının ilk günüydü.
          Müşrikler: Muhammed, haram aylarında savaşıyor,
          diye yaygara kopardılar. Bunun üzerine 217. âyet indi.
                 
                217.
                Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar.
                De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
                (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr
                etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını
                oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük
                günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir
                günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi
                dininizden döndürünceye kadar size karşı
                savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir
                olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada
                da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada
                devamlı kalırlar.
                 
          
                  
                    «Fitne»
          savaş, anarşi; din ve vicdan hürriyetine karşı
          baskı demektir.
                 
                218.
                İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var
                ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler.
                Allah, gafûr ve rahîmdir.
                
                 
                219.
                Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki:
                Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım
                faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı
                faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne
                harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını»
                de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
                 
          
                  
                    Şarap
          haramdır. Şarabın haram olması onun hiçbir faydasının
          olmamasını gerektirmez. Zararı faydasından çok
          olduğu için haram kılınmıştır. Kumarda
          da kazanan taraf için zahirî bir fayda görülür, ama kaybeden
          taraf için büyük bir zarar vardır. Onun için kumar oynamak
          haram kılınmıştır. 
          Bu
          âyetin başı, bundan önceki âyetin son cümlesi olan «ki
          düşünesiniz» ile bağlantılıdır. Dünya ve
          ahiretle ilgili işlerinizi iyi düşünüp gereğine göre
          hareket ederseniz, hem dünyada hem de ahirette saadete nâil
          olursunuz, demektedir.
                 
                220.
                Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan
                davranışları düşünün ve ona göre hareket
                edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki:
                Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan)
                daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte
                yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin
                kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni
                bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve
                meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür,
                hakîmdir.
                 
          
                  
                    Yetimlere
          iyi muamele edilmeli, yetim oldukları hissettirilmemelidir.
          Yetimin velisi durumunda olan kimsenin, onu ifsat mı
          ettiğini, yoksa ıslah mı ettiğini Allah bilir. O
          yetimdir diye ona iyi davranmayanlar, Allah’ın murakabesi
          altında olduklarını unutmamalıdırlar.
                 
                221.
                İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin.
                Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı
                bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe
                putperest erkekleri de (kızlarınızla)
                evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden
                inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler)
                cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve
                yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır.
                Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini
                insanlara açıklar.
                 
          
                  
                    
                  
                  İslâm’a göre insanın değeri imanına
                  bağlıdır. Allah katında köle ve câriye
                  bile olsa imanlı kimse daha üstündür ve daha temizdir.
                  Onun için bir müslümanın dinsiz ve putperestlerle
                  evlenmesi kesin olarak haram
                  kılınmıştır. 
                222.
                Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir
                rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan
                uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.
                Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği
                yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah
                tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.
                
                 
                223.
                Kadınlarınız sizin için bir tarladır.
                Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz
                için önceden (uygun davranışlarla)
                hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz
                O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri
                müjdele! 
          
                  
                    Cinsî
          temasın şekli sınırlı değildir. Yasak
          olan sapık ilişkidir. Temastan önce hazırlık hem
          maddî ve cinsî hem de besmele vb. gibi manevî olarak anlaşılmıştır. 
                224.
                Yeminlerinizden dolayı Allah'ı (O'nun
                adını), iyilik etmenize, O'ndan sakınmanıza
                ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın.
                Allah işitir ve bilir.
                
                 
                225.
                Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin
                kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden
                dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir.
                
                 
                226.
                Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay
                beklerler. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına
                dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan
                ve esirgeyendir.
                
                 
                227.
                Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını)
                boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz
                ki, Allah işitir ve bilir.
                 
          
                  
                    «Îlâ»
          yemin manasınadır. Kişinin eşine yaklaşmamak
          için yaptığı yemin
          karşılığında
          kullanılmıştır. Câhiliye devri Arapları,
          kadınlar üzerinde bir baskı olmak üzere, onlara darıldıkları
          vakit kadınlardan uzak dururlar, hiç yanlarına varmazlar,
          cinsî temas yapmazlar ve onlara yaklaşmamak hususunda yemin
          ederlerdi. İşte İslâm bu şekilde yapılan
          haksız davranışları önlemiş, doğru yolu
          göstermiştir. Belli müddet içinde yeminini bozan keffâret
          verir. Müddet tamamlanırsa evlilik sona erer.
                 
                228.
                Boşanmış kadınlar, kendi başlarına
                (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti)
                beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten
                inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın
                yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl
                olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu
                durumda boşadıkları kadınları geri
                almaya daha fazla hak sahibidirler. Kadınların da
                ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler,
                kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.
                Allah azîzdir, hakîmdir.
                 
          
                  
                    Bu
          üstünlük aile reisliğinden ibarettir.
                 
                229.
                Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle
                tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara
                verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey
                almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın
                Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik
                haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum
                müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın,
                Allah'ın sınırlarını, hakkıyla
                muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz,
                kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için
                de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın
                koyduğu sınırlardır. Sakın onları
                aşmayın. Kim Allah'ın
                sınırlarını aşarsa işte onlar
                zalimlerdir.
                
                 
                230.
                Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa,
                ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu
                alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de
                onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın
                sınırlarını muhafaza edeceklerine
                inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis
                yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır.
                Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.
                  
          
                  
                    Câhiliye
          devrinde erkekler eşlerini defalarca boşar, sonra geri
          alırlardı. İslâm dini, kadına, hakime ve
          hakemlere başvurarak kocasını boşamak
          hakkını elde etme imkânı tanıdığı
          gibi, erkeğin boşama hakkını da üç talâk ile sınırlamıştır.
          Bundan sonra erkeğin aynı kadınla tekrar evlenebilmesi
          hem kadının iradesine hem de ciddi olarak başka bir
          erkekle evlenip boşanmış olmasına
          bağlıdır.
                 
                231.
                Kadınları boşadığınız ve
                onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları
                iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat
                haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh
                altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük
                etmiş olur. Allah'ın âyetlerini eğlenceye
                almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size
                verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği
                Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun.
                Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
                
                 
                232.
                Kadınları boşadığınız ve
                onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında
                iyilikle anlaştıkları takdirde, onların
                (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.
                İşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe
                inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü
                tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah
                bilir, siz bilmezsiniz.
                 
          
                  
                    Bu
          âyetin iniş sebebi, rivayete göre, Ma’kıl b. Yesar’dır.
          Bu zat, kızkardeşini boşayan kocası onu tekrar
          almak isteyince buna karşı çıkmış ve mâni
          olmak istemişti. O esnada bu âyet inmiş, Resûlullah (s.a.)
          , Ma’kıl’ı çağırmış ve bu âyeti
          okumuştu. Ma’kıl, «Rabbimin emri benim arzuma uymadı.
          O’nun emrine rıza gösteriyorum» demiş ve
          kızkardeşini eski kocasıyla evlendirmiştir. Câbir
          b. Abdullah hakkında da buna benzer bir olay nakledilir. Ancak
          her ne kadar nüzul sebebi bunlar ise de âyetin hükmü umumîdir.
                 
                233.
                Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını
                iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak
                beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak
                gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne, çocuğu
                sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır.
                Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer
                ana ve baba birbiriyle görüşerek ve
                karşılıklı anlaşarak çocuğu
                memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı
                (süt anne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, süt
                anneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz
                şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun.
                Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
                
                 
                234.
                Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları
                eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on
                gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit,
                kendileri hakkında yaptıkları meşru
                işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı
                bilir.
                 
          
                  
                    
                  
                  İddetin hikmeti, rahimin temiz olduğunun tesbitidir.
                  Bunda vasıta, hayızdır. Dört ay içinde üç
                  veya dört hayız vaki olur ki bu, kadının
                  hamile olmadığını gösterir. Ölüm
                  sebebiyle ayrılmada ayrıca matem durumu da
                  vardır. Mühim olan, bu dört aylık müddet dolmadan
                  kadının başkasıyla evlenmemesidir. Bu müddet
                  içinde evlenme ile ilgili açık konuşmalar
                  yapılmaması da tavsiye edilmiştir. Gerek
                  boşanma, gerekse ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra
                  tekrar evlenme için iddet bekleme zorunluluğu hem
                  kadın hem de onun yakınları için bir teselli
                  ve alıştırma devresi olması sebebiyle
                  psikolojik bakımdan faydalı bir uygulamadır.
                  Bilhassa kadının yakınlarından meydana
                  gelecek hoşnutsuzluklar belli ölçüde azaltılmış
                  olur.
                 
                235.
                (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki
                düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda
                veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur.
                Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin, meşru
                sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice
                buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti
                dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin
                ki Allah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakının.
                Şunu iyi bilin ki Allah gafûrdur, halîmdir.
                
                 
                236.
                Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir
                mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız
                bunda size mehir zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara müt'a
                (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre,
                fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir müt'a vermek
                iyiler için bir borçtur.
                
                 
                237.
                Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz
                kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin
                ettiğiniz mehrin yarısı onların
                hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi veya
                nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi
                hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya
                daha uygundur. Aranızda iyilik ve ihsanı
                unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı
                hakkıyla görür.
                
                 
                238.
                Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve
                bağlılık içinde namaz kılın. 
          
                  
                    «Namaz
          dinin direğidir» hadisinde belirtildiği üzere en büyük
          ibadet Allah rızası için kılınan namazdır.
          Âyette geçen «orta namaz»dan maksat, ikindi namazıdır.
          Resûlullah (s.a.) Hendek savaşında şöyle buyurmuştur:
          «Orta namazdan yani ikindi namazından bizi alıkoydular.
          Allah onların evine ateş doldursun!» Orta namazın
          hangi vakit olduğu hususunda farklı rivayetler de
          vardır. 
                239.
                Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız
                (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş
                olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman,
                siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği
                şekilde O'nu anın (namaz kılın).
                
                 
                240.
                Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler,
                zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla
                kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları
                hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler.
                Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp
                giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları
                meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah
                azîzdir, hakîmdir.
                
                 
                241.
                Boşanmış kadınların, hakkaniyet
                ölçülerinde (kocalarından) menfaat sağlamak
                haklarıdır; bu, Allah korkusu taşıyanlar
                üzerine bir borçtur.
                
                 
                242.
                Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp
                hakikati anlayasınız.
                
                 
                243.
                Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı
                yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah
                onlara «Ölün!» dedi (öldüler). Sonra onları diriltti.
                Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır.
                Lâkin insanların çoğu şükretmez.
                 
                
                  
                    Rivayetlere
                göre Vâsıt yakınlarındaki Daverdan’da
                bulaşıcı bir hastalık zuhur etmiş,
                kasaba halkı oradan kaçmışlar, Allah onları
                öldürmüş, sonra da ibret için diriltmişti. Bu
                kıssa Peygamberimize «Görmedin mi?» şeklinde ifade
                edilmiştir, halbuki Peygamberimiz onları görmemiş
                yani o devirde yaşamamıştır. Gerek
                diğer semâvî kitaplarla, gerekse Kur’an-ı Kerim’le
                bu nevi haberler Hz. Peygamber’e bildirilmiş
                olduğundan, Kur’an-ı Kerim bu bilgiye,
                Arapların ifade üslubuna uygun olarak «Görmedin mi?»
                şeklinde dikkat çekmiştir.
                 
                244.
                Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi
                işitir ve bilir.
                
                 
                245.
                Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi
                için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç)
                verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de
                Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.
                
                 
                246.
                Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin
                mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir
                hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda
                savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş
                yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan
                çıkarılmış, çocuklarımızdan
                uzaklaştırılmış olduğumuz halde
                Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler.
                Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı
                hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Mısır’la Filistin arasında yaşayan
                  Amalika, o devirdeki kralları Câlût’un kumandasında
                  İsrailoğullarına saldırdı ve
                  onları perişan edip yurtlarından çıkardı.
                  Bunun üzerine İsrailoğulları, o anda
                  aralarında bulunan peygamberlerinden kendilerine bir
                  kumandan tayin etmesini istediler. Devrin peygamberi, Tâlût
                  adında halktan birini hükümdar ve kumandan tayin etti.
                  İşte ileride 247-252. âyetlerde kıssa tafsilâtıyla
                  anlatılmaktadır.
                 
                247.
                Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar
                olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa
                daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve
                zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o
                bize nasıl hükümdar olur? dediler. «Allah sizin
                üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi.
                Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi
                ihata eden ve her şeyi bilendir» dedi.
                 
          
                  
                    İsrailoğullarının
          ileri gelenlerine göre iktidar, servet ve sermaye sahiplerinin olmalıdır.
          Halbuki bu fikir, toplum menfaatine ve adalete
          aykırıdır. Doğru olan iktidara zenginlerin
          değil, ehil olan kimselerin gelmesidir. Kişinin ehliyetini,
          onun manevi gücü, bilgisi ve görgüsü ile beden kuvveti ve
          cesareti temsil eder.
                 
                248.
                Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının
                alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı
                o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet,
                Musa ve Harun hanedanlarının
                bıraktıklarından bir kalıntı
                vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için
                bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.
                 
          
                  
                    
                  
                  Rivayete göre «Tabut» sandıktır. Hz. Musa onu
                  savaşlarda ordunun önünde bulundurur, bu sayede
                  askerleri güç ve moral kazanırlardı. Zamanla
                  yahudiler zayıflayınca Tabut’u Câlût ellerinden
                  almıştı. Tâlût’un hükümdarlığına
                  itiraz ettiler ve «eğer sahiden hükümdarsa delil
                  getirsin» dediler. Onlara «onun hükümdar olduğuna hüccet
                  Tabut’un geri gelmesidir» denildi ve Tabut geri geldi.
                 
                249.
                Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca:
                Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan
                içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna
                kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı
                müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler
                beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût'a
                ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur,
                dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar:
                Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki
                birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir,
                dediler.
                
                 
                250.
                Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında:
                Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme
                gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et,
                dediler.
                
                 
                251.
                Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u
                öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet
                verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer
                Allah'ın insanlardan bir kısmını
                diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü
                altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa
                karşı lütuf ve kerem sahibidir.
                
                 
                252.
                İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz onları
                sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen,
                Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.
                 
          
                  
                    
                  
                  249-251. âyetlerde askerî disiplin anlatılır. Bir
                  ordunun başarılı olması, her şeyden
                  önce komutanın emirlerine harfiyen uymakla mümkün
                  olur. Savaşta galip gelmek sayıya bağlı
                  değildir. Haklı olmaya, doğruluğa,
                  disipline, iman ve moral gücüne bağlıdır.
                 
                253.
                O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden
                üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile
                konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.
                Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu
                Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o
                peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık
                deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı.
                Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman
                etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı;
                lâkin Allah dilediğini yapar.
                 
          
                  
                    
                  
                  Rûhu’l-Kudüs’ten maksat Cebrail’dir.
                 
                254.
                Ey iman edenler! Kendisinde artık
                alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün
                (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz
                rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri
                inkâr edenler elbette zalimlerdir.
                
                 
                255.
                Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur.
                Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve
                yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun
                katında kim şefaat edebilir? O, kullarının
                yaptıklarını ve yapacaklarını bilir.
                (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin
                dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi
                tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine
                alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.
                O, yücedir, büyüktür.
                 
          
                  
                    İçinde
          «kürsî» kelimesi geçtiği için bu âyete «Âyetü’l-kürsî»
          denilmiştir. Burada kürsî bildiğimiz taht manasında
          olmayıp Allah’ın şanına lâyık, mahiyetini
          ancak kendisinin bildiği bir varlıktır. O’nun yüce sıfatlarını
          ve eşsiz kudretini anlatan bu âyetin azameti, onu okumanın
          büyük sevabı ve tesirleri hakkında hadisler vardır.
          Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: «Kur’an’da
          en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Onu okuyana Allah bir
          melek gönderir, onun hasenâtını yazar. İçinde okunduğu
          evi, şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve
          sihirbaz giremez. Yâ Ali! Bunu evlâdına, ailene ve
          komşularına öğret.» Başka bir hadiste de:
          «Günlerin önemlisi cuma, sözlerin üstünü Kur’an, Kur’an’ın
          en önemli suresi el-Bakara, Bakara’nın en büyük âyeti de
          Âyetü’l-kürsî’-dir» denilmiştir. Hayy, lügatte diri,
          canlı manasına gelir. Allah’ın
          sıfatlarından olup, devamlı var olan, kesintiye
          uğramayan, varlığı ezelî ve ebedî olan demektir.
          Kayyûm ise, bütün mahlûkatın idaresini bizzat yürüten,
          hepsini hesaba çeken demektir.
                 
                256.
                Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik
                birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu
                reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa
                yapışmıştır. Allah işitir ve
                bilir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Tâğut, şeytan ve Allah’tan başka
                  tapılan her şey demektir. İnsanın nefsi
                  yani kötü arzuları şeytanın
                  saptırmasına kanar. Onun için nefsine uymayan kimse
                  kolay kolay günah işlemez. Aslında dinin
                  koyduğu kaidelere uymamıza mâni olan, içimizdeki
                  kötü arzulardır. Nefsini eğitmek suretiyle insan
                  kendini kötülüklerden koruyabilir. İslâm insanları,
                  din duygularını uyandırmak ve
                  akıllarını doğru yönde işletmek
                  suretiyle kendisine davet etmektedir. Kur’an’ın açıklamalarıyla
                  doğru eğriden ayırt edilir hale gelmiştir.
                  Bu irşadın ışığında
                  İslâm’a ilk adımı atmak, hür iradeleriyle
                  insanlara aittir.
                 
                257.
                Allah, inananların dostudur, onları
                karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
                İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur,
                onları aydınlıktan alıp karanlığa
                götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar
                orada devamlı kalırlar.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyette mümin ile kâfir mukayese edilmiş, Allah’a
                  ve onun gönderdiği peygamberlere inananları Allah’ın
                  aydınlığa götürdüğü, şeytana uyup
                  kâfir olanları da şeytanın karanlığa
                  ittiği, bu sebeble cehennemlik oldukları
                  anlatılmıştır.
                 
                258.
                Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik)
                verdiği için şımararak Rabbi hakkında
                İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin
                mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve
                öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren
                benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi
                doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir,
                dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı.
                Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.
                
                 
                259.
                Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları
                üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya
                uğradı; «Ölümünden sonra Allah bunları
                nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu
                öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti.
                Ne kadar kaldın? dedi. «Bir gün yahut daha az» dedi.
                Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve
                içeceğine bak, henüz bozulmamıştır.
                Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret
                kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar
                dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl
                düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum
                kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice
                biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.
                 
          
                  
                    
                  
                  258. âyette Hz. İbrahim ile tartışan kimse ile
                  259. âyette yıkık kasabaya uğrayan kimselerin
                  her ikisinin de kâfir olduğunu söyleyen müfessirler
                  vardır. Ancak daha yaygın olan rivayete göre, yıkık
                  kasabaya uğrayan Uzeyr (a.s.)dır. Uzeyr
                  azığını almış, eşeğine
                  binmiş giderken evleri yıkılmış
                  harabe haline gelmiş, orada oturanlardan kimse
                  kalmamış bir kasaba veya köy yıkıntılarının
                  yanına gelir, orada konaklar. Etrafına bakar, bu
                  şekilde ölenlerin nasıl dirileceğini düşünür.
                  O anda uykusu gelir yatar. Allah onu öldürür, yüz sene
                  sonra diriltir. Yiyecekleri hiç bozulmamış, ancak
                  eşeği çürümüş sadece kemikleri
                  kalmıştır, yıkık kasaba da imar
                  edilmiştir. Uyandığı ilk anda, bir gün
                  kadar veya daha az bir zaman uyuduğunu zanneder.
                  Yiyeceklerine bakınca gerçekten böyle olduğunu
                  sanır. Eşeğine bakınca durumu anlar.
                  Allah, Uzeyr’in gözü önünde eşeğini diriltir.
                  Böylece Allah’ın kudret ve azametini çıplak gözle
                  müşahede eder. 
          Hz.
          İbrahim ile münakaşa edenin ise Nemrut olduğu söylenir.
          Bazı müfessirler bu kıssanın Hz. İbrahim
          Mısır’a gittiği zaman vuku bulduğunu, «hayat
          veren ve öldüren benim» diyenin Firavun olduğunu söylemişlerdir.
          Burada mühim olan Hz. İbrahim’e verilen mucizedir ki Kur’an’da
          ona sözle hasmı mağlup etmek manasına gelen
          «hüccet» denmiştir. Hz. İbrahim bu hüccet ile hasımlarını
          yenmeyi başarmıştır.
                 
                260.
                İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl
                dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa
                inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır!
                İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için
                (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört
                tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip
                parçala), her dağın başına onlardan bir parça
                koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak
                sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.
                 
          
                  
                    Hz.
          İbrahim ölen bir canlının yeniden nasıl
          dirileceğini merak etmiş ve bunun kendisine gösterilmesini
          Rabbinden istemiştir. Allah Teâlâ ona, âyette geçtiği
          gibi maddi bir örnekle cevap vermiş, dirilişin mahiyetini
          izah etmemiştir. Çünkü insanın bilgi kapasitesi, dirilme,
          canlanma olayını kavramaya elverişli değildir.
          Bundan önceki âyetlerde de geçtiği gibi peygamberlere verilen
          bu örnekler birer mucizedir. Mühim olan, Allah’ın bütün
          canlıları, özellikle insanı mutlaka diriltip hesaba
          çekeceğine kesinlikle iman etmektir.
                 
                261.
                Allah yolunda mallarını harcayanların örneği,
                yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz
                dane vardır. Allah dilediğine kat kat
                fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O
                herşeyi bilir.
                
                 
                262.
                Mallarını Allah yolunda harcayıp da
                arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan
                kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları
                vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de
                çekmeyeceklerdir.
                
                 
                263.
                Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme
                gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.
                
                 
                264.
                Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı
                halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi,
                başa kakmak ve incitmek suretiyle,
                yaptığınız hayırlarınızı
                boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde
                biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir
                yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz
                kaya haline getirivermiştir. Bunlar
                kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar.
                Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.
                 
          
                  
                    
                  
                  261-274. âyetlerde hayır yapma teşvik edilmiş,
                  ancak hayır yaparken kalp kırılmaması,
                  fakirin küçümsenmemesi, eziyet edilmemesi ve yapılan
                  iyiliğin başa kakılmaması, gösterişten
                  kaçınılması emredilmiştir. Aksi halde
                  yapılan hayırdan fayda ve sevap yerine
                  karşılık olarak günah ve azap gelir.
                 
                265.
                Allah'ın rızasını kazanmak ve
                ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını
                hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir
                bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur
                yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol
                yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine
                ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
                
                 
                266.
                Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla
                dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit
                meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma
                muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık
                gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir
                kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu
                kimse arzu etmez.) İşte düşünüp anlayasınız
                diye Allah size âyetleri açıklar.
                 
          
                  
                    
                  
                  Bu âyette verilen örnek son derece ilginçtir. Zira insanın
                  dünya hayatında daima karşılaşması
                  beklenen durumları dile getirmektedir. Kişinin dünyada
                  elde ettiği mevki, makam, zenginlik gibi değerlerin
                  aslında hiçbir garantisi yoktur. Nice saltanatlar,
                  devletler yıkılmakta, zenginler fakir düşmekte,
                  iç savaşlar ve ihtilâller sebebiyle beklenmedik olaylar
                  cereyan etmektedir. Halbuki bu olaylar meydana gelmeden önce
                  insanlar neler temenni ediyorlar, ne düşler
                  kuruyorlardı. İşte her şeye rağmen
                  insanı teselli edecek tek çare Allah’a iman ve ona
                  dayanmaktır.
                 
                267.
                Ey iman edenler! Kazandıklarınızın
                iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan
                hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan
                alamayacağınız kötü malı, hayır diye
                vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir,
                övgüye lâyıktır.
                
                 
                268.
                Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği
                telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve
                bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve
                herşeyi bilendir.
                
                 
                269.
                Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona
                pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl
                sahipleri düşünüp ibret alırlar.
                 
          
                  
                    
                  
                  Derin ve yararlı bilgiye hikmet denir. Allah’ın
                  kendisine hikmet verdiği kimseler öncelikle
                  peygamberler, ilmiyle amel eden âlimlerdir. Bilgili olmanın
                  en çok değer verilen tarafı, insanlığa
                  yararlı olmaktır. Peygamberimiz bir hadisinde:
                  «Yararlı bilgi isteyin, yararsız bilgiden Allah’a
                  sığının» buyurmuştur. Doğruluk,
                  adalet, ihlâs, sevgi, saygı,
                  ağırbaşlılık, başkalarına
                  faydalı olmak, cömertlik, âlicenaplık gibi yüksek
                  vasıfları taşıyan kimseler de hikmet
                  ehlinden sayılır. İslâm’a tam olarak inanan,
                  Kur’an’ın emirlerini öğrenip noksansız
                  uygulamak için çaba sarfeden, tüm kötülüklerden uzak
                  duran kimse hikmet sahibidir ve kendisine büyük hayır
                  verilmiştir.
                 
                270.
                Yaptığınız her harcamayı ve
                adadığınız her adağı muhakkak
                Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı yoktur.
                
                 
                271.
                Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları)
                açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere
                gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır.
                Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter.
                Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
                 
          
                  
                    
                  
                  Zekâta aynı zamanda sadaka denmesinin iki sebebi
                  vardır: Birincisi, malın temizlenip artması,
                  ikincisi de imanda sadakat ve kemâle delâlet etmesidir.
                  Zekât olsun sadaka olsun, yapılan hayırların
                  gizli yapılması, aşikâr yapılmasından
                  üstün sayılmıştır, zira gizlice
                  yapılan hayırlar riya ve gösterişten uzak
                  olması sebebiyle hem Allah’ın rızasına
                  daha uygundur, hem de insan haysiyet ve şerefini muhafaza
                  bakımından daha faydalıdır.
                 
                272.
                (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait
                değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola
                iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi
                iyiliğiniz içindir. Yapacağınız
                hayırları ancak Allah'ın rızasını
                kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak
                verdiğiniz ne varsa, karşılığı
                size tam olarak verilir ve asla haksızlığa
                uğratılmazsınız.
                
                 
                273.
                (Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah
                yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için
                dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler,
                iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen
                onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar
                yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız
                her hayrı muhakkak Allah bilir.
                  
          
                  
                    Bu
          âyette anılan fakirler hayatlarını Allah yolunda
          savaşa adayan mücahitler ile ilim yolcularıdır.
          Bunlar, bu kudsî meşguliyetleri dolayısiyle kazanca yönelme
          imkânından mahrumdurlar. Maddi yardımların bilhassa
          bunlara yapılması, cihadı ve ilmi teşvik
          edecektir.
                 
                274.
                Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra
                sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah
                katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de
                çekmezler.
                  
          
                  
                    273-274.
          âyetlerde teşvik edilen hayırlardan birinci derecede murat
          edilen zekâttır. Zira İslâm’ın emrettiği
          şekilde, zekât noksansız verilirse fakirlik yok denecek
          kadar azalır. Ancak zekâtın sarf yerleri belli ve
          sayılı olduğundan zekât sarfedilmeyen yerlere de
          zekâtın dışında hayır yapılır.
          Vakıflar bunlardan biridir.
                 
                275.
                Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış
                kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi
                kalkarlar. Bu hal onların «Alım-satım
                tıpkı faiz gibidir» demeleri yüzündendir. Halbuki
                Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır.
                Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden
                vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık
                onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize
                dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı
                kalırlar.
                
                 
                276.
                Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın
                bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah
                küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.
                 
          
                  
                    Faiz
          yasağı İslâm’ın kesin hükümleri arasındadır
          ve her çeşidi ile faiz haramdır. Ferdî ve içtimaî
          zaruret halleri müstesna olmakla beraber bunlar devamlı
          değildir. İslâm’ın iktisadî, içtimaî, ahlâkî...
          nizamı bir bütün halinde işletildiği zaman faize
          zaruret hasıl olmaz. İslâm ekonomisi sermaye birikimini teşvik
          için faizi değil, ortaklık usulünü ileri sürmüştür.
          Bu usulde sermaye faizsiz olacağı için maliyet ve enflasyon
          problemi ortadan kalkacak, mülkiyete iştirak tabana doğru
          yaygınlaşacak, ekonomik ve sosyal farklılaşma
          asgari seviyeye inecek; sermayeye, yatırımlara ve ticarete kötü
          gözle bakılmayacaktır. Para bir değişim
          vasıtasıdır. Onu, alınıp satılan mal
          haline getirmek ve rizikoya girmeden gelir sağlamak tatlı
          fakat zehirli yiyeceklerle beslenmeye benzer, tesirini gösterince
          çok defa iş işten geçmiş olur.
                 
                277.
                İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât
                verenler var ya, onların mükâfatları Rableri
                katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de
                çekmezler.
                
                 
                278.
                Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız
                mevcut faiz alacaklarınızı terkedin.
                
                 
                279.
                Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız,
                Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan
                savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip
                vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık
                etmiş ne de haksızlığa
                uğramış olursunuz.
                
                 
                280.
                Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye
                kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri)
                anlarsanız bunu sadakaya (veya zekâta) saymak sizin için
                daha hayırlıdır.
                
                 
                281.
                Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak
                ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin
                haksızlığa uğratılmayacağı
                bir günden sakının.
                
                 
                282.
                Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize
                borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip
                onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın
                kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri
                durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın.
                Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın,
                Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın.
                Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi
                söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle
                yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit
                bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz
                şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa
                diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın
                (olsun). Çağırıldıkları vakit
                şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük,
                vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin.
                Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet
                için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için
                daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz
                peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu
                durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca
                yoktur. (Genellikle) alış-veriş
                yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne
                de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu
                yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin
                yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah
                size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi
                bilmektedir. 
          
                  
                    
                  
                  Kur’an-ı Kerim, bu en uzun âyeti ile noterlik
                  müessesesinin esaslarını koymuş, müslümanlarda
                  bu tavsiyeyi genellikle uygulamışlardır.
                  İslâm’ın titizlikle üzerinde durduğu
                  prensiplerden biri de hakkın korunmasıdır.
                  Alacak ve borcun korunması, îfası gereken
                  haklardandır. Hakkın icrâ ve îfası, onun
                  bilinmesine, gerektiğinde isbat edilebilmesine
                  bağlıdır. Gerek yazma ve yazdırma ve
                  gerekse şahit tutma, isbat için hâla kullanılan en
                  geçerli vasıtalardandır. 
          İslâm
          kadını, tabiat ve fıtratına uygun bir eğitim
          gördüğü, hayâsı ve duyguları daha güçlü, daha
          müessir olduğu için şahitlik gibi resmi ve ammeye açık
          konularda, hemcinsiyle takviye edilmesi uygun görülmüştür. «İşin
          yoksa şahit, paran çoksa kefil ol» şeklindeki meşhur
          söz, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve
          dayanışma ruhunun söndüğü, ahlâkın
          zayıfladığı devirlere aittir. Kur’an, müminleri,
          işleri olsa da şahitlik etmeye çağırmış,
          böylece hakların korunması görevine katılmalarını
          istemiştir. «Hak» yücedir, hiçbir şey onun üzerine çıkarılamaz.
                 
                283.
                Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca
                karşılık) alınmış bir rehin de
                yeterlidir. Birbirinize bir emanet bırakırsanız,
                emanet bırakılan kimse emaneti sahibine versin ve (bu
                hususta) Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği,
                bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun
                kalbi günahkârdır. Allah yapmakta
                olduklarınızı bilir.
                
                 
                284.
                Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri
                açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan
                dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini
                affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye
                kadirdir.
                
                 
                285.
                Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti,
                müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine,
                kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. «Allah'ın
                peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım
                yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz,
                affına sığındık! Dönüş
                sanadır» dediler.
                 
          
                  
                    Bu
          sûrenin 253. âyetinde de ifade buyurulduğu üzere,
          peygamberlerin Allah katında derece farkları bulunmakla
          birlikte, burada müminlerin görevinin ayırım yapmadan bütün
          peygamberlere iman etmek olduğuna işaret edilmiştir.
                 
                286.
                Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği
                ölçüde mükellef kılar. Herkesin
                kazandığı (hayır) kendine,
                yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak
                veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz!
                Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır
                bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği
                işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla!
                Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler
                topluluğuna karşı bize yardım et! 
          
                  
                    
                  
                  Bakara sûresi’nin son iki âyetini oluşturan ve
                  «Âmenerresûlü» diye anılan bu mübarek âyetler,
                  ilâhî emirler karşısında mutlak itaate yönelen
                  müminlerin inançlarındaki sadakatlerini ifade
                  etmektedir. Ayrıca bir önceki âyette geçen «İçinizdekileri
                  açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi hesaba
                  çekecektir» haberiyle endişeye kapılan müminlere
                  bu âyetlerle kolaylık bahşedilmiş, mükellefiyetler
                  hafifletilmiştir. Böylece Allah’a tam itaat ve iltica
                  meyvelerini verirken yersiz kuşkular da bertaraf
                  edilmiştir. 
          Mirac
          gecesinde Peygamberimize vasıtasız şekilde vahyolunan
          bu âyetler, Resûlullah’ın hadislerinde övülmüş, her
          zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye
          edilmiştir. Bir hadiste de: «Bu âyetlerin geceleyin yatmadan
          önce okunması kişiye yeter» denilmiştir.
                 
                     |