Mekke’de nâzil olan bu sûre 69 âyettir. «Ankebût»,
örümcek demektir. 41. âyetinde kâfirlerin işleri örümcek ağına
benzetildiği için sûre bu ismi almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm. Mîm.
2. İnsanlar,
imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Bu âyetin, imanları sebebiyle çeşitli
işkencelere maruz kalan bazı sahâbîler hakkında nâzil
olduğu rivayet edilmiştir.
3. Andolsun ki, biz
onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette
Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları
da mutlaka ortaya koyacaktır.
4. Yoksa kötülükleri
yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü
(ne yanlış) hüküm veriyorlar!
5. Kim Allah'a kavuşmayı
umuyorsa, bilsin ki Allah'ın tayin ettiği o vakit
elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.
6. Cihad eden, ancak
kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden
müstağnîdir. (O'nun hiçbir şeye ihtiyacı
yoktur).
7. İman edip iyi işler
yapanların (geçmiş) kötülüklerini elbette örteriz
ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık
veririz.
8. Biz, insana, ana-babasına
iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer
onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü
körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat
etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış
olduklarınızı haber vereceğim.
9. İman edip iyi işler
yapanları, muhakkak sâlihler (zümresi) içine katarız.
10. İnsanlardan kimi
vardır ki: «Allah'a inandık» der; fakat Allah uğrunda
eziyete uğratıldığı zaman, insanların
işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki
Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, «Doğrusu biz
de sizinle beraberdik» derler. İyi de, Allah, herkesin
kalbindekileri en iyi bilen değil midir?
Bu manaya göre, samimi iman sahibi olmayan bu
gibi kimselerin, Allah yolunda eziyete uğradıklarında,
karşılaştıkları dünyevî işkenceleri,
Allah’ın ahiretteki azabına denk tutmaları anlatılmış
olur. Bir de, «İnsanlardan gördüğü ezayı, Allah’ın
azabı imiş gibi sayar» manası verilmektedir.
11. Allah, elbette (O'na
gönülden) iman edenleri de bilir, iki yüzlüleri de bilir
(ortaya çıkaracaktır).
12. Kâfirler, iman
edenlere: Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı
biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir günahını
yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan
söylemektedirler.
13. (Fakat gerçek şu
ki) elbette kendi yüklerini (veballerini), kendi yükleriyle
birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup
durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka
sorguya çekileceklerdir.
12. âyette, kâfirlerin başkalarının
günahını yüklenmeyeceği belirtilirken, bu âyette, doğru
yoldan saptırdıkları kişilerin veballerini de taşıyacakları
ifade edilmektedir. Fakat burada uyumsuz bir durum yoktur. Zira önceki
âyette, kâfirlerin, saptırmak istedikleri kimseleri kandırmak
için onlara «Sizin günahınızı biz yükleneceğiz»
deyip onların günahlarını kaldırmayı vaad
ettikleri anlatılmaktadır. Her iki âyet birlikte incelendiğinde,
hiç kimsenin başkasının günahını -bizzat
kendisi çekmeyi göze alsa bile- kaldırtmaya gücü yetmeyeceği,
bununla birlikte, başkalarını doğru yoldan saptıranların
kat kat vebal yüklenecekleri, fakat böylece, yoldan sapanların da
kendi günahlarından kurtulmuş olmayacakları anlaşılmaktadır.
14. Andolsun ki biz Nuh'u
kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl
eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda
onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15. Fakat biz onu ve
gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.
16. İbrahim'i de gönderdik.
O kavmine şöyle demişti: Allah'a kulluk edin. O'na
karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş
olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.
17. Siz Allah'ı bırakıp
birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler
uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp
da taptıklarınız, size rızık
veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın.
O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.
18. Eğer (size tebliğ
edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok
milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır.
Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.
19. Allah'ın,
yaratmayı nasıl başlattığını,
sonra bunu(nasıl) tekrarladığını görmediler
mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
20. De ki: Yeryüzünde
gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl
yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan
sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da
yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.
21. O, dilediğine
azabeder, dilediğini esirger. Ancak O'na döndürüleceksiniz.
22. Siz ne yeryüzünde
ne de gökte (Allah'ı) âciz bırakamazsınız.
Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.
İlâhî hükümden kurtulmak için ne yeryüzünün
en gizli yerine saklanmanın, ne de gökyüzüne çıkmanın
fayda vermeyeceği anlatılmakta, insanların göğe çıkacaklarına
da dolaylı olarak işaret edilmektedir.
23. Allah'ın âyetlerini
ve O'na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar-
benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için
acıklı bir azap vardır.
24. Kavminin (İbrahim'e)
cevabı ise: «Onu öldürün yahut yakın!»
demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı.
Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.
25. (İbrahim onlara)
dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has
muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım
putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında
ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize
lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer
cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.
26. Bunun üzerine Lût
ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim'e(emrettiği
yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet
sahibidir, dedi.
Lût Peygamber, Hz. İbrahim’in kardeş
çocuğudur. Peygamber olduğu dikkate alındığında,
onun daha önce küfürde olup da iman getirdiği düşünülemez.
Âyette Hz. İbrahim’i ilk tasdik edenin Lût aleyhisselâm olduğuna
işaret edilmektedir.
Hz. İbrahim’in, zevcesi Sâre ve
Hz. Lût ile
birlikte, -kendi doğum yeri olduğu söylenen- Küsâ köyünden
Harrân’a, oradan Şam’a gittiği ve nihayet Filistin’e, Lût
peygamberin ise Sodom denen yere indiği rivayet olunmaktadır.
Âyet daha çok bu rivayete göre manalandırılmaktadır.
Bununla birlikte, «Doğrusu ben Rabbime iltica ediyorum» şeklinde
bir mana da verilmektedir.
27. Ona İshak ve
Ya'kub'u bağışladık. Peygamberliği ve
kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfatını
verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihler (zümresin)
dendir.
28. Lût'u da (gönderdik).
O, kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir
milletin yapmadığı bir hayâsızlığı
yapıyorsunuz!
29. (Bu ilâhî ikazdan
sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek
ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız!
Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu:
(Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba
uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden
isen, Allah'ın azabını getir bize!
30. (Lût:) Şu fesatçılar
güruhuna karşı bana yardım eyle Rabbim! dedi.
Lût (a.s.)ın duası üzerine Allah, genç
delikanlılar suretinde melekler gönderdi. Sapıklar onlara da
tecavüze yeltendiler ve sonunda helâk oldular.
31. Elçilerimiz İbrahim'e
(iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi
getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını
helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim
kimselerdir.
32. (İbrahim) dedi
ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada
kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini
elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna;
o, (azapta) kalacaklar arasındadır.
33. Elçilerimiz Lût'a
gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları
korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona:
Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız.
Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın
müstesna, dediler.
Melekler, insan kılığında
geldiklerinden, ilk önce Hz. Lût onların melek olduğunu
anlayamadı. Delikanlı şekline bürünmüş oldukları
için, kavminin onlara da sarkıntılık etmesinden endişelendi.
Bunun üzerine melekler, durumu açıklığa kavuşturdular.
34. «Biz, şüphesiz,
bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına
karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
35. Andolsun ki, biz, aklını
kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişânesi
bırakmışızdır.
Bu nişâne, helâk edilen kavmin başına
gelenlerle ilgili hikâyeler, harap olan yurtlarının kalıntıları,
gökten yağdırılan taşlar, kapkara akan nehirler
şeklindeki izahlarla tefsir edilmiştir.
36. Medyen'e de kardeşleri
Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a
kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!
dedi.
Âyetin «Ahiret gününe umut bağlayın»
diye manalandırılan kısmı, «Ahirette sevap verileceğini
umduğunuz işler yapın», «Ahiret gününden korkun»
şeklinde açıklanmıştır.
37. Fakat onu yalancılıkla
itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı
yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
«Sarsıntı» şeklinde manalandırılan «racfe» kelimesi, bu olayda deprem ve Cebrail aleyhisselâmın
kalplere ürküntü veren bağırışı (sayha)
şekillerinde tefsir edilmiştir. Bu ikinci tefsire göre, «Onları
bir titreme aldı» tarzında bir mananın verilmesi de mümkündür.
38. Âd ve Semûd'u da
(helâk ettik). Sizin için, (onların başına
nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık
anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları
işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı.
Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
39. Karun'u, Firavun'u ve
Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık
deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük
taslamışlardı. Halbuki (azabımızı
aşıp) geçebilecek değillerdi.
40. Nitekim, onlardan her
birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin
üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini
korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik,
kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl
onlar kendilerine zulmediyorlardı.
41. Allah'tan başka
dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek
bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü
şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke
bilselerdi!
Allah’tan başkasını dost edinerek
kendilerine destek arayanların durumu, âyette örümceğe
benzetilmiştir. Âyette özlü olarak ifade edildiği üzere,
örümcek bütün bütün evsiz değildir, kendine bir yuva edinir;
fakat örümcek yuvasının çürüklüğü meşhur
meseldir. İşte örümceğin edindiği yuva ne kadar
zayıfsa, Allah’tan başkasının destek ve himayesine
güvenenlerin tutamağı da öylesine çürüktür.
42. Allah, onların
kendisini bırakıp da hangi şeye yalvardıklarını
şüphesiz bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
43. İşte biz,
bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları
ancak bilenler düşünüp anlayabilir.
Kureyş’in cahilleri ve beyinsiz takımı, «Muhammed’in
Rabbi, sinekten, örümcekten temsiller getiriyor» diye
gülüp alay ediyorlardı. Bu misallerin «insanlar» için verildiği
belirtilerek, hayvandan farkı olmayan bu cahil ve düşüncesiz
kimselerin bunu anlayamayacaklarına işaret edilmektedir.
44. Allah, gökleri ve
yeri hak olarak (yerli yerince) yarattı. Şüphesiz
bunda, iman edenler için (Allah'ın varlık ve
kudretine) bir nişâne bulunmaktadır.
45. (Resûlüm!) Sana
vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak
ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.
Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.
Allah yaptıklarınızı bilir.
Âyet, günaha götüren isteklerin baskısından
kurtulmanın ve ruh yüceliğine erişmenin en sağlam
yolunu göstermektedir. Şüphesiz bu, en geniş manada «Allah’ı
anmak»tır. Kur’an tilâveti ve namaz, bunun en başta gelen
şekilleridir.
Gerçekten, Kur’an’ın manalarını düşünenler
için, Kur’an tilâveti, daha önce farkına varılamayan bir
çok manaların açığa çıkmasını sağlar;
kişiyi ulvî bir âleme götürür. Kur’an tilâvetinin fazileti
ile ilgili pek çok hadis vardır.
Hakkı verilerek kılınan namazın
da, ruhu ulvîleştireceği ve mutlaka kötülükten alıkoyacağı,
bu âyette ve bir çok hadiste ısrarla belirtilmektedir. İyiliğe
sevketmeyen, kötülüklerden alıkoymayan bir namaz ise, İslâm
büyükleri tarafından, sırtta taşınan bir vebal
olarak nitelendirilmiştir.
46. İçlerinden
zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele
edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman
ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da
birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.
47. (Resûlüm!)
İşte böylece sana (önceki kitapları tasdik
eden) bu Kitab'ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap
verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da
ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler
(inatları yüzünden) bile bile inkâr eder.
Tefsirlerde, bu âyet ile, Abdullah b. Selâm ve
Übey b. Ka’b gibi Kur’an’a iman eden ehl-i kitaba işaret
edildiği belirtilmektedir.
48. Sen bundan önce ne
bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı,
bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.
Hz. Peygamber’in «ümmî» yani okuma-yazma
bilmeyen bir kişi olmasının başlıca hikmeti, bu
âyette açıklanmış olmaktadır: Eğer Resûl-i
Ekrem, okuma-yazma bilen bir kişi olsaydı, ümmî olan
peygamber için bile «Bu Kur’an’ı o uydurmuştur» demeye
kalkan ve en açık mucizeleri inkâr eden müşrikler,
iftiralarına bir ölçüde mesnet bulmuş olacaklar ve daha çok
kimseleri kandırabileceklerdi.
49. Hayır, o (Kur'an),
kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden) apaçık
âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr
eder.
50. «Ona Rabbinden (başkaca)
mucizeler indirilmeli değil miydi?» derler. De ki:
Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise
sadece apaçık bir uyarıcıyım.
51. Kendilerine okunmakta
olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?
Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.
52. De ki: Benimle sizin
aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve
yerde ne varsa bilir. Bâtıla inanıp Allah'ı inkâr
edenler (var ya), işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
53. Senden, azabı çarçabuk
(getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş
bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı.
Fakat onlar farkında değilken, o ansızın
kendilerine geliverecektir.
54. (Evet) senden azabı
çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Hiç şüpheleri olmasın,
cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır.
55. O günde azap, onları
hem üstlerinden hem ayaklarının altından saracak
ve Allah (onlara): «Yaptıklarınızı (cezasını)
tadın!» diyecektir.
56. Ey iman eden kullarım!
Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde (nerede
güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk
edin.
Bu âyetin, işkenceye uğrayan Mekke müslümanlarının
zayıfları hakkında nâzil olduğu rivayet edilmiştir.
57. Her can ölümü
tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
58. İman edip güzel
işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde
ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet
köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler
yapanların mükâfatı ne güzeldir!
59. Onlar, sabreden
kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar.
60. Nice canlı var
ki, rızkını (yanında) taşımıyor.
Onlara da size de rızık veren Allah'tır. O, her
şeyi işitir ve bilir.
Rivayete göre, Hz. Peygamber Mekke’de müşriklerden
eziyet gören müslümanlara Medine’ye göç etmelerini söyleyince,
onlar, «Oraya nasıl gideriz? Orada ne yerimiz yurdumuz, ne malımız
mülkümüz var. Bizi kim yedirir içirir?» demişlerdi. Bunun üzerine
inzâl edilen bu âyetle, yeryüzünde nice canlının, rızkını
yanında taşımaktan âciz olduğu ve nicelerinin
ertesi gün için rızık biriktirmeksizin yaşadığı,
kısacası, rızkı verenin Allah olduğu hatırlatılmıştır.
61. Andolsun ki onlara:
«Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu
altında tutan kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah»
derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
62. Allah rızkı
kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine
de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.
63. Andolsun ki onlara:
«Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü
canlandıran kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah»
derler. De ki: (Öyleyse) hamd da Allah'a mahsustur. Fakat onların
çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler.
64. Bu dünya hayatı
sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret
yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama
odur. Keşke bilmiş olsalardı!
65. Gemiye bindikleri
zaman, dini yalnız O'na has kılarak (ihlâsla) Allah'a
yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca,
bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar.
66. Kendilerine
verdiklerimize karşı nankörlük etsinler ve sefa sürsünler
bakalım! Ama yakında bilecekler!
67. Çevrelerinde
insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven
içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler
mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük
mü ediyorlar?
Âyette geçen «kapılıp götürülme»,
öldürülme, esir edilme ve soyulup yağmalanma gibi manalarla açıklanmıştır.
68. Allah'a karşı
yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan
sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok!
69. Ama bizim uğrumuzda
cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.
Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.
|