Medine’de nâzil olmuştur; 73 âyettir.
«Ahzâb»,
«hizb»in çoğuludur. Topluluk,
gurup, bölük, parti gibi manalara gelir. Her gün mutad olarak devam
edilen dua demetine, Kur’an cüzünün dörtte birine de hizip denir.
Bu sûrede, müslümanlara karşı savaşmak üzere birleşen
Arap kabilelerinden bahsedildiği için, bu isim verilmiştir.
Rivayete göre, bir takım ileri gelen müşrikler
«Uhud» savaşından sonra Medine’ye gelmişler, münafıkların
lideri Abdullah b. Übeyy’in evine misafir olmuşlardı. Hz.
Peygamber bunlara, kendisiyle görüşmek üzere emân vermişti.
Bu görüşme esnasında Resûlullah’a: Sen bizim taptıklarımızı
diline dolamaktan vazgeç, «onlar menfaat sağlayabilir, şefâat
edebilir» de, biz de seni Rabbinle başbaşa bırakalım,
dediler. Orada bulunan müslümanların canları sıkıldı,
onları öldürmek istediler. Bunun üzerine, verilmiş olan emânın
bozulması konusunda Allah’tan korkmalarını ve kâfirler
ile münafıkların sözlerine boyun eğmemelerini, Resûlullah’ın
şahsında müminlerden isteyen bu âyet nâzil oldu.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey Peygamber!
Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme.
Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.
2. Rabbinden sana
vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.
3. Allah'a güven. Vekîl
olarak Allah yeter.
4. Allah, bir adamın
içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr»
yaptığınız eşlerinizi de analarınız
yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da
öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar
sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden
ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O
eriştirir.
Araplar arasındaki bir geleneğe göre,
bir adam karısına «sen bana anamın sırtı
gibisin» dedi mi, o kadın kendi anası gibi sayılır
ve artık o adam ona yanaşamazdı. İşte buna «zıhâr»
denirdi. Âyette, bir insanda iki kalbin birarada bulunmadığı
gibi, hem annelik hem zevceliğin, hem başka soydan evlâtlık
hem gerçek oğul olma vasfının birleşemeyeceği
anlatılmaktadır. Kur’an, Araplardaki bu iki geleneği (zıhâr
ve evlâtlık edinmeyi) tanımamıştır. Zıhâr
yapılması halinde, ceza olmak üzere «keffâret» hükmü
getirilmiştir (bak. Mücâdele 58/ 1-4). Âyette Araplar arasında
akıllı kişilerin iki kalp taşıdığı
yolundaki inanca işaret olunduğu da bazı tefsirlerde
belirtilmektedir.
5. Onları (evlât
edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın.
Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının
kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları
din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler
olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda
size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde
günah vardır. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
6. Peygamber, müminlere
kendi canlarından daha yakındır. Eşleri,
onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın
Kitabına göre, (mirasçılık bakımından)
birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar;
ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır.
Bunlar Kitap'ta yazılı bulunmaktadır.
Önceleri, müminler, bir aile gibi birbirlerine
mirasçı olurlarken; bu âyetle, mirasçılıkta akrabalığa
öncelik verilmiştir.
7. Hani biz
peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan,
İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da.
(Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.
8. Allah bu sözü doğruları
doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı. Kâfirler
için de çok acıklı bir azap hazırladı.
Hicretin beşinci yılında Kureyş
ve Gatafân kabileleri topluca Medine üzerine yürümüşler; müslümanlarla
ittifakı bulunan Medine’deki Benî Kureyza kabilesi de, ihanet
ederek onlarla birleşmişti. Böylece düşman ordusunun
sayısı 12.000 kişiye varıyordu. Hz. Peygamber, istişare
ederek Araplarda âdet olmayan bir savaş taktiği uyguladı:
Medine çevresine hendek kazdırdı ve askerlerini, hendekten çıkan
toprakların ardına mevzilendirdi. Düşman hendeği aşamadı.
Bir ay kadar süren kuşatma sırasında yardım
alamayan müslümanlar bunaldılar. İşte bu durumda bir mûcize
meydana geldi: Birden ortaya çıkan soğuk bir fırtına,
düşman çadırlarını söküyor, ateşlerini söndürüyor,
atlarını ürkütüyor, düşmanı toza boğuyordu.
Müslüman askerlerin etrafında sahipleri görünmeyen seslerden
tekbirler işitiliyordu. Sonunda düşman perişan oldu, çekip
gitti. Daha sonra Benî Kureyza kabilesinden de bu ihanetlerinin hesabı
soruldu. İşte aşağıdaki âyetlerin, bu olay
hakkında nâzil olduğu rivayet edilmektedir.
9. Ey iman edenler!
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size
ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı
bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.
Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.
10. Onlar hem yukarınızdan
hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden
ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı,
yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında
türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman;
11. İşte orada
iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir
sarsıntıya uğratılmışlardı.
12. Ve o zaman, münafıklar
ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı)
bulunanlar: Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru
vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.
Rivayete göre, onlardan biri, «Muhammed hem bize
İran ve Bizans’ın fethini vadediyor, hem de biz korkumuzdan
meydana çıkamayıp hendek kazıyoruz» demişti.
13. Onlardan bir gurup da
demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin
için durmanın sırası değil, haydi dönün!
İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz
emniyette değil, diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa
evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı
arzuluyorlardı.
14. Medine'nin her yanından
üzerlerine saldırılsaydı da, o zaman savaşmaları
istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar
ve evlerinde pek eğlenmezlerdi.
Âyet, «... Şayet fitne çıkarmaları
(dinden dönmeleri) istenseydi, bunu hemen yaparlardı» şeklinde
de manalandırılmaktadır.
15. Andolsun ki daha önce
onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz
vermişlerdi. Allah'a verilen söz mesuliyeti gerektirir!
16. (Resûlüm!) De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın
size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o
takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.
17. De ki: Allah size bir
kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur; ya da
size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar,
kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir
yardımcı.
18. Allah, içinizden
(savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına:
«Bize katılın» diyenleri gerçekten biliyor. Zaten
bunların pek azı savaşa gelir.
19. (Gelseler de) size
karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı,
üzerine ölüm baygınlığı çökmüş
gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün.
Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri
dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir;
bunun için Allah onların yaptıklarını boşa
çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre kolaydır.
«Korku gidince ise...» diye başlayan cümle,
aşağıdaki şekillerde de manalandırılmıştır:
«....hayra pek düşkün adamlar tavrıyla
sizi keskin dilleri ile incitirler.»
«...mal düşkünlüğünden, ince sözlerle
size sokulurlar.»
20. Bunlar, düşman
birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler
ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar
içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar.
Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.
21. Andolsun ki, Resûlullah,
sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
Âyette, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu
kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel
ve canlı bir örnek, en büyük fazilet nümûnesi olduğu
anlatılmaktadır. Böylece, Resûlullah’ın, hislerine mağlup
insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım
nazarî kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin,
insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi
yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış
olmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sîreti incelenirken
bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır.
22. Müminler ise, düşman
birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü'nün
bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir,
dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak
imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını
arttırdı.
Allah, biraz güçlük ve sıkıntıya
katlandıktan sonra zaferin müminlere ait olacağını
müjdelemiş; Hz. Peygamber de müttefik orduların kısa
bir süre sonra geleceğini, biraz sıkıntıdan sonra,
sonucun müminler lehine olacağını haber vermişti.
İşte burada bu vaadlere candan inanan müminlerin
teslimiyetine işaret olunmaktadır.
23. Müminler içinde
Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte
onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını
vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir.
Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.
24. Çünkü Allah sadâkat
gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak,
münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe
ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
25. Allah, o inkâr
edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi.
Allah(ın yardımı) savaşta müminlere yetti.
Allah güçlüdür, mutlak galiptir.
26. Allah, ehl-i
kitaptan, onlara (müşrik ordularına) yardım
edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü;
bir kısmını öldürüyor, bir kısmını
da esir alıyordunuz.
Müşrik kabileler gittikten sonra, gelen
vahiy üzerine Hz. Peygamber, müslümanlarla olan ittifaklarını
bozup hâinlik eden Benî Kureyza adlı yahudi kabilesi üzerine yürüdü.
Müslümanlar, 25 gün kadar bir süre Kureyza’lıların
kalesini kuşattılar. Sonunda kale müslümanların eline
geçti.
27. Allah, onların
yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız
topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her
şeye gücü yeter.
28. Ey Peygamber! Eşlerine
şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü
(refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma
bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
Âyetin nâzil olduğu sıralarda, artık Hz. Peygamber, aşağı yukarı bütün Arabistan’a
hakim durumda idi. İctimaî hayatta büyük değişiklikler
meydana gelmişti. Artık fakirlik yerine, refah ortalığı
kaplamaktaydı. Bu şartlar altında Hz. Peygamber’in hanımları
da, umumî refahtan pay almayı arzulayarak, Resûlullah’tan bazı
zînet eşyaları ve daha iyi bir geçim istemişlerdi.
İşte bu sırada gelen vahiy, Hz. Peygamber’e, yine
eskisi gibi, sadelikten ayrılmamasını emretti. Böyle bir
emir, dünya hayatına düşkün, her geçen gün gücüne güç,
servetine servet katmak için çırpınan maddeperest bir insan
tarafından tebliğ edilmiş olamazdı. Şayet Resûlullah,
zevcelerine de bu umumî refahı sağlamış olsa idi,
en küçük bir itirazla karşılaşmazdı. Ne var ki
Resûl-i Ekrem, yaşantısını ve yaşantısının
sadeliğini asla değiştirmeyecekti. Cemiyetin yaşantısında
ne kadar değişiklik olursa olsun, dünyanın geçici
zinetleri Resûlullah’ın evinde yer almayacak, nübüvvet harîmi,
dünya âlâyişinden uzak kalacak, iktidar sahiplerine örnek
olacaktı.
Hz. Peygamber’in hanımlarından gelen
istekler üzerine nâzil olan bu âyete «tahyîr» (serbest bırakma)
âyeti denir. Neticede, hanımları, refah ve zinet yerine Hz.
Peygamber’i tercih etmişlerdir.
29. Eğer Allah'ı,
Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki,
Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat
hazırlamıştır.
30. Ey peygamber hanımları!
Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun
azabı iki katına çıkarılır. Bu,
Allah'a göre kolaydır.
31. Sizden kim, Allah'a
ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını
iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.
32. Ey Peygamber hanımları!
Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer
(Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı)
çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık
bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.
Âyette geçen emir, her ne kadar Resûlullah
(s.a.)ın hanımları için buyurulmuş ve onların
özel durumları vurgulanmış ise de, hüküm, bütün müslüman
hanımlara şamildir.
33. Evlerinizde oturun,
eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.
Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne
itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
Âyette hitabedilen Ehl-i Beyt, Resûlullah’ın
ev halkıdır. Ehl-i Beyt hususunda en uygun görüş şudur:
Allah Resûlü’nün evlâtları, eşleri, torunları olan
Hasan ve Hüseyin ve damadı Hz. Ali, Ehl-i Beyt’i teşkil
ederler.
34. Evlerinizde okunan
Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.
Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve
her şeyden haberi olandır.
35. Müslüman erkekler
ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar,
taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru
erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve
sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar,
sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan
erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını
koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar,
Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar
var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük
bir mükâfat hazırlamıştır.
36. Allah ve Resûlü bir
işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek
ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık
bir sapıklığa düşmüş olur.
37. (Resûlüm!) Hani
Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin
kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun.
Allah'ın açığa vuracağı şeyi,
insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl
korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından
ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları,
karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla
evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın.
Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
Bu âyette zikredilen ve Kur’an’da adı geçen
tek sahâbî olan zât, Zeyd b. Hârise’dir. Çocukluğunda esir düşmüş,
Hz. Hatice onu köle olarak satın almıştır. Hz.
Hatice’nin kendisine hediye ettiği bu çocuğu, Peygamberimiz
azâd edip evlât edinmişti. Resûlullah, Zeyd’i çok severdi,
ona halasının kızı Zeyneb binti Cahş’ı
nikâhlamıştı. Fakat Zeyneb, Zeyd ile geçinemedi. Zeyneb, asil bir aileden geldiği için bir köle azâdlısı
ile evlenmek istememiş, ancak bu yönde vahiy gelince onunla
evlenmişti. Zeyd’e bir türlü ısınamamış, bu
yüzden ona karşı asâletiyle övünmekten geri durmamıştı.
Zeyd, bir süre daha buna sabretti ise de sonunda Allah’ın Resûlüne
varıp Zeyneb’den ayrılmak istediğini söyledi. Bunun üzerine
Resûlullah hoşnutsuzluğun sona ermesi için ayrılmalarını
uygun bulduysa da bunu Zeyd’in yüzüne söylemedi, ona sadece «karını
yanında tut» dedi.
Hz. Peygamber’in içinde gizlediği şey,
Zeyneb’in sonradan kendisine zevce olacağını bildiği
halde bunu açıklamamasıdır. Bu konuda uydurulan birtakım
isnatların aslı yoktur. Peygamberimiz, Zeyneb’in güzelliğine
hayran kaldığı için onunla evlenmiş değildir.
Zeyneb onun halasının kızı idi ve Peygamber onu her
zaman görüyordu. İsteseydi onunla Zeyd’den önce kendisi
evlenebilirdi.
38. Allah'ın,
kendisine helâl kıldığı şeyde
Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler
arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın
emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir
kaderdir.
39. O peygamberler ki
Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan
korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü
olarak Allah (herkese) yeter.
40. Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o,
Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her
şeyi hakkıyla bilendir.
41. Ey inananlar! Allah'ı
çokça zikredin.
42. Ve O'nu sabah-akşam
tesbih edin.
Sabah-akşam bütün vakitleri içine almaktadır.
Tesbih ve zikir, öncelikle «Sübhânellah», «Elhamdülillâh», «Lâ
ilâhe illâllah», «Allahü ekber» ve «Lâ havle velâ kuvvete illâ
billâhi’l-aliyyi’l-azîm» ifadeleriyle yapılır.
43. Sizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak için üzerinize
rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder.
Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.
44. Kendisine kavuştukları
gün, Allah'ın onlara iltifatı, «selâm» dır.
Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.
45. Ey Peygamber! Biz
seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı
olarak gönderdik.
46. Allah'ın
izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik).
47. Allah'tan büyük bir
lütfa ereceklerini müminlere müjdele.
48. Kâfirlere ve münafıklara
boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a
güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.
49. Ey iman edenler! Mümin
kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden
onları boşarsanız, onları sayacağınız
bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde
onları (bir bağışla) memnun edin ve onları
güzel bir şekilde serbest bırakın.
Zifaftan önce boşanan kadına, önceden
tayin edilmiş bir mehir varsa onun yarısı verilir. Yoksa
bağış yapılır. Bu bağışın
belli bir miktarı yoktur. Bu şekilde boşanmış
kadın iddet beklemeden evlenebilir.
50. Ey Peygamber!
Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın
sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan
cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve
teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını
sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle
evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden
mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf
sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz
biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan
cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı
biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini
onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın.
Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Nisâ sûresinin üçüncü âyetinde dörtten
fazla evlenmeye izin verilmediği halde, bu âyette Resûlullah’ın
dörtten fazla hanımla evlenmesine müsaade edilmiştir. Resûlullah’a
has olan bu müsaadenin hukukî, ictimaî, siyasî ve eğitimle
ilgili sebepleri vardır.
Hz. Peygamber dışındaki müminlere
verilen birden fazla evlilik izni ve bunun sınırları hakkında
bak. Nisâ 4/3’ün açıklaması.
51. Onlardan dilediğini
geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın.
Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini
tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle
yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve
hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha
uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle
bilendir, halîmdir.
28 ve 29. âyetlerde Resûlullah (s.a.)ın hanımlarına
onunla birlikte kalmak veya ayrılmak şıklarından
birini seçmeleri teklif edilmiş, onlar Resûlullah ile birlikte
kalmayı tercih etmişlerdi. Bu âyette de aynı seçim hakkı
Resûlullah’a verilmiş, o da hanımlarından ayrılmamayı
uygun bulmuştur.
52. Bundan sonra artık
başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan
cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların
yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir.
Allah her şeyi gözetler.
53. Ey iman edenler! Siz,
bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını
gözetmeksizin, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet
edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen
dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu
hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten)
utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.
Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz
zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz,
hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır.
Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra
onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz
olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır.
Bu âyet, Hz. Peygamber’in evine yemekten önce
gelen, yemek hazır oluncaya kadar bekleyen, yemekten sonra da kalkıp
gitmeyenler hakkında nâzil olmuştur. Âyet-i kerime, müslümanların
Resûlullah’a ve hane-i saadete karşı nasıl
davranacaklarını, birbirlerine karşı nasıl
muamele edeceklerini bildirmektedir. Buna göre bir kimsenin başkasını
rahatsız etmemesi, evinde huzur ve istirahatını bozmaması,
davet edildiğinde bildirilen zamandan önce gitmemesi, yemekten
sonra fazla oturmaması gerekmektedir.
54. Bir şeyi açığa
vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her
şeyi gayet iyi bilmektedir.
Peygamber hanımlarına hitaben perde
arkasından konuşmayı emreden âyet inince, onların
yakın akrabaları «Biz de mi perde arkasından konuşacağız?»
diye sordular. Bunun üzerine bu âyet indi.
55. Onlara (Peygamber'in
hanımlarına) babaları, oğulları, kardeşleri,
kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin
oğulları, kadınları (mümin kadınlar)
ve ellerinin altında bulunan câriyelerinden dolayı
bir günah yoktur. (Ey Peygamber hanımları!) Allah'tan
korkun; şüphesiz Allah, her şeye şahittir.
56. Allah ve melekleri,
Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona
salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
Allah’ın salevâtı, rahmet etmek ve
kulunun şânını yüceltmektir. Meleklerin salevâtı,
Peygamber’in şânını yüceltmek, müminlere bağış
dilemek anlamınadır. Müminlerin salâtı ise, dua anlamına
gelmektedir. Allah bütün müminlere, peygamberlerine salât ve selâm
getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir.
«Allahümme salli alâ Muhammedin» demek salât, «Esselâmü aleyke
eyyühe’n-nebiyyü» demek selâmdır. Peygamberimizden rivayet
edilen çok sayıda salevât-ı şerîfe vardır. Bunları
okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selâm getirmek,
Peygamber’in sevgisini celbeder, şefâatine sebep olur.
57. Allah ve Resûlünü
incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve
onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.
Bunların, özellikle, «Uzeyr Allah’ın
oğludur, Allah’ın eli bağlıdır, Allah fakir,
biz zenginiz» diyen yahudiler; «Mesîh, Allah’ın oğludur,
o üçün üçüncüsüdür» diyen hıristiyanlar; «Melekler,
Allah’ın kızlarıdır, putlar onun ortaklarıdır»
diyen müşrikler olduğu söylenmiştir.
58. Mümin erkeklere ve mümin
kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı
eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah
yüklenmişlerdir.
59. Ey Peygamber! Hanımlarına,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir
ihtiyaç için dışarı çıktıkları
zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını
söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için
en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
60. Andolsun, iki yüzlüler,
kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi
taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu
hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz
(onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp
çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında
ancak az bir zaman kalabilirler.
61. Hepsi de lânetlenmiş
olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler.
62. Allah'ın önceden
geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda
asla bir değişiklik bulamazsın.
63. İnsanlar sana kıyametin
zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır.
Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.
64. Şu muhakkak ki,
Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın
bir ateş hazırlamıştır.
65. (Onlar) orada ebedî
olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir
yardımcı bulacaklardır.
66. Yüzleri ateşte
evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a
itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! derler.
67. Ey Rabbimiz! Biz
reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar,
derler.
68. Rabbimiz! Onlara iki
kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden
kov.
69. Ey iman edenler! Siz
de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu,
dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında
şerefli idi.
Hz. Musa’nın, kavmiyle birlikte soyunup yıkanmadığını
görenler, uzvî bir hastalığı olduğunu söyleyerek
onu incittiler. Bir gün Hz. Musa tek başına yıkanırken
elbisesini bir taşın üstüne koymuştu. Giyinmek için
gelince, taş elbise ile hareket edip kavminin yanına geldi. Böylece
onda bir hastalık olmadığını gördüler. Bu
iddialarının asılsızlığı, kendi
şehâdetleriyle ortaya çıkarıldı.
Hz. Peygamber de bir ganimet taksimi esnasında münasebetsiz
bir itirazla karşılaşmıştı. Âyet bu tür
eziyetlere işaret ederek müminleri uyarmaktadır.
70. Ey iman edenler!
Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.
71. (Böyle davranırsanız)
Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı
bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük
bir kurtuluşa ermiş olur.
72. Biz emaneti, göklere,
yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,
(sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu
o çok zalim, çok cahildir.
İnsana yüklenen emanet, işlenmesinde
sevab, terkinde ikab olan ibadet ve davranışlarla, akıl
ve düşünce kabiliyetidir. Kulluk ve akıl emanetine riayet
edilmezse, zulüm ve bilgisizliğe sapılmış olur. Bu
emaneti vermekle Allah, insanı teklifleriyle sorumlu tutmuş ve
böylece onu imtihan etmiştir.
73. (Allah bu emaneti
insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık
kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara
azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da
tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır,
merhamet edendir.
Şirk, iman ve amel hususunda Allah’a ortak
koşmak demektir. Bunu yapana da müşrik denir.
|