ÖNSÖZ
                 
               
                Başlangıçta Dünya İslâm
                  Birliği'nin talebi üzerine hazırlanan ve ilk baskısı 1982 yılında
                  gerçekleştirilmiş olan bu meâl, işbölümü esasına göre
                  yapılan bir çalışma ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Bu
                  çalışma çerçevesinde heyet üyelerinden Ali Özek 1-48,
                  581-604; Hayreddin Karaman 76-126; Mustafa Çağrıcı 49-62,
                  281-358; İbrahim Kâfi Dönmez 63-75, 358-420, 561-580;
                  Sadreddin Gümüş 127-280; Ali Turgut 421-560. sayfaları tercüme
                  etmiş ve açıklayıcı notlar koymuşlardı.
                   
                 
                Daha sonra, gerek heyetin
                  bilgisi dışında yapılan ilâvelerin çıkarılması ve baskı
                  hatalarının düzeltilmesi, gerekse meâlin ve açıklamaların
                  heyet halinde gözden geçirilmesi için üçerli gruplar
                  halinde ve tam heyet olarak birkaç müşterek çalışma yapılmıştır.
                   
                 
                Bu meâl, açıklamalardan
                  anlaşılacağı üzere bir kişinin değil, bir heyetin
                  eseridir. Bir âyeti, asıl manası ve hükmü değişmeksizin
                  birkaç türlü ifade etmenin mümkün olduğu yerlerde heyet üyelerinin
                  üslûplarına dokunulmamış, böylece erişilmez güzelliklere,
                  meâl çerçevesinde ifade edilemez mânâ ve sırlara sahip ilâhî
                  kitabın zenginliği, küçük bir ölçekle de olsa meâle yansıtılmıştır.
                   
                 
                Kur'ân-ı Kerim, derinliği
                  ve genişliği sonsuz bir deniz gibidir. Bugüne kadar yapılmış
                  bulunan tefsir, tercüme ve açıklamalar insanlara, o sonsuz
                  denizden birer parça sunmuştur. Heyet olarak bu saadet
                  denizinde bir müddet sizin için keşfe çıkmış olmaktan ve
                  size bazı güzelliklerini sunmuş olmaktan mutluyuz.
                   
                 
                Son heyet çalışması sırasında
                  âni bir rahatsızlık sonucu vefatından derin hüzün duyduğumuz
                  Doç. Dr. Ali Turgut'u hayırla yâdediyor, kendisine Cenab-ı
                  Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.
                   
                 
                Cenab-ı Mevlâ'dan niyazımız,
                  cümlemizi dünyada imandan ve Kur'ân'dan mahrum bırakmaması,
                  hitâbını anlama ve bütünüyle hayatımıza yansıtma
                  cehdimizde inâyetini lütfeylemesidir.
                   
                   
                  HEYET
                   
                 
                 KUR'AN ve MEÂL
                   
                 
                Kur'an bir hidayet ve i'câz
                  kitabıdır. O, insanlığı doğru yola iletmek üzere gönderilmiş
                  eşsiz bir mucizedir.
                   
                 
                "Kur'ân",
                  kelime olarak "okumak" anlamında bir mastardır.
                  Ancak, dünyada en çok okunan ve okunacak kitap olduğu için
                  ism-i mef'ul anlamında kullanılmıştır. Mushafın tamamına
                  Kur'an denildiği gibi, bir kısmına hatta bir âyetine de
                  Kur'an denir. Kur'ân-ı Kerim'in başka adları da vardır;
                  fakat en yaygın olanı Kur'an'dır. Diğer adlarından bazıları
                  şunlardır: Kitâb, Furkan, Zikr, Tenzîl. Meşhur olan sıfatları
                  arasında da şunlar sayılabilir: Mübîn, kerîm, nûr, hüdâ,
                  rahmet, şifâ, mev'ıza, büşrâ, beşîr, nezîr, azîz.
                   
                 
                Çeşitli özelliklerini
                  gözönünde bulundurarak Kur'an'ı şöyle tanımlamak mümkündür:
                  "Kur'an, Hz. Muhammed'e 23 yıllık peygamberlik süresi içinde,
                  Arap dilinde ve vahiy yoluyla indirilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp
                  Nâs sûresiyle biten, mushaflarda yazılı olup mütevâtir
                  olarak nakledilegelen, tilâvetiyle ibadet edilen mucize kelâmdır."
                   
                 
                Kur'an'ın 23 yıl
                  boyunca değişik sebeplere ve şartlara göre farklı
                  zamanlarda inzâl buyurulması, onun, irşat ve ıslah etmek
                  istediği insanın psikolojisine uygun bir tedavi ve terbiye yöntemi
                  izlemesi ile yakından ilişkilidir. Zira akıl sahibi bir varlık
                  olan insan, öğrenme, kavrama ve intibak etme yeteneğini
                  haizdir. İnsanın, herhangi bir şeye alışıp intibak etmesi
                  gibi, öğrenip alışkanlık haline getirdiği bir davranışı
                  terketmesi de zaman ve çaba gerektirir. İşte bu sebebe bağlı
                  olarak Kur'an zaman aralıklarıyla inmiştir.
                   
                 
                Hz. Peygamber Kur'an'ı
                  vahiy olarak almış, kendi tarafından hiçbir şey ilâve
                  etmeden ve hiçbir eksiltme yapmadan onu aldığı şekliyle ümmetine
                  tebliğ etmiştir.
                   
                 
                Kur'an, lafızlarıyla
                  ibadet edilen bir kitaptır. Namaz gibi temel ibadetlerde
                  okunmasının yanısıra, Kur'an'ı ayrıca okumak, dinlemek,
                  yazılarına bakmak, başkasına okutmak ve öğretmek de
                  ibadettir.
                   
                 
                Namaz kılmak farz olduğu
                  gibi, Kur'an'dan, namazlarda okunacak miktarı öğrenip
                  ezberlemek de farzdır. Bu farizayı yerine getirmek Kur'an tercümesini
                  ezberlemekle mümkün değildir; bir başka anlatımla, Kur'an
                  tercümesi ile namaz kılınmaz. Her müslüman, biraz gayret
                  sarfederek Kur'an'ı aslından okumayı öğrenmelidir. Şu var
                  ki, Kur'an'ın tercüme ve tefsirlerini okumak da sevaptır.
                   
                 
                Kur'an, lafzı ve manasıyla
                  mucizedir. Kur'an'ın mucize oluşu, onun benzerinin insanlar
                  tarafından meydana getirilmesinin mümkün olmadığı gerçeğini
                  ifade eder. Gerçekten, Kur'ân-ı Kerim, inişi, okunuşu, yazılması,
                  muhafazası, tertip ve tanzimi, meseleleri ele alış tarzı,
                  ahiret âleminden bilgi vermesi, verdiği haberlerin doğruluğu
                  gibi pek çok hususta, insanlar tarafından telif ve tertip
                  edilen eserlerden tamamen farklıdır.
                   
                 
                Üslûp bakımından da
                  Kur'an, hiçbir esere benzemez. Zira insanların meydana getirdiği
                  eserler ya şiirdir veya nesirdir. Kur'an ise, ne şiirdir ne de
                  nesirdir. Ayrıca Kur'an'da, hiçbir eserde görülmeyen zengin
                  ve eşsiz bir musikî vardır. Bu musikîyi yansıtmak için
                  Kur'an'ın tamamı tecvîd ve tertîl ile okunur.
                   
                 
                Kur'an Allah kelâmı
                  olduğundan kadîmdir (ezelîdir); onun için Türkçe'de Kur'an
                  "Kelâm-ı Kadîm" diye de anılır. Bizim
                  dillerimizle okuduğumuz, kulaklarımızla işittiğimiz,
                  kalemlerimizle yazdığımız, gözlerimizle gördüğümüz,
                  ellerimizle tuttuğumuz mushaf, kadîm olan aslın madde âleminde
                  tezahüründen ibarettir. Kur'an'ın kadîm olan aslı levh-i
                  mahfuzdadır. Kur'an önce levh-i mahfuzdan Beytü'l-izze
                  denilen bir makama topluca indirilmiştir ki, buna "inzâl";
                  oradan parça parça Cebrail (a.s.) vasıtasıyla vahiy olarak
                  Peygamberimize gönderilmiştir ki buna da "tenzîl"
                  denir.
                   
                 
                Esasen Hz. Peygamber'in bütün
                  tebliğleri vahiy kaynaklı olmakla birlikte, bunların hepsi
                  Kur'an kapsamına girmez. Şöyle ki: Allah tarafından vahiy
                  olarak indirilen -ve yukarıdaki tarif çerçevesine giren- lafızlara
                  "Kur'an", manası vahyedilip lafızları Peygamber
                  Efendimiz tarafından Yüce Allah'a nisbet edilerek söylenen sözlere
                  "hadis-i kudsî", bunların dışında Hz.
                  Peygamber'in kavil, fiil ve takrirlerini (onaylarını) aktaran
                  sözlere de "hadis-i nebevî" (kısaca
                  "hadis") adı verilir.
                   
                 
                Kur'an Arapça olarak bütün
                  insanlığa gönderilmiştir. Buna göre, Kur'an'ı insanlara
                  tebliğ etmenin iki yolu vardır: Ya bütün insanlara Arapça'yı
                  öğretmek, yahut Kur'an'ı başka dillere çevirmek. Bütün
                  insanlara Arapça'yı öğretmek imkânsızdır ve buna gerek de
                  yoktur. Nitekim Kur'an'da, muhtelif dillerin varedildiği ve
                  bunun Allah'ın varlık ve kudretinin delillerinden olduğu
                  belirtilmiştir. Bu durumda, Kur'an'ın başka dillere çevirilmesi
                  gereği ortaya çıkmaktadır.
                   
                 
                Esasen, Kur'an'ın bütün
                  insanlığa ulaştırılması iki şekilde gerçekleşebilir:
                   
                 
                1- Lafızlarıyla ibadet
                  edilen bir kitap olması sebebiyle Kur'an'ın Arapça metninin bütün
                  insanlara ulaştırılması. Böylece herkes, onu okuma,
                  dinleme, ezberleme, ibadetlerinde okuma, manasını anlamadığı
                  halde onunla duygulanma imkânına sahip olur. Nitekim asırlardan
                  beri müslümanlar, Kur'an'ın Arapça aslını okumakta, hatta
                  hafızlar onu baştan sona ezberlemekte ve kıraâtıyla
                  duygulanıp duygulandırmaktadırlar.
                   
                 
                2- Kur'an'ın Arapça'dan
                  başka dillere tercüme edilmesi ve -Arapça dahil- değişik
                  dillerde tefsirinin yazılması. Bu nokta gözönünde
                  bulundurularak, Kur'an günümüze kadar dünya dillerinin pek
                  çoğuna tercüme edilmiş, bazı dillerde de tefsiri yapılmıştır.
                  Kur'an'ın anlamını harfî tercüme yoluyla başka dillere
                  aktarmak mümkün olmadığından, bu alanda yapılan çeviriler
                  (sözlükte "varılacak sonuç" manasına gelen)
                  "meâl" terimiyle anılır.
                   
                 
                   Şurası bir gerçek ki, dünyada hergün çok sayıda
                  insan, gerek Kur'an'ın aslını okumak ve dinlemek suretiyle
                  gerekse Kur'an tercümelerini okuyarak müslüman olmaktadır.
                  Bu da, Kur'an'ın lafız ve manasıyla mucize oluşunun ve bütün
                  zamanlarda tazeliğini koruyuşunun çarpıcı delillerinden
                  biridir. Kur'an'ın tercüme ve tefsirleriyle eşsiz yönleri
                  ortaya konurken, çok sayıda insan kıyamete kadar bu yolla
                  hidayetten nasibini alacaktır. 
                   
                  |